• "kimsenin bilmediği gizli bir yöntemim vardı: film bitmeden bir dakika önce sinemadan çıkardım ve o film sonsuza kadar devam ederdi."
    (trier, "dancer in the dark")

    ne kadar hoş bir düşünce. ama buna rağmen sona erse de bir tamamlanmamışlık hissi veren, seyircinin kafasında yaşamaya devam eden filmler de vardır. örneğin truffauf'nun unutulmaz 400 darbe'sinde antoine'ın görüntüsü donar ama film (antoine'ın yaşamı) bir şekilde devam eder. nitekim sanatçı devam filmleri çekmekten kendisini alamamıştır.
  • 1965 yapımı alan schneider yönetimindeki "film"in teması, george berkeley'in "esse est percipi"* düşüncesi üzerine oturtulmuş. filmde samuel beckett'ın sadece tuhaf karakter ve senaryolarda değil, tiyatral sahneler yaratmasındaki üstün yeteneğini de görmek mümkün. beckett usta tekrarlardan faydalanarak yarattığı gülünçlüklerle gayet yavaş ilerleyen bir filmi sıkıcı olmaktan kurtarmış.

    --- spoiler ---
    20 dakikadan kısa süren, siyah-beyaz, müziksiz, diyalogsuz -tamamiyle sessiz- bu filmin hikâyesi ise şöyle: buster keaton amcamız -ki filmin sonuna kadar kendisinin kim olduğunu bilemiyoruz- yüzünü insanlardan ve kameradan tamamiyle gizleyerek sokakta yürümeye çalışmaktadır. mümkün olduğunca tenha yerlerden, özellikle duvar kenarlarından geçerek evine varır. bu esnada yüzünü görebilen insanlar da korku ve şaşkınlıklarını gizleyemeyeceklerdir. evine varan amcamız -yine kamerayı arkasına alarak ve duvar kenarlarından yürüyerekten- odasının içindeki ışık veya göz yerine geçebilecek her tür eşya ve hayvanı kamufle etme veya ortadan kaldırma çabasına girer. adeta bir adventure oyunu kahramanı devinimiyle perdeleri çeker, duvarda asılı aynanın yüzünü örter, kedi ve köpeği dışarı çıkarır, papağan ve japon balığının üstünü örter, duvardaki bir portreyi indirip parçalar... hatta oturduğu sallanan sandalyenin sırt kısmındaki iki deliği bile bir çift göz gibi algıladığı için, ondan bile rahatsız olur. bütün bunları yaparken belirli sıklıklarla da nabzını yoklamaktadır. en sonunda, her şeyden emin olarak sandalyesine oturduğunda, bir zarftan çıkardığı fotoğrafları tek tek inceler. hepsi bittiğinde -içinde kendisinin de yer aldığını tahmin ettiğim- fotoğrafların tamamını yırtar ve arkasına yaslanıp sandalyesinde sallanmaya başlar. o sallandıkça biz yavaş yavaş uyuklamaya başladığını fark ederiz. bunu fırsat bilen kameranın amcanın önüne geçip onu görüntülemeye çalıştığı ilk teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlansa da, ikinci denemede keaton'ın nemrut yüzünü ve teki korsan bandıyla bağlanmış gözlerini yakalamayı başaracaktır. aynı anda keaton da uyanır ve karşısında kendisini bulur. onu görüp ürken insanların aynı dehşet ifadesiyle, elleriyle yüzünü kapatır ve filmimiz burada biter.
    --- spoiler ---

    bu film beckett'ın hiçliğe, algılanmamaya, yok olmaya ya da en azından görünmez olmaya olan özlemini en basit hâliyle ortaya koyduğu bir yapımdır. özellikle sinema ve felsefe severlere tavsiye olunur.
  • eskiden film ile kitap arasındaki farklar tartışılırdı. lise münazaralarında mıydı hatırlamıyorum. bu karşılaştırmalarda ortaya sürülen en büyük farklardan birisi kitabın bir noktasındayken daha önceki kısımlara dönülebileceği, oysa bunun film seyrederken mümkün olmadığıydı. bu hangisinin bir avantajı olarak değerlendiriliyordu onu da hatırlamıyorum, ama vardı böyle bir şey. şimdi tabii dvd çıktı, divx çıktı bu fark ortadan kayboldu gitti. filmi anlayamadın mı sar geriye kardeşim.

    bundan sonraki aşama olarak film içinde arama teknolojisinin geliştirilmesini öneriyorum. diyelim filmin ortalarında başta görülen bir kişinin adı geçti. ve biz bu ismin sakallı uyuz tipe mi, yoksa adamı muayene eden sakar doktora mı ait olduğunu çıkaramıyoruz. tabii mevcut teknolojiyle geriye dönüp bakabiliriz ama ara ara bulmak da zor. bunun yerine bir kutucuğa bulmak istediğimiz kelimeyi -bu örnekte ismi- yazalım ve şak diye o kelimenin geçtiği sahnelerin bir listesi çıksın. altyazı dosyasından arama yapılabilerek bulunabilir lan bu. hass. neyse, işi büyütelim ve diyebilelim ki: merry ile jonh'un birlikte olduğu ilk sahneyi getir; süleyman bir yerde çok sinirlenmişti, o sahneyi bul; andrey'in silahından şu ana kadar kaç kurşun çıktı; bu kadın adama neden tip tip bakıyor? vs. bunların hepsini bulabilsin bu sistem. yoksa film mi seyrediyorsun bulmaca mı çözüyorsun belli değil.
  • benim için bir çoğunun sonu yoktur. hatta on yaşıma kadar film denen şeyin, resim gibi heykel gibi hayatın alelade bir anından kesitlerden oluştuğunu düşünüyordum. aslında şimdiki film anlayışımdan daha derinlikli bir bakış açısıymış ama mesele o değil. mesele benim annemin dünyadaki tüm filmleri izlemiş olması. annem bir film gördüğünde onun için sadece ve sadece iki seçenek vardır; ya izlemiştir ya da film sıkıcıdır.

    ulan tüm çocukluğum leonun sonunu merak etmekle geçti. hem ben aşıktım natalie portman a sanırım. ki o kadar güzel küt saçları olan birini daha görmedim hala şu yaşımda. gost vardı mesela onun da sonunu ancak kocaman adam olduğumda annemden gizli izlemiştim. hüzünlüydü bak o baya, ağlamamıştım da gözlerim azıcık dolmuştu. annem olsa eminim daha filmin ilk karesinde "aaa ben izledim bunu" diyerek tüm bir 7. sanatı itin götüne sokardı yine. sanırsın tüm film sektörü anneme ilk kopyaları gönderiyor. bir filmi de izlememiş ol ulan, nasıl olur bu kadar boş zamanı bir insanın. sinemaya da gitmiyor mesela kendisi ama tv de ilk kez yazan tüm filmler annem için "eehhhh izledim ben bunu" dan öteye geçemiyor. ne zaman izledin ulen. ben de izlemek istiyorum ayrıca. yokkk, çatt değişir o kanal.

    çıkır çıkır çıkır (yer hollywood film stüdyoları) çıkır çıkır çıkır

    -ohh zor oldu ama bitirdik filmi
    -asistana söyle bir kopyayı cemile'ye göndersinler
    -geçen filmi sıkıcı bulmuş umarız bunu beğenir
    -inşallah

    evet artık böyle şeyler hayal etmeye başladım. hadi tamam ya bunu da anladım tüm dünya sana çalışıyor. nasıl oluyor da bir filmi ilk karesinden sıkıcı buluyorsun. bir konu açılsın, karakterler otursun dur bakalım. yok hemen daha jenerik müziği çalarken sıkcı buluyor. daha reklamdan show tv logosuna geçiyoruz sıkıcı buluyor. ilk karakter yatakta uyanıyor sıkıcı buluyor. nasıl bir başlangıç olunca sıkılmadığını daha çözemedim. bu kadar kolay sıkılan bir insan dünyada çekilmiş ve çekilecek olan tüm filmleri nasıl izlemiş oluyor onu da anlamış değilim zaten. ben varken oluyor belki de sadece. baya baya size annem hakkındaki bir derdimi anlattım siz de baya okudunuz dimi şimdi bunu. ya bazen gerçekten inanılmaz davranıyorsunuz yemin ediyorum. sempatik misiniz siz yahu ehauea.

    lan o değil de alg falan yetiştiriyorum bu ara okulda, ben böyle şirin bir canlı görmedim. huzurlu lan bir kere, ver ışığı ver besini kendince süzülsün hayvan. dert yok tasa yok. hayvan dedim ama aslında denmez bak ona hayvan. sen uyma bana biliyorum da utanıyorum söylemeye her haltını.

    geçen gün rüyamdan gülerek uyandım aylar sonra ilk defa. bunu bir tek ben mi yaşıyorum yoksa var mıdır böyle bir kusur başkalarında da. bir toplantı düzenlesek mesela, bu insanlarla bir yerde topluca uyusak. ben bakıcam nasıl gözüküyoruz dışardan. mışıl mışıl uyurken bir anda kahkaha atan birinin aptal gözüktüğü konusunda şüphelerim var.

    zeki kadınlara karşı zaafım var benim. zekası kanıtlanmış bir gorille evlenebileceğime bile inanıyorum bazen. güzel bir örnek olmadı ama sarsıcı oldu sanırım. sarsıcı örnek iyidir, o yüzden silmeyeceğim. gülse birsel'in zeki olduğunu düşünüyorum bu arada. yani marie curie falan olmasına gerek yok.

    bir de içimde kalmasın; flim flim flim. ohhhhşşş.
  • samuel beckett'ın "film"inin görüntü yönetmeni boris kaufman'dır. yani dziga vertov'un kardeşi, kameramanı ve kimi zaman kurgucusudur. bu bilgilerden yola çıkarak filmin son karesinde açılan gözün, "sine-göz"/"kino-eye" olduğunu söylemek yanlış olmaz. sonuç olarak filmde "the man"'in (buster keaton)'ın kaçtığı şey aslında gerçekliğin ta kendisidir, sine-göz çerçevesinde ise gerçekliği süzgecinden geçirerek tekrar yaratan -tüm kurmaca filmlerde yokmuş gibi davranılan- "kamera"dır. buster keaton'ın şu ana kadar izlediğim filmlerinde fark ettiğim kadarıyla kameranın sonuna kadar farkında olması ve bu hissi izleyici/seyirciden sakınmamasıdır. filmi bu bakışla ele alırsak buster keaton'ın artık, fotoğraflar dahil tüm bu gerçekliğin/kameranın sürekli olarak yanında varolmasından sıkılmış olmasıdır. velhasıl çevresindeki her gözü gerçekliği yeniden yaratan araçlar olarak algılamayan birisine dönüşmüştür. bu filmde keaton'ın bize verdiği his, kameranın sürekli peşinden geldiğinin farkında olduğudur ve en büyük korkusu da onun da yaptıklarını gören (sine-)gözle, sine-gözün yanında çok işlevsiz kalan kendi gözünün (özellikle kedi ve köpeğe ve papağana zoom in yapıldığı sahnelerde keaton'ın gözünden bakıyoruz ve alabildiğince bulanık görüntülerle karşılaşıyoruz.) karşılaşmasıdır.
  • "film düşünülmez, algılanır." (merleau ponty)
  • maalesef filmlerin alttan alttan gönderdikleri mesajlar vardır, aynı zamanda dizilerin de...

    mesela amerika'dan çıkan filmlerde genelde şöyle bir şey vardır: "biz en üstün insanlarız, teknolojimiz çok üstün. bizim dine ihtiyacımız yok. en güçlü olan ülke biziz. önemli olan ahlak değildir, önemli olan dünyanın keyfine bakmaktır. ahiret yoktur. tüm yatırım dünyaya yapılmalıdır. bizim sunduğumuz, filmlerde, dizilerde gösterdiğimiz hayat tarzı en güzel hayat tarzıdır. insanlar bize bağımlıdır çünkü en iyisini hep biz yaparız. herkes sunduklarımıza özenir ve isterler..."

    zaten dikkat edersek amerikan filmlerinde dünyayı kurtaran kişiler hep amerika'lı dır... dünyayı, insanları felaketten hep amerika'lılar kurtarır.

    bu nedenlerle bir film izlediğimiz zaman bu alt metinin etkisinde kalabiliriz bir süre...

    avrupa'dan çıkan filmlerde daha başka bir alt metin vardır. orada da derler ki:
    " gerçek insanlar biziz. dünyada tek insan gibi yaşayan topluluk bizleriz. biz elitiz, diğerleri ise zavallı insanlardır. din ancak zavallı insanlar içindir. din diye bir şey yoktur. bizden yığınla bilim adamı, sanatçı, önemli yazarlar çıkmıştır. bu nedenlerle de en başından beri hep en gelişmiş topluluk olduk. dinsiz olarak gayet güzel yaşıyoruz. dinsiz olduğumuz halde çok merhametli ve iyi insanlarızdır. diğerlerinin düşünmediği incelikleri hep biz düşünürüz. çevreye en duyarlı olan bizleriz. bakın dinsiz olduğumuz halde ne harika işler yapıyoruz bu konularda. biz sanattan, felsefeden, modernlikten en iyi anlayan insanlarız. entelektüeliz. diğer insanlar asla bizim gibi gelişmiş değillerdir. sanki sadece avrupa'dakiler insandırlar, geri kalan yerlerdekiler insan değillerdir, hayvan gibidirler. bizim yaptığımız filmleri izleyen zavallı insanlar hep hayatımıza özenirler..."

    mesela böyle şeyler iran filmlerinde yoktur. iran filmlerinde daha çok insaniyet, acizlik, yaşam mücadelesi, geçim sıkıntıları ön plandadır.

    türklerin yaptıkları diziler, filmler ise bir türlü avrupalı olamayan ancak biz ezik değiliz, biz de avrupa daki insanlar gibiyiz diyen filmlerdir.
    bu nedenle türkler avrupa, modernlik deyince akıllarına gelen şeyleri bol bol empoze ederler. avrupa, modernlik deyince akıllara ahlaksızlık, serbestlik, dinsizlik, modernlik ve zenginlik gibi şeyler gelir. ne kadar ahlaksız dizi yapılırsa o kadar avrupa'ya yakın ve modern hissederlermiş gibi sanki... özellikle din ile bağlantıyı koparınca zaten direk modern avrupa insanı olduklarını düşünürler... alttan alttan da böyle olunmalı derler maalesef. dünyaya bakın, ahiret yok, buranın sefasını sürün, keyfini çıkarın, avrupalı gibi modern olun derler... ancak ezik olma psikolojisiyle avrupa'yı bile yanlış anlamışlardır...

    dikkat edersek avrupa ve amerika deccalizm etkisi altında kalmışlardır. ve deccalizme ait şeyleri empoze ederler...

    o nedenle izlediğimiz filmleri, dizileri iyi seçmeliyiz. ayrıca dizi ve filmlerin rabıta ile de alakası vardır, bununla ilgili bir tefekkür entrysi:
    (bkz: #94371436)

    not: bu entry de genelleme yapılmıştır. özellikle genel olarak ortaya çıkarttıkları ve çok tutan filmler, diziler ele alınmıştır.
  • beynimi seve seve yıkamaya götürdüğüm, annem-babam olsa -öğrettiklerini- bu kadar ciddiye almayacağım, alsam dahi kendime mantolayamayacağım, zaman zaman birbirimizden çoook uzaklarda görünüp, fakat zamanın herhangi bir hücresinde uzak olmamızın mümkünatının olmadığı daima içimde.
    yıllardır aşk yaşadığım sapığım, sapkınlığım, toksik'im, panzehrim, sado'm, mazo'm, kahrım, sabrım.
  • kerem topuz yönetmenliğinde çekilmiş başlarda amatör birkaç arkadaşın zaman geçirmek için takıldığını düşündüğünüz fakat sonra ciddi ciddi bir film olduğunu gördüğünüz film.

    --- spoiler ---

    film, yönetmenin konuşmasıyla başlıyor. aslında her şeyi gözünüze soka soka başlatıyor. film çekicem diyor ve hakikaten de çekmeye başlıyor. silik bir tip olan ev arkadaşına bildiğimiz yurt şakaları yaparken olm bu film böyle gider mi diyorsunuz ki filmi film yapan diğer oyuncu eve giriyor.

    eve giren izzet karakteri evdeki ezik tipin eski arkadaşı ve tam bir mahalle bitirimi. rolünü o kadar gerçekçi oynuyor ki ulan bu adam hakikaten gerçek mi diye bazen sorma ihtiyacında bulunuyorsunuz yanınızdakine. alt mahallelerde büyüdüyseniz çocukluğunuzda fantastik karı kız , dövme yıkma hikayeleri anlatan bu tipi çok rahat tanırsınız. bildiğiniz sokak jargonuyla konuşan abidir bu. içkisi hapı eksik olmaz. sürekli lan olum adam edicem sizi tavrından vazgeçmez. arada tokatlar ama sever. yalnız babacan olan abilerden değil de onlara özenen koftilerdendir.

    izzet, rakı sofrasında döktürür. hikayelerini sıralar. ortamı ele geçirir. yönetmen zaten çok konuşmaz, arada eşlik eder. nuri ise (evin sessizi) yancı misali takılır sofrada. sonra muhabbet uzar ve klasik geceye akalım izzet abiniz size karı kız bulsuna gelir sohbet.

    sokaklarda çekilen sahneler harikadır. filmi sıkılırsam bırakırım havasında izlersiniz ama bir türlü bırakamazsınız. tempoyu sürekli yüksek tutar.

    filmin sonu ise en beğenmediğim kısım oldu. tüm karakterlerin (kaçırılan kadın hariç) ölmesi ve öldüren kişinin filmin eziği olması en başta tahmin edilen bir unsurdu. başka bir son, filmin underground havasına daha çok yakışırdı. insanı rahatsız eden kıvama gelmişken çıtayı daha da yükseltip seyirciyi o ağız ekşiliğinde koltuktan kaldırsa harika olabilirdi.

    --- spoiler ---
  • elestirmenleri ikiye ayiran.
hesabın var mı? giriş yap