• kendisine ilişkin en eski ve köklü tartışma kelimenin kökenine dairdir.
    kavramın etimolojisinde latince ve germence[almanca değil, çünkü bugünkü almanca 14-15 yy. da doğar] köklerle karşılaşılır. bu da bize feodalitenin, latincenin konuşulduğu roma imparatorluğu mu yoksa germencenin konuşulduğu germen kökenli mi olduğu sorusuna götürür.

    biz etimolojiyle devam edecek olursak: geç dönem latincesindeki feodum ya da feudum kavramının dönüşmüş hali olduğu söylenir, ki bunun da kökeni germen kökenli fief'den gelmiştir denir.*
    ayrıca ingilizce fee sözcüğü de germanik kökenle ilişki kurar. bir başka germanik köken ise fehu-od sözcüğü yoluyla kurulur; ingilizce ve fransızca'ya fief olarak dönüşen ve önce sığır sahipliği sonradan ise toprak sahipliği anlamına gelen fehu-od yani.

    bugün ister roma ister germen kökenli olsun, feodalite kavramının fief'le ilşkisi olduğunu hemen herkes kabul eder. bu kabul fief'in, "bir üst yöneticinin bağışladığı arazi, toprak ve bu arazinin üzerindeki feodal mülkiyet" tanımımın, feodalitenin en temel taşlarından olduğundandır.
    örneğin ingiltere'de bu ilişki, feoffee ve feofment; eski fransızcada ise feoffer kavramlarıyla anlatılır.
    alman tarihçileri ise, fief'in almancadaki karşılığı olan lehn'den türeyen lehnswesen kavramın kullanılar.

    bir de bizim tımar var ki, bunun da kökeninin d.roma/bizans pronioa ile islami katı'a, sasani-selçuki ikta'ya giden uzun bir tartışması vardır, olmalıdır.

    * marc bloch, encyclopaedia of the social sciences, feudalism.
  • özeti: savaşanlar*+ çalışanlar/üretenler+ dua edenler*
  • bu sistemde güçlü bir merkezi otorite yoktu. bunun doğal sonucu olarak zayıf kesimler kendilerini korumak için güçlü kimselerin himayelerine girme eğilimi göstermişlerdir. aynı şekilde, başka feodal beyler karşısında kendisini koruyacak gücü bulamayan feodal beyler de kendisinden daha güçlü feodallerin himayesine giriyorlardı. bu böyle daha birkaç basamak sürebiliyordu. bu da küçükten büyüğe hiyerarşik bir düzen meydana getiriyordu.
  • "vassalımın vassalı benim vassalım değildir" temel ilkesi ile açıklanacak karışık bir ortaçağ yönetim biçimi. kısacası kim kime dum duma. ardına yirmi otuz silahlı adam topla, dere boyunda büyük bir malikanen olsun. birkaçyüz dönüm de arazin olsun içindeki tarlaları işleyen ve korumakla yükümlü olduğun köylülerle dolu, derebeyi oldun bile işte. senden büyük bir vassala bağlısındır ki ona süzeren dersin ama o da bir üsttekinin vassalıdır süzeren dediği. bu silsile böyle uzar gider ta ki krala kadar.
    ayrıca:
    (bkz: vassal)
    (bkz: süzeren)
    (bkz: serf)
    (bkz: feodal sözleşme)
  • büyük ihtimalle tüm dünyada en iyi anlatılışı, leo hubermann'ın "feodal toplumdan yirminci yüzyıla" kitabındadır.
  • batı roma imparatorluğu 'nun, kavimler göçü neticesinde topraklarına saldıran barbar kavimler tarafından yıkılması ile başlayan süreçtir. (476) ortaçağ 'a damgasını vuran yönetim biçimidir. istanbul'un fethi (1453) ile sona erdiği kabul edilen bu süreç "karanlık çağ" olarak da adlandırılan yaklaşık bin yıllık bir dönemi kapsamaktadır.

    kavimler göçü sebebiyle oluşan otorite boşluğu yüzünden genel bir karmaşa ve güvensizlik ortamı oluştuğu için insanlar kendilerine koruyucu olarak bir senyör tayin etmek zorunda kalmışlardır. büyük toprak parçalarına hükmeden senyör, kendi tebaasını surlarla çevrilmiş kentlerin içinde yönetmiştir.

    zayıflayan devlet idarelerinde kral tek başına topyekün bir ülkeyi yöneten mutlak irade olmaktan çıkmış ve senyörlerin senyörü haline gelmiştir. kendi toprak parçalarını yöneten senyörlerin bölgelerine karışma yetkisi bulunmayan kral, ancak kendi dukalığındaki kent halkının yaşamına doğrudan müdahale imkanına sahiptir. yine de bir savaş durumu söz konusu olduğunda ve tüm senyörlerin üstünde karar verme yetkisi kendisindedir. kralın bu mevkisi eşitler arasında birinci olarak nitelenir. (bkz: primus inter pares)

    derebeylik rejimi olarak da adlandırılan bu dönemde din fazlası ile ön plana çıkmış ve kilise gücünün doruğuna ulaşmıştır. kilise ülkeler üzerinde büyük bir hakimiyet sağlamış ve avrupa halklarının yaşamına doğrudan müdahale etmiştir. ilkçağ 'da hakim olan akılcı ve dinamik felsefe bilimi sekteye uğramış, düşünce özgürlüğü yok olmuş ve skolastik yani durağan ve yasakçı düşünce egemen olmuştur. kilise engizisyon adı verilen mahkemeler kurarak her türlü yenilikçi düşünceyi daha filizlenmeden mahkum etmiştir. kilisenin dayattığı ve kutsal olduğu öne sürülen dogmaları referans alan bu mahkemeler binlerce insanı haksız yere yakılmak sureti ile idama mahkum etmiştir.

    senyör ve vassal (senyörden küçük ve ona bağlı soylular), rahipler, serfler'in (toprak sahibi olmayıp onu işleyenler) toplumsal katmanları oluşturduğu bu düzende zamanla ticaretin gelişmesi ile yeni bir sınıf ortaya çıkmıştır. burjuva adı verilen bu sınıf ticaretten edindiği artı değer ile siyasal ve ekonomik alanda söz sahibi olmaya başlayacaktır. burjuva sınıfı sahip olduğu güçle bilimin ve sanatın gelişmesine katkıda bulunmuş ve rönesans denen aydınlanma döneminin başlangıcına sebep olmuştur. (bkz: medici)
  • şövalyeliğin romanlara, şiirlere konu olduğu ve çokça övüldüğü bir dönemdir. şövalyeliğe savaşmanın ötesinde bir çok üstün değer yüklenmiş ve özendirilmiştir. bu bağlamda soylular "fatih şövalyeler" olabilmek için haçlı seferleri dahil tüm savaşlara büyük bir hevesle katılmışlardır.
  • ingiltere ve fransa'da değişik yollardan gelişme göstermiş yönetim biçimi. fransa karolenj imparatorluğu'nun batışının bir sonucu olarak, yani kralın kendisini kabul ettirme çabası içinde, bu sistemi kabul etmesine rağmen, ingiltere var olan siyasi iktidarını güçlendirmek amacıyla sistemi dayatmıştır.
  • bir anlamı da "ailesel" gibi bir şeydir. örneğin "feodal bağlar" ifadesi "aile bağları" anlamında kullanılır falan. "feodal baskı" vardır "aile baskısı" anlamında kullanılan.
  • merkezi ordunun-merkezi yönetimin olmadığı ve meşruiyetini tanrıdan alan sistem.
    merkezi ordu yerine parçalanmış ordu, merkezi yönetim yerine yerinden yönetim vardır bu sistemde.

    merkezi ordunun olmamasının sebebi o dönemlerde fiziki şartların gelişmemiş olması, teknolojinin yetersiz olması, barutun bulunmamış olmamasıdır. çünkü böyle bir dönemde merkezi ordu ile imparatorluk sınırlarını kontrol etmek imkansızdır. bir bölgeden bir bölgeye hareket etmek zordur ve merkezi ordunun olması imparatorluk sınırlarının savunmasız kalması demektir bir bakıma.

    bu yüzden imparatorluk toprakları parçalara bölünür. her parçanın başında bir lord vardır. lordlar topraklarında köylüleri çalıştırır. her lordun kendi toprağında yetiştirilen ürüne el koyma hakkı ile kendi toprağında yargılama hakkı vardır. bu hakların karşılığında imparatorluk için ordu besleyeceklerdir belli sayıda ve sınırlarını koruyacaklardır. bütün bu haklar vassallık sözleşmesi ile verilmiştir. vassallık sözleşmesi kral ve lordlar veya lord ile lordlar arasında yapılabilir.

    bu sistemde kralın bütün kararlarını kilisenin onayı ile alması gerekiyor. kilise tanrıyı temsil etmektedir ve ruhbanlar sistemin meşruiyetini anlatmaktadır. insanlar din yolu ile sisteme boyun eğmek zorunda bırakılmışlardır. bunu yaparken bağlı bulundukları lordlara itaat etmeleri gerektiği anlatılmakta ve bunu yaptıkları takdirde öldükten sonra rahat edecekleri anlatılmaktadır. kilise sistemin dayanağıdır. matbaa bulunup aydınlanma yaşanana kadar insanlar kiliseye sorgusuz itaat etmişlerdir.

    bu sistemdeki önemli sınıflardan biri de tüccarlardır ki daha sonra sistemin dönüşümünü sağlamada öncü görevi göreceklerdir. tüccarlar kentlerde yaşamakta ve ülke dışından getirdikleri lüks tüketim ürünlerini asillere satmaktadırlar.
hesabın var mı? giriş yap