• susan sontag'ın on photography isimli eserinin türkçeye çevirisinin adı.
  • platon'un mağarasında
    fotoğraflardan bakılınca, puslu görünen amerika
    melankoli nesneleri
    görüşteki kahramanlık
    fotoğrafın getirdiği müjdeler
    görüntü dünyası
    fotoğrafla ilgili özlü sözler (w.b:nin anısına)
    kısımları bulunan susan sontag kitabı.

    "insanlık, çağlar öncesine dayanan alışkanlığıyla hala gerçeğin basit görüntüleriyle ayalanarak, akıl almaz bir şekilde platonlun mağarasında oturmaya devam ediyor." diye başlıyor.
    "fotoğraflar, bize yeni bir görsel şifre öğretmek suretiyle, bakılmaya değer olan şeyler ile kendimizde onları gözlemleme hakkını bulduğumuz şeylere ilişkin görüşlerimizi değiştirip genişletiyorlar."
    "fotoğraf toplamak, dünyayı biriktirmektir: filmler ve televizyon programları duvarları ve ekranları aydınlatır,
    onlara yansıyan ışıkları titreştirir ve sonra da kaybolup giderler; oysa, durağan fotoğraflarda rastladığımız görüntü, aynı zamanda oldukça hafif, ucuza üretilen ve kolayca taşınıp biriktirilerek saklanabilen bir nesnedir."
    "bir şeyin fotoğrafını çekmek, fotoğraflanmış olan o şeyi ele geçirmektir."
  • --- spoiler ---

    ''gerçekliğin doğrulanma ve tecrübe edilme ihtiyacının fotoğraflarla pekiştirilmesi, artık herkesin alışkanlık edindiği bir estetik tüketimciliktir. sanayi toplumları, yurttaşlarını görüntü-cankilerine çevirir; kaldı ki bu, zihinsel kirlenmenin en karşı konmaz şeklidir. güzelliğe, yüzeyin altındakileri deşmeye son vermeye, dünyanın bedeninin kefaretinin ödenip yüceltilmesine. duyulan müşfik özlemler -erotik duyguların parçası olan bu öğelerin hepsi, fotoğraf çekerken duyduğumuz hazla doğrulanır ve pekiştirilir. ne var ki aynı süreçte başka, daha az özgürleştirici duyguların ifade edildiğine de tanık oluruz. insanların içinde güçlü bir fotoğraf çekme dürtüsü bulunduğunu, tecrübeyi bir görme biçimine çevirme arzusu duyduklarını söylemek yanlış olmaz. son kertede, bir tecrübe edinmek, onun fotoğrafını çekmekle aynı şey haline gelir; kamusal bir olay içinde yer almak da giderek onun fotoğrafı çekilmiş görüntüsüne bakmakla eşitlemeye başlar. on dokuzuncu yüzyıl estetlerinden en mantıklısı olan mallarme, dünyadaki her şeyin bir kitapta sona ermek için ortaya çıktığını söylemişti. günümüzdeyse her şey bir fotoğrafta sona ermek için vardır. ''
    --- spoiler ---
  • amatör olarak fotoğrafla ilgilenen biri olarak ufkumu genişleten bir kitap oldu. kıyısından köşesinden fotoğrafa bulaşmış herkesin okuması ve üzerine düşünmesi gereken ilk 10 kitaba dahil olabilir. susan sontag'ın fotoğraf üzerine kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç cümleyi buraya bırakmak istiyorum.

    - fotoğraf biriktirmek dünyayı biriktirmektir.
    - bir şeyi fotoğraflamak ona sahip olmak demektir.
    - zaman fotoğrafların çoğunu, hatta en amatörce olanlarını bile eninde sonunda sanat düzeyine çıkarıyor.
    - fotoğraf makinesinin sözüm ona normal insanları anormal görünecek biçimde yakalama gücü vardır.
    - izlendiklerini bilmedikleri zaman insanların yüzlerinde var olan, ancak izlendiklerini bildiklerinde asla görülmeyen bir şey vardır.
    - ucube fotoğrafçısı olarak bilinen diane arbus fotoğraf hakkında şöyle demiştir. "fotoğraf istediğim yere gitmek ve istediğim şeyi yapmak için bir izin belgesiydi."
    -fotoğraf makinesi herkesi başka insanların, sonunda da kendi gerçekliğinin içinde bir turist haline gelir.
    - bir kitabı okuma süresi okuyucuya kalmışken, bir filmi izleme süresi filmi yapan kişi tarafından belirlenmiştir.
    -pek çok insan fotoğraf çekileceği zaman heyecanlanır: ancak bu heyecan ilkel insanlarda olduğu gibi saldırıya uğrama korkusundan değil, fotoğraf makinesi tarafından beğenilmeme korkusundan kaynaklanır.
    - bir şeyin fotoğrafını çekene kadar, onu gerçekten görmüş olduğumuzu iddia edemeyiz.
    - amerikalı fotoğraf sanatçısı man ray "resmini yapmak istemediğim şeyi fotoğraflar, fotoğraflayamadığım şeyin de resmini yaparım."
  • " sevdiğimiz kişiye bakarken takındığımız araştırıcı, kaygılı ve titiz tavır; onun ertesi güne bir randevu verecek veya bu konudaki umutlarımızı yok edecek sözlerini beklememiz ve bu söz söylenene dek kah sıkıntı kah umutsuzlukla ya da her ikisiyle dolu hayal gücümüz; bütün bunlar, sevilen kişinin net bir görüntüsünü elde edebilmek amacıyla ona yönelik dikkatimizi aşırı ürkekleştirir. belki de bütün duyuları aynı anda harekete geçiren ve yalnız bakışlarla bu duyuların ardındakini anlamaya çalışan bu etkinlik, sevmediğimiz zaman genellikle hareketsiz kıldığımız canlı kişinin değişen hallerine, bütün hoşluklarına ve hareketlerine karşı aşırı hoşgörülüdür. buna karşılık, sevilen model hareket eder; ondan geriye kalan her zaman için iyi çıkmamış fotoğraflardır"
    ` : proust, çiçek açmış genç kzıların gölgesinde`
  • nesneyi gördüğünüzde yapıştırdığımız etiket, nesnenin kendisini oldukça güzel bir şekilde tanımlayabilir. ancak bu yapıştırdığımız etiketi tanımlama süreci geldiğinde kurbağa gibi kalıp gökyüzüne bakarız kimi zaman. işte bu zamanlarda yardımımıza koşan bir kaç kelime vardır; bunlardan biri fotograf ikincisi ise kitch'dir. bu iki kelimeyi yapıştırır ve gökyüzüne rahatça bakabiliriz. tanımlamış olmanın verdiği muazzam rahatlık artık ensenizdedir. zaten bu aralar hep ensede bitiyor herşey.

    fotoğraf makinesi elinizde dolaşırken dünyadaki her görüntü sanki sizin ve yeni aldığınız fotoğraf makinesi için vardır. bu tıpkı yeni sevgili yapmış bir genç oğlan gibidir. ( bknz : sevgili yapmak) sevgiliyi koluna takan bu arkadaşımız her dükkanı her kafeyi kendisi için uygun olanlar ve olmayanlar olarak ayırabileceği gibi fotoğraf makinesiyle dolaşan insanımız da kendisi için uygun olan yerler ve olmayan yerler diye ayırabilir. tabi bunu bir hastalık olarak da görebilirsiniz, ki galiba hastalık tanımı daha uygundur. elinde çekiç olan adamın her yeri çakılacak bir çivi gibi görmesi gibidir. tedavi olmayı reddeder elinde fotoğraf makinesi oldukça.

    insan sevmeye başladığı zaman, yaşamaya da başlar. ancak yaşadığı sevgiyle birlikte ise o zaman yaşamın anlamı sevginin ortasından geçip gider. tabi bu anlattıklarımız tamamen sevgiyi kelime olarak adlandırdığımızda ortaya çıkan bir hastalık gibidir. hekim apollon'un yeminini hatırlarsak eğer ve tıp'ı bir sanat olarak görürsek durumu daha karmaşık hale getirip sonuç kısmında bu karmaşıklığı gidermeden modern yönetmenler gibi bitirebiliriz. asklepius, higiya, panacea üzerine ve bütün tanrı ve tanrıçaların huzurunda yemin ederim ki, hayatımın ve sanatımın saflığını koruyacağım. bu yemin oldukça güzel bir yemin, insan bu kelimeleri yan yana duyduğunda bile büyük bir güven sergileyebilir.

    diğer sanat disiplinlerinden biraz farklı olan fotoğraf ( bu tamamen kişisel bir düşüncedir, genel bir tanımlama olduğu yada doğru olduğu elbette tartışılabilir ve muhtemelen o tartışmanın sonucunda ben haksız olabilirim, ancak bu tanımlayı yaparken ki kesinliğimi değiştiremez.)

    konumuzun başına geri döner ve nesneye yapıştırılan etiket konusuna geri dönersek, ( hiç istemesemde normal bir yazıda sonuç kısmında giriş kısmına gönderme yapınca "vayy" diye bir beğeni cümlesi duyarız ya içimizden) bir "seni seviyorum" sözü oldukça sıradan klişe ve oldukça kitsch olabilir ancak bu etiket nesne ile birleşip beğendiğiniz birinden size karşı kullanıldığınızda tüm savunma mekanizmanız çöker ve birden "euh " gibi şeyler saçmalarsınız, tabi birden bir kararlılık gelipte "bende seni " de diyebilirsiniz ancak bu tamamen yenilginin belirtisidir. çünkü madem öyleydi niye daha önce sen söylemedin sorusu gelebilir. bunu fotoğrafla ilişkilendirmek gerekirse, bir fotoğraf çekmek yani düğmeye basmak bir yeri sevdiğinizi anlatabilir. fotoğrafını çektiğiniz nesneye veya mekana "seni seviyorum" ve bu görüntüyü yanıma almak istiyorum demenin bir yoludur. fakat o fotoğrafı bastırmanız "bende seni" kelimesini söyleyen insanın çaresizliğine tekamül edebilir.

    daha fazlasına şu adresten ( bknz : http://yaokursan.blogspot.com.tr/ ) ulaşabileceğiniz yazılar silsilesi.
  • une image vaut mille mots, yani bir fotoğraf bin kelimeye bedeldir.
  • fotoğraf toplamak, dünyayı biriktirmektir.

    filmler ve televizyon programları duvarları ve ekranları aydınlatır, onlara yansıyan ışıkları titreştirir ve sonra da kaybolup giderler; oysa, durağan fotoğraflarda rastladığımız görüntü, aynı zamanda oldukça hafif, ucuza üretilen ve kolayca taşınıp biriktirilerek saklanabilen bir nesnedir.

    gadard'ın les carabiniers'inde (jandarmalar, 1963) gördüğümüz iki miskin lümpen köylü, düşman saflarını diledikleri gibi yağmalayıp istedikleri kadınların ırzına geçebilecekleri, akıllarına estiği gibi önlerine çıkacak kişileri öldürebilecekleri ve savaştan zenginleşmiş olarak dönecekleri vaadiyle kral'ın ordusu'na katılmaya kandırılmış kişilerdir. gelgelelim, bu iki lümpen köylü michel ange ile ulysse'nin, yıllar sonra muzaffer bir havayla karılarının yanlarına döndüklerinde getirdikleri ganimet valizinde, tarihi anıtlara, alışveriş mağazaları'na, memeli hayvanlar'a, doğa harikaları'na, ulaşım vasıtaları' na, sanat eserleri'ne ve yeryüzünün dört bir tarafından toplanmış olup düzgünce tasnif edilmiş başka hazinelere ait olan yüzlerce kartpostaldan başka bir şey göremeyiz. gadard'ın gülünç hikayesi, fotoğrafik görüntünün (photographic image) çözülmesi güç büyüsünün canlı bir parodisidir. fotoğraflar belki de, bizim modern diye bildiğimiz çevreyi oluşturan ve koyultan bütün nesnelerin herhalde en esrarengiz olanlarıdır.

    fotoğraflar gerçekten de zaptedilmiş deneyimlerdir; fotoğraf makinesi ise, biriktirmeye meyilli bilincin ideal kolu.

    bir şeyin fotoğrafını çekmek, fotoğraflanmış olan o şeyi ele geçirmektir.

    (bkz: susan sontag)
  • “.. fotoğraf, ilk olarak duyarlığı baudelaire tarafından pek doğru biçimde çizilen orta sınıf aylağının bir uzantısı olarak kendini kişiliğini bulur. fotoğrafçı, kent cehennemini inceleyen, sezdirmeden ona yaklaşan, devriye gezen yalnız bir yayanın silahlanmış hali, kenti bir şehvetli aşırılılıklar sahnesi olarak keşfeden röntgenci gezgindir. seyretme zevklerinin ve başkalarının duygularını anlama ustası olan aylak, dünyayı “resim gibi” bulur.

    aylak, kentin resmi gerçekleriyle değil, onun karanlık ve biçimsiz köşeleriyle, ihmal edilmiş topluluklarıyla ilgilenir - tıpkı bir dedektifin bir suçluyu yakalaması gibi, fotoğrafçının kentsoylu yaşamının yalancı yüzünün altında “yakaladığı” resmi olmayan bir gerçekliktir bu.”
    susan sontag, fotoğraf üzerine
  • x objesinin yonlendigi herhangi n noktalarindan birini örnekleyen cumle
    - su(x) fotograf(n) uzerine dokuldu -
    - ahmet(x) fotograf(n) uzerine konusma yapti -
hesabın var mı? giriş yap