• "new york school" ekolunden bir sair. kendisini beatniklerle karistirmamak gerekir. hayat tarzi ve hayata bakis acisi olarak aralarinda belirgin farkliliklar vardir. "i do this, i do that" siirleri en cok yazdigi siir tarzidir.
  • beatniklerle farkini anlatmak adina kendisi hakkinda amerikan edebiyati hocamin soyledigi cok guzel bir soz vardir: "o donemde beatnikler tren istasyonlarinda biralarini yudumlarken, o'hara new york kluplerinde dry martini'sini yudumlamaktaydi..."
    meali ise sudur:
    "beatnikler sistemin disina kacmaya calisarak sisteme karsi duruslarini ortaya koyarken, new york school uyeleri sistemin getirdiklerinden faydalanirken daha edilgen olarak sisteme karsi duruslarini ya da melankolilerini yansitiyorlardi."
  • new york school akımına bağlı şair ve sanat eleştirmeni.

    frank o'hara şiiri sıcak ve samimi tonlarıyla dikkati çeker oldukça rahat bir söyleyişi vardır.

    o'hara işe önce müzikle başlamıştır dah sonra fransız şiirini tanımış ve öyle tutulmuştur şiire.(burada rimbaud'un özel bir payı vardır) (bkz: john ashbery) ile tanışmasıysa onun için dönüm noktası olur çünkü şiirlerini yayınlamaya başlar.

    o'hara müzikle başladı demiştik ama şiiri esasında resimle özellikle de soyut dışavurumculukla yakından ilişkilidir. öyle ki şair bir tür "poem-paintings"e varmıştır. şüphesiz bunda kendisinin new york modern sanatlar müzesindeki etkili olmuştur çünkü akımın ressamlarıyla (pollock, kooling, johns) arkadaşlıklar kurabilmiştir bu yolla. bu poem-paintings kavramını biraz açacak olursam; tıpkı action-paintings'de olduğu gibi üretim anının, yaşanan anın doğal enerjisi vardır o'hara şiirde neredeyse bir nevi happening yakalamıştır. bu yüzden hızlı yazılır, serbest çağrışıma önem verir ve belli bir iç-ritm taşır şiirleri. lunch poems adlı kitabı bile ismini şiirlerin öğlen molasında yazılmasından alır.

    lunch poems'in (ilk kitabı) şöyle de gülümseten bir anısı vardır:

    kitabın yayıncısı ferlinghetti bu kiatabı öylesine zor bir araya getirir ki sitemini şaka yollu anlatır: "herif öylesine dağınık ki, kitabını basmak için önce san fransisco'dan new york'a uçup frank'in ceplerini ve çekmecelerini karıştırıp kağıtları bir araya getirmem gerekti."

    1966'da talihsiz bir şekilde (orhan veli ile albert camus arası) bir araba kazasında henüz 40 yaşında ölmüştür.
  • oh god it’s wonderful
    to get out of bed
    and drink too much coffee
    and smoke too many cigarettes
    and love you so much..
  • having a coke with you şiiriyle tanıdığım ve beni sırf bu şiirle bile kendisine hayran bırakan şair.

    kendi seslendirmesiyle;
    https://m.youtube.com/watch?v=ydlwivcpfe8

    şiir; https://poets.org/poem/having-coke-you

    not: bu şiirin hala türkçe'ye cevrilmemiş olması üzücü. bu tür edebi eser çevirmenliği uzmanlık gerektirdiğinden ben dokunamadım. bilen biri sevabına halletsin de güzel bir şiirle tanışsın insanlar.
  • ın times of crisis, we must all decide again and again whom we love dizelerini bi kart mektup cart curtta alintilarken buluyorum kendimi. siirin gerisi pek enteresan.
  • “bir zamanlar olduğumuz gibi eşsizliğe (tek olmaya) uyanmak ister misiniz?” diye yazar şair marie howe -stephen hawking’in anısına. bu, insan olmanın kalbini acıtan temel bir sorudur: zamanın yaratıcısı olmasına rağmen ya da tam olarak bu nedenle iki geçici antagonizm arasında asılı duruyoruz. virginia woolf tarafından açıkça ifade edilen kritik farkındalık budur. “değişmeye devam eden benlik yaşamaya devam eden benliktir” ve eskisi gibi nasıl ve kim olduğumuza dair nostaljik bir özlem. belki de meghan daum bu paradoksu en keskin olarak şöyle ifade ediyor: “hayat çoğunlukla temel olarak yaptıklarımızdan kalandan ziyade başka bir şey olma alıştırmasıdır -ve bazen çılgınca- kim olduğumuzun bir alıştırması.”

    hiçbir şey zaman okunun ve nostalji mızrağının bu iki yönlü çekiciliğini sevginin hilelerinden daha fazla yoğunlaştıramaz. bir zamanlar sonsuz mutluluğun hayali bir geleceğine yansıyan çılgınca bir an, şimdi bitmiş bir geçmişin acı tatlı anısına kehribar rengindedir.

    yani evrensel acı-tatlılık. frank o’hara bunu, 1950’de hayat bulan “seçme şiirler” başlıklı derlemenin “hayvanlar” bölümünde anlatıyor. burada da zadie smith tarafından eski moda bir telefon hattında, coudal’ın beep sesinden sonra şiirler serisinin bir parçasını bulabilirsiniz.

    hayvanlar

    "o zamanlar nasıl olduğumuzu unuttun mu?
    ilk var olduğumuzda
    ve günün ağzında bir elma ile yağ geldiğinde

    zaman için endişelenmenin faydası yok
    ama kollarımızda birkaç oyun vardı
    ve bazı keskin köşeleri döndük

    bütün otlak bizim yemeğimiz gibiydi
    hızölçerlere ihtiyacımız yoktu
    kokteylleri buzdan ve sudan yapabilirdik

    daha hızlı olmak istemezdim şimdikinden
    ya da daha yeşil eğer benimle olsaydın
    bütün günlerimin en iyisi olurdu."

    çeviren: tabutmag
    kaynak: brainpickings
hesabın var mı? giriş yap