• bir zaman harbiye mezunu jandarma subayları tuzla piyade okulu kursunu müteakip komando temel kursu için buraya (eski foça'ya) gelirlerdi.

    jandarmacılıkta ben komando olmayacağım diye bir şey demenin imkanı yok. meslekte de komando kursunu tamamlayamamış bitirememiş falan olana kesinlikle iyi gözle bakılmıyordu. çok da nadir çıkardı öyle biri. çıkarsa da subay eşlerine kadar herkes o kişiyi komando olamayışıyla tanırdı. "hı o mu, şu kursu bitirmeyen" falan derlerdi.

    eğitimi kolaydı zordu şuydu buydu falan hiç girmeyeceğim, onlar sübjektif şeyler. ama hakkında söyleceğim iki şeyi var.

    ilki arazisi,

    burada harbiye mezunu genç teğmen kursa gelir katılım yapar. o gün birkaç arkadaşı daha onun arkasından gelip katılırlar. komando temel eğitimini o iki celp dönemi arasında harbiyeli subaylar aldığından küfür bağırtı çağırtı şafak sayma evi özleme olmadan yapılan herkesin motive ve amaca yönelik olduğu bir tür fitness kampı havası vardır. ertesi sabah kahvaltıdan sonra bir komando üsteğmen eğitmen sıfatıyla bu katılan teğmenleri toplar, malzemeliğe götürür. ekipman ip karabina makara ot bok alınırken sıra komando botlarına gelir. bizim bu teğmen "benim botum var" diye malzemeliğin o standını komple es geçmeye çalışır. eğitmen üsteğmen bunu görüp teğmeni geri çağırır. sorar:

    - sen niye bot almadın?
    - benim kışlık botum var komutanım, daha yeni almıştım.
    - sen beni dinle bir değil iki çift al.
    - ama..
    - al ulan!

    sonra teğmenin kendi "yeni" botları kursun daha yarısına gelmeden yarılmış gitmiş, bu aldığı iki yeni çift botun birinci çifti de kursu çıkaramadan ön taraflardan delinmiş parçalanmıştır. teğmen son kalan üçüncü çift botlarıyla anca mezun olup brövesini takar. yani arazinin bazı yerlerinde taşları kayaları jilet gibidir. hele ki rapel inerken, gece intikal ederken teçhizatlı tüfekli ağırlığı ile botun yanlarını kayaya çarptıkça değil meşin bot, titanik olsa yarılır giderdi.

    ikincisi eğitimin kendisi,

    şimdi kursa katılım yapan teğmenlerin hepsi zaten aşırı fittir. alayı kuleliden beri her sabah spor yapmakta, üstüne harbiyede savaş beden eğitimiyle falan yoğrulduklarından, tuzlada iki yürüdüklerinden dünyada görülebilecek her fiziksel zorluğu gördükleri kanısındadırlar. ne çıkılacak dağdan ne geçilecek çölden korkarlar. foça zaten sivilden gelmiş düz erlerin de mezun olabildiği bir yer olduğundan genç subaylar pek rahatsız değildir*. sonra spor kıyafetlerle ayakkabılarla alınan içtimadan sonra eğitmen ütğm açık anfi dersanenin arkasında bir yerlere işaret eder böyle tığ gibi ipince bir genç çocuk hoplaya zıplaya koşarak gelir tekmil verir içtimaya dahil olur. bu genç diyorum, gerçekten genç daha 17-18 yaşlarında. astsubay çavuşmuş. ama vücut yapısını böyle nasıl anlatsam bilemedim, böyle fallout oyunlarında "small frame" dedikleri kompakt bir insan tipi vardır ya kaslı değil kapı gibi değil ama 1.65 fitness öğretmeni gibi bir şey.

    üsteğmen kağıdı imzalarken gruba hiç bakmadan şöyle der :

    "evet arkadaşlar hafif başlayacağız, kondüsyonu biraz artıralım, nefes açalım, evet rahat, hazırol, sola dön. rahat. istikamet! şu tepe! *yeni gelen sırım gibi oğlanı göstererek* ------> bu arkadaştan da sakın kopmayın <----- marş!

    o "arkadaş" istikameti alınca güm diye basıp toprak yolda koşmaya başlar. grup da jogging gibi bir başlangıç ısınma falan umut etmişken astsubay çavuşun hızlı temposuna yetişmek için direkt pergelleri açarak koşmaya başlarlar. aradan 3 dakika geçtikten sonra bakarlar ki herifte hiçbir yavaşlama emaresi yok, dağı resmen koşarak çıkıyor. grupta ilk akıl karışıklıkları belirmeye başlar.

    ama o da nasıl tay gibi koşuyor. lan bir dur, nefes al. çocuğun tek olayı meğer böyle koşmakmış. onun arkasından nal toplayan teğmenler astsubayın arkasından küfürler kıyametler "yavaş git dur lan şerrrrrefsiz" diye yaygaralar koparırken çocuk da hiç oralı olmaz koşmaya devam eder.

    kurs eğitmenleri aynı yollardan çok geçtiğinden grubun kendine güvenini böyle hemen ilk gün bitirirler. kursiyerler de bu yenilgi yüzünden ilk günden işi ciddiye almaya başlarlar. nihayetinde biz harbiyeliyiz harbiye harbiye harbiye diye kasıla kasıla gerilen adamlardır bunlar. birden ortaya çıkan "dağa astsb çavuşun temposunda çıkamayan harbiyeliler" sıfatı onlar için yenilir yutulur bir lokma değildir. tabi sonra adaptasyon süreci başlar. kursun yarısına gelmeden o kondüsyona ulaşırlar. ama o astsb çavuş olmasaydı kendine güvenlerini bırakıp öğrenme sürecine adapte olup ulaşmaları çok daha uzun sürerdi.

    daha sonra eski foçadan çıkıp izmir karayolundan yeni foçaya dönüp tam tur atılan bir o kadar küfürlü kıyametli bir de travers mevzusu vardı ki başka entrye kalsın.
  • topragina bastigim, havasini soludugum ilk dakikalarda asik olmustum foca'ya... yillar gecti ama benim askim hic bitmedi. denizi olmayan bir yerde yasayan sanssiz bir insan olarak, denizi oldum olasi ozlerim. artik denizi focayla birlikte ozluyorum... bisikletle saatlerce tur atmak, gunesin batisini seyretmek, kitap okumak ve huzur bulmak icin en elverisli yerlerden biri. focaya gittigimin ikinci gunu kendimi emlakcilarda satilik eski rum evlerinin fiyatlarini sorarken bulmam butun bu nedenlerden dolayi sasirtici olmasa gerek. eviniz yoksa ya da kalacak baskaca bir yeriniz, ara sokaklardan birinde bulunan amfora otelde kalmaniz siddetle tavsiye edilir... foca'da bir karatas oldugu soylencesi var. her kim ki foca'ya gider ve o karatas'a basarsa, foca'dan bir daha kopamazmis. ben, o karatas'a basanlardanim.
  • eski foça ve yeni foça ayrımı yoktur, foça sadece eski foça dan ibarettir, yeni olanın ne olduğu bilinmemektedir, ve süpeeeer bir deniz ve ortamı vardır
  • homeros un odysseia destanında tanrılara denk odyseus un uzun ve çileli serüvenlerinin bir durağı da siren kayalıklarıdır. efsaneye göre bu kayalıklarda yaşayan sirenler in sesleri oradan geçen gemicileri büyüler ve bu sesi duyanlar ölünceye kadar oraya bağlanırlar. odyseus gemisiyle bu kayalıkların arasından geçmek üzereyken, büyücü kirke nin sirenler hakkındaki uyarısını hatırlar. sirenlerin büyülü çağrılarına kapılmamak için kendisini geminin direğine sıkıca bağlatır, ağzını tıkatıp tayfalarının kulaklarını da balmumuyla kapattırır. böylece siren kayalıklarından çıkan sesleri sadece kendisi duyacak, sonsuza kadar bu körfezde kalmak için tayfalarına emir vermek isteyecek fakat ağzı tıkalı olduğu için başaramayacaktır. siren kayalıklarından çıkan sesler rüzgarın uğultusuna ve dalgaların coşkusuna karışarak, körfezin kıyısına vururken odyseus un gemisi bu büyülü dünyanın içinden süzülerek geçer gider. belki de odyssea da sözü edilen sirenlerin yaşamış olduğu kayalıklar, bugün foça da orak adasını nın batı yüzünde yer alan kayalıklar idi.
    gerçektende körfezdeki foka benzeyen adacıklarda bugün bile foklar yaşamaktadır. öte yandan phokaia isminin bir başka kaynağını heredot ta buluyoruz. yunanistan ın dor istilasına uğramasıyla phokos* önderliğinde kentleşerek ion birliğini kurarlar. bu kentlerden birinin adı da önderleri phokas a atfen phokaia* dır. şimdi hemeros tan günümüze koca bir tarih, mitoloji ve kültür phokaia isminde ve hala siren kayalıklarında bulunan foklarda yaşamaktadır.
    m.ö. ix. yüzyılda dor istilası ile yunanistan dan batı anadolu ya gelen 12 ion kentinden biri de phokaia dır. heredot a göre kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en güzel iklimde kurdular. bu antik topraklarda kendilerinden önce gelen kymelilerin izniyle yerleşim bölgesi sağlayan ionlar, phokaia halkının ilk toplumunu oluşturdular. önce büyükdeniz ve küçükdeniz arasındaki akropol e yerleşen phokaialılar hellenistik ve roma dönemlerinde daha geniş alanlara yayıldılar. arkeolojik bulgular bu yörenin ilk toplumunun m.ö. xi. yüzyılda yaşayan aeoliler olduğunu kanıtladı.

    phokaialıların büyük gövdeli yük gemileri yerine yüksek hızlara ulaşabilen 50 kürekçili ve 500 yolcu taşıyabilen tekneleri vardı. phokaialıların hızlı gemileri atlantik kıyısındaki gümüş madenleri ile ünlü, zengin tartessos kentine kadar uzandı. tartessos un yıllardır saltanat süren yaşlı kralı onları çok sevdi. perslerin gittikçe güçlendiklerini öğrendiği için, kentlerini surlarla çevirsinler diye phokaialara para verdi. kralın yardımıyla phokaia, 18 – 20 metre yüksekliğinde surlarla çevrildi. tanrı poseidon ve tanrıça artemis in koruyuculuğunda akdeniz in sularına açılan phokaia gemileri bir çok kıymetli madeni bir limandan diğerine taşıdılar.
    phokaialılar ticaretin yanı sıra geniş bir kültürel yayılma da gösterdiler. phokaia da diriliğin ve erken uyanışın sembolü olan horoz figürü tahta yontularak gemilerin baş taraflarına topraktan heykelcik olarak da halk meclislerinde, tapınaklarda ve agora da yer aldı. kutsal bir simge olarak kabul edilip korundu. fransızların ulusal sembolü olan gal horozu nun phokaialılar tarafından fransa kıyılarına getirildiğine dair bir görüş de vardır. marsilya nın eski liman girişinde bu görüşü doğrulayan şöyle bir yazı okunur: oturduğunuz bu şehir m.ö. 600 yılında phokaia dan gelen denizciler tarafından kurulmuştur ve uygarlıkları buradan yayılmıştır.

    akhileus un zırhı adına düzenlenen ve tahta at yapılmasını içeren küçük ilyada adlı eser phokaialı thestorides e yakıştırılır. bir görüşe göre de homeros thestorides e phokaia da bu konu da ilham vermiştir. bir phokaia kolonisi olan elea, ileride zenon ve parenides gibi iki büyük filozofu düşünce dünyasına kazandıracaktır. phokaia elektron adı verilen altın ve gümüş alaşımından yapılmış dönemin piyasasında oldukça kıymetli olan paraları ile de ünlüydü. phokaialıların yazıyı fransa kıyılarına götürdüğü ve akdeniz sahillerine zeytinciliği yaydığı da foça da 1913 yılında kazı yapan felix sartius tarafından bildirildi. ayrıca phokaia nın mor renkli boyası da çok sözü edilen bir üründür.
    antik bir geleneğe uyarak delphi deki kahine başvuran phokaialılar kahinin artemis in koruyuculuğunda denize açılabileceklerini müjdelemesi üzerine gemilerinin kutsal ateşini birbirine çok uzak bulunan kıyı kentlerine taşıdılar.o dönemlerde denizcilikteki ustalıkları ile ün salan phokaialılar karadeniz den batı akdeniz e hatta mısır a kadar geniş bir bölge içinde yayılarak en çok koloni kuran hellen kentlerden biri oldular.
    m.ö. 6. yüzyılın ilk yarısında tarih açısından en önemli olay pers egemenliğinin yayılmasıydı. anadolu kentleri birer birer kyros dareios un karşısında yenik düşüyordu. milattan önce 546 yılında pers komutanlarından harpagos phokaia kentini kuşattı. bu da phokaia nın bugüne kadar yaşadığı altın çağının sona erişi oldu. phokaialılar teslim olmaktansa gemilerine değerli eşyalarını yükleyerek sakız adasına doğru yola çıktılar. giderken de köle olmaktansa yurtlarını kaybetmeyi göze alarak asla phokaia ya dönmeme yemini ettiler. daha sonra vatan hasretine dayanamayıp dönenler çıkmışsa da diğer bir kısım phokaialılar korsika ya ulaşarak buradan kısa zamanda akdeniz ticaretini ele geçirerek bir kolonizayson hareketi başlattılar. phokaialılar ın yayılması etrüsk kartacalıları rahatsız etti. aralarında çıkan savaşta phokaialıların donanması yok edildi. ülkelerinde kalan phokaialılar ise pers hakimiyetine karşı kurulan 12 ion kentinden oluşan ion donanmasına katıldılar. 350 parçalık donanmaya 3 parça gemiyle katılmalarına rağmen donanma komutanlığına phokaialı dionysios seçildi. ionyalı komutanlar m.ö. 494 yılında lade adasında toplanarak savaş meclisini kurdular. dionysios un mecliste bıçak sırtı üzerindeyiz, ya özgür ya da köle olacağız diye başlayan konuşması güçlü bir başlangıç olduysa da kara savaşçılarının deniz disiplinine yatkın olmamaları ion birliğini yıprattı. pers donanması büyük bir yenilgi aldı. ion kentleri pers hakimiyetine girerken phokaia da savaş sonrası vahşetten payını aldı.

    m.ö. 479 yılında yunan kentlerinin bağımsızlığı ve anadolu da bulunan tüm ion kentlerinin perslere bırakılması kararlaştırıldı. m.ö. 478 – 477 yıllarında phokaia atinanın perslere karşı kurduğu attika delos deniz birliğine üye oldu. birliğe ödedikleri vergilerin atinalı yöneticiler tarafından atinanın refahı ve savunması için harcandığını görünce m.ö. 412 yılında phokaia birlikten ayrıldı. phokaialılar bu dönemde de kültür ve sanattaki başarılarını sürdürdüler. hatta pers kralı darius zamanın ünlü heykel traşların dan biri olan phokaialı telephenes i kendi ülkelerinde de yeni yeni eserler yaratması için beraberinde delphi ye götürdü. m.ö. 334 yılında büyük iskender pers egemenliğini ortadan kaldırarak phokaia ve diğer kentlere özgürlüklerini verdi. böylece ön asya halklarının ve kültürlerinin kaynaşıp biçimlendiği bir tarih ve kültür dönemi açıldı.bu yeni dönem helenistik devir adını taşımaktadır. iskender in ölümünden sonra phokaia önce seleukosların daha sonra da bergama krallığının egemenliği altına girdi. m.ö. 133 yılında bergama nın son kralı attolos bir vasiyetname ile ülke yönetimini romalılara bıraktı. kent erken hristiyanlık döneminde bir piskoposluk merkezi oldu.

    m.s. 395 yılında roma imparatorluğu nun ikiye bölünmesi ile phokaia doğu roma imparatorluğuna bağlandı. daha sonra bizans imparatorluğu dönemine gelindiğinde phokaia surları yıkıntı haline gelmişti. bizans phokaia yı düşün hediyesi olarak cenevizlilere verdi. cenevizliler phokaiayı alınca onararak yanına bir dış kale inşa edip yeni foça yı kurdular. cenevizliler bundan sonra sırasıyla saruhanlılar a ve osmanlılara vergi ödeyerek phokaia yı bir süre daha ellerinde tuttular.

    m.s. 1455 yılında fatih sultan mehmet phokaia yı alarak osmanlı imparatorluğuna kattı. surlarını tamir ederek, kendi adıyla anılan bir cami inşa ettirdi. piri reis kitab-ı bahriyesinde eski foça limanı nın yüz parça gemiyi alabilecek kadar büyük olduğundan gemilerin kale önüne kadar ulaşabileceklerinden söz eder ve foça limanından övgü ile bahseder.
    1867 yılında her iki foça birleştirilerek foça merkez kabul edildi ve manisa eyaletine bağlandı. kanuni sultan süleyman döneminde ise bir üs olarak kullanılıp zamanın en büyük boğaz kesenlerinden biri inşa edildi.
    daha sonra 1919 yılında yunan göçmenlerin yerleşmesiyle, kısa bir dönem yunanlıların hakimiyeti altına giren foça, 11 eylül 1922 tarihinde kurtuluş savaşı sırasında türkiye toprakları arasına katıldı. bugün ise foça izmir il sınırları içinde bulunmaktadır.
    copy paste değil alınteri
  • genç yaşlarda sevgiliyle gidilecek 3-4 gün tatil yapılacak...orta yaşlarda yazlık ev alınacak...yaşlılıkta yaz-kış kalınacak hastası olunan yer.
  • çok iyimser insanları var. 2 kişi ile konuştum 2'si de izmir-istanbul otoyolu ile aradaki mesafeyi 2.5 saatte alacaklarına, o otoyol sayesinde buranın gelişeceğine inanmışlar. birisine abi köprü geçişi 35 dolar kim neyine güvenerek geçecek diyecek oldum adam oranın meşhur vucut geliştiricisi, dünya rekoru bulunan birisi olduğu çıkınca, diğerine de abi 1 saatte gebze'ye varamıyorsun ne 2.5 ndan bahsediyorsun diyecektim, o da peşinden "yav bu gezi olayları almanya havalanı açılmasın diye yaptırmış" diyince onunda beyin ölümü gerçekleşmiş olduğunu karar verip tartışmaya girmedim. neyinden acaba bu iyimserlik, bu umutluluk anlamadım gitti.
  • biz burada geç bir akşam vakti sahilde yürürken, atını denizde süren(?) bir amca gördük. başka kimse yoktu. deniz kıyısında değil, atın gövdesinin yarısına gelecek seviyede denizdeydiler. ağır roman ile emir kusturica filmleri arası gidip geldim o an... kurgu olsa foça'da olmaz. o denli absürd!
  • foçanın olayı keyif verecek kadar güzel, keko çekmeyecek kadat vasat olmasıdır.
    herkes askeriyeden dem vurur ama foçanın foça olmasını sağlayan askeriyedir.

    kendi halinde biri iseniz foça candır.
  • prof. bilge umar phokaia'nın luwi/luvi dilindeki sulak yer anlamına gelen pauwake'den gelebileceğini öne sürüyormuş. ismi foklara bağlayanlar çoğunlukta.

    phokislilerin ve phokaililerin zamanın ilerisindeki tekne/gemi yapım teknolojileri sayesinde kolonileşme ve yeni yerleşimler kurmada üstün uzun bir dönem geçirdiklerini öğrendim. tekneleri 50 kürekli ve büyük nüfus taşıyor (500'e kadar), hızlı, manevra yeteneği yüksekmiş. bunun meyvelerinden bazısı tarihi kırım yerleşimi, ayrıca marsilya kentinin (eski adıyla massalia) kurulması, dolayısıyla fransa'nın bağcılık ve şarapçılığına katkıları. duyduğum yalan bilgi değilse bordeaux şaraplarının daha doğrusu üzümlerinin kökeni foça dağları ve ovalarıymış. kurdukları koloniler arasında amisos (samsun), lampsakos (lapseki), midilli adası'ndaki methymna (molyvos), elea (italya'daki velia), korsika'da alalia var. onların ürettiği para ilk para değil ama zamanında çok geçerli olan doğal altın - gümüş karışımı sikke elektronmuş. yeni foça'yı ilk kuranlar cenevizliler* olmuş.

    foça'nın kent surları zamanında toplam 8 km.yi buluyormuş ve dönemi için en uzun savunma duvarlarından biriymiş. şimdi onarımdan geçmiş olan merkez surlar beş kapılar veya beş kapılar kalesi olarak tanınıyormuş. herodotos bu kent surlarından söz ediyormuş, o yüzden "herodot duvarı" da denilirmiş. bu duvarları tarihte pers komutanı harpagos aşmıştı, ve önemli bir kuşatma ve duvar/hisar aşma tekniği bulmuştu.

    foça temelde tanrıça athena'ya tapılan ve tapınağı bulunan bir yerleşim. daha eskidense vahşi hayvanları ve doğayı temsil eden bereket tanrıçası kybele/kibele'ye tapınılıyormuş.

    foça yamaçlarında bazılarının kalıntısı görülen yel değirmenleri foça'nın geç dönem uzmanlıkları olan değirmen taşı üretimini ve anadolu'nun ihracat limanı olan foça'nın aynı zamanda içeriden gelen tahılı öğütüp sevk etme kapasitesini işaret ediyor. 20 yüzyıl başında foça'da en az 20 yel değirmeni bulunuyormuş. 12'sinin yeri bulunmuş. foça'nın bir uzmanlığı daha. buradaki midye kabuklarından, eskiden kalma yöntemlerle kral/royal renklerden olan imparatorluk moru elde edilir osmanlı istanbul'una gönderilirmiş. artık unutulmuş olan bu sanatı deneysel olarak günümüz foçalıları denemiş ve uzun uğraşlarla birazcık mor boya elde edebilmişler.

    siren kayalıkları foça'nın karşısındaki adalardan biri. volkanik tozların suyla buluşmasından ortaya çıkmış. sirenler kuş gövdeli (kuş kafalı diyesim geliyordu), büyük kanatlı, kadın yüzlü yaratıklar. güzel yüzleri ve etkileyici sesleri var. gemicileri çılgına çevirirler. gemileri parçalanan gemiciler sirenlere yem olur. büyücü kirke odysseus'u siren kayalıklarından geçmemesi için uyarır, odysseus onu dinlemez, kendini gemisinin direklerine sıkı sıkıya bağlatır, tayfalarının kulaklarını balmumuyla tıkatır, sesleri tek duyan olarak tabii çılgına döner, ama tayfa onun duralım, kalalım emrini duyamaz, olağan tempolarıyla kayalıklardan süzülür geçerler.

    foça'da akdeniz fokunu koruma projesi yürümektedir. fotokapanlarla bireylerin tanımlanması ve izlemi sürdürülmekte.

    anadolu'da perslere ait tek anıt mezar halkın "taş kule" dediği yapı olup, bağarası - foça arasındaki yol üstündeymiş. dikdörtgen planlı piramidal çatılı, kaya oyulmasıyla oluşturulmuş.

    çapkınoğlu konağı kozbeyli* köyünde restore edilmiş eski bir rum meyhanesiymiş. zamanında felekten gece çalmaya gelinen, üç rum garson/konsomatris/sermaye kız çalıştırılan, türkçe ve rumca izmir şarkıları çalınan, konukların geceleyebildiği bir mekanmış. köy ise esas saruhanoğulları beyliği zamanında kurulmuş bir türk köyü, içinde rum mahallesi var.

    osmanlı imparatorluğu, zamanında kara anadolusunda ne kadar çıkıntı hırsız, katil, sapık vs varsa bunları ege adalarına sürmüş. sonra devran dönüp türkiye yunanistan mübadelesi olunca adalardan hep bunların çocukları, torunları foça'ya gelmiş. laf aramızda, bu yüzden foça'nın delisi de meşhurmuş artık. foça'da çok deli nüfusumuz varmış (ayrıca zeka gerileri olmalı). [öte yandan ensest nedeniyle delisi ve sakatı fazla diye duyduğum başlıca yerler van, bartın, çanakkale.]

    nüfus mübadelesinde foça'ya en çok midilli ve girit başta ege adalarından ve kavala'dan insan gelmiş. foça'da bol kavala kurabiyesi bulursunuz. yunanistan'da ise gidenler galiba nea phokaia'yı kurmuşlar. gidenler yanlarında sanatlarını da götürmüşler, gelenler ağırlıkla balıkçılar. o bakımdan foça 60-70 yıl duraklamış; tarım, bağcılık ve şarapçılık (ör. dahadur'un anlattığı foça karası) yeniden canlandırmaya çalışılıyor.

    (bkz: phokis/@ibisile)
    (bkz: phokaia)
    (bkz: foçalılar)
    (bkz: ayolis)
    (bkz: fok), akdeniz foku/@ibisile
    (bkz: gediz deltası/@ibisile)
    (bkz: ali stair), alistair grimason
    (bkz: siren/@ibisile), sirenler/@ibisile
    (bkz: özlem ve yaz foça dörtlükleri)
    (bkz: foça karası/@dahadur)
  • söylencede geçen karataşa basmakla kalmayıp tutup götüme sokmuşum sanki. o derce çağırıyor şerefsiz. ha taşımı getir diyor da olabilir.
hesabın var mı? giriş yap