• kendi kaleminden tam olarak şöyle birisidir.

    "(...) film festivalleri oldukça korkutucu geliyor bana. ne kadar da az film izlemiş olduğum gerçeğini yüzüme çarpıyorlar. buna 'kütüphane korkusu' adını takıyorum; "daha okumam gereken ne kadar çok şey var" yakarışlarıyla dolu bir karabasan. ruh halimi ancak bu tanım paklar. tam bir yönetmenin filmografisini bitirdiğimi düşünürken, insafsız festival karşıma o yönetmenin daha önce duymadığım bir filmini çıkarıyor. cassavetes'leri tamamlayayım derken, godard'lara, fassbinder'lere yetişemiyorum... neyse ki izlenmemiş fassbinder'ler sözgelimi izlenmemiş kubrick'ler kadar utanç verici değil; ikincisini çoktan silip süpürmem gerekiyordu, ilkinin zaten daha çok yolu var. "aa, o filmi izlememiş olamazsın'lardan kaçıyorum ve eski kuşak bir sinema yazarının ağzından çıkacak bir "o filmi ben de izlemedim bugüne kadar"ın peşine düşüyorum. biraz olsun rahatlamak için. şimdi bir de, sinema tarihinin karanlıkta kalmış hazineleri mevzusu var; klasikleri geçtim, zamanında hak ettiği ilgiyi görmemiş, çok az kişi tarafından izlenmiş bu filmleri de görmem gerekiyor. eski türk sinemasına ilgimi ayakta tutmam lazım. küçükken televizyonda izlediğim melodramları, izlenmiş sayma huyumdan vazgeçmeliyim. yeniden yapımların orijinallerini de görmeliyim. orijinalleri yeniden yapımlarından daha çok sevebilmeli, usta kalemler gibi "onun orijinali daha iyiydi" diyebilmenin hazzını bir noktada ben de yaşamalıyım. klasiklere kendimi çok da kaptırmamak, dünya sinemasının yeni örneklerini kaçırmamalıyım. b-tipi filmlere sırt çevirmemeliyim, bakarsınız "ya o film çok iyidir aslında" fırsatı çıkar karşıma. 300 yıl sonra sinema yazarlığı yapacak gençlerin hallerinin çok daha beter olacağını düşünerek kendimi avutmamalıyım. (...) "şu yeni nesil de sinema tarihine ne kadar ilgisiz!" masasından hemen uzaklaşmalıyım. yaşlandığımda böyle laflar edersem, arkadaşlarıma beni vurmaları gerektiğini tembih etmeliyim. mezar taşıma "fassbinder'leri bitirmeye çalışırken can verdi. türk sinemasını ihmal etti." yazılmalı. çocukken gördüğü filmlerle ilgili ahkam kesti. ortaokulda görüp bayıldığı, bir sinema dergisinden edindiği posterini odasının duvarına astığı forrest gump'ı, hocaları "amerikan rüyasını övmek"le eleştirdi diye, sonradan bir daha izlememesine rağmen, o da kıyasıya eleştirdi. aynı ülkeden yakın zamanlı üç benzer film görür görmez "yeni dalga" yaftasını yapıştırdı. halkın sevgisini kazanan filmleri, halkın sevgisini kazandıkları için hor görüp; kimsenin izlemediği filmleri, kimse izlemediği için göklere çıkardı. sonra utanmadan, üç beş kişiyi daha bu filmleri görmeleri gerektiği konusunda ikna etti ve bu suretle gişe canavarlarının daha fazla gişe yapmasına engel oldu. inland empire'ı anlamaya çalışırken yakalandı. birkaç filme farklı bir bakış açısından yaklaştığı tespit edildi. kapanış jeneriği bitmeden salondan çıkmayarak, kitabını okumadığı edebiyat uyarlamalarını izlemeyerek gösteriş yaptığı iddia edildi. yabancı filmlerin türkçe dublajlı hallerini izlemeyi doğru bulmadığı için kendisini entellikle suçlayan arkadaşına, zorla türk filmlerinin almanca dublajlı versiyonlarını izleterek eziyet ettiği öğrenildi. babam ve oğlum'u övdüğünde bayağılıkla ("herkesin ağladığı filmde o da ağladı" dendi), yumurtayı övdüğünde seçkincilikle suçlandı. kitaplarda postmodernizmle birlikte yüksek kültürle aşağı kültür arasındaki sınırların bulanıklaştığını okumasına rağmen, türkiye'de bu konuda herhangi bir bulanıklaşma göremedi. entel-popüler tartışmalarının bitmek bilmediği, filmlerin hep bu tartışmaya meze olduğu bir ülkede yaşadı. ne zaman popüler bir filmi sevmese, sırf popüler olduğu için sevmediği söyleniyor, radikal bir beğeni anlayışına sahip olmakla suçlanıyordu. bir filmin iyi ya da kötü olmasından çok filmin kendisiyle, ne anlattığıyla, nasıl anlattığıyla ilgilenmek istiyor, ama kafasını bir türlü bu yönde düşünecek biçimde toparlayamıyordu. hiç sevilmeyen filmleri bilhassa överek ayrıksı bir eleştirmen kimliği edinip sivrilmeye çalıştığı söyleniyordu. müziği için çok para harcanan bir filmin yapımcılarının para harcama konusundaki ustalıklarının değerini bilemedi. konuyu kim vurduya getirdi. "türkiye'yi kötü gösteren" filmleri, eleştirel ve muhalif nitelikleri için övdü. sinemayla turizmin farklı şeyler olduğunu iddia etti."

    altyazı sinema dergisi
    nisan 2008 sayı:72
  • altyazi'nin kasim 2005 sayisinda senem aytac'la birlikte yaptigi lars von trier soylesinde trier'in biraz afallamasina neden olan sinema yazari/elestirmen/editor.. trier'in yanitlari son derece ilginc.. "bunlar zor sorular..." , "hayir, bunu daha once dusunmemistim* ama siz bunlari soyleyince ben de farkina vardim." gibi yanitlar vermistir trier..
  • yahu ayiptir, bir insani annesi babasi uzerinden olcmek ve firat bey’in yazisini boyle bir beklenti uzerinden elestirmek cok yanlis. bu adam belki yillar boyu baba figuru ile sorun yasadi, belki de hic yasamadi. babasinin golgesi uzerinden onu ezmeye calismak cok acimasizca. ne kadar dusuncesiz entryler giriyorsunuz bazen.

    kaldi ki kendisi alaninda son derece yetkin bir kalem. sinema cevresi de bunu bilir, hatta bu yuzden festivallerde kendisini juri yaparlar.

    yillardir takip ederim twitter’da, bos yaptigina da hic sahit olmadim. elestirileri ve tespitleri hep yerinde. hatta bazen cogumuzun gormedigi yerlerden yaptigi nokta atislari -genelde sosyolojik tespitler- farkindalik kazandirmistir bana.

    muhaliftir, kent savunucusudur, iyi bir sinefildir, iyi bir sinema yazaridir, bence iyi de fotograflar ceker. naziktir, kiymetli biridir.

    insanlara bu kadar kolay haksizlik yapmayin.
  • son gelistirdigim teoriye gore kendisi dogu yucel'in degil yildiray basturkun kardesidir. *
  • sinema zevkimle hep uyumlu bulduğum yazılarını çok yaşayası altyazıda her ay okuduğum; filmlerde takıldıkları, koyduğu noktalar ve daha da çok üç noktalara bayıldığım; filmlerle birlikte onların olumlu olumsuz eleştirilerini ve en önemlisi kendini de eleştirmeyi hiç ihmal etmeyen, ince düşünen biri; iyi ki var biri benim için.
  • aynı zamanda besteci yönü de olan genel yayın yönetmeni*
    (bkz: bipolar)
  • ayrica forvettir kendisi. sahanın sag acik mevkisini tercih eder ve butun mac top onune gelince alir topu kaleye iner ve acayip sert sut cekip topu auta atar.

    "terlemisim demek ki yorulmusum" vecizesini ise lise 2 de bir mac sonrasi soyleyerek futbol hayatina son vermistir.
  • mart 2010 tarihli altyazı dergisinde, shutter island ile ilgili yazdığı makale, okuduğum en kaliteli film eleştirisi.
  • internette olsun, sinema dergileri ve gazetelerde olsun ağırlığını hissettirmeye başlayan genç sinema yazarları kuşağının en çok gelecek vaadeden, hali hazırda da en yetkin temsilcisi. engin ertan, yeşim tabak(ki ruh ikizim olduğuna inanmak istediğim kadındır kendisi) gibilerle aynı kuşaktan sayarsak kendisini bile böyledir bu. sanırım en önemli becerisi bir filmi çok farklı katmanlardan incelemesi ve bunları yazdığında her düzeydeki okuyucuya "hmm, gerçekten öyle yahu" dedirtebilmesi, ki bir eleştirmenin sahip olabileceği hasletlerin en büyüğüdür belki de bu.
  • maillereme cevap vermeyen- en son eternal sunshine uzerine bir seyler yazip yollamistim-, övgü gökçe'nin 'uyku sonra' filminin müziğini yapan, okul'da gitaristlerden biri olan, dogu yucel'in kardesi.. kendisiyle tanisilasi biri (bkz: insallah günün birinde tanisicam)
hesabın var mı? giriş yap