• "doktor fikret". (ahmet hamdi tanpınar'ın da "doktor fikret"i) türk edebiyatının karanlık, tuhaf, uçta durmuş adamlarından.

    1914, istanbul doğumlu. galatasaray lisesi'ni ve istanbul üniversitesi tıp fakültesi'ni bitirmiş. daha sonra amerika'da psikiyatri eğitimi almış. dönüşünde psikiyatr olarak çalışmaya başlamış ("deniz yollarında ruh hekimi"). en çok, sait faik'in doktoru olarak anılır. ayrıca denilen odur ki sait faik'i lautreamont çevirmesini salık veren kişidir. ki bunu diyen, yazılarında sıkça "marjinal" diye ürgüp'ü selamlayan ece ayhan'dır.

    sağlığında 2 (esasen 3) kitap yayımlamış: 1966'da "van ve 1968'de "kısa lodos hikâyeleri" (kısa hikaye'yi yücelten bir önsözün ardından, pek nefis bir "marilyn monroe kendini intihar etti"yle açılır) [bu iki kitabı 1991'de gece yayınları bir arada bastı, sonra galiba tekrar baskısı olmadı]. 1964'te türkçe'deki ilk "şizofreni" monografisini yayımlamış (bir daha hiç tekrar baskı yapmamış. vakti zamanında düşlerimden biriydi yeniden basımı, sahaflarda yıllarca aradım, bulamadım). 1969'dan öldüğü yıl olan 1977'ye kadar başkaca ürün vermemiş. ocak 1995'te yky, levent yılmaz ve meltem vardar tarafından yayına hazırlanan "dosdoğru günlük"ünü yayımladı. ürperticidir. yüksek miktarda tutku ve istek, yüksek miktarda alkol, müthiş hızlı gece yaşamı, peşine düştüğü kadınlar, oğluyla sancılı ilişkisi, dostları, cihat burak, leyla erbil, çok derin bir melankoli, sıkışmış bir ruh... günlüğü de tekrar basılmadı galiba.

    levent yılmaz'ın da dediği gibi, kendi hayatını kurtaramamıştır.
  • bir davete çıplak ayakla giderken yol kenarında gördüğü boyacının sandığına ayağını koyup "boya!" demiş, çocuk "ama abi ayakkabı yok ki?" deyine, "boya ulan, onlar utansın!" deyip boyatmış ayağını.
  • şimdi ekmeğini beat generation triplerinin suyunu çıkararak kazanan küçük iskender den çok daha önce jack kerouack la ilgilenmiş ve tıp literatüründen edebiyat damıtmış biri olarak fikret ürgüp sait faikin doktoru idi
  • sen gideli
    gidecektin! gökyüzünün bir tanesi, gözyaşlarımın gölünde ne arıyorsun? avucumun derisinden yarattığım al çiçek, elveda!
    senle benim yandığımız senfonide, çardaklar, kuzgun turnalar, tekerlekler, ölü kuşlar, idare lambaları, donmuş göz bebekleri, fırlayıp gökyüzüne tuzla buz oluyordu. tayfunun sarı güneşi kanımızı dondurdu. çilemizin şarkıları gırtlağa düğümlenen haykırışlardı.
    hatırla ama! kıvranışlar, yalvarmalar, kan lekeleri, çocukların göz yaşları, cerahatlar, destelerle gönül yarası. düğünlerde, bayramlarda çalınan bandoların yalnızlığı. göz dibine yerleşen yabancı renkleri, bilinmeyen ülkelerin. göz dibinde anlatılmaz haritalar.
    duyguları söndüren sonbahar güneşinde, gidip gelmeyenleri yeniden yaşatmaya çalışıyorduk, boşuna! parça parça anıları birbirine ekleyip, kesintisiz bir hayat yaratmak istiyorduk. görüntülerin gerçek ve eklentisiz özelliklerine dönmeleri için çırpınıyorduk, senle ben, sarı tüylü balıkçı, bizi bulan karga, senin kornval kıyılarında yıkanmış lacivert gözlerin.
    şimdi ben mutluluğa ermişte sonra kader yangınlarında onu kaybetmiş gibi anılar içindeyim. her sabah dünyaya yeniden doğup gözlerimin kamaşması geçinceye kadarki ölçüsüz zamanda bütün duyguların özlerini yaşıyorum. yaşanmamış hayatları yaratmak çabasında yalnız mıyım, değil mi, bilmiyorum.
    kimdi bizle alay eden, olmayanı olmuş gibi hissettiren; kayıpların acısında yanmamız için?
    başka yerde doğan güneşlerin soğuk ışıkları kumsala yayılırken, arka üstü, uyuyorsun. ağzın açık. dudağının arasından nefesini içiyorum. havadan başka bir şey, dalga dalga aramızda. kalçalarının yuvarlak yamaçlarında, dizlerimle, ellerimle emekliyor, en güzel yolculuğa çıkıyorum. gözlerin açılınca o gün orada, kuşu ilk olarak görmüştük. kızıl gözlü kargayı. bizden daha da yalnız.
    sonra o kadar şeyler oldu ki, bizi ayıran şeyler. yalnızlığımızdandı hepsi; senle benim ayrı ayrı yalnızlığımız.
    sen gideli, unutulmuş dillerin anlamsız kelimelerinde boğulup kaldık. sessizliği yaşıyoruz ihtiyar kargayla ben. düşünür gibi duygusuz. göğsünün içinde senin gözlerin yanıyor da ağlamıyorum kaybolanlara.
    nasıl bıraktıysan öyleyiz ikimiz sensiz.
    karganın yemini unutmuyorum. tüyleri pırıl pırıl. ne isterse anlıyorum. ihtiyarlıyorum.
    sen gideli suçumuz incelendi kelimelerde. boş çıktı. harcanmıştık. gel artık.
    masal taşları topladım rüyalarımda, boynuna dizmek için. en güzel yakuttan bir yıldız göğsünün ortasını süsleyecek.
    dudağın aralanmış. dişlerin gülüyor. rahat nefes alıyorsun. yer altından toplanmış yabancı bakışı gözlerinin.kornval denizinde yıkanıp lacivert olmuş. hangi güneşlerin yaktığı teninde çürümüş yaprak kokusu.
    yüzlerimiz aynada birleşince kendimi mutlu hissediyorum. gülüyorsun; yabani kestane kokuları yayılıyor.
    ağır ama yüklü bir müziğe ayak uyduran, gözlerle geliyorlar sonuncu birleşmemizi kutlamak için. akıllılar, akılsızlar, muhterem çılgınlar, öteye gidip gelmiş seyyahlar, kızgınlar, bağışlayanlar, susanlar, konuşanlar, saz şairleri, yutturma insanlar, her cinsten hepsi; şaklabanlarla papazlar, süslenmiş; gözlerden yapılmış demetlerle geliyorlar düğünümüze.
    hangi topraktan yoğrulmuş mağara bekçileri; soyları kaybolmuş sihirbazlar; kayalıklarda uykusu kaçan kertenkeleler; hortlayanlar; ölüp dirilmiş harp esirleri; yeni doğmuşlar; dudakları kımıldayıp sesi çıkmayanlar; kollarını bacaklarını unutup ta gelen rüya bekçileri. işkencelerin bayram yerinden dönen kafileler; senin lacivert kirpiklerinin çelik dikenlerinde delik deşik ilerliyorlar.
    omzunun sarı aydınlığınla aynaya bakınca kendimi mutlu görüyorum.
    islak renkli, boncuk boncuk toprak kurtları kımıldanıyor içimde, seni andıkça.
    oysa ki! diz altı dargınlığında akrabalar sebepsiz bekleşiyor. susamışların dönek alınlarında kanat lekeleri. mezatlarda kucağında uyuyan çocuğu sallayan anaların bekledikleri. çiçek bozuğu aylarda görülen kaderlere boyun eğmiş çocukların hıçkırıkları.
    geçmişteki hayatı insanı bırakmıyor.
    uzaklara gidip geldim. bakınıyorum.
    dar sokağa giremeyen yarım ay. sakat evlerin destekleri. küflü duvarlara sürtünen sevgisiz kediler. ipince, kül rengi sokakların kahır testileri.
    acıkanlar, çöp tenekelerinde kısmet arayanlar. kahvelerde ömür yiyenler. eskinin aynısı.
    uzaklardan geldim. unutmak istiyorum.
    ama işte, senle ben ay ışığında asıl olan kendimize kavuşuyor, kaderlerin sonuncu oltasını çeken balıkçıların arasında yeniden sahici oluyoruz.
    yaşanmamış festivallerin eksiğini tamamlayan sahici insanlar arasına karışıyor ve kavuşuyoruz senle ben, çok ta geç.
    cenazenin arkasında sürüklenen çelenklerden rüzgarın uçurttuğu çiçeklerle yapraklar ve sulu rüzgar hala yakar gözlerimi. tuzları gözüme batan kirpiklerimi araladıkça, beraber katıldığımız düğünler, bayramlar, festivallerde omuz omuza yaşadığımız yarı sahi yarı rüya kafileler orada, seni yüzdürerek götüren o tabutun arkasında.
    inanmıyor, olamaz gibi neşeli karnaval insanları.

    gözlerinin içi de dışı da lacivert. yüzün yüzüme değince aynadaki benle birleşiyorum. dişlerin dilimi kesiyor soluğunu içiyorum.
    unutulsun kemikleri ezen yorgunluk ve bütün denizleri içmekle giderilmez gırtlak yarası, yağmurlar dolusu hasret, vantrilokun kederli kaşları ve aynalar ve pembe topukların, fırtınaya kapılıp bir daha dönmeyen kuşlar, ve asıl senle benim küskünlüğümüz. senin adındaki dişi tayfunun en yüksek tepesinde uykusuzluğumuz.
    hatırla ama! sıcaktı içimiz. o sarı heykel, sitemli çocuğu unutmadık, o gecedir. yanına gidince hepimizi, otları evleri, tozları, camilerin gölgesini, oğlanlarla kızları büyüleyen, ürperti veren sarı, sitemli çocuk. kumsalda uyuyordu. yaldızlı bir çerçeve içinde. gün geçtikçe benden uzaklaşan sarı tüylü serin balıkçı.
    sonbahar güneşinde onun gözleri aydınlatıyor sonra gölgede bırakıyor her değdiği yeri. dünyanın en hüzünlü balıklarının dolaştığı kumsaldan uzaklaştığını görüyor gözlerinde soluk ellerim. sarı tüylü serin balıkçı. yaralı tabanımı bastığım yerde ölüler inleyince yalanları uyandırırlar. mezar bekçileri kumar oynar ay ışığında. yeni gelenlerin adı yazılmamış sütlü mezar taşlarına.
    ve, şimdi, yatağıma tünemiş seni yaşıyorum. sen gideli lambanın ışığından; nefes nefese, parça parça; anlatılmaz korkular içinde.
    çoban köpekleri sarhoş polisler; yabani kuşlar; kaptı kaçtılar; hüzünlü kuşlar; otel hırsızları; namus düşmanları; kurnaz papazlar; manitacılar; sağını solunu bilmeyen sersemler; yüksek voltaj; pusuda bekleyen paranoidler; gözleri kanlı aldatılmışlar; kireç dolu yapı çukurları; fırsat kollayan aç mahalle köpekleri; tuzaklar; kendine acıyıp inleyenler; kasvet renginde evler; çocukları içeri çeken bostan kuyuları; yıldız yağmuru; kokulu rüya! nasıl gittin?
    gökyüzünün bir tanesi. avucumun derisinden yarattığım al çiçek, elveda! gözyaşlarımın toplandığı yerde diz çökmüş ağlıyorsun. tabanların geceyi sererken merdivenlere, benden kaçan güneşlere elveda!
    sevdiğim çiçekleri yasemin kokulu ayaklarının altına serdim. onlara bas da beni unuttur.
    geceleri, gökyüzünde, ay, yıldızlar, gözlerin, gözyaşların parıldıyorlar. ateş dalgaları, kırık kılıçlar, düşen yıldızlar, dünyanın en hüzünlü balıklarının dolaştığı kumsala yağıyorlar geceleri. seni anıyoruz. çıkmayan hıçkırıklarım sana olan aşkımı göğsümün içinde muhafaza edecektir. dünyanın en hüzünlü balıklarına altın yaldızlı şarkılar söyleyen sarı tüylü serin balıkçı.
    geri kalanların yüreğindesiniz sen ve öteki.
    f.ürgüp
  • cumhuriyet devri öykücülerinden. dogum ve ölümü 1914 (ki kendisi dogumgününe 21 ya da 23 mayis dermis)-8 mart 1977. istanbul tip fakültesini bitirir; istanbul'da bir süre doktor olarak calisir. sonrasinda amerika'da psikiyatri egitimi görür ve türkiye'ye dönünce 1964 yilinda sizofreni adli bu konuyla lgili ilk monografiyi yayimlar.
    yeni insan ve yeditepe adli dergilerinde yayimlanan öykü ve yazilarindan sonra 1966'da van ve 1968'de kisa lodos hikayeleri adli öykü kitaplarini yayimlar. daha sonra 1991 yilinda bu iki kitap tek kitap altinda yayimlanir. ve en son yky tarafindan yayimlanan dosdogru günlük...

    bu günlükten 1971'de dogumgünü olan gün onu daha iyi anlatir belki:

    23 mayis / cumartesi

    bugün
    benim,
    dogumgünüm.
    bu halimden,
    ben üzgünüm.

    öyle kurumustu ki ici
    bakinca,
    cicekler solar;
    kuslar;
    öteye kacardi...

    yudum yudum,
    tüketmek yasantiyi.
    büyük sehvet!
    kimse duymasin...
    asarlar insani...
  • 25 mart 2015 tarihinde müthiş bir diyaloğa konu olacak yazar.

    ne güzel olur dinlemesi.
  • kendi hayatını, ''şizofreni-monografi'' başlığıyla yazdığı bir kitapta anlatma cesaretini gösterebilmiş psikiyatri uzmanı dahiliye hekimi, şair, hikayeci, ressam, sait faik'in yakın dostu ve doktoru, osmanlı padişahı ve halifesi sultan abdülmecid'in torunu naciye sultan'ın enver paşa ile evliliğinden doğma mahipeyker hanımın eşi, bohem yaşantının örnek şahsiyeti.
  • ayfer tunç ve murat gülsoy'un 25 mart 2015'te saint-michel lisesi, jeanne d’arc salonunda, "az bilinen başyapıtlar" alt başlığıyla gerçekleştirdiği diyaloglar serisinin üçüncü etkinliğinde fikret ürgüp ele alınmış. şuradan ulaşılabilmekte.
  • geriye çok az şey bırakıp gitmesi zaten çok acıyken var olan eserleri de zorlukla bulunuyor hatta bulunamıyor. bir kaç cümleden oluşan öykülerine bile dünyaları sığdırmayı başarmış. neden iyi olanların kıymeti bilinmiyor diye isyan etmeye yol açacak yazar.
hesabın var mı? giriş yap