• eleştirdiği türden insanlar tarafından yüceltilmekten asla kurtulamayacak film.
  • filmde yakaladigimi dusundugum bir detayi aktarmak istiyorum. filmde project mayhem'den sadece bir ki$i oluyor o da $u ostrojen tedavisi yuzunden memeleri buyuyen amcam, ve hatirlarsaniz ki bu amcam tyler'ın "sen git uygun deilsin" lafini duyunca ciddiye alip gidiyodu sora edvirt amcam "bu testin bi parcasi sabret" falan yapip gitmesine engel oluyodu yani bi$eyleri dei$tirmeye cali$iyodu hala. eger i$ler tyler tarzi yuruseydi memeli amca gitcekti ve muhtemelen olmicekti, bu da filmin ba$ka bi kisminda gecen tyler'ın "just let it go" soylemi ile birebir uyu$uyor. memeli amcamin olumunden aslinda edvirt (filmde gercek adi solenmiyo hic sanirim) sorumlu yani. belki kimsenin kasmadigi gereksiz bir detaydir ama bence filmde olen tek ki$inin bu $ekilde projeye dahil olmasi tesaduf degil.
    (bkz: izlemeye doyamadigimiz filmler)
  • afisinden acikca anlasildigi uzere sabunun insan hayatindaki onemini vurgulayan bir film.. finalinde brad pitt elinde sabunla kocatepe camii'nin avlusunda ayaklarini yikayarak temizlik imandan gelir diyomus.
  • kitaptan birkaç alıntı:

    “bunu unutma” dedi tyler. “ezmeye çalıştığın insanlar aslında bağımlı olduğun insanlardır."

    “her gün işe gidiyorsun. akşamları erken uyuyorsun. ve bunun karşılığında aldığın tek şey koltuk takımı. gerçekten acınası bir durumdasın.”

    “insan sevdiklerini öldürür diye bir söz vardır ya; aslında insanı öldüren de hep sevdiğidir.”

    “insanlar ölmekte olduğunuzu sanırlarsa, bütün dikkatlerini size veriyorlardı. bugün sizi son kez görüyor olmaları gibi bir ihtimal varsa, sizi gerçekten görüyorlardı.”

    “tyler'ın bakış açısına göre, kötü şeyler yaparak tanrı'nın ilgisini çekmek, hiç ilgi görmemekten daha iyiydi. belki de tanrı'nın nefreti tanrı'nın kayıtsızlığından daha iyidir.”

    "her gece ölüyordum ve her sabah tekrar doğuyordum."

    “eğer ne istediğini bilmezsen, bir bakarsın istemediğin bir sürü şeyin olmuş.”

    “belki de kendini geliştirmek aranan cevap değildir.”

    “her şey çok uzaklardadır, bir kopyanın kopyasının kopyası gibi. dünyayla arana öyle bir mesafe sokar ki, ne sen bir şeye dokunabilirsin ne de bir şey sana.”

    filmden birkaç alıntı:

    "normal bir insan kavgadan kaçmak için her şeyi yapar."

    "dinleyin sürüngenler, sizler özel değilsiniz. güzel ya da eşsiz birer kar tanesi değilsiniz. diğer her şey gibi çürüyen organik maddelersiniz. hepimiz aynı gübre yığınının parçasıyız."

    "önce teslim olmalısın. her şeyden önce korkmayı bırakıp bir gün öleceğini kabullenmelisin. ancak her şeyi kaybettikten sonra her şeyi yapmakta özgür oluruz."

    "biz tüketiciyiz. tutkulu bir yaşam tarzının yan ürünleriyiz. boşversene. çimen yeşili çizgili oturma grubunu da boşver. bence eksiksiz olmaya kalkışma. mükemmel olmaya hiç çalışma. bırak evrilelim. bırakalım her şey düşeceği yere düşsün."

    "elime bir tüfek alıp türünü korumak için çiftleşmeyen her pandayı vurmak istiyordum. petrol tankerlerini açıp o hiç görmeyeceğim fransız sahillerini pisletmek istiyordum. duman solumak istiyordum."

    "acı ve fedakarlık olmadan hiçbir şey yapamazsın."

    "şu prezervatif çağımızın kristal ayakkabısı. onu takıp bir yabancıyla karşılaşıyorsun. bütün gece dans ediyor, sonra atıyorsun. prezervatifi demek istiyorum, yabancıyı değil."

    "babalarımız bizler için tanrı modeliydi. eğer babalarımız bizi terk ettiyse tanrı nasıl biridir? beni dinle. tanrının senden hoşlanmadığı olasılığını düşün. o belki seni hiç istemedi; hatta büyük olasılıkla senden nefret ediyor. bu başına gelebilecek en kötü şey değil. ona ihtiyacımız yok. lanetlenmeye ve affedilmeye ihtiyacımız yok tanrının istenmeyen çocukları mıyız? öyle olsun!"

    "dibe vurmak bir hafta sonu tatili ya da bir seminere katılmak değildir. her şeyi kontrol etmeye çalışmaktan vazgeç! bırak ne olacaksa olsun! bırak olsun!"

    edit: güncelleme
  • vintage'ın 2006 tarihli fight club baskısında chuck palahniuk'un bir "sonsöz"ü var. orda kitap hakkında -yazılışından yıllar sonra- eğlenceli bir dizi malumatı paylaşıyor.

    fight club aslında ilk yazıldığında 7 sayfalık bir öyküymüş. 7 sayfa olmasının sebebi de şu: bizim çak'ın yazın üstadı tom spanbauer sürekli 7 sayfanın kısa bir hikaye için mükemmel bir uzunluk olduğunu söyler dururmuş. bu öykünün bir özelliği de çak'ın satıp para kazandığı ilk öykü olmasıymış. the pursuit of happiness adıyla çıkan bir öykü antolojisinde öyküsü basılmış ve bu işten tam 50 dolar kazanmış. kitabı çıkaran blue heron yayıncılığın sahipleri dennis ve linni stoval gitmişler kitabın sırt kısmı tabir ettiğimiz yere kitabın ismini yanlış yazmışlar ve bunu düzeltmek için yaptıkları masraf yüzünden nerdeyse batıyorlarmış. şimdi o hatalı kitapları çok güzel paraya satıyorlarmış. insanlar kitabın altıncı bölümünde her şeyi başlatan öyküyü görmek istiyorlarmış çünkü.

    bir fantasik malumat daha: öykü kitaba dönüşüp bir fenomen olduktan sonra londra'da bir kitap tanıtım/imza gününde adamın biri gelip çak'ı tebrik etmiş ve garsonların yemeklere yaptığı şeylerden bahsetmesine, bunu tasvir ediş şekline onun ve arkadaşlarının bayıldığını söylemiş. adam, londra'da çok ünlü bir restoranda garsonmuş ve orda yemek yiyen pek çok ünlünün yemeklerine onun ve arkadaşlarının pek çok şey "yaptığını" söylemiş. çak, bir isim ver gardaş deyince, ciddi bir ifadeyle hayır demiş. o zaman çaki de kitabı imzalamam ben de o halde demiş. bunun üzerine adamımız çak'a iyice yaklaşmış ve şöyle fısıldamış:

    "margaret thatcher atmığımı yedi... nerden baksan en az beş kez."

    kaynak: chuck palahniuk, fight club, vintage, london, 2006, s.214-215.
  • 30 yıl önce yazılmış, 20 yıl önce filmi çekilmiş esere "klasik kapitalizim" eleştirisi demek mi hahahaha

    baba siz beyin yerine terlik mi taşıyorsunuz kafanızın içinde. bu iş yapıldığında kapitalizm eleştirisi klişe değildi arkadaşlar, o yolu bu film açtı bilmem anlamak çok mu zor ? 2010 doğumlu çocuklar 12 yaşında filmi ilk defa izleyip burada ahkam kesiyor lol
  • hakiki ağırlığı, ismi lazım değil avm'deki bir mağazada tezgahtar olarak çalışmaya başladığınızda hissedilen film/kitap. izmaritleri sıraya dizen, günleri gece/gündüz yılları ise yaz/kış diye ayıran gamsız birer üniversite öğrencisiyken ne mavi yakanın çamura gömülüşünü ne de liberal ekonominin bireyi tüketime sevk edişini, borca batırışını görmüşüz. piramidin en altında ipotekli yaşamlara kucak açan, hiçbiri kar tanesi olmayan, dans eden pisliklerin bize ne kadar yakın olduklarını kafamızda canlandıramamışız.

    adım cornelius. ya da robert paulson. ya da başka bir şey. en dipteyim. çocuklarının devirdiği standlar için özür dilemeyi aklının ucundan dahi geçirmeyen, kendilerini efsunlu ve benzersiz hissettiren parapsikoloji/kişisel gelişim kitaplarına tapan kadınların ya da aradığı müzisyenin ismini yanlış yazdığım için bir tür skandala tanık olduğunu düşünen orta yaşlı adamların arasındayken, öğrencilik yıllarımda fark etmediğim pek çok şey görüyorum. harika ve benzersiz olmadıklarını idrak etmektense ölmeyi tercih edecek olan bu insanlar, aylık maaşımı tek bir alışverişe harcarken beni keyfi nedenlerden ötürü azarlamaktan çekinmiyorlar. bir müşterinin yerini değiştirdiği bir albüm yüzünden azar işitiyorum. ve itiraz edemiyorum. çünkü onlar müşteri. bense hizmet için varım. en alttayım, en karanlık hücredeyim. çıkıp gidemiyorum çünkü bakmam gereken bir ailemin olmamasına karşı kredi kartı borçlarıyla sisteme bağlıyım. hepimiz borçlarla sisteme bağlıyız. bu yüzden bir hiç gibi davranmaya ve göze batmamaya mecburuz. hiçkimse olarak kalmalı ve bir üst basamakta durup ağzımıza sıçanların keyfi eleştirilerine saygıyla kafa sallamalıyız. sınırları parçalayacak ve özgürlüğümüzün nereye kadar uzandığını sınayacak cesarete sahip değiliz çünkü. bizi çamura saplayan borçlar sürüp giderken daha fazlasını isteyecek, daha fazla borca girecek, tüm düşlere boş vereceğiz. bizi heyecanlandıran yegane şey daha fazla borçla gelecek olan bir iki aidiyet.

    peki tüm bunların çözümü vandalizm mi? kesinlikle değil. fight club gerçek bir soruna uçuk bir tepki veren karakterlerin romanı. yanlışa yanlışla cevap verecek kadar çıldırmış, mükemmeliyetçi bir egonun öyküsü. benimki ise hiçkimse olmayı sorgulayan, gecenin dördünde gittiği çorbacıdaki garsonun salt bir beyaz gömlek değil de tam bir insan olduğunu fark etmekle gelen uyanışın öyküsü. öykünün ilk kuralı öykü hakkında konuşmamak...
  • bireyin günlük hayatındaki bokluklara biraz daha katlanabilmesi için yapılmış; toplumun manipülasyonunu hedefleyen propaganda filmi. 2000'lere girilirken abd hükümeti ve fbi, bir grup yönetmene sisteme bağlayıcı, manipulasyon etkisi yaratan filmler yaptırmak istemiştir. yapılan araştırmalarda yumuşak, naif bir sistem eleştirisi getiren, şiddet ve aksiyon içeren, sonunda bireye hiçbir çözüm sunmayan filmlerin bireylerin sisteme daha az baş kaldırmasını sağladığı görülmüştür. bunun üzerine yapılan filmler hem amacına ulaşmış hemde yüksek gişe hasılatı getirerek fbi'a ek gelir sağlamıştır. bu filmlerden en başarılıları fight club ve matrix'tir.
  • fight club "sözde" sistem karşıtlarınca itina ile overrate edilmesine rağmen, bence aslında asıl mesajı en az anlaşılabilmiş filmlerden biri. filmin birçok insanın algısındaki izi "ikea kötü, popüler kültür tırt, kredi kartı kullanmayalım, sistemi çökertelim." civarında bişiler. oysa, hatırlatmak isterim ki, filmin sonlarına doğru, bi diner'ın staff odasında diner personeli "his name is robert paulson, his name is robert paulson..." diye tekrar ederek garip bir "ayin" yaparlar. uzay maymunları, ya da project mayhem, adı her neyse, sistemin kokuşmuşluğuna, sistem üyelerinin anlamsız aidiyet ihtiyaçlarına ve ritüellerine karşı olan insanların bir araya gelmesinden oluşmuş bu "şey", kısa zamanda kendi aidiyet dinamiklerini geliştirir, kendi ritüellerini oluşturur filmde. sorun mevcut sistemde değil, insanlardadır belki de?
  • --- spoiler ---
    dönem :

    90’lı yılların sonu. insan emeğinin yerini makinelerin almasıyla insanın içten içe hiçleştiği bir dönem. makineler insanlar yerinde düşünmeye başladıkça, düşünen insanı sayısı azalıyor ve düşünceleri uygulayan insan sayısı fazlalaşıyor. yaptığımız şeyleri neden ve niçin yaptığımızı bilmiyoruz. ilerlediğimizi sandıkça, bir yandan da sistem olarak geriliyor ve bir nevi yeni bir kast sınıfı oluşuyor. yönetenler ve yönetilenler. zaman ilerledikçe yönetenlerin güçleri artıyor, yönetilenlerin gücü azalıyor. teknoloji ile boşalan ruhlarımızı tv, tüketim eşyaları ile doldurduğumuz yıllar. sistem alt sınıfın ne kadar çok tüketmesiyle ilgileniyor, tüketiyoruz ve tükettikçe boynumuzda aslı olan zincirden bir halkayı daha eksiltiyorlar. çünkü tüketim bizde bağımlılık yapıyor. tek özgürlüğümüzün tüketmek olduğunu sanırken bir aldanış içine düşüp uçuruma doğru bir adım daha atıyoruz. işte film tam olarak bunların yaşandığı bir dönemde geçiyor.

    yer:

    kültür endüstrisinin merkezi amerika. suç oranının dünyadaki en fazla olduğu yer. kadınların iş dünyasındaki başarılarının gökdelenler gibi yükseldiği bir ülke. erkekler güçlerini kaybediyor, diğer ülkelerde ise -özellikle doğu ve üçüncü dünya ülkelerinde- hala erkekler egemen olduğu için bu film amerikan erkeğinin sorunlarıyla ilgilidir. ve bu film, standart amerikan yaşamına bir eleştiri, bir başkaldırıdır.

    zaman :

    filmde zaman, jack’in yaşadığı tatminsizlik ve huzursuzluk anlatıldığı için kısa bir dönemi kapsıyor. filmde jack’in hayatındaki dönüm noktalarını genellikle anlatıcının sözsel ifadeleriyle değinildiği için bu olayların görselliği verilmemiş. (babasız büyümesi vb...) filmin ilk sahnesinde, anlatıcı çok gerilere dönmeliyiz dediğinde sadece birkaç ay öncesine dönülmektedir. film sürekli flash-back, olarak ilerliyor. sondan en başa dönüp, tekrar sona doğru ilerliyor. filmin son sahnesi ile ilk sahnesi aynı. flash-backler oldukça başarılı, zamanda ve zaman sıralamasında bir kopukluk olmuyor. filmin sonlarında jack’in tyler’ın peşine düştüğü anda; jack zamanı çok iyi değerlendirmek zorunda. kredi kartı merkez binalarının patlamaması için zamanla yarışıyor ve bu izleyicide heyecan uyandırıyor. filmin ilk sahnelerinde jack’in uçakta tyler’a rastlaması, o gece evinin yanması, bavulunun hava alanında rehin kalması vb... zamanın filmde ne kadar önemli olduğunu belirtiyor.

    filmdeki karakterlerin yaşama alanları :

    jack’in evi : konformizmin yuvası diyebileceğimiz bir mekan. eşyalar jack’in tüm yaşamını iyice özetliyor. evdeki tüm eşyalar oldukça pahalı, apartmanın bir güvenlik görevlisi var. komşular birbirini çok iyi tanımıyor. jack, o harika eşyalarıyla tatmine ulaşamıyor ve hala tuvalette alışveriş dergileri okuyarak yeni siparişler veriyor. jack evini yangında kaybettiğinde her şeyini kaybetmiş gibi hissediyor kendini. çünkü yaşamındaki tüm tatminsizliği evindeki eşyalarla doldurmaya çalışmış, eşyalar yok olduğunda jack’in hayatındaki her şey de eşyalarla yok oluyor sanki.

    tyler’ın evi : tüm dünyaya meydan okuyan birinin evi olarak oldukça başarılı. faturaların postacı tarafından bırakılacağı bir posta kutusu yok. sular çoğu zaman kesik, aksa bile musluklardan paslı bir su geliyor. yağmur evin içinde yağıyor. eşyalara yer yok, yatak odasında eski paslı bir yatak’tan başka bir şey yok. çevrede komşular yok, istediğiniz zaman çığlık atabilir, evde olay çıkarabilirsiniz, hatta bahçeye ceset bile gömebilirsiniz. komşularınız rahatsız olacak diye yaşamınızda kısıtlamalara yol açmak zorunda değilsiniz. evde sanki buğulu bir ortam var bu da o evi gizemli kılıyor.

    marla singer’ın evi : marla’nın odasına girdiğinizde ilk gözünüze çarpan yatak oluyor. bu da filmde marla’nın cinsel obje olarak kullanıldığını düşünürsek iyi bir seçim. ve bunu odadaki bir penis objesi de destekliyor. marla’nın yatağının tam karşısındaki ayna, öteki sembolünün filmde hissettirildiği nesnelerden biri. marla, jack’e göğsünde bir kitle olup olmadığını kontrol ettirirken aynanın önündedir. kendini ve jack’i aynadan izler, bu da jack ile tyler’ın aynı kişi ve marla’nın yaşadığı ilişkinin iki yüzü olması olarak da irdelenebilir. sürekli beraber olduğu insanı keşfetme ihtiyacı ve ilk keşiflerin aynadan çıkmasını düşünürsek, bu obje görevini yerine getirmektedir.

    filmde kullanılan mekanlardan, sürekli değişen uçak ve otel odalarının sembolize edilişi ise tek kişilik ürünlerledir. insan hayatında yerleri kısa sürelidir. hiçbir zaman oraya ait olamazsınız ve otel işletmecileri ve uçak şirketleri size bunu sürekli olarak hissettirir. kısa süreli kullanımlar için verdikleri, sabunlar, şampuanlar ve tek kullanımlık havlular, yakında buradan gideceksiniz demektedir. ve bir yandan da insanın yalnızlığını vurgulamaktadır. gittiğiniz şehirde eğer dostlarınız varsa, otelde kalmak zorunda olmazsınız, ama eğer dostunuz yoksa gidebileceğiniz tek yer otellerdir. filmde kullanılan tüm mekanların filmle organik bir ilişkisi vardır. yönetmen kullandığı her mekana film ile ilgili bir anlam yüklemiş. filmde patlama sonucu yıkılan binaların seçimi ise mükemmel bir seçim. jack, dedektife şöyle der : “eğer borç kayıtlarını silerseniz, hepimiz başa döneriz” bu durumda patlatılacak daha güzel bir bina olabilir mi?

    çatişmalar:

    iğdiş edilme - erkeklik
    homoerotik çağrışımlar – sert erkek imajı
    anarşizm –kapitalizm
    tüketim çılgınlığı - tatminsizlik
    konformizm – postmodernist yaşam tarzları
    özünü yitirmiş erkekler – dövüşerek özüne dönen erkekler
    sıradan olmak - tanrılaşmak
    hiçlik - metalaşma
    iletişimsizlik - yabancılaşma
    seyirci olmak – dövüşün içinde olmak
    özgürleşme - kurtuluş

    düğümler :

    filmdeki ilk asal düğüm, jack’in evinin yanmasıdır. tyler’ın evinde kalması ile çözüme ulaşır.

    diğer düğümler;
    -tyler’ın “bana vur” demesi. bu dövüş kulübünün başlangıcı olur.
    -tyler’ın marla ile olan ilişkisi, bu jack için bir sorun teşkil eder.
    -kundaklama masasından dedektifin arayıp, evinin kundaklandığını söylemesi. izleyici ve jack’in kafasında acaba bu işi tyler mı yaptı sorusunu akla getirir.
    -lou bara gelir.mekanın kendisine ait olduğunu söyler. tyler ile dövüşür.
    -project mayhem ; izleyici bu projenin sonunun nereye gideceğini merak eder.
    -jack, angelface’i kıskanır.
    -jack ve tyler arabada giderken, tyler’ın arabayı takla attırması.
    -tyler’ın gitmesi
    -jack’in tyler’ın peşine düşmesi
    -jack kıyamet projesini engellemeye çalışır
    -jack olayı polise bildirir. kendi üç adamı jack’i hadım etmeye kalkar.
    -jack bombayı etkisiz hale getirmeye çalışır

    son asal düğüm noktası : jack silahı kendi ağzına dayayaraak tyler’ı yok etmeye çalışır.

    kamera – işik – kurgu

    filmin bütününe yayılan video klip estetiği, hızlı ve şok edici kurgusu, özel efektlerden yararlanılması, filmin sinematografisi filmi görsel bir şölene döndürüyor. filmin final sekansında edward norton’un ağzında patlayan silah, mağaradaki penguen, edward norton’un evindeki patlama sahnesi filmi görsel yönden üst sıralara taşıyabilecek yapıda.
    kamera, normalde giremeyeceği yerlere giriyor ve düşünceleri görselleştirmeyi son derece iyi başarıyor.
    yönetmen david fincher filmi çekerken tam 1500 makara film kullanmış. bu normal bir filmde kullanılan miktarın tam üç katı sayılıyor. filmin finalindeki silah sahnesinin çekimi ise şöyle gerçekleşmiş ; edward norton bir mavi arka planın önüne oturtulmuş. daha sonra silahın yerleştirilmesi için ağzı gerekli açıda ve şekilde ayarlanmış. daha sonra bir hava hortumuyla ağzına basınçlı hava verilmiş ve kafası sallanırken saniyede 120 kare çeken 5 kamera ile çekim yapılmış.bu sahnede silah saniyede 360 kare ile hareket ediyor. ağzın içindeki parlama ise neredeyse saniyede 2500 kare. arkaya düşen boynu ise yine saniyede 120 kare.

    renkler – dekor – kostüm – makyaj

    filmde sürekli olarak ıslak bir ortam kullanılmış. bu tipik bir fincher tarzı. fincher’ın bu seçimi bence yerinde, çünkü zaten kafası karışmış olan izleyici düştüğü delikten filmin sonuna kadar çıkarmamak gerekiyor. bence ıslak ve karanlık ortam bu duruma yardımcı oluyor. filmde itici görüntüler oldukça fazla, fakat film öylesine hızlı akıyor ki gördüklerinizden irkilecek ya da tiksinecek vakti bulamıyorsunuz. dövüş sahnelerindeki şiddetin insan yüzünde ve vücudunda gördüğü tahribat öyle iyi verilmiş ki, sanki yumruğu siz yiyormuş gibi irkiliyorsunuz. tyler ve jack’in evi tam olması gerektiği gibi dekore edilmiş. jack’in evi konformizm köleliğini tam olarak verirken, tyler’ın evi ise özgürlüğün ve anarşizm ruhunun simgesi gibi. her şeyden kurtulmuş bir ev, faturalar o adrese uğramıyor bile...

    müzik :

    filmde kullanılan müzikler genel olarak elektronik müzik tarzından seçilmiş. bu tarz amerikan modern yaşamına oldukça uyumlu. makineleşmiş insana, makine müziğinden daha uyumlu bir şey olamaz. müzik bu filmde çok önemli bir yere sahip değil, ama filmi destekleyici yönde. filmde, tyler’ın dövüş kulübü üyelerine başkalarıyla kavga çıkarmalarını ödev verdikleri sahnede kullanılan müzik ise mükemmel bir seçim. izleyiciyi filmin en eğlenceli sahnesinde yeteri kadar destekliyor. film boyunca müzik heyecanı ve gerilimi hissettirmek olarak kullanılmış. filmin finalindeki where is my mind şarkısı ise yapılabilecek en iyi seçim. filmin soundtrackleri’nin filmin izlenilebilirliğini arttırdığı söylenebilir.

    tipine uygunluk – ilginçlik – rolüne uygunluk – inandırıcılık

    brad pitt ve edward norton ikilisi filmde oyunculuklarının hakkını vermişler. performanslarının doruğunda bir oyunculuk sergilemişler. kimi sahnelerde hissettirdikleri eşcinsellik imaları, filmin bütününü kaplayan dövüş sahnelerinde oldukça başarılılar. brad pitt üstlendiği role daha önceki filminden alışkın ( 12 monkeys). bence iki karakter de tipine uygun. tyler’ın yaptığı hiçbir şey bizi çok da şaşırtmıyor, çünkü filmin ilk bölümünde adamımız bize gayet iyi tanıtılmış, o bir çılgın, anarşist, düzen bozucu. ve belirtmek gerekir ki marla singer dışında hiçbir karakterin ölmesinden yana değil. marla ölsün istiyor, çünkü kadınlar onların elinden özgürlüklerini aldı. tyler, yeteri kadar ilginç, bizi şaşırttığı gibi kendisine de hayran bırakıyor.
    jack ise filmde bizi temsil eden kişi, giyimiyle, yaşantısıyla ve seçimleriyle bizden birisi. hepimizin hayatından en azından bir parça onda asılı duruyor. ve en önemlisi içimizdeki bu yaşadığımız hayattan kurtulma güdüsü onunla en ortak duygumuz. filmin sonunda jack’in tarafını tutuyor, nerdeyse ölme diye tezahürata geçecek konuma geliyoruz, çünkü o yenilirse biz de yenileceğiz hissine kapılıyor.

    simgeler – kavramlar – nesneler

    sabun : tyler’ın artık yağlardan sabun yapmaktadır. sonrasında ise bu masum iş tehlikeleşmekte ve sabundan patlayıcı üretmeye dönüşmektedir. sabun, teknolojinin ruhlarımızı bile makineleştirdiği zamanımızda, doğal arınma için kullanılan bence en iyi seçim. (bazı psikolojik hastalıklarda da görüldüğü gibi, kişinin arınma için hiç durmadan yıkanması. sanırım biraz da bilinç altına sesleniyor.) bu yüzden sabun metafor olarak kullanılan iyi bir seçim. insanın kendi atığından, kendi pisliğini temizlemek sabun yapıyor olması metaforik olarak yeni bir sosyal düzen kurmakla bağdaştırılabilir. yok oluyor ve başka bir şeye dönüşebiliyoruz da denebilir.

    değer, inanç ve beklentileri yansitan diyaloglar

    (jack’in bob’un kollarında ağladığı sahne) anlatıcı) özgürlüğü buldum. ümidin kaybolması özgürlük demek.

    (jack, lösemili hastalar grubunda, anlatıcı) “ben bu dünyanın etrafında kalabalık oluşturduğu küçük bir merkeziydim.”

    (jack, lösemili hastalar grubunda, anlatıcı) “damağındaki o küçük çizik,dilinle oynamazsan hemen geçer.”

    (jack, lösemili hastalar grubunda, jack) insanlar öleceğini duyunca, seni gerçekten dinliyorlar.”

    (uçakta, anlatıcı) “tek porsiyonluk arkadaşlar. kalkışla inişin arasında zamanı paylaşıyoruz.”

    (uçakta, tyler) “işine yarıyor mu? akıllı olmak...”

    (tyler) “biz tüketiciyiz. tutkulu bir yaşam tarzının yan ürünleriyiz. cinayet, suç, fakirlik bunlar beni ilgilendirmiyor. benim için önemli olan magazin dergileri. beş yüz kanallı televizyon, iç çamaşırımda kimin adının yazdığı...”

    (tyler) “ sahip oldukların, sonunda sana sahip oluyorlar.”

    (anlatıcı) “kimse gördüğünü bilmiyor, ama görüyor.”

    (tyler) “biz kadınlar tarafından büyütülmüş bir erkek nesliyiz. başka bir kadının aradığımız şey olduğunu hiç sanmıyorum.”

    (tyler) “kendini geliştirmek bir mastürbasyondur.”

    (tyler) “mülkümü yok ederek beni özgür kılan kşi, kendimi bulmama sağladı de”der.
    “medeniyetin gittiği bu yönde, maddi eşyaların önemini reddediyorum.”

    (tyler) “babalarımız bizler için birer tanrı modelidir. eğer babalarımız bizi terkettiyse, tanrı nasıl olur. tanrının senden hiç hoşlanmadığı olasılığını düşünmelisin. o seni hiç istemedi. hatta büyük olasılıkla senden nefret ediyordur. bu başına gelebilecek en kötü şey değil. ona ihtiyacımız yok. lanetinin affedilmesini boş ver. biz tanrının istenmeyen çocuklarıyız.”

    (tyler) “önce teslim olmalısın. her şeyden önce korkmayı bırakıp, bir gün öleceğini kabullenmelisin. sadece her şeyi kaybettikten sonra özgür kalabiliriz.”

    (tyler) “burada, yaşayan en güçlü ve en zeki erkekleri görüyorum. bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor, ya da beyaz yakalı köle olmuş. reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde... nefret ettiğimiz işlerde çalışıp, gereksiz şeyler alıyoruz. bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. bir amacımız ya da yerimiz yok. ne büyük savaşı yaşadık, ne de büyük buhranı. bizim savaşımız ruhani bir savaş. en büyük buhranımız hayatlarımız. televizyonla büyürken milyoner film yıldızı ya da rock yıldızı olacağımıza inandık, ama olmayacağız. bunu yavaş yavaş öğreniyoruz. ve bu yüzden çok kızgınız.

    (tyler) “sizler işiniz değilsiniz, sizler paranız kadar değilsiniz, bindiğiniz araba değilsiniz, kredi kartlarınızın limiti değilsiniz.sizler iç çamaşırı değilsiniz. sizler dünyanın dans edip, şarkı söyleyen pisliklersiniz.
    (tyler) “sizler özel değilsiniz. sizler güzel yada eşi olmayan kar taneleri değilsiniz. sizler herkes gibi çürüyen organik maddelersiniz.

    (tyler) “peşinde olduğun insanlar, muhtaç olduğun kişiler. yemeklerinizi pişiriyoruz, çöpünüzü topluyoruz, telefonlarınızı bağlıyoruz, ambulanslarınızı sürüyoruz. uykunuzda sizi koruyoruz. o yüzden bizimle oynama.”

    (anlatıcı) “türünü korumak için çiftleşmeyen her pandayı, elime tüfek alıp vurmak istiyordum. petrol tankerlerini açıp göremeyeceğim fransız sahillerini kirletmek istiyordum. duman solumak istiyordum.

    (anlatıcı) “yapayalnızım. babam beni terk etti. tyler beni terk etti. ben jack’in kırık kalbiyim.”

    (tyler) “hayatını değiştirmek istedin. bunu kendin yapamıyordun. olmak istediğin her şey oldum. yani ben. görünmek istediğin gibi görünüyor, istediğin gibi sevişiyorum ve asıl önemlisi senin olmadığın kadar özgürüm.

    (tyler) “ insanlar bunu her gün yapıyor. kendileri ile konuşuyorlar. hayallerindeki gibi olmak istiyorlar, cesaretleri olmadığı için bunu yapamıyorlar. sen hala mücadele ettiğin için bazen kendine dönüşüyorsun. başka zamanlarda beni izlediğini hayal ediyorsun. yavaş yavaş kendini bırakıyorsun, tyler durden olmaya.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap