• vakit geçirmeden adını dört-dört-iki olarak deği$tirmesi gereken dergi. yoksa bayiden satın alması çok zor oluyor. sabah sabah yarım saatte kadar dergiyi (kapağında anelka var, adam gözlük takmı$...diye) anlatmama rağmen bayideki adamım beni anlamamakta ısrar etmesi üzerine satın alamadım. ben zaten bu bayi yüzünden hiç esquire okuyamadım...
  • memlekette çıkan ilk sayısı ingiliz edisyonunu çatlatacak* cinstendir. copyright'ı alınıp türkiye'de yayınlanan avrupa, amerika kaynaklı dergilerin arasında bunun kadar türkiye'li olan bir dergi yoktur. ingilizce edisyondan çeviri yapıp içeriye ara sıcak tadında iki türk futbolu haberi tıkıştırmak yerine yeniden kurmuşlar mutfağı. balık lokantasında köfte var mı diye soranlar elbette ki daha ilk sayıdan kapakta neden anelka neden bilmemne değil diye eleştiri getirirler. yavaş yavaş sindirmeli, tadını çıkartmalı. mutfağındaki ahçılar da bunlardır:
    (bkz: mansur foroutan)
    (bkz: mert aydın)
    (bkz: banu yelkovan)
    (bkz: fazıl ünverdi)
    (bkz: coşkun çelik)
    (bkz: ozan şişli)
  • mayıs sayısında stefan kuntz röportajı olan futbol dergisi.

    "beşiktaş taraftarı kuntz! kuntz! kuntz! diye bağırınca kendimden geçiyordum" demiş ve "galatasaray 2-1 kuntz" manşetini kendisi de unutamamış.
  • pek sevdiğim futbol dergisi. özellikle büyük takımlarda oynayan fakat yıldız gözüyle bakılmayan oyuncularla röportajlarını, büyük takımları toplu anlatan dosya-röportajlarını ve yer verdikleri enteresan olayları, cümleleri zevkle okuyorum.

    lakin birkaç eleştirim var, biri geçici; dünya kupası dosyasını aslında haklı olarak çok erken açtılar. brezilya'daki durumla, oyuncularla vs. ile ilgili bilgiler veriyorlar. bu başta güzeldi de, bir süre sonra enteresan gelmemeye başladı hatta biraz dünya kupasını gözümden düşürdü. yani çok erken havaya girip beklerken yorulmuş gibi hissettim tam olarak böyle olmasa da. daha iyi konular bulabilirlerdi. örneğin bir top ustasına ayırdıkları bölüm vardı geçtiğimiz aylarda, onu merakla okumuştum. dükkanın fotoğrafları vs. çok güzeldi. sürekli brezilyalı oyuncuların "evimizde oynayacağımız için çok heyecanlıyız. kupayı kazanmayı umuyoruz. takımımız çok iyi. scolari baba gibi..." vb. cümlelerini okumaktan sıkıldım.

    ikincisi ise pek türkiye'deki ekibin elinde olan bir şey değil; röportajların aynı tip yapılmasını sevmiyorum. aynı şablon ve hikaye ile... mesela son sayfada kendi 11'ini yapan futbolcular daha ilginç geliyor. en azından araya birkaç farklı röportaj koyabilirler. teknik konulara pek girmiyorlar, bu yayın politikasına hak verebiliyorum.

    son olarak, bu türkiye'deki ekibin elinde; "türkiye'deki genç oyuncular", "kimler avrupa'ya gidebilir" vb. dosyalardan da çok sıkıldım. sanki milli takıma 5 tane düzgün kadro kuracak durumdaymış türkiye de, oyuncu patlaması yaşanıyormuş gibi... zaten gençken iyi durumda olup kaybolan yetenekler tüm dünyada epeyce var, söz konusu türkiye olunca bu katlanıyor. yani orada "zaten" bildiğimiz oyuncular dışında biraz gereksiz bir okumaya girişiyoruz gibi geliyor.

    dergide son zamanlarda brezilya 2014 dünya kupası bölümüne başlayıp, sıkılıp atlıyorum, ödül verilen taraftar yanıtları için zaten yer çok dar, kapsamlı yanıt vermek mümkün değil o uzunlukta sorulara; o kısmı atlıyorum. sonlarda reklam benzeri, oyuncuların tavsiye verdikleri bölümler var, orada eğer bir uzman görüşü görmezsem kayda değer bir şey gözüme çarpmıyor.

    son sayıda yapılan arda turan röportajı harikaydı, erman özgür'ün yazıları hep öz, öğretici ve yine bu aya özgü "alt liglerde yaşanan eğlenceli olaylar" (başlığı hatırlamıyorum fakat anlatılan buydu) bölümünü okumaya başlarken zorlandım ancak çok beğendim (belki ilk yazı daha iyi seçilse daha çekici olabilirmiş). bu tip şeylere yer ayırabilirler.
  • eylül sayısyla birlikte size bir şifre vererek 2006-2014 arası -ki bu tüm sayıları demek- 100 sayılık arşivlerine bedava olarak ulaşabilmenizi sağlamakta. pdf formatlı sayıları ister indirip, ister direk olarak okuyabiliyoruz.
  • kiloyla laf ettikten sonra gidip almamamizin ayip olacagi dergi.. neyse efendim gidip aldik bu dergiyi (bkz: entryde hasan pulur ekolu). sayfalari cevirdikce ceviresimiz okudukca okuyasimiz geldi. 50 turk futbol adaminin icinde rambo okanin bulunup "ben iki adam bilirim hakim bey, bir ataturk digeri uche" demesi, futbol oyunu tanitirken "gidin pes alin" denmesi, bir uslup bir sahane konu yigini, ama herkesde ortak bir kani "mukemmel dergi fakat gelecek ay ne yazacaklar".. dergi o kadar güzel olmus ki sanki bütün futbol konularini bir ayda bitirmis gibiler.. ama sanirim bu bizim türk milleti olarak futbola bakisimizdaki sigliktan kaynaklaniyor.. yani hala takim edebiyatindan cikamamisiz "kapagina anelkayi aldigi icin antipatimi kazanan dergi" kimi isterdin tatlim peki? "kapagina yilmaz vurali koydugu icin sempatik buldugum dergi" der miydin acaba?
    her neyse bireysel atismayi kestikten sonra derginin her satiri ile her sekli ile sahane oldugunu itiraf etmeliyim.. ben ceviri odakli bir dergi olacagini dusunmustum ama dogru duzgun bir sey cevirmemisler (ismini bile cevirmemisler diip de sebeklik yaparim) umarim sahane olur devami, toplu olarak futbol dimagimiz gelisir..
  • futbolseverliği takım taraftarlığının üzerinde seyreden insanlar vardır. spiker veya yazar olmaları önemli değildir. tüm beklentileri, tahminleri sıfırlayan, popülaritesini sürprizlere açık olmasıyla sağlamış o sporun sevdalısıdırlar. işlerini sevmelerinin sebebidir bu sevda. güzel bir golü takdir ederler, kim atmış olursa olsun. art arda pas yapan bir takımın teknik direktörünü ve sistemini yüceltirler kökenine, kültürüne bakmadan. dedim ya severler futbolu. okay karacan böyle bir insandır. eurosport’tan maç takip etme zevkini izleyene aşılayan o isimsiz usta spiker de öyle biridir. ogan tarhan da, uğur meleke de... tuttukları takımı anlayamazsınız bile. bir de bunların antitezleri vardır. taraftarlık bağıyla bağlı oldukları takımın aldığı sonuçlar ve attığı goller dışında meydana gelen olaylar umurlarında değildir. kimisi bunları geçinmelerini sağlayan medya sektöründeki işlerine yansıtmamaya çalışırken kimisi de bu durumdan utanmaz, gurur bile duyarlar. örneğin dünyanın en önemli futbol organizasyonlarından birinin final maçında ortaya çıkacak mücadelenin, atılacak gollerin, futbolun izin verdiği sınırlar içerisinde gelişecek enstantanelerin heyecanına kendini kaptıramayacak kadar taraftar olan ziya şengül kendisini bir futbol yazarı olarak tanımlamasına rağmen “ben bugün maça duygusal yaklaşıyorum. çünkü liverpool maçı kazanırsa fenerbahçe’nin önümüzdeki sezon şampiyonlar ligi’ne katılabilmesi için ön eleme maçı oynaması gerekecek” demekte bir beis görmemişti. düşünsenize dünyanın en büyük futbol organizasyonunda finale gelinmiş, üstelik final istanbul’da. heyecan dorukta, futbol yazarı olarak bilinen birine mikrofon uzatılıyor ve bu futbol şölenini nasıl değerlendirdiği soruluyor. adamın cevabı ise hedefi avrupa şampiyonluğu olan bir takımın ön eleme oynamasından korktuğu için bir takımın kazanmasını daha çok istemesi oluyor. daha sempatik geldiği için değil. görece daha iyi bir sistemle, ya da daha cesur bir mücadeleyle oynadıkları için değil. fenerbahçe ön eleme oynamasın diye.

    şimdi bu absürd girizgahı niye yaptığımı anlatayım. four four two bir “futbolsever” dergisidir. dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, hangi takımı tutarsa tutsun futbolu sevenlerin, iyi futbolu, güzel golü takdir edenlerin dergisi. four four two tuttuğu takım gol yiyince göz yaşlarının çıkardığı şıp şıp seslerini izleyiciye duyuran melih şendil değildir. anti eyyam görünümü altındaki fanatik fatih altaylı hiç değildir. leicester city’li savage’ın orta sahada dolanıp pas verecek arkadaş aradığı sırada ani bir kararla topu rakip takımın kalesinin tavanına yollaması karşısında “işte bu!” diye bağıran okay karacandır fourfourtwo. bu yüzden four four two’nun türkiye baskısının yayımlanacağını duyduğumda beklentilerim doruktaydı. zira ülkemde futbol gazeteciliği ve futbol dergiciliğinin hali ortadaydı. tirajı en yüksek gazetelerden birinin spor servisi futbol yazarlarından değil de taraftarlardan oluştuğu için bir maç sonrasında manşetini yenilen takımı rencide edecek şekilde atmaktan çekinmiyordu. agresif fanatizmi körükleyen kalitesiz “spor gazeteleri” hak etmedikleri tirajlarla daha da büyüyorlardı. four four two bu çölde bir vaha olacaktı benim için. çünkü benzer umutlarla yıllar boyu gazete bayilerine umut ekmiş bir insan olarak intermaç’ın batışını, süper futbol’un silinişini, goal’ün çapsızlığını görmek yeteri kadar üzmüştü. bir dönem radikal futbol vardı bu açığı kapatabilecek ama o da gayrı resmi bizans düşmanlığını felsefe edinip anadolu’nun o dönemki yükselen yıldızı gençlerbirliği’nin bir yayın organına dönüşmesi ve gençlerbirliği’nin gelişen mali yapısına rağmen statükocu bir futbol anlayışını benimsemesi üzerine heves kaybına uğramış, yok olup gitmişti. peki four four two’nun çıkan ilk iki sayısına baktığımda beklentilerimin karşılandığını söyleyebiliyor muyum? maalesef hayır. peki neden olmamış?

    yıllar boyu fanatik, fotomaç gibi sözde futbol gazetelerinin esareti altında kalmış türk futbolseveri kendine alternatif bir kültür yaratmış, yurt içindeki futbol kültlerinin tamamını tüketmiş ve edirne dışındaki futbol yaşamına kanalize olmayı başarmıştı. zamanla cm oynayan, fırsat buldukça world soccer, france football ve four four two gibi “daha fazlasını” veren yayın organlarını inceleme fırsatını bulan bu okuyucu sınıfı için ilk iki sayıda yer alan “futbol geyikleri” gereksiz olmuş. zira four four two’yu futbol özleminin ateşlediği beklentiler içerisinde satın alan güruhun karnı artık nartallo ve iorfa geyiklerine tok. ekşi sözlük, zuxxi ve bilumum mizah içerikli sitelerin tamamı bu okuyucu sınıfı tarafından hatmedilmiş, otisabi’nin hayrettin başlığına yazdığı entryler kulaktan kulağa yayılmış, inboxlardan inboxlara koşturmuşken ilk iki sayıda bunlara yer vermenin manası neydi çözebilmiş değilim. hele o “türk futbolu nasıl kurtulur” başlıklı yazı o kadar sıradan bir mizah ve hiciv içeriyor ki sonuna kadar okumakta zorlandım. ekşi dergisi çıktığında bir de “futbol” bölümü olsaydı bu tarz yazıların yayınlanmasını belki yadırgamazdım ama söz konusu dergi four four two olduğunda bu tür bir dergicilik anlayışının nereye kadar sempatimi sahiplenebileceğinden emin değilim.

    beklentilerin karşılıksız çıkmasına neden olan bir diğer faktör ise üzülerek söylüyorum ki takımcılık. efsane takımlar ve 20 büyük hakem hatası gibi bölümler elbette cesurca incelemelerdir ama objektiflikten ne kadar uzak olduğunu ilk sayısına gelen okuyucu yorumları ve ikinci sayısında editör mert aydın’ın giriş yazısının başlığı “kimseye düşman değiliz” özetliyor. türk futbol izleyicisindeki paranoyak dürtülerin etkisi elbette bu vakada da kabul edilebilir ancak four four two’nun ve önde gelen futbol dergilerinin orijinallerine az çok aşina olan kişiler türkçe baskının objektif olma faktöründe geride kaldığını gözlemleyeceklerdir. bu bağlamda orijinal four four two’dan çevrilen makaleler ilerleyen sayfalarda ibret gibi çıkıyor karşımıza. ayrıca her takımın tarihlerindeki en iyi ve en kötü oyuncular incelemesindeki kriterleri de gerçekten merak ediyorum adanaspor’da 3-5 maç oynayıp ülkesine dönen efsane stoper berthold gerçekten adanaspor’da oynayan en kötü futbolcu mudur? beklentileri karşılamaması bir futbolcunun kötü olduğu anlamına mı gelir? başlıktaki o “kötü” ibaresini değiştirir yerine “hayal kırıklığı yaratan” gibi bir şeyler konulsa çok daha iyi olurdu. zira geneli itibariyle ele alından futbolcular başarısız transferler olarak göze çarpıyor yine bildiğimiz “nartallo petrolofisi'nde ehuheuhe” geyikleri varken sabin ilie, simao, kjaer gibi futbolcular da "en kötüler" klasmanına uzak durmamalı.

    editör mert aydın gerçekten iyi bir futbolseverdir. superspor.com’daki yazılarının her biri okunmaya değerdir. ondan ricam ve beklentim ogan tarhan’ı, uğur meleke’yi dergiye kazandırması. türk futbol dergiciliğinde kalite ve zeka arayan okuyucuların beklentilerini karşılayabilecek yazar ve araştırmacıların hazırladığı bir dergi yalnız bırakılmaz korkmasın. çünkü daha önce hiç denenmemiş bir şeyi denemiş olacak. kaldı ki saydığım bu kadar olumsuz faktör dergiyi hemen gözden çıkarılacak bir ürün gibi göstersin istemem. örneğin ikinci sayısında verdikleri tek bir satırı bile gereksiz olmayan, kapsamlı ve nüktedan dünya kupası rehberi, almanya 2006’ya dair karamsar görüşlere sahip beni bile 10 yıl aradan sonra d&r kasasının önüne panini çıkartma kitabıyla çıkararak maskara etmiştir. çeviri yazılar da birbirinden leziz. henüz geç değil. çok daha iyi bir dergi olabilir. olacaktır da. yeter ki kabak tadı veren klişelerden arındırılsın.
  • en azından destek olabilmek adına her ay alacağım dergi. zira "adriano fener'de", "ronaldinyo özhan başkan beni al diye haber gönderdi" şeklinde gerizekalı ötesi, seviyesiz spor haberlerini çekmektense bu derginin fotoğraflarına bakarım, o bile daha iyi. (hali hazırda mayıs ayının kapağını daha açamamış bir insan evladıyım).
  • mart sayılarındaki rodrigo tello ve edouard cisse röportajlarıyla biz beşiktaşlıları sevindiren müthiş dergi. gerçi başka röportaj olsa onları da zevkle okuyoruz ama bunlardan aldığım tat açıkçası bambaşkaydı. matias delgado'ya yer verdiklerinden beri bir başka beşiktaşlı futbolcuyla daha konuşmalarını bekliyordum. bu sayılarında hem cisse'ye hem de tello'ya yer vermeleri benim için epey sürpriz oldu açıkçası. şimdi kendilerinden ricamız bobo ve nihat'ı da yakın zamanda kapak yapmaları. hani nihat eninde sonunda kapaklarından birini süsler ama bobo sene sonu gidici gibi hele ki dunga kendisini olimpiyat milli takımı kadrosuna çağırırsa kesin gidici. o yüzden bobo hazır bu topraklarda iken biraz ellerini çabuk tutmaları en büyük dileğimiz.
  • banu yelkovan'ın dergide editör olarak kaleme aldığı son yazı:

    ilk sayımız çıktıktan sonra, tabii çok da heyecanlıyız, içerik muazzam, kapakta anelka müthiş, türkiye’de daha önce yapılmamış olduğuna inandığımız bir şeyi başarmışız filan, çok sevinçliyiz. yorum olarak “birbirinizi tebrik etmeyi bırakın da ikinci sayıya konsantre olun” dedi mansur.

    o gün bugündür bu lafı şiar edindik kendimize. en iyisini yaptığımız ay bile, dergideki bir imla hatası yüzünden sinirimiz bozuldu, bir resim altını neden daha iyi yazamadık diye hayıflandık. “gelecek ay ne yapacaksınız?” diye her sorulduğunda, ki arada kendi kendimize sorduğumuz da oldu itiraf etmek gerekirse, bu son edito yazım olduğu için birkaç itiraf yapmakta zarar yok, daha iyisini yaptık. çok çalıştık bu dergiyi herkese belletmek için. önceleri kurum içinde bile bizi tanımıyorlardı, kapıdan başını uzatıp “forti for dergisi burası mı?” diye soranı bile duyduk ama yılmadık.

    fourfourtwo’yu bilenler biliyordu da, bilmeyenlere adımız neden ingilizce, içeride neden falancayla filanca yazmıyor, neden bu dergide köşe yazısı yok anlatmak çok zor oldu. ama başardık. bugün fourfourtwo denince “o ne?” diyen yok. bu başarı mı derseniz, evet sadece “bu” bile başarı...

    bugün kulüplere, gazetelere röportaj yasağı varken “fourfourtwo başka” dedirtebilmişsek, başka mecralarda sesini duyurma imkanı bulamayan futbolculara, teknik adamlara sayfalarca yer ayırabilmişsek, bütün baskılara rağmen hatır röportajlarına “hayır” diye dayatabilmişsek, her sayıyı tamamen tercüme yazılara ayırabilecekken, her ay yabancı kapakla çıkabilecekken, içeriği elimizden geldiğince türkleştirebilmişsek, kapağa şartları zorlayarak mümkün olduğunca çok türk yıldızı çıkarabilmişsek, bunu önce dur durak bilmeden, “bu sayı da bitti biraz ense yapalım” demeden gerekirse sabahlara kadar çalışmamız, sonra ozan’ın mükemmeliyetçiliği, yakir’in ayrıntıcılığı, coşkun’un bakış açısı, mert’in bilgisi, onur’un kalemi sayesinde başardık… bu sıfatları kafanıza göre karıştırıp isimlerin sonuna istediğiniz gibi tekrar yapıştırmak da serbest üstelik… sadece yazar kadrosunu söylemekle olmaz, barış’ın her zaman doğru kareyi yakaladığı fotoğrafları, ferit’in enfes tasarımları, erdem’in çalışkanlığı olmasaydı da olmazdı bu dergi.

    bazen mansur’un sözünü kulak arkası edip yaptığımız işten dolayı kendimizi tebrik etmeye başladığımızda “bu” başarımızın sırrını çözmeye çalışıyorduk. herhalde derginin havasından suyundandı! öyle olmasa aramıza stajyer kadrosundan katılan hakan kısacık bir süre sonra kırk yıllık dergi elemanına bürünür müydü?

    her sayının her satırında hepimizin emeği var. teşekkürü bizi takdir ettiğini söyleyen çok sayıda kişiden, sizlerin mektuplarından fazlasıyla aldık, değer veren herkese teşekkürler… bu övgüler ve duvara yan yana astığımız, gelip gidip baktığımız kapaklarımız en büyük gururumuz olarak kalacak...

    en büyük hobisini meslek olarak yaptığının farkında olan ve sizlere alışılmışın dışında birşeyler sunarak bunun hakkını vermeye çalışan bir gruptuk, öyle kalmaya da devam edeceğiz.

    bu benim son edito yazım… fourfourtwo’da görev teslim zamanı geldi… benimle birlikte yukarıda saydığım çekirdek ekibin bir kısmı da size veda ediyor… bayrağı teslim ettiğimiz arkadaşlar işlerinin zor olduğunu biliyorlar, bu bilinçle çalışacaklarına inancımız tam…

    tekrar buluşuncaya dek hoşçakalın, futbolsuz kalmayın…

    banu yelkovan

    http://www.442dergi.com/editor.php?id=6
hesabın var mı? giriş yap