• flört dönemi her türlü angaryaya en açık olduğumuz dönem. evlenme niyeti ve vaadi olmasa da, erkeğin kadına aile babası rolündekini başarısını, kadının erkeğe ev hanımı potansiyeli hakkında ilk intibaı vermeye kastığı stajerlik dönemi gibi bir şey. zaten sözlükte de aratın stajer (stajyer?) asistan angaryaları gibi örnekleri bulacaksınız. özetle bu örnekten de anlaşılacağı üzere en güzel angarya, karşılıksız iş ve emek olduğu kadar, karşılığı verilecek olsa bile mahiyetinin ne olacağı belirsiz bir takım umut ve hayaller sırası ve sayesinde de yaptırılan angaryadır.

    hayatımda bu tip flört dönemlerinde en az iki kere ev taşıdım, nereden baksan 200-300 kilometre yol gittim, toplamda 20-30 saat hiç bir alakam olmayan yerlerde bekledim, bir düzine kadar hiç bir şekilde muhatap olmamam gereken adamla 'böyle' (elimle iç içe geçmiş kanca hareketi yapıyorum) oldum. ne oldu sonuç? sıfır.

    yani o flörtlerden beklentim, flörtlerin sevgilimleşmesiydi, olmadı. koliyi taşıdığım, yatağı, şilteyi sırtlandığımla kaldım. terli terli 'ne önemi var canım?' derkenki sahte babacanlık ifadelerinden öte yüzüme bir ifade konduramadı bu işler. o kadar kolisini, kaya gibi sofasını, masasını taşıdığım bir kişiden de ne bir hayır duası aldım, ne başka bir şey.

    bunu niye yazıyorum? şundan. bir kaç vakit evvel bir kızlan tanıştım. öyle 'maksatlı' tanışma da değil, normal tanıştım. kız sürekli beni arıyor, ne yapıyon, ne ediyon. dedim, 'vay yazış'. sonra bugün öğlen saatlerinde aradı, dedi ki 'otis ev taşınacak.'. yaaa. işte o an böyle bir sevindim anlatamam. iyi ki flörtleşmemişim. flörtleşeydim yine taşıyacaktım koli koli, bali bali, koli baliyi. ya çok yorgunum hastayım, bir yetiştirmem gereken iş var dedim, oturdum bu entry'i yazdım. şimdi buradan bana eşyasını taşıtmış olan diğer iki kıza sesleniyorum: sağa sola eşgalimi mi dağıttınız ulan? otis bıraktı artık o işleri. kendini zor taşıyor. yallah.
  • buna kişisel olmayan bir örnek de verebileceğimi fark ettim:

    bizim bi arkadaş, böyle internetten tanıştığı bir kızla konuşurken kız buna: 'ya evin boyanması lazım' diye atmış oltayı. bu da zokaaaa diye giymiş metin özülkü işçi tulumunu, atlamış gitmiş kızın evine. bütün gece mala vurmuş, ama bildiğiniz mala. duvarlara vurmuş, fayanslara vurmş. pasta cila, slikon, kaloriferin havasının alımı derken evin her işini buna yaptırmışlar. gerçek hikaye bu.

    bunun dışında kadınlar da angarya'dan muaf değil. en bilinen örneği de, benim de sıklıkla başvurduğum,

    ''ya çok acıktım, bu saatte açık yer nerede bulacam, biri olsa da yemek yapsa'' çirkinliğidir.

    hamarat olduğunu ispat etmeye çalışan kadının börek yapıp gelmesi ile nihayetlenen bu aktiviteler ise ancak duruma göre angaryaya girer. çünkü erkek tarafı karşılığını vermeye çalışır. elinden geleni yapar. tabakta bırakmaz. öyle yetiştirilmişiz, ne yapalım. bunu da bulamayan varlar ile, arkandan ağlarlar ile.
  • karsi tarafin kisisel ilgi alanlarini fazlasiyla benimseyip, "bak ne cok ortak yonumuz var" mesaji vermek var bir de. en baba angarya bu bence. hayatinda bir kere sergi gezmemis insan, ekpresyonizm sevdalisi oldugunu soyluyor. oburu gidiyor jazz'a merak sardim son zamanlarda diyor, evine gidip baksan kuschel rock 11'e rastlarsin en fazla. hepsi bildigin angarya ama karsi tarafi etkileyeceksin ya aklin sira...

    tiyatroya gittim ben de mesela bir kere. keske kizi etkilemek icin oyun hakkinda mal mal yorum yapacagima, ya ben bir bok anlamiyorum tiyatrodan ama seni gorunce kalbim yerinden cikacak gibi oluyor deseydim. belki baska bir herifin kollarina gitmezdi o zaman. hayir,simdi tiyatrodan nefret etmezdim lan en azindan.
  • yapılması, karşındakinin beklentilerini daha da yükseklere çıkaracak angaryalardır. ilişki bir heyecan ise, bu heyecanı taze tutup ilişkiye evirmek için vereceğin ödünlerdir bir bakıma. ilk özel gününde ona 11 adet gül almışsan, bir sonraki sefer orkide almalısın. aynı iltifatları yapamazsın. daha yaratıcı, daha spesifik, daha ince olmalısın. ilk başta ne yaptıysan onları büyütmelisin. nankördür ilişki! ''vefa'' kelimesinin telaffuz bile edilemeyeceği, istenemeyeceği, beklenemeyeceği tek kurumdur. uğraşırsın, didinirsin, maddi-manevi her şeyinden bir şeyler verir, katarsın. gün gelip de bu yaptıklarının hep fazlası istenince, 11 tane gül artık ona heyecan vermeyince kendini geri çekersin. ''benim yapabileceğim bu kadar'' dersin.

    bütün yaptıklarının karşılığında sana; ''çok değiştin'', ''bu yaşadığımız ne ise heyecanını yitirdi'', ''bir süre ayrı kalıp kendimizi dinlememize ne dersin?'', ''kafam çok karışık'' gibi meşhur bahanelerden bir aranjman ile gelinir. anlarsın ki yapabileceğin yenilikler bu kadar. işte bu saatten sonra ne yaptıysan sana angarya gelir.

    zaman geçer; başka bir yerde, başkasının aldığı 11 tane gül e heyecanlanırken görürsün onu. fakat sen de başkalarına aynı şeyleri yapıyorsundur o esnada. ondan sonra hayatına aldığın 2. 6. 17. 25. 32. kişilere yaptığın gibi. hepsi giderken senden bir şeyler götürmüştür, örselemiştir seni ama buna aldırmazsın bile. hep yeni olmak zorundasın, her yeni olana; yepyeni, gıcır gıcır olmak zorundasın. sonunu düşünürsen, ''bu da diğerleri gibi olacak ne de olsa'' dersen sonunda kaybedeceğini bilirsin çünkü. denersin... denersin... denersin...

    yaptıklarının angarya olduğuna emin olsan da, bir güzel kadının hayatındaki bir döneminin haz nesnesi olduğunu idrak etsen de. tazeliğini yitirdiğin an sen de bitersin. artık öyle bir kaşarlanmışsındır ki, sonunda olacakları adın gibi bilsen de sırf bundan zevk almak için yapıyor hale gelirsin. ve 30 u devirdikten sonra nurtopu gibi bir hayat felsefen daha olur;

    tüketilen benim kime ne ki?
  • bi dolu lafın arkasını eşeliyceksin de.. sen de bi dolu laf edeceksin içi cilve dolu..
    bir arayacaksın da, sonrasında üç kere engelleyeceksin kendini elin gidince telefona..
    kıskandırmaya çalışacak kıskanmayacaksın, misilleme yapacaksın da çaktırmayacaksın..
    aklındaki son şeymiş gibi davranırken aklındaki ilk şey olduğunu anlatacaksın..
    "gel" diyecek gitmeyeceksin, "gel" demeden yanına getirmeyi bileceksin..
    sabredecek ama arayı uzatmayacaksın.. ara uzarsa panik olmayacaksın..
    soğuk savaş gibi olacak ama ne soğuk olacak ne de savaş çıkacak..
    bir "son"a bağlanmasını bekleyeceksin ama beklemeyeceksin..

    eşeğin ölmeyecek de yaz gelecek..
  • en büyük angarya çok konuşup boş konuşmak aslında. otur defalarca buluş, gez toz konuş konuş konuş... sonuç: ne öğrendin? ne anlattın kardeşim? anladın mı senden hoşlanıyor mu? yok anlamadın. sordun mu? yok sormadın. merak ettiğin neyi öğrendin? hiçbirşeyi. aferin sana, ne yaptın o kadar buluşmada peki? şekil* yaptın. bir aferin daha sana o zaman.

    oltalı cümleler, üstü kapalı cevaplar... yorucu. gerek yok.
  • "sabah caldirip beni uyandirir misin" sorusu uzerine horoz olunmadigi acikca ifade edilmelidir, beyefendinin kendi kendine kalkmasi lazim geldigi netlestirilmelidir, yoksa flort donemi angaryalarindan birini daha sirtlamis oluruz.
  • gelen anlamsız ve ısrarcı mesajlarla muhattap olmayı zorunlu kılan angaryalardır.

    gelen mesaj: aşkım eve dönüoz bis
    yollananmak istenen: iyi de bana ne aq her detayı bilmem mi lazım lan hayatında her detayı
    yollanan: tamam

    20 dakka sonra
    gelen mesaj: aşkım?
    yollanmak istenen: yine ne var aq yine ne var
    yollanan: efendim :)

    5 dakka sonra
    gelen mesaj: napıyosun?
    yollanmak istenen: ebenin bilmem neyini aq yeter bi rahat vermedin
    yollanan: ekşideyim :)

    flört öncesi gayet cool takılan kızların flört döneminde bu tarz mesajlarla gelmeleri üzüyor insanı. 2 gün önce just know that ı love you diyen kız, flört döneminde aşkhaaaaaaam yavşaklığına girmediğinde daha güzel bir yer olacak dünya.
  • liseliler bilmez. çağrı atmak vardı. her çağrı "aklımdasın" anlamı taşır, arka arkaya atılan çağrı "seni seviyorum" demekti. sabahlara kadar uyumadığımı bilirim. ertesi gün kavga ederdik. vay efendim neden az çağrı attın, neden karşılık vermiyosun sevgime filan. ne fakirlikmiş be.
  • hanfendi sürekli olarak msnden fotograflar ve mp3 ler göndermeye başlar. şarkıları sevseniz de sevmeseniz de kabul edip "ayy çok güzel" demek mecburiyetinde kalırsınız. fotograflar da öyle böyle değildir, hepsi 4-5 mb lik bmpler, hepsi tosun gibi fotolar, yememiş yedirmiş, içmemiş içirmiş bildiğin..
hesabın var mı? giriş yap