• beni çarpabilen, senelerce etkisi altına alabilmiş, gözlerimi doldurmuş, ruhumu bunaltmış tek kitaptır. konteksti anlamaya başlayınca bünyemde oluşan stres, ışığı yırtarak gelen o karanlık, tarif edebileyeceğim bir karanlık değil. kitap, tam da korkularımı, hayata dair korkularımı ele aldığı noktada ve ele alış şekliyle beni kendisine bağlamıştı bundan seneler önce.

    bu hayata dair herşeyi görmüş, herşeyi hissedebilen, tüm duyuları sağlıklı, tüm güzellikleri görebilmiş, tadabilmiş bir insan düşünün. sonra o insanın tüm bu güzelliklerden yavaş yavaş mahrum kalacağının farkında olduğunu düşünün. bunun bende yarattığı korkuyu, ürpertiyi anlatamam. ölümden daha kötü, elindeki güzelliklerin yavaş yavaş yitip gitmesini seyretmek. bu tıpkı tek taraflı sevmek gibi. tek taraflı aşk. bir zamanlar sana iyi gelen, senle mutlu olabilen birinin zaman sonra yavaş yavaş senden uzaklaştığını, soğuduğunu düşünün. kısa sürmüş bir güzellik, çabuk solmuş bir heyecan...

    charlie'nin düşük iq ile çevresine dair duyarsızlığından öte gelen mutluluğu , yüksek iq ile çevresinden yadırganmasından ötürü yaşadığı mutsuzluğu, düşük iq ile çocukça sevmesi, yüksek iq ile hissederek, ihtirasla sevmesi; charlie'nin yaşayabileceği herşeyi yaşamış olması adeta bir kıskançlık unsuru haline geliyor.

    çünkü evet insan zeka geriliğinden, birtakım hastalıklardan ötürü çocuksu sevgiyi, saflığı, mutluluğu da tatmalı (yalnızca böyle hissettiren hastalıklar), muhakeme gücü, entelektüel seviyesi, dahilik aracılığıyla nesnenin ardını görüp anlamanın ve hissetmenin verdiği mutluluğu da tatmalı.

    charlie hayatı bu denli uç noktalarda yaşayabilmiş bir karakter. bu noktada oldukça kıskanılası. ancak zekaya, entelektüeliteye, bilmeye, anlamaya olan yaklaşımımdaki keskinlik ve katilik, bunları kaybedeceğime dair korkum; hikayedeki zeka gerileme/ilerleme sürecinde satırlar ile içimde büyüyor.

    insanın sonradan kör olduğunu, o kadar güzelliği görmüş bir insanın bir anda sonsuz karanlığa büründüğünü düşünün. ben bunu kaldıramam, asla. en büyük korkumdur kör olmak. işte bu körlük gibi de muhakeme gücümün, mantığımın, zekamın, aklımın körleşmesi de en büyük kabusumdur, ölümün bir adım gerisidir. ve charlie evet, bunu tatmış bir karakterdir. ve bu yine aşkın tek taraflı olması gibidir. sevdiğin kadını ya da erkeği birgün kaybedecek olma, birgün tüm bu aşka karşı körleşme korkusu. duyguların, duyuların körleşmesi...ya da çok sevdiğin herhangi bir soyutun körleşmesi korkusu.

    hayatım boyunca korkularımı, zevklerimi, hislerimi bu denli başarılı anlatabilmiş eserlerden en önemlisi budur derim kesinlikle.

    peki ya algernon? peki ya onun dünyası? onun yaşadığı değişim? bunu ise asla bilemeyeceğiz. buyrun, bilinmeyenin verdiği korku, acı, keder.

    muazzam kitap. muazzam bakış açısı.

    not: kitabın son yüz sayfasını metal church - lovers and madmen parçasıyla birlikte okumuştum.
  • psikopat hikaye, daniel keyes saheseri. ozellikle charlie'nin dusuk iq'luyken farketmedigi asagilamalari farketmeye baslamasi ve iki ucta da yalniz kalmasi etkileyicidir. bir de algernon diye bir fare vardir, yine ayni operasyonu gecirmistir, fekat dogal olarak ne kadar zeki oldugu olculememektedir. sonradan hayvancagiz olur, ve charlie onun mezarina cicek birakir. nedeni ise kendi olunce de milletin de kendi mezarina cicek birakmasini istemesidir. iste kendini algernon ile ozdeslestirmesi burda doruga cikar. hikayenin sonlarinda iq'su yine dustugunde cocuksu mutluluguna kavusmasi da carpicidir zannimca. ayrica iki uc demekle gercekten uc noktalari kastediyorum, 68 iqdan 204 iq pointe cikis ve sonra geri inis. bilmem anlatabildim mi.
  • allah başucumuzdan ayırmasın.

    "6 nisan algernonu tepeledim! tesci burt söyliyene kadar onu yandimmi bilmiyodum bile. sonra 2 inci kere kaybettim çünkü öyle heycandımki bitirmeden düştüm sandalyeden. ama galiba onu 8 defa daha yendim. algernon gibi akıllı bi fareyi yendiyime göre akıllanıyo olmalıyım. ama kendimi daha akıllı hisetmiyorum. algernonla biraz daha yarışmak istedim ama burt bugünlük bukadar yeter dedi. onu bidakka elime almama izin verdiler. okadar kötü diil. bi pamuk yumak gibi yumşak. göz kıpıyor ve gözünü açtı zaman siyah ve kenarları pembe.

    ona yiycek verebilirmiyim dedim çünkü onu yenmekten kötü hisettim ve nazik olmak ve arkadaş olmak istiyorum. burt hayır dedi algernon özel bi fare benim gibi oparasyonla bukadar uzun akıllı kalan hayvanlardan birincisi. algernon öyle akıllıki dedi yiycek için hergün bitest çözmek zorunda. sanki bi kapıda algernon yemek için her gidişinde deyişen bi kilit gibi yiyceyini almak için yeni bişey örenmek zorunda. bu beni üzdü çünkü yeni bişey örenmezse aç kalır.

    bence yemek için bi test geçmek zorunda kalmak doğru diil. dr nemur yemek istedi zaman bi test geçmek zorunda olsa hoşuna gidermi. algernonla arkadaş olcaamızı düşünüyorum."

    amin.
  • yazılalı 50 yıl geçtiği halde türkçeye çevrilmeyen, çevirisine başlayıp, bitirmeme birkaç sayfa kala ve yayınevleriyle görüşmeye başladığım sırada da, bugün kitapçıda türkçesini gördüğüm daniel keyes romanı.

    daniel keyes, 2000 yılında yayımlanan "algernon, charlie and i" adlı otobiyografik kitabında, romandaki karakterlerin yaratılış sürecini, öykü konusunun ilk aklına gelişini, okulun "yavaş öğrenenler bölümünde" hocayken bir öğrencinin yanına gelip "mr. keyes, i want to be smart" deyince oluşan kıvılcımları, öykünün ilk müsveddelerini, 1999 yılında princeton üniversitesi moleküler biyoloji bölümününden dr. joe z. tsien 'ın bir farenin zekasını artırmasıyla sonuçlanan deneyi üzerine yaşadıklarını anlatıyor. (türkçeye çevrilmesi için benim çeviriye başlayıp son sayfalara gelmem gerekmez umarım).

    http://www.princeton.edu/…m#scientists%20are%20able
  • okuduğum en güzel romanlar için bir liste yapsam ilk üçte yeri kesinlikle baki kalır bu kitabın.
    dili, konusu, akıcılığı... bilmiyorum her birini en iyi şekilde becerebilen kaç roman vardır.

    öylesine okutmuyor kitap kendini. hep bir şeyler de söylüyor aslında ama o kadar gizli yapıyor ki bunu, görmek istemeyen için didaktik bir nitelik taşımıyor mesela. roman bittiğinde, karakterler uçmuyor bir de insanın zihninden. sanki bir yerlerde hayatlarına devam ediyorlar gibi. holden caulfield'dan sonra tanıdığım en muazzam karakter charlie gordon. mükemmel olamayışıyla özellikle.

    --- spoiler ---

    "i had reached a new level, and anger and suspicion were my first reaction to the world around me."

    mesela bu cümleyle ilgili çok düşündüm ben. yeni geldiği bu seviyenin operasyondan önceki haliyle olan farkının öfke ve şüpheyle ortaya çıkıyor oluşu çok ama çok yerinde bir tespit değil mi ya. sanki insan masumiyetinin önündeki iki engeli çıkarıp koymuş gibi keyes.

    “i don’t know what’s worse: to not know what you are and be happy, or to become what you’ve always wanted to be, and feel alone.”

    mutluluk ve zeka arasındaki negatif korelasyona değinmeden olmaz tabi ama sanki kitap "gördün mü bak, zeka seviyen yükseldikçe mutsuz oldun, arkadaşların azaldı, yalnızlaştın"la birlikte daha farklı şeyler söylemek istiyor. mesela insanların kendilerinden daha az akıllı olduğuna inandıkları insanlara olan tavırlarının daha yumuşak olduğunu. yani charlie'nin de gelişme evresinde insanlara olan tahammülünün azaldığını gözlemlemek mümkün; özellikle gözünde dahi olarak büyüttüğü akademisyenlerin aslında kendi gibi insanlar olduğunu anladığı evrede, onları kabullenememesi ve yetersiz bulması bence en net gözlemlenebildiği yer. fakat etrafındaki insanların charlie'ye olan tahammüllerinin azalmasını nedense çok daha önemli görüyorum. üstelik kendini beğenmiş tavırlarının olduğunu her ne kadar kabullensem de buna ait kesin emareler görmememe rağmen.

    kitabın altı çizilecek çok fazla cümlesi vardı ama nedense kendime en yakın hissettiğim paragraf çok etkiledi beni. bu kadın bu söylediklerinden şikayetçiydi, bense yanında böyle hissettiğim adamlara aşık oluyorum:

    "next to you i am rather dull-witted. nowadays every time we see each other, after i leave you i go home with the miserable feeling that i'm slow and dense about everything. i review things i've said, and come up with all the bright and witty things i should have said, and ı feel like kicking myself be-cause i didn't mention them when we were together."

    "that's a common experience."

    "i find myself wanting to impress you in a way i never thought about doing before, but being with you has un-dermined my self-confidence. i question my motives now, about everything i do."

    ve hıçkıra hıçkıra ağlamayan var mıdır bilmiyorum

    "ps. please tel prof nemur not to be such a grouch when pepul laff at him and he woud have more frends. its easy to have frends if you let pepul laff at you. im going to have lots of frends where i go."

    --- spoiler ---
  • bitirince oturup hickira hickira agladigim tek kitap.... evet tek.
  • insanin bogazinda bir dugum, gozunde bir damla yas ve dudaklarinda buruk bir gulumsemeyle okudugu kitaplardandir.
  • türkçeye çevrilmişi okunduğunda orijinal dilinde alınan hazzı malesef vermeyen kitap..

    dipnot: 'algernon' charlie'nin en büyük rakibi / en iyi arkadaşı olan kobayın ismidir..
  • önbilgi: entry'nin ilk kısmı bu kitapla alakalı değil. genel olarak bilimkurguyla alakalı ve sayısalcılara söylenmeli. fakat iki kısım arasındaki bağlantı düşündüğümden de fazla çıktı, iyi bağladım bence.

    *
    bilimkurgu edebiyatının ortası pek olmuyor, ya gereksiz birtakım teknoloji pornoları ya da zihninizde yeni katmanlar yaratan efsane insanlık çözümlemeleri buluyorsunuz. ilk kısımdakileri çöp haline getiren şey çok açık: meseleyi yalnızca "doğa bilimi" olarak düşünüp, sosyal bilimlerin farkında dahi olmamak. gerçi sosyal bilimlerin farkında olmamak fazla genel bir sorun. biz buna kendi aramızda "sayısalcı düzlüğü" deyip geçiyoruz.

    e iyi de kardeşim, senin ürettiğin bilimin teknolojinin insana ve bunun üzerinden topluma bir yansıması olmayacak mı? interneti ilk keşfettiğin zaman bunun en yaygın kullanım amacının "tuvalet kağıdı tüketimini artırmak" olacağıyla ilgili hiçbir şey düşünmedin çünkü böyle bir düşünme kanalı yoktu zihninde. ama hayat öyle bir şey değil. bilim ilerler, diyelim ki bir zaman makinesi yaparsın, adamın biri kalkar "ben isa'nın vaftizini görmek istiyorum" diye o zamana gider ve olaylar gelişir.... (bkz: behold the man)

    yani diyorum ki, kat edilen her bilimsel gelişim ve ulaşılan her yeni teknoloji, insana yeni bir yaşam deneyimi verir ve sosyal hayat o deneyimle yeniden kurgulanır. mars'a yerleşen insanın "eee şimdi peki burada, bütün koşullar yeryüzünden farklıyken, neyin günah olup olmadığına nasıl karar vereceğiz?" sorusu bir sosyal bilim konusudur. ray bradbury de burada "ya mars’ta bizim düşünemeyeceğimiz beş yeni duyu, organ, görünmez uzuv varsa? beş tane yeni günah olmaz mı?" diye sorup günah kavramını tartışmaya açar, o esnada meriç üniversitesi klavye teknikerliği uzatmalı son sınıf öğrencileri twitter'da sözelci taşlamaktadır.

    tövbe estağfurullah ya... yani şimdi burada altered carbon'dan (elbette roman olanından) falan da bahsetmek lazım da neyse.

    *
    kitapla ilgili kısma gelelim.

    *
    kitaptaki pozitif bilim kurgusu, insanın zekasının ameliyatla artırılmasından ibaret. sosyal bilimlerin alanına giren kısmı ise çok daha fazla:

    - insanı değerli kılan nedir?
    - insanı değerli kılan, sosyal hayattaki konumu mudur?
    - bu konum neye göre belirlenir?
    - birinin patronundan para çalması mesela, onu değersiz yapar mı?
    - hayatımızdaki insanları biz neye göre konumlarız?
    - aile, insanın hayatında tartışılmaz bir değer midir?
    - bir insandaki yapısal sorunlara nasıl yaklaşmak gerekir, tamamen kabullenip kendi haline bırakmak mı yoksa bunu reddedip ona sorunsuz biri gibi davranmak mı daha iyi bir fikirdir?
    - yukarıdaki soruya vereceğimiz cevap, insana ilişkin algımızla birebir alakalıdır. biz insana ne olarak bakarız, bizim için insan kendi yolunu nasıl bulacağı bizi ilgilendirmeyen biri midir yoksa ona müdahale etme hakkımız var mıdır? belki de ortasını mı bulmak gerekir?
    - eğer müdahale hakkımızın olduğunu düşünüyorsak bunun sınırını nasıl çizeriz?
    - insan yedisinde neyse yetmişinde gerçekten öyle midir?
    - bir insanın iyi veya kötü olup olmadığına karar vermek için, onun kendisinden aşağıdakilere nasıl davrandığına bakmak yeterli midir?
    - bu davranışın fiziksel şiddet veya dalga geçmek olarak görünmesi, bu konudaki fikrimizi etkiler mi?

    daha gider bu. ve fakat bir de şu soru var ki, işte daniel keyes'in efsane bilimkurgucular arasında olmasının benim için sebebidir:

    - 200'e yaklaşan iq seviyesi, kişinin duygusal yeteneklerinin ve mekanik olmayan hakikatlere ilişkin algısının da yüksekliğinin göstergesi midir?

    ilk kısma dönersek,

    sosyal bilimlerden bağımsız gelişen bir doğa bilimi algısı, bize nasıl bir dünya kurar ve bunu gerçekten ister miyiz?

    *
    şimdi artık sözelci mi gömersiniz kumda mı oynarsınız, sizin bileceğiniz iş.
  • bir daniel keyes romani.
    charlie adindaki zeka ozurlu cocugun bir arastirma icin kobay olarak kullanilip bir dahiye donusturulmesini ve daha sonra kullanilan ilaclarin geri tepmesi sonucu tekrar eski haline donmesini anlatir.
hesabın var mı? giriş yap