• herkesin bos bos baktıgını gorup konuyu sekil semal cizerek anlattıktan sonra ogrencilerinin anlamadıgını gorunce " e o kadar da cizimistim, bosa mı gitti , yapmayın" gibisinden seyler soyleyebilen tatlı sosyoloji kisisi
  • biraz kafası dagınık gibi duran ama son derece seker, koplekssiz, keyif adami
  • karşılaştığımız her an bende uyanan şımarma isteği, bu isteği hayata geçirme konusundaki ısrarım ve onun sonsuz sabrı yüzünden, bir türlü oturup adam gibi konuşamadığım kişi.. halbuki ööle çok istiyorum ki..
    her seferinde "işte bu gün o gün.. işte bu gün o gün" diyerek büyük bir kararlılıkla odasına dalmama rağmen anlamsız bi şekilde gülmeye başlıyorum.. o da nedir acaba bu çocuğun derdi dercesine ilgiyle beni izlemeye devam ediyor.. zaten sorun da bu, öyle ilgiyle bakıyor ki; ne şaklabanlık yapacağını şaşırıyor insan..
    bir gün başaracağım kuşkuşuz; geçip karşısına "aslında ben düşündüğünüz kadar saçma sapan bi adam değilim, siz eğlenin diye maymun oluyorum" diyeceğim.. tez konumu belirleyeceğim ve olaylar gelişecek...
  • "yeni avrupa nın öncüsü euro-türk" olarak sonuçlanan almanya ve fransa üzerinde yaşayan gurbetçilerimizle alakalı araştırmada; şöyle çıkarımlarda bulunmuş sosyolog;

    "..avrupa daki türklerin yüzde 40 ı euro-türk. almanya da musiad çıları da kapsayan euro türkler için türkiye artık masal ülke. avrupa ise vatan..

    * ( %40 ) karışık melez sentez cemaatleşmiş kimliğe sahip euro türkler.. bunlar ne türk ne alman, ne fransız ne müslüman.. kısacası kimlik problemi veya komplekse sahip değiller.

    * ( %20 ) türklüğün mümkün olduğunca silinmesi ve tamamen avrupalı gibi yaşamayı isteyen türkler.

    ..

    not: 4 ekim 2004 radikal gazetesinde neşe düzel in röportajndan alınmıştır.
  • sene 1999...

    sleepless 48 saattir uyumadığı ve işten çıkıp sabah 10'da derse geldiği için uyumaktadır. (dinleyeceğinden değil, yok yazılmamak için)

    ferhat kentel: ... (anlayamadım, uyuyordum)

    sınıftaki çocuklar: ... (evet, doğru tahmin ettiniz)

    ferhat kentel: ...

    sınıftaki çocuklar: ...

    yakındaki çocuklar: sleepless, uyansana.

    sleepless: (nihayet ayılmaya başlar) ha? hı? ne oldu?

    yakındaki çocuklar: horluyordun ya.

    ferhat kentel: bir şey yok. uykunu alamamışsın galiba. sen git boş bir sınıf bul, orada uyu. biz devam edelim.

    sleepless: tamam hocam, özür dilerim.

    ferhat kentel: önemli değil. hadi iyi uykular.

    sleepless: teşekkürler, iyi dersler.

    sleepless çıkar sınıftan, aşağı inip boş bir sınıf bulur ve deliksiz iki saat uyur*.

    böyle tatlı bir adamdır ferhat hoca.
  • gazetem.net'teki felluce ile ilgili yazısını buraya kopyalamadan olmazzzz...

    felluce, yeni dialektik ve
    bazı konular var ki, insanın içi öfkeden (ya da başka yoğun bir duygudan) dolup taşsa da yazamıyor… felluce’de amerikan ordusunun yaptığı vahşet karşısında yazamamak gibi…

    felluce’nin gelişi önceden belliydi. abd’de başkanlık seçimlerini bush’un kazanmasıyla daha da emin olduk ve biz hiçbir şey yapamadık… şimdi dört sene daha yeni muhafazakarlığın “özgürlük”, “serbest piyasa” falan satan, “demokrasi” ihraç eden irrasyonalitesine maruz kalmaya devam edeceğiz. kendi siyah ırkının, gene kendi hemcinslerinin sorunlarına karşı bile bir empati duymayan bir condoleezza rice’ın uzaklardaki insanlara karşı kalbinin hiçbir şekilde titremeyeceğini biliyoruz. ve şu anda daha başka felluce’lerin geleceğini de biliyoruz. biz gene bir şey yapamamaya devam edeceğiz… bu yeni muhafazakarlığın dayanılmaz küstahlığı karşısında öylesine çaresiz durumda kafamızı önümüze eğmeye devam edeceğiz.

    amerikan askeri, hayatı ekranın önünde, holywood’tan, play station’dan öğrendi. şimdi aynı insan müsveddesi, bu sefer kameraların önünde, yerde kıvranan iraklının “ölü taklidi yaptığına” kanaat getirdikten sonra kafasına bir kurşun daha sıkıyor ve “tamam şimdi öldü” diyerek “scoreboard”una bir çentik atıyor…

    biz bilgisayarlarımızın başında yazamadıkça, önce öfkeden dolup taşıp, sonra öfkemizin bizi yaşayamaz hale getirmesine engel olmak için hiçbir şey yokmuş gibi yaparken, başka bir takım insanlar hayatlarıyla yazıyor ve içlerinde yaşadıkları duyguları olduğu gibi bütün şeffaflığıyla ortaya döküyorlar…

    aynı, 6 senedir ilâhiyat okuyan, beş çocuğu ve hamile eşine bakmak için minibüs sürücülüğü yapan yemenli bir öğrencinin yaptığı gibi…

    o yemenli, her şeyini bırakıp felluce’ye gidiyor…

    bu çok bildik bir durum aslında… tarihte çeşitli örnekleri var... ancak bildiğimiz şeyler, bilmeyi tercih ettiğimiz şeyler genellikle bizim çevremizle, tarihle kurduğumuz anlam ilişkisinden bağımsız değil… onun için bazılarımız ispanya iç savaşında “uluslararası tugayların” oynadığı gerçek ve mitik rolü çok iyi biliriz. bu bizim “bilme” ve “algılama” kalıplarımızda çok rahat yer alır… ama yemenlinin ya da başkalarının felluce’de direnişçilerin yanına katılmasında benzer bir “uluslararası tugay” efsanesi göremeyiz. çünkü ispanya’daki dil ve felluce’deki dil farklıdır. biz bir dili duyarız; diğer dile kalbimiz kapalıdır, duyamayız; duysak bile anlamayız…

    ispanya’da faşist franko’ya karşı konuşan sosyalizm dilinden farklı olarak, felluce’deki dil müslümanların dilidir… biz bu dili duymayız; duysak da anlamayız…

    yemenlinin dilinde “zalime karşı savaş”, “cennete gitmek” üzere girilen yol vardır. yemenliyle birlikte bir araya gelen insanların barındıkları evlerin duvarlarında kızıl bayraklar falan yoktur; o evlerin pencerelerinden “enternasyonal” marşının melodisi yükselmez… o evlerin duvarlarında mekke ve kabe’nin resmi vardır; duyulan ses kur’an okuyan, ellerini yükseklere kaldırarak dua eden bir sestir:

    “allahım, sen peygamberini kâfirlere karşı savaşta zaferle onurlandırdın. bizi de amerika'ya karşı savaşta muvaffak eyle. allahım...! amerikayı ve onunla birlikte olanları her yerde mahveyle...! allahım bizi dinimizin değerini bilenlerden eyle...!”

    bu dil bilgisayar başında yazı yazamamanın ya da yazılabilenin anlamsızlığı karşısında tek anlam taşıyan dil… ispanya’daki uluslararası tugayların bir zamanlar oluşturdukları gibi bir anlam… şimdi felluce’deki dil çok daha da basit ama bir o kadar anlam taşıyan bir dil… çünkü bu dile göre felluce’de olmak “islâm için çarpışmaya gelmek; allah’a ibadetin en üstünü şehadetle karşı karşıya gelmek” demek…

    bu dil bizim batı’ya açılan pencerelerimizden çok kolay anlaşılabilecek bir dil değil; bu dil “çağdaş dünyayla konuşan” bizim kültürel sermayemize pek uyumlu bir dil değil. diplomasi, müzakere, kınama dillerimiz karşısında oldukça burun kıvırdığımız bir dil… ama biz beğensek de beğenmesek de; anlasak da anlamasak da, yakın zamanda neo-con’ların dili karşısında ortalığı kasıp kavuracak tek dil…

    çünkü bugün bu dil, küstah ve faşist neo-conlar karşısında diyalektik bir kutbu oluşturacak tek alternatif olarak konuşuyor…

    bugün modern, konforlu ve konformist hayatlarımız, tahayyüllerimiz ve dillerimizle biz felluce’ye gitmeyeceğiz; gidemeyeceğiz… ama o dil orada konuşuyor ve bizim burada oturduğumuz yerden, bilgisayarımızın başında, evlerimizde, sokaklarımızda, okullarımızda yapacağımız bir şeyler var: önce, felluce’deki yemenlinin dilini “devrimci” bir dil olarak kabul etmek… sonra “direniş” literatüründe ona ve oradaki tugaylardaki diğer gönüllülere yer açmak… orada savaşan insanların dilinin önünde saygıyla eğilmek ve ona itibar vermek… duvarlarımıza che’nin yanına isimsiz yemenli’nin posterlerini asmak… çünkü onlar gerçekten bunu çok hakkettiler; çünkü onlar sadece kendi onurlarını değil, bizimkini de kurtarıyorlar…

    18 kasım 2004, perşembe
  • tatlı dilli hoca...cok geyik lafları vardır hemde cok..yani aslında onu burda bahsetmeye deger yapan tarzıdır..
    bugun bir sınav yaptı bizi..kendisi ofisine gitti biz sınıfta sınav olduk bir başımıza...
    herzaman böyle esnek değildir belki ama herkes de onun gibi değildir.
  • herkesi 'görmeye' çalışan, kimseyi incitmemek için incelikli bir çaba harcayan, kafası dagınık, karışık ama gözleri net, kararlı bir adam. cok ama cok insan. hocam.
  • samimi insan. yüzündeki sert ifade dinlerken ve konuşurken nice gülen surattan daha yumuşak, daha anlamlı. sıra kendisine gelsin diye değil, sizi anlamak için dinlediği ve ne söylediğinizi anladığı belli gözlerinden, sözlerinden. bayraklı fotoğrafın bizi şahlandıran haline rağmen "içlerinde değildim kafalarından geçeni bilemem" diyebilecek kadar sağduyulu. ah klonlamak mümkün olsa ve her üniversiteye o'ndan birkaç tane serpiştirebilsek.
hesabın var mı? giriş yap