• sinema esintileri adlı blog hakkında şunları yazmaktadır:

    "15 nisan 1937'de balıkesir'de dünyaya geldi. bir süre tezgahtarlık yapan sanatçı, 1953'de münir hayli egeli'nin ''sarı zeybek'' filminde muhterem nur'un yanında yardımcı oyuncu olarak ilk kez kamera karşısına geçti. iki kez evlenip boşandı. gazeteci oğuz özdeş ve sami ayanoğlu’yla birlikte oldu. birkaç başrol oynadı, ama uzlaşmaz kişiliği ona hep sorun çıkardı. mesela lütfi akad'ın 1955'de ''görünmeyen adam istanbul’da'' filminde figüranlığa indirildi.

    bir dönem kaçak işçi olarak almanya’ya oradan da hollanda’ya gitti. almanya’da sarhoş olup olay çıkardığı için hapis yattı. muhalif bir kişiliği vardı, kefene sarınıp istiklal caddesi’ni yürümek gibi irili ufaklı pek çok protesto gösterisi yaptı.
    tiyatroya ''posbıyıklılar'' adlı oyunla başladı. muammer karaca, vahi öz, tevfik gelenbe, nejat uygur tiyatrolarında çeşitli oyunlarda rol aldı.
    ferda ferdağ, 26 haziran 1996'da istanbul'da katıldığı bir tv röportajı sırasında beyin kanaması geçirdi. ekip sanatçıyı hastaneye götüreceğine çekime devam edince hayatını kaybetti."

    https://sinemaesintileri.blogspot.com/…-oyuncu.html

    mesut kara ise evrensel.net'te şunları yazar:

    "1950’li yıllar... cağaloğlu yokuşu’nu yeşil gözlü, kestane rengi saçlı, 13 yaşında bir genç kız tırmanıyordur. henüz 13 yaşındadır ve en büyük arzusu artist olmaktır. elinden tuttuğu kendinden yaşça büyük halasının kızı, “artist” mecmuasına, oğuz özdeş’le görüştürmeye götürüyordur onu. halasının kızı onu yokuşun başında durdurur ve “seni meşhur romancı oğuz özdeş’e götürüyorum. 15 yaşındayım diyeceksin. hakkında yazı yazılacak, resimlerin çekilecek. artist olacaksın. fikriye adın da hiç güzel değil. adını ferda koydum. ferda ne demek biliyor musun? gelecek, ati demek. çabuk ezberle, beni rezil etme.” der.

    genç kız, “gelecek, ati. gelecek, ati...” diye ezber yaparak cağaloğlu yokuşu’nda, geleceğe doğru adım atmaya devam eder. o genç kız ferda ferdağ’dır. o yıllardan itibaren yaşamı boyunca yeşilçam’da var olma, ayakta kalabilme savaşı verir. yeşilçam onu çok çabuk hırpalar, “harcar”. kırgın ve öfkelidir. ilk anı kitabını şu cümlelerle bitirir: “sevgili oğuz özdeş, ben yine cağaloğlu’na geldim. sizinle tanıştığımız yokuşun başındayım. bin 54 yaşındayım.”

    ferda ferdağ yıllar sonra anılarını yazmaya başlar. ilk kitabı ‘bu genç kız artist olmak istiyor’dur. ardından ‘zübeyde hanım huzurevi’nden mektup’u yazar. bir yandan bu iki kitabını satarak yaşamaya çalışırken, bir yandan da yeni anı kitapları ‘benim terbiyesiz ev sahiplerim’ ve ‘huzurevinde genç kaldım’ adlı kitaplarını yazar. kitaplarından birine yazdığı özgeçmişinde hayatını şöyle özetler:
    “ferda ferdağ. 1937’de edremit’te doğdu. 1950’de şehir tiyatroları’na girdi. külkedisi sinderella’yı oynayan oyuncuyu kıskanıp, provadan ayrıldı. 1951’de başrol aldı. 3 başrolden sonra osman seden tarafından figüranlığa atandı. atıf yılmaz rol vermeden etrafında dolaştı durdu. en sonunda acıyıp kırk yıl sonra, helânın başına oturttu. ferda ferdağ böylece ‘helâcı kadın’ rolüyle sinema yazarlarının ödülüne zıplayıp oturdu. daha sonraları başına buyruk, işsiz güçlü kitap yazdı durdu.”

    yeşilçam’dan ve ev sahiplerinden çok çekmiştir. 59 yaşında 54 ev değiştirmiştir. bütün paraları zemin katlarına, akmayan sulara, yanmayan kaloriferlere gitmiştir.
    yeşilçam’ın görünmez kuralları, kendine özgü yasaları vardır. bir anda gökyüzüne çıkar, yıldız olursunuz ya da yıldızken bir süre sonra iş bile bulamazsınız; evinizde nafile telefonunuzun çalmasını beklersiniz. fakat o kahrolası telefon nedense çalmaz olmuştur artık. aktörler, aktrisler sahnedeyken vardır. sahneden bir kez inmeye görsünler, kimse arayıp sormaz olur artık onları, çığlıklarını kimse duymaz ve bunu en çok onlar bilir. onlar alkışlarla, izleyicilerin sevgileriyle yaşarlar. alkışlar kesildiğinde, sanki hayatla bağları da kesilir.

    bir gün orhan elmas’a, “orhancığım, benim tipim çok zengin, niye beni hep fakir kadın oynatıyorsunuz?” diye sorar ferda ferdağ. “gardırobun yok” der orhan elmas. hayretler içinde kalmıştır. yıllarca rol bekler, yirmi beş yaşından sonra anne, teyze, nine, hala rolleri oynar. umutlarla fakat hep hayal kırıklıklarıyla, acılarla ve yalnızlıklarla geçmiştir kırk yılı. çok yorulmuştur. istanbul’dan kaçar. gittiği yerlerde de tutunamaz, üstüne üstüne gelirler. uğur dündar’a telefon açıp, sekreterine “beni huzurevine yerleştirin” der. nisan 1993’te izmir zübeyde hanım huzurevi’ne yerleşir. “oh... burada hırsız, arsız, yüzsüz, astarsız, iftiracı korkusu yok. elektrik, su parası hiç yok.” huzurevinde herkes çok yaşlıdır. ferda ferdağ en gençleri. onlar için koşturmaya başlar. “huzurevinde genç kaldım. ‘ben biraz dolaşayım, 80 yaşında yine gelirim’ dedim. ağlaşarak ayrıldık. istanbul’a döndüm.”

    huzurevinde ziyaretine bir tek nur sürer gelir. ferda o sırada huzurevinde değildir. içeri alamazlar nur sürer’i. bahçede oturup yaşlıları seyreder. “ferda’ya borcum vardı, onu getirdim” diyerek para bırakır. bu olay onu çok duygulandırmıştır, ağlayarak anlatır bu anısını. bir de fikri sağlar zamanında, kültür bakanlığı’na “borç içindeyim” diye dilekçe yazar. telefonla ararlar. telefondaki yetkili hesap numarasını ister. “efendim, benim hesabım hiç olmadı ki” der ferda ferdağ. açtırdığı hesaba beş milyon lira gönderirler. “ben de sayın fikri sağlar’a kitabımla teşekkür ettim.” t.c.kültür bakanlığı özel başlıklı bir mektup alır. “değerli çalışmalarınızdan oluşan eserinizi şahsıma gönderme inceliğinize teşekkür ederim. sorunlarınıza yardımcı olmak, sizi olduğu kadar beni de mutlu etti. kültür yaşantımıza katkılarınızın süreceği inancı ile sağlık ve mutluluk dolu günlerin sizinle olmasını dilerim. saygılarımla, dr. fikri sağlar. kültür bakanı”

    istanbul’a döndükten sonra anı kitaplarını satarak yaşamaya çalışır. emekli maaşı sadece ev kirasını ödemeye yetiyordur. ferda ferdağ mektup yazmayı da çok seviyordur. ilk başrolünü oynadığı yıllarda ayhan ışık’a ve muzaffer tema’ya mektuplar yazar. ayhan ışık’a yazdığı mektupta “benim tyren pover’im, beni kabataş’ta saatin altında bekle, geleceğim” der. buluşma günü heyecanla yola çıkar. ayhan ışık saatin altında onu bekliyordur: “ayy! nasıl heyecanlandım. bir restorana gittik. ‘mektubun çok hoşuma gitti’ dedi. ‘sen de elizabeth taylor’sun.’ bana bir de resim imzaladı. ‘ferda’ya bütün kalbimle’ diye yazmıştı. çok dolu ve hep hayal dünyasında yaşadım.”

    çok acemi, hatta çocuktur. hiçbir şeyin farkında değildir. eski yıldız sineması’nda üçüncü başrolü oynadığı film beyaz şehir’i bilet alıp izler. gençliği sanatçıların sohbet masalarında geçmiştir. park otel’in, divan’ın, tokatlıyan’ın barında, degüstasyon’da buluşurlar. kimler yoktur ki... sait faik, özdemir asaf, cahide sonku, cahit ırgat, salih tozan, oğuz aral, bedri koraman...

    mahallesinden arkadaşlarıyla buluşmak için büyükada’ya gidecektir. kadıköy iskelesi’nden ada vapuruna biner: “tam karşımda oturan anlamlı erkeğe baktım, çünkü o da bana bakıyordu. ikimiz de birbirimize gülümsedik. ‘senin adın ne?’, ‘ferda.’ ‘benim adım sait faik. nereye gidiyorsun?’ ‘büyükada’ya, arkadaşlarımla randevum var.’ ‘büyükada’ya gitme, benimle burgaz ada’ya gel.’ ‘olur’ dedim. burgaz adası’nda çamların altında yürümek, topuklu ayakkabılarımla pek kolay olmadı. sait faik abasıyanık, bana ne güzel hikâyeler anlattı, ne güzel şiirler söyledi. ben de ezberlediğim bir şiiri söyleyiverdim ona. ‘kim o deme boşuna,/ benim, ben/ öyle bir ben ki/ gelen kapına/ baştan başa sen”

    yine bir gün park otel’de, barın bir ucunda oturur. diğer ucunda da özdemir asaf vardır. aralarında da başka müşteriler: “selamlaştık. o konyak içiyordu. konyak kadehini avucunun içinde kırmaya başladı. kadeh kırılınca eli kan içinde kalmıştı. aramızdaki müşteriler terk etti park otel’i. özdemir asaf, bana doğru yürümeye başladı. ‘gelme, beni korkutuyorsun’ dedim. ‘ama zenginleri kaçırdım’ dedi.

    tarlabaşı’nda adnan’ın fuayesi vardı. bir gece bedri koraman’la oturuyorum. bir kâğıt geldi. ‘o yanındaki çirkin adamı nerden buldun. oğuz aral’ yazıyordu kâğıtta. ben de hemen cevap verdim. ‘akşama kadar seni aradım, bulamadım. onun için buradayım.’ tekin aral hiç kimseyle konuşmazdı. kedisiyle gelirdi. kediden de korkarım, yanına gidemiyorum; soracağım ‘neden kimseyle konuşmuyorsun’ diye. meğer o da çok ünlü olacakmış, kimseyi takmıyormuş.”

    60’lı yıllarda, yeşilçam’da işsiz kaldığı zamanlar, cahide sonku, salih tozan, suphi kaner, cahit ırgat hemen her gece zemin katlarda aynı masalardadırlar: “düşünüyorum da cahide hanım yaşlılığı taşıyamadı. hep genç, hep güzel kalmak istiyordu. alkolik lafı çok gücüme gidiyor. bizlere çok haksızlık yapıyorlar. ne acılar, ne dramlar yaşanıyor. ben 13 yaşında şehir tiyatroları’ndan içeri, elimde rakı şişesiyle mi girdim?”

    ferda ferdağ ilk anı kitabını yayımlayan ara yayınları’nın sahibi vedat çorlu’ya yazdığı yazısında “bizlerin sonu kiralık evler, bulamazsak otel köşeleri, hastaneler, darülacezeler ve tımarhaneler mi?” diye sorar.

    çok kısa sürede çok iyi ‘arkadaş’ olduğum insanlardandı ferda ferdağ. evet, oğlu beklan’ın dediği gibi onun arkadaşları bizdik. bendim, cezmi ersöz’dü, oğluydu... onun yeşilçam’dan çok fazla arkadaşı yoktu. hemen her gün telefonlaşıyorduk. yine 25 haziran salı günü taksim’den jetonlu telefonla aramıştı beni. jetonu bitene kadar konuştuk. ertesi gün iş çıkışı beklan’a rastladığımda beyin kanaması geçirdiğini, hastaneye kaldırıldığını öğrendim. paparazzi programı evinde çekim yaparken fenalaşmış. nedense program ekibi onu hemen hastaneye kaldırmak yerine beklan’ı bulmaya çalışmış. 1 saate yakın evde baygın kalan ferda ferdağ’ı beklan hemen ilkyardıma kaldırmış. akşam hastaneye gittiğimizde komadaydı. sevda ferdağ’ın, beklan’ın, beklan’ın eşi nesrin’in, ece hanımın, devlet devrim’in, nazan adalı’nın, benim başında beklememiz boşunaydı artık. o, 26 haziran çarşamba günü, sabaha karşı 3’te bizleri orda acılı bırakıp gitti.

    40 yıl var olma, ayakta kalabilme savaşı verir ferda ferdağ. yeşilçam onu çok çabuk hırpalamış, oynadığı üç başrolden sonra figüranlığa indirmişti. “25 yaşından sonra anne, teyze, nine, hala” rollerini uygun görmüşlerdi. ferda ferdağ, kırgın ve öfkeliydi. on üç yaşında tepebaşı şehir tiyatroları’na kül kedisi sindrella’nın provalarına kadrolu girmiş, on dört yaşında yeşilçam’ı keşfetmişti. ne umutlarla, fakat hep hayal kırıklıklarıyla, acılarla ve yalnızlıklarla geçen otuz beş-kırk yıl... sonunda annesinin altın bileziği, oğlunun yardımları ve yan oyunculukla beş yıllık borç farkını tamamlayarak emekli olur.

    emekli olduktan sonra yapımcı ve yönetmenlere kendini hatırlatmak amacıyla bir gece düzenler. “35 yıl 109 gün türk sinema ve tiyatrosu’na gönül verip emekli oldum. onurlandırmanızı rica ediyorum. 19 haziran 1987 cuma günü saat 17.00-19.00 perapalas oryent ekspres barda.” yazılı bir davetiye dağıtır. nerede ve ne zaman davet ettiğini hatırlayamadığı bir avukat ve gazanfer özcan ailesinin “str adına nefis çiçekleri” gelir yalnızca. “haram olsun istanbul... bütün paralarım zemin katlarına, o akmayan sularına, jeton yutan telefonlarına, yanmayan kaloriferlerine, ikide bir kesilen elektriklerine, ayakta duracak yer bulamadığım otobüslerine, kolibasilli denizlerine gitti. bir kere daha haram olsun istanbul...”

    sinema, tiyatro, müzik... 1971 yılında sahneye de çıkar ferda ferdağ, iki yıl sürdürür şarkıcılığı. altın kalemler dergisinde ergun arpaçay şunları yazar: “yeşilçam’da bir yorgun savaşçı var. kameraların önünden kırgın ayrılan bu yorgun savaşçı ferda ferdağ’dır. çevirdiği son filminin bir planlık sahnesini tamamlayarak setten ayrılan ferda ferdağ buruktur, üzgündür, kırgındır. ferda yeşilçam’daki mücadelesini kaybetmiştir, ama sanat gücünü, sanat aşkını yitirmemiştir. zira yıldızlar gökyüzünden düşse bile onların unutulmayacaklarını bilmektedir. (...) mağluplar da alkışlanır. ferda yeşilçam’da yenilmiştir, ama yıkılmamıştır.”
    seni seviyoruz, çok özlüyoruz ama hiç unutmuyoruz ferda ferdağ."

    https://www.evrensel.net/…iz-artist-olmak-istiyordu

    mesut kara, ayrıca artizler kahvesi kitabında bir kez daha kendisinden bahseder:

    "yeşilçam‘dan ve ev sahiplerinden çok çekmiştir. bugün 59 yaşındadır ve 54 ev değiştirmiştir. bütün paraları zemin katlarına, akmayan sulara, yanmayan kaloriferlere gitmiştir. “en güzel ev sahiplerimden nisa serezli’yi anıyorum. ağzında akide şekeri var gibi konuşan, güzel sanatçı nisa serezli’yle kazancı yokuşu’ndaki bir emlakçıda karşılaşmıştık. nisa hanımla birbirimize gülümsedik. emlakçıya cihangir’de 500 liraya kadar möbleli bir ev aradığımı söyleyince, nisa hanım elindeki anahtarları avucuma bıraktı. ‘bu yolda, sağ tarafta gül palas apartmanı, tam istediğin gibi, möbleli kaloriferli, sıcacık. güle güle otur.’ dedi. ‘kefil istiyor musunuz?’ dedim. ‘istemem, kontrat da lazım değil.‘ orhan gencebay‘ın ‘yazıklar olsun’ güftesinden sonra, eski istanbul’da başka terbiyesiz bir ev sahibim geliyor aklıma. moda’da çatı katında kirası 100 bin liraya oturuyorum. türk sanat müziği‘ne hayranım. yaşıtım, tek arkadaşım ayten ve annesi nakiye hanımla çiftesaraylar gazinosu’na gidiyoruz. sabahlara kadar müzeyyen senar, hamiyet yüceses ve safiye ayla dinliyoruz. ayten’in sesi çok güzeldi. şişman olduğu için sahneye çıkmaya ikna edemiyoruz. ayten’le bir gece pencereden bakıyoruz. benim çatı katımın bitmesine on iki saat kalmış, haberimiz yok. eski fenerbahçeli futbolcular karşıda bir balkonda kahkahalar atıyorlar, eğleniyorlar. ‘ayten sen saklan, şarkı söyle, ben de ağzımı açıp kapatayım’ dedim. ayten başladı abdullah yüce‘den ‘hiç mi gülmeyecek benim de yüzüm/hem yetim, hem aşık, hem de öksüzüm’ü söylemeye. ardından da ‘yanıyor mu yeşil köşkün lambası’nı söyledi. bütün sokak inliyor. böylece ben de 1955‘te bilinçsizce playback yapmış oldum. kapının sesiyle kendimize geldik. karşımda ev sahibim… cart cart kontratı yırtıyor. ‘yarın sabah seni burada görmeyeyim, evimden çık’ diye avaz atıyor. hepinize orhan gencebay‘dan yazıklar olsun, bana da kazıklar olsun. ucuz ev sahiplerim, bana yaptıklarınızı monoton hayatınızla ödüyorsunuz. bunu bile anlamıyorsunuz. yuh size. ben maratonuma devam ediyorum.”

    istanbul’a döndükten sonra anı kitaplarını satarak yaşamaya çalışır. 59 yaşındadır, emekli maaşı sadece ev kirasını ödemeye yetiyordur. elinde kitaplarının olduğu çantalarla karaköy‘den tünel’e doğru yürüyordur: “beni çok güldüren aktör mustafa suphi, beş yıl aradan sonra karşımda. bakışıyoruz, beni çıkartamıyor. ‘mustafa suphi‘ diye üstüne yürüyorum. ‘aaa… ferda, seni bavul ticareti yapan bir bulgar hanım sandım’ dedi. ‘bavulları taşıyamam, kitap satıyorum’ dedim. kahkahalarımızdan bütün tünel inledi.”

    son günlerinde çok mutluydu. öküz dergisinde onu anlattığım yazıya çok sevinmiş, “ay çocuklar beni yeniden şöhret yapıyorsunuz” demişti. yine 8. sayıdaki unutulmayacaklar adlı yazımda da ondan bahsediyordum. haberi vardı. dergi dağıtıma verilmiş, sabah bayilerde olacaktı. bekleyemedi… iki hafta önce lions kulüp onur ödülü vermiş, gazetelerde, televizyonlarda hakkında haberler çıkmıştı.

    yıllar sonra yayımladığı anılarında “bundan böyle hayattan ne istiyorum” başlığıyla dilek ve isteklerini şöyle sıralıyordu ferda ferdağ:

    1- ev sahiplerinin kiralık evlerini badanalı, banyolu, elektrik prizleri yeni, pencere camları kırıksız, muslukları sağlam, wc sifonları çalışır halde kiraya vermelerini istiyorum.
    2- oğlumun almanya’dan kesin dönüş yapmasını ve bir türk kızıyla evlenmesini istiyorum.
    3- bir torun istiyorum.
    4- radyasyonsuz hava istiyorum.
    5- ozon tabakasının kapanmasını diliyorum.
    6- füze, atom ve silah seslerinin susmasını istiyorum.
    7- her sene taksitle aldığım televizyonumu, buzdolabımı satmamak için bankaların emekli sanatçılara kredi vermesini istiyorum.
    8- allah’ın arsalarının birinde emekçi tiyatro ve sinema sanatçıları sitesi kurulmasını istiyorum.
    9- tekamül etmemiş bir ruh taşıyorum. bir daha dünyaya gelince üniversite ve konservatuar’a gitmek istiyorum.
    10- ketrin hepburn, beti deyvis ve altın kızlar‘ın oynadığı roller gibi roller oynamak istiyorum.
    11- istanbul‘da işime ulaşabilmek için helikopter sahibi olmak istiyorum. şaka yaptım, ben tramvay kızıyım, hipertansiyonum var. yüksekleri sevmem…
    12- beni bayramsız zannedenlerin, başı örtülü anneannemle çok güzel bayramlar yaşadığımı bilmelerini istiyorum.
    13- beni bazı ayık sarhoşlarla aynı ayara getirdiği için tekel‘e teşekkür etmek istiyorum.

    ne acıdır ki ferda ferdağ‘ı öldüren televizyon programını yapanlar, ölümüne seyirci kalıp sonradan gerçekleri çarpıtanlar, sanatçının gerçek adını bile doğru söyleyemeyip fikriye dumrul‘u, fikriye kahraman yapanlar, bu programlarından dolayı “başarılı programcılar” olarak ödüllendiriliyorlardı. programda, açıkça gerçeklerin çarpıtıldığını gördüm. doğru olmayan bu haberler sanatçının acılı yakınlarını bir kez daha yaraladı. sanatçının gerçek adını bile doğru söylemediler."

    http://sinematikyesilcam.com/…ut-kara-ferda-ferdag/
  • 1950‘li yıllar… cağaloğlu yokuşu’nu yeşil gözlü, kestane rengi saçlı, 13 yaşında bir genç kız tırmanıyordur. henüz 13 yaşındadır ve ‘en büyük arzusu artist olmaktır.’ elinden tuttuğu kendinden yaşça büyük halasının kızı, “artist” mecmuasına, oğuz özdeş‘le görüştürmeye götürüyordur onu. hala kızı onu yokuşun başında durdurur ve “seni meşhur romancı oğuz özdeş’e götürüyorum. 15 yaşındayım diyeceksin. hakkında yazı yazılacak, resimlerin çekilecek. artist olacaksın. fikriye adın da hiç güzel değil. adını ferda koydum. ferda ne demek biliyor musun? gelecek, ati demek. çabuk ezberle, beni rezil etme.” der. genç kız, “gelecek, ati. gelecek, ati…” diye ezber yaparak cağaloğlu yokuşu’nda, geleceğe doğru adım atmaya devam eder. o genç kız ferda ferdağ‘dır. o yıllardan bu yana yeşilçam‘da var olma, ayakta kalabilme savaşı verir. yeşilçam onu çok çabuk hırpalamış, “harcamıştır”. kırgın ve öfkelidir. ilk anı kitabını şu cümlelerle bitirir: “sevgili oğuz özdeş, ben yine cağaloğlu’na geldim. sizinle tanıştığımız yokuşun başındayım. bin 54 yaşındayım.”

    ferda ferdağ yıllar sonra anılarını yazmaya başlar. ilk kitabı ‘bu genç kız artist olmak istiyor‘dur. ardından ‘zübeyde hanım huzurevi’nden mektup’u yazar. bir yandan bu iki kitabını satarak yaşamaya çalışırken, bir yandan da yeni anı kitapları ‘benim terbiyesiz ev sahiplerim’ ve ‘huzurevinde genç kaldım’ adlı kitaplarını yazar. kitaplarından birine yazdığı özgeçmişinde hayatını şöyle özetler: “ferda ferdağ. 1937‘de edremit’te doğdu. 1950‘de şehir tiyatroları’na girdi. külkedisi sinderella‘yı oynayan oyuncuyu kıskanıp, provadan ayrıldı. 1951‘de başrol aldı. 3 başrolden sonra osman seden tarafından figüranlığa atandı. atıf yılmaz rol vermeden etrafında dolaştı durdu. en sonunda acıyıp kırk yıl sonra, helanın başına oturttu. ferda ferdağ böylece ‘helacı kadın’ rolüyle sinema yazarlarının ödülüne zıplayıp oturdu. daha sonraları başına buyruk, işsiz güçlü kitap yazdı durdu.”

    ilk başrollerini oynadığı yıllarda ayhan ışık‘a mektuplar yazar. ışık‘a yazdığı mektupta “benim tyrone pover’im, beni kabataş’ta saatin altında bekle, geleceğim” der. buluşma günü heyecanla yola çıkar. ayhan ışık saatin altında onu bekliyordur: “nasıl heyecanlanmıştım. bir restorana gittik. ‘mektubun çok hoşuma gitti’ dedi. ‘sen de elizabeth taylor‘sun.’ bana bir de resim imzaladı. ‘ferda’ya bütün kalbimle’ diye yazmıştı. çok dolu ve hep hayal dünyasında yaşadım.”

    gençliği sanatçıların sohbet masalarında geçmiştir. park otel‘in, divan‘ın, tokatlıyan‘ın barında, degüstasyon‘da buluşurlar. kimler yoktur ki… sait faik, özdemir asaf, cahide sonku, cahit ırgat, salih tozan, oğuz aral, bedri koraman…

    mahallesinden arkadaşlarıyla buluşmak için büyükada‘ya gidecektir. kadıköy iskelesi‘nden ada vapuruna biner: “tam karşımda oturan anlamlı erkeğe baktım, çünkü o da bana bakıyordu. ikimiz de birbirimize gülümsedik. ‘senin adın ne?’, ‘ferda.’ ‘benim adım sait faik. nereye gidiyorsun?’ ‘büyükada’ya, arkadaşlarımla randevum var.’ ‘büyükada’ya gitme, benimle burgaz ada’ya gel.’ ‘olur’ dedim. burgaz adası’nda çamların altında yürümek, topuklu ayakkabılarımla pek kolay olmadı. sait faik abasıyanık, bana ne güzel hikayeler anlattı, ne güzel şiirler söyledi. ben de ezberlediğim bir şiiri söyleyiverdim ona. ‘kim o deme boşuna,/ benim, ben/ öyle bir ben ki/ gelen kapına/ baştan başa sen”

    yine bir gün park otel‘de, barın bir ucunda oturur. diğer ucunda da özdemir asaf vardır. aralarında da başka müşteriler: “selamlaştık. o konyak içiyordu. konyak kadehini avucunun içinde kırmaya başladı. kadeh kırılınca eli kan içinde kalmıştı. aramızdaki müşteriler terk etti park otel’i. özdemir, bana doğru yürümeye başladı. ‘gelme, beni korkutuyorsun’ dedim. ‘ama zenginleri kaçırdım’ dedi...
  • kendisinin asıl adı fikriye dumrul.

    1937 balıkesir vilayeti, edremit kazası, havran nahiyesi doğumlu. annesinin böbrek sorunları yüzünden kendisinden beş yaş küçük kardeşi sevda ile birlikte ailece istanbul'a taşındı. ferda (gelecek, ati anlamında) ismini halasının kızı, gazeteci hülya ünal, onu 1950 yılında yazar oğuz özdeş'le cağaloğlu'nda tanıştırmaya götürdüğünde, ferdağ (ateşli dağ anlamında) soyadını da yönetmen sami ayanoğlu koydu. üsküdar paşakapısı orta-1'de okulu bıraktı (1949-50 ders yılı), ancak dönemin ünlüleriyle bağlantısını pera palas'ta, baylan pastanesi'nde, fuaye ve kulislerde sürekli boy göstererek sağladı. tepebaşı şehir tiyatroları'na bizzat başvurdu ancak verilen rolü beğenmeyip provalarda terk edince adeta bütün yaşamı ters gitti.

    kendi yazdığı kitabından alıntılarsak:

    metin erksan'ın çektiği ve türkan şoray'ın oynadığı "çingene" filminden şoray istemiyor diye kovuldu (yıllar sonra 1983 yılında ilk ve son kez şoray ile atıf yılmaz'ın "seni seviyorum" filminde oynayarak en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü aldı), tevfik gelenbe aylığını ödemedi, nejat uygur rol sözü verip oynatmadı, gramofon avrat'taki tek sahnesi gibi yüzlerce sahnesi montajda kesilip atıldı. tek çocuğu oğlu beklan'ın almanya'dan gönderdiği para ile yaşadı. yan oyuncu olarak iş bulamadığından almanya ve hollanda'da kaçak işçi olarak çalıştı. patronundan dayak yedi, bardaki şişeleri kırdığı için almanya'da hapse atıldı, ikinci sınıfta yolculuk ettiği trende sadece pasaportunda "mesleği tiyatro" yazdığı için polis tarafından birinci sınıfa alındı, 1991'de feriköy'de izbe apartman dairesindeki dev böcekleri yok etmek için evi sibel turnagöl tarafından ilaçlandı. yaşamı boyunca "sevda sana niye bakmıyor? sevda sana para versin, ev alsın, rol bulsun" laflarını dinledi. bütün eşyalarını satıp istanbul'a lanet okuyarak balıkesir'e parasız, hasta ve sefil halde geri döndü. vedat çorlu'nun desteğiyle 92'de anılarını yazdı. bu kitapla cağaloğlu'na geri geldiğinde "bin 54 yaşındayım" diyordu. olamamış hayatının bir nebze de olsa intikamını otobiyografisiyle almaya çalıştı.

    oynadığı filmler:

    sarı zeybek
    istiklal harbi
    beyaz şehir
    kara bela
    fakir kızın kısmeti
    şehir yıldızları
    görünmeyen adam istanbul'da (bu filmle figüranlığa indirildi)
    anjelik osmanlı saraylarında
    dost yarası
    bozkurtlar geliyor
    bekçi
    kırık bir aşk hikayesi
    göl
    seni seviyorum
    körebe
    amansız yol
    değişim
    gramofon avrat
    son darbe
    arayış
    bizim mahalle
    kuyucaklı yusuf
    seni seviyorum (orhan elmas)
    o bir melekti
    üçüncü göz
    ödemiş'te
    arayış

    tv dizileri:

    üç istanbul
    gecenin öteki yüzü
    ateşten günler
    apartman
    durdu bacı
    kuş sayfaları
    perihan abla
    kuruntu ailesi
    ispanyol meyhanesi
    ayaşlı ile kiracıları
    kantodan tangoya
    deniz gurbetçileri
    galatalı mustafa

    ayrıca çok çeşitli tiyatro gruplarıyla çeşitli temsiller.
  • kırık bir aşk hikayesinde ağır keder içindeki emekli edebiyat öğretmenini canlandıran etkileyici oyuncudur.
  • bu genç kız artist olmak istiyor adlı anı kitabında "kırık bir aşk hikayesi" filmindeki 2 dakikalık rolü bittiğinde yönetmen ve ekibin ağlamak üzere olduğunu farketmiş olduğunu yazmaktadır.
  • ışıltılı ama sahte sahnelerin ve karelerin tükettiği mağlup ruhlardan. son günlerine ve ölümüne dair artizler kahvesi'nde yazılanlar ne hazin...

    yazdığı kitaplardan bir ikisini bulup aldım ama "huzurevinde genç kaldım" adlı bir kitabından da bahsediliyor, sırf adıyla bile hüzünlendirdi, bir de içeriğini okusam gözlerim iyice sulanır sanırım.
  • seni seviyorum filmin adi, o filmdeki pavyonun tuvaletcisi. basinda bir yemeni tuvaletten cikanlara kolonya ikram ediyor. yuzu kasik kadar kalmis. turkan soray da o pavyonda calisiyor, tulu cizgen, serra yilmaz da. turkan cocukluk aski cihan unal'la karsilasip gelgitler yasamaya baslayinca sessiz, bir kosede hep onu gozluyor. yuzunde gecmisinin golgeleri, birazda kendini goruyor turkan'a baktikca; gencligini goruyor. bir an geliyor, dayanamiyor; turkan soray'a yaklasip, bir seyler soyluyor: inanmasi zor da olsa, bir zamanlar kendisinin de genc ve guzel oldugunu, sonunun kendi gibi olma ihtimalinden korunmasi gerektigini soyluyor...

    yemenisini cikariyor; hala sapsari saclari. sanki her seyini saclarina saklamis. yemenisini cikarinca bir degisiyor ki, gormelisiniz. sonra bir kadeh bir sey iciyor. saclarindan alamiyor insan gozlerini. bu duskunluk, bu gariplik hep var miydi uzerinde, yoksa bu filmi cevirdikten sonra mi yapisiyor bilinmez. ama bakislarindaki o soguk duskunluk ifadesi, cok fazla gormeye alismadigimiz bir vakarla birlesir ferda ferdag'da.

    turk sinemasinin gelmis gecmis en buyuk yeteneklerinden bir tanesi, ferda ferdag bu rolu canlandirdiktan bir kac sene sonra sefalet icinde ve bes parasiz bir sekilde hayata gozlerini yumar.

    (bkz: bu genc kiz artist olmak istiyor)
  • mesut kara'dan: seni meşhur romancı oğuz özdeş’e götürüyorum. 15 yaşındayım diyeceksin. hakkında yazı yazılacak, resimlerin çekilecek. artist olacaksın. fikriye adın da hiç güzel değil. adını ferda koydum. ferda ne demek biliyor musun? gelecek, ati demek. çabuk ezberle, beni rezil etme.” der. genç kız, “gelecek, ati. gelecek, ati…” diye ezber yaparak cağaloğlu yokuşu’nda, geleceğe doğru adım atmaya devam eder. o genç kız ferda ferdağ‘dır. o yıllardan bu yana yeşilçam‘da var olma, ayakta kalabilme savaşı verir. yeşilçam onu çok çabuk hırpalamış, “harcamıştır”. kırgın ve öfkelidir. ilk anı kitabını şu cümlelerle bitirir: “sevgili oğuz özdeş, ben yine cağaloğlu’na geldim. sizinle tanıştığımız yokuşun başındayım. bin 54 yaşındayım.”

    devamı: http://sinematikyesilcam.com/…ut-kara-ferda-ferdag/
  • sevda ferdağ'ın ablası idi.
  • ismi anlasilmayan ferda'nin sinirlenerek isminin anlasilmasi icin ismini tekrar tekrar soylemesi.
hesabın var mı? giriş yap