• derler ki : tanrı dünyayı yarattığı sıralarda bir gün oturmuş fransayı yaratmış, paris i, lyon u, marsilya yı yaratmış, pireneleri, ovaları, ırmakları masif central i içine koymuş, çok güzel bir doğa ve iklim vermiş, akdeniz ve atlas okyausuyla süslemiş ve durmuş eserine bakmış kendi kendine düşünmüş ve demiş ki "bu fransa fazla güzel oldu yarattığım diğer yerlere haksızlık olacak, bunu biraz çirkinleştirmek lazım" ve onun için içine fransızları koymuş
  • nijer'de yaşanan son olaylarla birlikte dünyanın en aşağılık ülkesi olduğuna inandığımdır. öncelikle belirtmek gerekir ki sömürgecilik asla bitmemiştir, hatta post-kolonyalizm ile daha da iğrenç bir hal almıştır. kurduğu cfa sistemiyle yıllardır batı ve orta afrika'daki tüm ülkelerin parasal rezervlerini elinde tutmanın yanı sıra para basma hakkına da sahip olan fransızlar bu sayede siyasi baskılar yardımıyla ham maddeyi daha ucuz şekilde alırlar. (bkz: cfa frangı) afrika ülkelerine ise bu devasa bir enflasyon olarak yansır. fransızlar afrika ülkelerinden düşük oranlı faizden borç alıp yüksek oranla borç verir. afrika ülkelerinin aldığı yüksek faizli borç ise çoğunlukla fransızların çete şirketlerine gider, yani para her türlü fransa'da kalır. bu ülkelerde bulunan fransız şirketleri çocuk işçilerden tutun köleliğe kadar pek çok suç işlemektedir. müfredat fransız emriyle düzenlenmiştir, tüm medya fransa kontrolündedir. cfa sistemini terk etmeye çalışan (bkz: sylvanus olympio), millileştirme hamleleri yapmaya çalışan (bkz: patrice lumumba) ve fransa'dan bağımsız ortak bir afrika para birimi yaratmaya çalışan (bkz: muammer kaddafi) gibileri ise fransız destekli işbirlikçilerce veya direkt fransız operasyonlarıyla katledilmiştir. fransız aşağılıklığı öyle bir seviyeye ulaşmıştır ki (bkz: ruanda soykırımı) sırasında fransız askerleri, desteklediği hükümeti iktidarda tutmak adına soykırımın baş aktörü (bkz: interahamwe) teröristlerini eğitmiştir. (bkz: ruanda yurtseverler birliği) uganda'dan soykırımı durdurmak için ilerlediğinde ise bunlara bir askeri operasyon (bkz: operation turquoise) yapıp soykırımın devam edip 300 bin kişinin daha ölmesine sebep olmuşlardır.
    bugün ise hükümdarlıkları belki de ilk kez bu denli tehlike altındadır. zira mali, burkina faso, gine ve geçtiğimiz hafta uranyum cenneti nijer'de darbeyle başa gelen fransız karşıtı yönetimler özellikle rusya ile yakın ilişkiler kurmuş ve ciddi bir destek görmüştür. belki de fransız sömürüsünü en derin hisseden ve zamanında (bkz: giorgia meloni'nin efsanevi konuşması)'na konu olan nijer, fransız şirketlerini kovmuş ve etkiyi ülkeden atmak için girişimlere başlamıştır. bu ülkelerin halkları***da fransız karşıtı protestolarla tarafını belli etse de bölgedeki fransız güdümündeki (bkz: ecowas) ülkeleri, nijer'deki yeni yönetimi indirmek için askeri harekat niyetini belli etmiştir. fransa'nın indirdiği veya katlettiği onlarca afrika liderinin ardından malum demokrasi çağrıları bir batı ülkesinin etkisinin azalacağı düşünülünce gündeme gelmiştir. fransa dışişleri de nijer'e bir tehditte bulunmuştur, burkina faso ve mali ise olası bir fransız müdahalesinin cevap bulacağı mesajını vermiştir. ne var ki ecowas ülkelerinden en güçlüsü olan nijerya'da meclis, bu harekatı onaylamamıştır. nijer'de ise wagner güçlerinin konuşlanması, fransızlar için işleri iyice çıkmaza sokmuştur.
  • (bkz: #161430880) bu gibi başka yerlerden kaynak gösterilmeden aşırılan ve artık hangi araçla türkçe'ye çevirildiği belli olmayan yazıların debe olması çok üzücü. kendin araştırmamışsın bari çevirisini sen yap değil mi? ayrıca yazar araştırsa bu entry'yi hiç yazmayacak bile.

    ben araştırdım, sizinle de paylaşayım. 1924 yılında 17 yaşındaki çiftçi bir oğlan dedesiyle tarla sürerken sabanın bir yere takıldığını fark ediyor. toprağı incelediğinde yer altında ufak bir odacık olduğunu görüyor. bu odanın duvarları ve yerleri taş kaplı, içinde de biraz kemik kalıntısı ve kap kacak parçaları var.

    çevreden okumuş etmiş biri diyor ki bunları hökümete bildirelim gençler bu iş böyle olmaz. sonrasında işler baya bir karışıyor. kimi arkeolog burası neolitik döneme tarihleniyor diyor kimi arkeolog birkaç demir çağı kalıntısı hariç her şey fake diye rapor yazıyor. bu 17 yaşındaki oğlana sahtecilik davası açılıyor, o da karşılık olarak iftira davası açıyor. ortalık cennet mahallesine dönüyor bir süre. sonra savaşıdı krizidi derken 1983 yılına kadar öylece kalıyor burası. bu arada glozel müzesi denen yer de bu çiftçi oğlanın kendi imkanlarıyla yaptığı evden bozma bir yer, öyle louvre orsay falan gibi bir yer değil yani*. yakın zamanda tekrar incelenmeye başlanıyor alan.

    işin düğümü tabii ki teknolojinin gelişmesi ile çözülüyor. nötron aktivasyon analizi, termolüminesan tarihlendirme ve karbon 14 tarihlendirmesi sonuçları örneklerin üç farklı dönemden geldiğini söylüyor: 1) mö 300 - ms 300 arası kelt-roma dönemi; 2) 13 yüzyıl civarlarında orta çağ ve 3) yakın modern dönem. ayrıca bir insan femur örneği de 5 yüzyıla tarihlenmiş.

    yani bilim diyor ki burada mö 2500 yılından kalma bir şey yok. kalıntıların avrupa tarih öncesi zaman skalası içerisinde önemli bir yeri yok. dahası birçok buluntu 20 yüzyılda üretilmiş sahte eserler.

    şimdi benim anlamadığım bunun gibi sahtecilik hikayesi üzerine neden zamansal türklük algısı inşa etmeye çalışıyorsunuz ki? mö 2500 yılında türkler avrupa'nın bir yerinde kalıntı bırakıyor olsa bunun izlerini bir gradyan şeklinde farklı yerlerde de görmek gerek. mesela harflerin azcık değişik formlarını örneğin mö 2700'e tarihlenen bir alman kazı alanında görmek gerekirdi. var mı? yok. kanıt yokluğu yokluğun kanıtı değildir diyelim, ele geçirilen örneklere odaklanalım. bilim diyor ki en eskisi mö 300'e tarihleniyor. o da üstünde bu işaretlerin olduğu tabletler mi belli değil. ayrıca eğer bu harfler ya da imgeler türk alfabesinden olsaydı, tablette yazılanlar da okunabiliyor olmalıydı değil mi? sonuta türk alfabesi biliniyor, harfler ve şekillerin ses karşılıkları biliniyor. kazım mirşan tableti okumuş mu? hayır. türklerin kökenini big bang'e kadar götürmeye çalışan ilginç kafanın tutunduğu tek argüman: "harfler türk alfabesine benziyor biraz"*. başkaları da bask, urartu, ibrani ve latin harflerine benzetmiş. şuna baksana abi, sen de bir şeylere benzetebilirsin yani.

    türklük bu şekilde yüceltilmez. elinde çekiç olan her şeyi çivi gibi görür misali, eğer yeterince gözünüzü kısıp bakarsanız her yerde türklük ile ilgili bir şey görebilirsiniz. eğer almanlıkla ilgili görmek istiyorsanız onu da görürsünüz. ya da ispanyolluk ile ilgili şeyler yer herde görürsün eğer görmek istiyorsan.
  • son çiftçi eylemleri üzerinden ülkedeki kooperatifçiliğin etkinliği hakkında bir bilgi vereyim.

    - dünya üzerindeki ilk beş büyük kooperatifin üçü bu ülkeden çıkma

    - kooperatifçiliğin yaklaşık 330 milyar euro civarı bir ekosistemi var.

    - yaklaşık 30 milyon civarı fransız bir kooperatifin üyesi. bu nüfusun yaklaşık yarısı demek. bizde bu rakam 7 milyon üye civarı.

    - çiftçi kooperatifleri de ayrıca çok etkin ve güçlü.

    haliyle toplumun üreticileri bu kadar örgütlü olunca, istediklerini almaları da zor olmuyor.

    emekçiler için sendikal mücadele ne kadar önemli ise, kooperatif yolu ile örgütlenme o kadar kıymetli.

    bir kaynak : https://www.entreprises.coop/…these2022-eng-new.pdf
  • islam ülkelerinin neden bu halde olduğunu son olaylarla kanıtlayan ülke.

    ulan kaç tane ülkesiniz bir fransa ile baş edemediniz. 70 milyonluk bir ülke 1,5 milyarlık bir kalabalığı karşısına alıyor ve geri adım da atmıyor. şu kafa kesme olaylarıyla adamların daha da ekmeğine yağ sürüyorsunuz haberiniz yok. fransa dediğin ülke üreten bir ülke, müslüman ülkeler ise tüketen bir ülke. biraz beyninizi kullansaydınız tüm fransız ürünlerini gümrükten bile geçirmezdiniz, hadi geçirdiniz diyelim, abd'nin çin'e yaptığı gibi gümrük vergisini arttırırdınız. nitekim gerçek boykot budur. samimiysen laf ebeliğini bırakıp abd'nin yaptığı gibi yaparsın. kendi kurumlarındaki peugeot, renault'lara bakmadan, çıkıp tamamen gaz almaya yönelik ''fransız mallarını boykot ediyoruz'' diye içi boş bir cümle kurarsan daha çok sana altın semeri vuran olur. sen carrefour'dan almazsın gider migros'dan alırsın, peugeot almazsın gider hyundai alırsın. sen kaybetmezsin, olan 1,5 milyarlık bir pazarı kaptıran fransa'ya olurdu. o zaman görün fransa kendi isteğiyle gelip önünüzde nasıl domalarak özür diliyor. tüm mesele paradır. senin adama en büyük darbe vuracağın yer de burasıdır. ama demek ki fransa islam ülkelerini nasıl iyi analiz etmişse artık kendine güvenip hepsini karşısına alıyor ve üstüne bir de ürünlerini sattırabiliyor. yoksa karşılarında beynini kullanan 1,5 milyar insan olsaydı hangi ülke bu tip olaylarla böyle bir kalabalığı karşısına alabilirdi ki?
  • avrupa'da herhangi bir ülkenin başka ülkelerde yaptığı katliamlar, sömürüler, işgaller ile ilgili konuşulduğunda bazı insanlar neden bir anda o ülkenin dışişleri basın sözcülüğünü üstlenmek zorunda hissediyor anlaması güç.

    fransa'nın afrikada yaptıkları herkesin malumu. burkina faso ve nijerde yaşananlardan sonra tekrar konuşulmaya başlandı ki hiç bir zaman konuşmayı bırakmamamız gereken mevzulardı. insanlığın üzerinde mutabık kaldığı her nevi değeri açıkca ihlal eden bir devlet ve üstelik bunu alışkanlık haline getirmiş kimseye de hesap vermeyen bir devlet fransa.

    çıkıp "sömürü vardır tabii" diye girip mevzuyu fransa'nın ne kadar da büyük bir ekonomik güç olduğuna bağlayan bir entari döşemenin mantığını anlamak mümkün değil. sömürü ve katliamları bir takım tatsızlıklar seviyine indirip üzerine üçüncü dünya ülkelerini fakir kalmaları üzerinden suçlu çıkarmak ise bambaşka bir seviye.

    ee birader ne oluyor fransa zengin biz fakir olunca? fransa sömürdüğü ülkelerden güçlü diye fransa'nın yaptıkları meşru mu oluyor? fransa'nın afrikada yaptığı terör eylemleri üzerine iki kelam etmek için dünya'daki tüm geri kalmış ülkelerin neden geri kaldığına dair birilerine açıklama mı yapmalıyız? mevzuyu nereye getiriyorsun ağzını bükmeden söyle. de ki afrikalılar aptal, cahil oldukları için ve fransa da dünyanın en büyük dördüncü ekonomisi olduğu için afrikada yaptığı her şey meşrudur de. desene bunu neden söylemiyorsunuz? madem o modern, hiç söylenmemişi söyleyen mübarek ağzını açtın nihayete erdirsene düşünceni neden utanıyorsun? biz neden geri kaldık söyle. fransa neden ileride söyle. fransa 1600'lü yıllardan beri dünyanın en büyük ülkesi olduğundan fakir, cahil afrikalılara karşı hiç bir insani sorumlulukla yüklümlü olamayacağını söylesene? bunlar neden yok?

    neden olmadığını ben söyleyeyim. çünkü utanıyorsunuz. bu gelişmiş ülkeler neden gelişmiş ve siz değilsiniz mukayesesinin mevzu ile ilgili olmaduğunı da biliyorsunuz. söylediğin şeyin beyaz adamın iğrenç ahlakının bir eseri olduğunu da. kendini beyaz sanan yanınız söyletiyor bunları size. bu yüzden fransızlardan önce fransa devleti'nin önüne atlayıp "e ama onlar çok güçlü siz değilsiniz" diye cansiparane savunuyorsunuz içinizdeki avrupalıyı. içinizdeki beyaz adam size "onlar da kendini sömürtmeseymiş" dedirttikçe ne ülkede ne dünyada hiç bir şey daha iyiye gitmez. kendi ile alakası olmayan kolonyalist ülkeleri cansiparane savunan insan kendi ülkesinde neler savunur tahmin etmesi pek de zor değil.
  • futboluyla, paris'iyle, susuyla busuyla ilgilendik her zaman, ancak herhalde fransa'yi fransa yapan en onemli unsuru her zaman atladik; siyasal yapi. bu yazimda da fransa'nin siyasetine biraz deginecek, baslica onemli noktalari uzerinde duracagim.

    daha onceleri monarsi ile yonetilmekte olan fransa'nin gunumuz modern yapisina kavusmasinda herhalde en onemli etmen, fransiz ihtilali'dir. 1789 yilinda yasanmis olan ihtilal, sirf fransa'yi degil, butun avrupa kitasini etkilemekten geri kalmamistir. oyle ki, emanuelle kant, "devrim" sozunu duydugu zaman tuylerinin diken diken oldugunu bircok defa dile getirmis olsa da, bu devrimin tamamiylen mesru oldugunu savunmustur.

    ihtilallen birlikte ilk ortaya cikan buyuk guc, napoleon bonaparte'dir hic suphesiz. sadece buyuk bir askeri lider olmaklan kalmamis, ayni zamanda "napoleon yasalari'ni" da beraberinde getirmistir. oyle ki, ulke uzun sure boyunca bu yasalarin etkisinden kurtulamamis, hatta gunumuze kadar bu yasalarin bir kismi gelmeyi basarmistir. unutmayalim ki, kendisi butun avrupa'yi ele gecirmis, moskova'ya kadar ilerlemesini bilmistir. bu sure zarfinda herhangi bir sekilde halkin isyan etmemesinin sebebi olarak da bu yasalar gosterilmektedir. ancak bir sure sonra ihtilal sonrasi fransa'sina kucak acan halklar, gunumuzde irak'ta da yogun olarak goruldugu gibi kendilerini kurtaran gucun egemenligine isyan etmislerdir.

    fransiz ihtilali, fransa'daki en onemli unsurlardan biri olan merkezi hukumet anlayisini degistirememistir. hersey degismis, bir tek bu kalmistir denilebilir. oyle ki, kilise bu sebepten devletin dusmani haline gelmis, hatta dunyadaki en laik katolik kilisesi halini bu nedenle almistir. kilise, ihtilal sirasinda ve sonrasinda aristokrasinin yaninda yer almis, ihtilale tamamiylen karsi cikmistir. ancak fransa'da neredeyse kilisenin bir gelenegi haline gelmis olan "yeni hukumete gore adimini uydur" politikasindan nasibini almis, kendisini sekillendirmeyi bilmistir. boylece, hukumetin daimi dusmani vasfindan da siyrilmayi basarmistir.

    bu merkeziyetciligi yasal yollarlan aciklayan ilk kisi yine napoleon bonaparte olmustur. der ki, fransa'da yasayan herkes, ulke capinda tek bir yasa ile yonetilmelidir. yani, butun yerel yonetimleri de bu madde ile merkeze baglamistir.

    napoleon'un yasalari icerisinde "kentsel yasalar" ve "kamusal yasalar" olarak iki ayri bolum mevcuttur. kentsel yasalar, kisaca ve en basit haliyle, insanlar arasindaki sosyal iletisim uzerindeki yaptirim ve uygulamalardan ibarettir. ornek olarak, ticaret kanunlari ve benzeri seyler verilebilir. kamu yasalari ise, daha cok kisilerlen otoriteler arasindaki iletisimi duzenlemeyi amaclar. buna ornek olarak suc ve ceza kanunlari, anayasal kanunlar ve yasama/yurutme kanunlari verilebilir.

    ancak bu kanunlari ulkeye getirmek de ardinda bircok problem yaratmaktaydi. yerel yonetimler, halen daha orf ve adetlerinden gelen bircok yasadan kurtulamamislardi. gunumuzde bile halen daha yerel orf ve adetlere bircok yasama ve yargi durumlarinda basvurulsa bile, o zamanlarda bu oyle bir derecedeydi ki, herkesi ilgilendiren tek bir yasa, orf ve adetleri buyuk olcude etkileyebilecek duzeydeydi.

    buna aldiris etmeyen napoleon bonaparte, butun bu yerel kanunlardan kurtulmasini ve butun yerel yonetimleri merkeze baglamasini bildi. oyle ki, kendisi bile yeri geldiginde birtakim yargi uygulamalarina bizzat gozlemci olarak katilmakta ve uygulamakta oldugu kanunlarin yuruyup yurumedigini gozlemlemekteydi. birtakim durumlarda orf ve adetlerin yargilama surecinde kullanilmasini bilerek gozardi ettigi bile soylenmektedir.

    16. yuzyil teorisyenlerinden biri olan gean bodin, tipki ingiliz meslektasi thomas hobbes gibi ulkenin mutlak bir monarsiylen, tek bir kimse tarafindan yonetilmesini uygun gormekteydi. 18. yuzyil teorisyeni montesquieu ise, bunun tam aksine, daha merkeziyetci, fakat daha laik ve mutlakiyetten uzak bir yonetim biciminin mevcut olmasi gerektigini savunmustur.

    ancak fransiz ihtilali'nden itibaren, ozellikle de napoleon bonaparte'un actigi donemden sonra fransa'da demokrasi ile monarsi arasinda surekli bir gidip gelme gorulmustur. demek istedigim, hukumet bazen fazla monarsik davranmis, bazen de yine eski normal demokratik haline donmustur. oyle ki, tarih icerisinde bircok demokratik ulke, demokrasi ile basa gelmis bir hukumdarin zaman icerisinde kendisini bir mutlak yonetici pozisyonuna sokmasindan korkmustur. bunun en bariz ornegi olarak genelde adolf hitler verilse dahi, fransizlar'in asil korktuklari olay, devlet gucunun mutlakiyet ve demokrasi arasindaki istikrarsiz gidis gelisiydi.

    onceleri, napoleon bonaparte her ne kadar demokratik bir lider olarak goreve baslamis olsa da, kendisini daha sonralari bir imparator ilan etmistir. zaten bunun uzerine beethoven da cok onemli bir bestesinin ismini degistirmistir tepki olarak. ayni seyi, daha sonraki yillarda de gaulle ile de gorecegiz zaten (ikinci dunya savasi oncesi bir donem demokratik davranmisken, daha sonra yine totaliter davranmaya baslamistir, savas sirasinda yine demokratik bir hal almis olsa da, savas sonrasinda tekrardan inisli cikisli bir siyaset izlemis, ancak en sonunda gorevinden ayrilirken "yasasin cumhuriyet!" diye bagirmistir. buradan, kendisinin aslinda gercek bir demokrat oldugunu, fakat kisisel ihtiraslarindan dolayi arada sirada yol degistirdigi sonucunu cikarabiliriz).

    fransa'nin tarih icerisinde degisen politik yapisini, birtakim kaynaklardan topladigim haliylen, belli donemlerle incelemek gerekirse;
    · 1789'a kadar olanki donem: "ancien-regime" adi verilen, louis xiv (1643-1715) yonetiminde olunan donem. "ben devletim!" soylemi bu donemi yansitir. eski rejimin bir semboludur adeta bu soz. daha sonra gelen louis xv (1715-1774), ulkeyi yine bu soylemi izleyerek yonetmeye devam eder. kendisinden sonra gelen louis xvi, avusturya'li kralice maria theresa'nin kizlarindan marie antoinette ile evlenir ve ulkeyi hakikaten de demir yumruk ile yonetmeye baslarlar. halklan aralari acilmaya baslar, halk ise monarside bir reform beklemektedir. anayasasi olan bir monarsi istenmektedir. ancak zirtapozluk yaptiklari icin halk tarafindan (giyotin sagolsun) oldurulurler. fransiz ihtilali, 1789'da baslar.
    ··· ihtilalde idealistler cogunluktadir. birseyleri degistirmek isterler, ancak bunu yaparken zulumden kacinirlar.
    ··· ancak bunlarin yaninda radikal bir kanat da mevcuttur.
    ··· bu fanatik kesim, idealistleri bir kenara iter ve kisa bir sure ulkeyi teror ile yonetirler.
    ··· ancak bu kisa surec cabuk gecer ve sistem tekrar degisir (unutmayin, sovyet devrimi sirasinda da aynilari yasanmistir. adolf hitler'de bile ayni sey yasanmistir. guney amerika'da da bircok defa, ozellikle kuba devriminde yine bu yasanmistir).
    · 1789-1792: anayasal monarsi (mesrutiyet) donemi baslar. 1791'in anayasasi kullanilmaya baslanir. ilk yasama organlari bu zamanlarda olusur ve duzenli olarak toplanir.
    · 1792-1799: birinci cumhuriyet kurulur. 1793'de kullanima gecmeyen bir anayasa yapilsa da, 1975'de yapilmis anayasa kabul gorur ve kullanilmaya baslanir.
    · 1799-1804: napoleon bonaparte'in ilk konsey toplantisi gerceklesir. 1802'de bir baska anayasa devreye girer ve napoleon kanunlari adi verilen kanunlara ilk adim atilir.
    · 1804-1815: ilk imparatorluk kurulur (napoleon bonaparte onderliginde). 1815'in anayasasi kabul edilir ve malum kanunlar tam anlamiylan yerlerine otururlar.
    · 1815-1824: louis xviii basa gelir. ulkenin siyasal yapisi "yenilenir".
    · 1824-1830: charles x yonetime gecer.
    · 1830-1848: broleaun monarsisi hukum surmeye baslar. 1830'daki anayasa kabul edilir. louis / phillip fransa'nin krali olur.
    · 1848-1851: ikinci cumhuriyet kurulur. 1848'de yeniden bir anayasa cikarilir. napoleon bonaparte'in yegeni ikinci napoleon secimle basa gelir.
    · 1851-1877: ikinci imparatorluk kurulur. amcasindan ders almayan napoleon ii de ayni hataya duser. 1852 ve 75'de iki farkli anayasa hazirlanir.
    · 1877-1940: ucuncu cumhuriyet kurulur. 1875'de hazirlanmis anayasa halen daha yururluktedir.
    · 1940-1944: vichy rejimi basa gelir, hitler nedeniyle fransa'nin kuzeyi isgal altindadir.
    · 1945-1958: dorduncu cumhuriyet kurulur.
    · 1958-gunumuz: besinci cumhuriyet yururluge girer.

    demokratik sistemler, fransizlar tarafindan her zaman kabul gormemekteydi. yukaridaki verdigim listede de goreceginiz gibi, aslinda hukumetler siklikla degisirlerdi. ancak bilinmelidir ki, demokrasi aslinda zamanina gore cok yeni bir yonetim bicimiydi. ote yandan demokrasi, gelmis gecmis en zor yonetim bicimlerinden de biridir. ucuncu cumhuriyet yillarinda ise bu yavas yavas degismeye baslamistir.

    oyle ki, demokrasi en iyi ve en guclu yonetim sekli olarak kabul edilmistir. ancak donemin devlet adamlari, kesinlikle buyuk bir yanilgi icine dusmuslerdir, zira demokrasiden pek uzak olan komsu almanya, adolf hitler'in yonetimi altinda fransa'dan cok daha buyuk bir guce sahiptir. zaten daha sonralari isgal edilmeleri ile bunu daha iyi ogreneceklerdir. (bu konuda jacob burghart'in "reflections on world history" kitabini okumanizi tavsiye ederim. her ne kadar almanya ve fransa, tarih boyunca birbirlerini pek cok defa isgal etmis olsalar bile, her zaman en yeni olan olayin onemi uzerinde durulmustur, cunku bize daha onemli gelmistir en yeni olan olay. kendisi de kitabinda bu fenomeni anlatmaktadir. cok devrik cumle kurdum, kusura bakmayin).

    19. yuzyil'in sonlarinda ve 20. yuzyil'in baslarinda sekillendirilmis olan fransiz hukumeti, genel baglamda buyuk britanya'nin yonetim seklini taklit etmekteydi. oyle ki ingiltere'de kralice, parlamentoyu dagitma hakkina sahipti (her ne kadar tarihte bu bir veya iki defa yasanmis olsa dahi). boylece fransizlar da ayni seyi, ucuncu cumhuriyet yillarinda getirilen anayasalara koyarak kendi sistemlerine soktular. yani, kral cok buyuk bir tehlike gordugu zaman parlamentoyu dagitma yetkisine sahip olacakti.

    oyle ki, fransa'da baskanlardan bir tanesi, parlamentoyu dagitma girisiminde bulunmus olsa da, bu halk arasinda oyle buyuk bir tepkiye yol acti ki, bir daha hicbir sekilde hicbir baskan bu yetkinin yanindan bile gecmedi. ayni durumlar, nsdap'nin basa gelmesine kadar almanya'da ve hatta amerika birlesik devletleri'nde de gorulmustur.

    simdi de birazcik 20. yuzyil fransa'sinin, hatta butun fransa tarihinin gelmis gecmis en buyuk devlet adamlarindan biri olan de gaulle hakkinda konusmak istiyorum.

    kendisi aslinda birinci dunya savasi'nda genc yasta almanlar'a esir dusmus, ikinci dunya savasi oncesinde ise fransiz ordusunda binbasilik mertebesine kadar ulasmistir. gercekten cok elit bir kesimden gelen de gaulle, ayni zamanda cok da kulturlu ve egitimlidir. oyle ki, gelecegi de gayet iyi gorebilmesinden dolayi, cok iyi bir devlet adami oldugunu da bize kanitlar her seferinde. ikinci dunya savasi cikmadan onceki donemlerde yavas yavas fransiz generallere, almanya ve belcika sinirlarina kurulacak herhangi bir margino savunma hattinin kurulmasinin pek ise yaramayacagini savunmustur. rahatlikla alman tanklari ve hava saldirilari karsisinda ezilecegini soyleyen de gaulle'i pek takan olmadigindan, hitler'in ozellikle onem verdigi tank ve hava destek uniteleri sayesinde fransa, savas sirasinda rahatlikla dize getirilmistir (tabii bunun altinda da cok karmasik sebepler yatmaktadir).

    zaten o siralarda halk, hafiften ucuncu cumhuriyet hukumetine karsi olumsuz bir tutum icerisine girmisti. bu nedenle vichy fransasinin kurulmasi pek de zor olmadi. ancak savas bittiginde tekrardan baskan olan de gaulle, dorduncu ve besinci cumhuriyetlerde gorev almasini bildi. oyle bir devlet adamiydi ki, kendisinin her zaman sozunun dinlenmesini istiyor, eger aksini soyleyecek biri olursa, gorevinden aninda istifa ediyordu. bu yuzden time dergisince 1958'de yilin adami bile secilmistir. zira kendisi her zaman uzun vadeli dusunmustur ve halkini dusunmustur.

    kuzey afrika'daki (ozellikle cezayir) somurgelerdeki isyanlar ve darbe girisimlerinden sonra, yani 1958'de yeni bir anayasa hazirligi yapilmistir. bu anayasada artik baskana cok daha fazla guc verilmis, hatta tipki amerika'nin baskaninda oldugu gibi, devlete karsi olacak olan herhangi bir olasi tehlike aninda kullanilmak uzere baskana diktatorlerinkine varacak kadar buyuk olculerde gucler bahsedilmistir.

    simdi de gunumuzdeki yonetim bicimine, yani besinci cumhuriyete biraz goz atmamiz gerekmektedir.

    besinci cumhuriyetteki durum, tipki abd'de oldugu gibidir. yani bir baskan mevcuttur ve onun altinda bir parlamento vardir. fakat amerikan siyaseti'nden farkli olarak buradaki parlamento, yasama ve yurutme sebeplerinden cok halki temsil etme gorevini ustune almistir, ancak yasamada basrol oynar. bir nevi turkiye'nin sistemine benzese de, bizdeki cumhurbaskanina oranla fransa baskani cok daha fazla goreve sahiptir.

    ozellikle besinci cumhuriyetin digerlerinden olan farki, baskanin, yasama organlari olan parlamento tarafindan degil, dogrudan halk tarafindan secilmesidir. yani, de gaulle'un en buyuk duslerinden birinin gerceklesmesi durumu sozkonusudur. zira kendisi, paris'deki merkeziyetci zihniyetten pek hosnut olmadigindan, daha cok ulkenin geri kalan kismini temsil edebilmek adina bu girisimde bulunmustur.

    yeni anayasaya gore, baskan halk tarafindan dogrudan secilmekte, bu da guclu bir yonetim kadrosu olusmasini saglamaktaydi. boylece baskanin gucleri, yeni anayasada artik yasama meclisinden daha once belirtilir olmustu.

    fransiz ihtilali'nin aslinda merkeziyetciligi yikmayip, daha da gelistirdigini soylemistik. bunun izlerini, ilk anayasada da bolca bulabiliriz.

    - article 1: fransa, bolunmezdir (amerika'da yayinlanan federalist makaleler, fransa'da o donemlerde yasaklanmistir ki, merkeziyetcilik fikri yayginlassin).

    oyle ki, besinci cumhuriyet yillarinda de gaulle'in onderliginde merkeziyetcilik, belli bir seviyede geri adim atmak zorunda kaldi. bu aslinda cok zit gelmektedir bircogumuza, ancak daha bir yerel yonetimlere onem verildi ve yerel halklar daha bir gozetildi, her ne kadar ilk maksat, merkezi kuvvet olan bir baskan yaratmak olmus olsa dahi.

    de gaulle, ayni zamanda ekonomik stabilite saglamistir. ozellikle euro'nun cikmasindan once para birimi frank olan fransa, bu parasinin gucunu isvicre frangina esitlemek istemekteydi. buyuk olcude bu da basarildi.

    "fransa laiktir, laik kalacak" tarzi bir sloganlari bile vardi kendilerinin. daha once de soylendigi gibi, fransa'da cok laik bir kilise anlayisi vardi. oyle ki, en modern katolik kilise bile denilebilir rahatlikla. butun fransa'da dini inanclar da tamamiylen serbest birakilmislardi. ikinci dunya savasi sonrasinda sayilari her ne kadar cok azalmis olsa da, yahudilere saygi duyulmus, hatta kuzey afrika gocmeni olan muslumanlara da hic karisilmamistir (hatta tam olarak hatirlayamadigim bir istatistige gore, paris'de yaklasik 1500 cami vardir 2001 yili sayimlarina gore).

    yine ilk anayasadan gunumuz anayasasina devrolmus bir diger madde de, ulkenin ulusal marsini, resmi dilini, yonetim bicimini ve bayragini aciklayan maddedir. oyle ki, lincoln'un anayasal eklemelerindekilerin tipkisinin aynisidir bunlar.

    baskan, savas sirasinda veya herhangi bir sekilde tehlike arzedecek durumda bir diktatorun yetkilerine sahiptir. burada baskan, mutlaka kongre uyelerine ve danismanlarina bir sekilde danismak ve fikir sormak zorundadir, ancak onlarin dediklerini dinleme gibi bir zorunlulugu yoktur; kafasina gore hareket edebilir.

    her zaman aristokrasiye de onem veren de gaulle, fransa'nin gunumuzdeki durumunu cok iyi degerlendirip adimlarini ona gore atmistir. oyle ki, gunumuz fransa siyasal yapisini tamamiylen amerikan siyasetine benzetebiliriz.

    klasik olarak, copy paste degil alinteri diyerek bitirmek istemekteyim.
  • ben burada tek etkenin konuşulan dilden çok tavır olduğunu düşünüyorum. tabi fransızlar için de bu tavrı takınmış olmanın makul bir gerekçesi var elbet, misal yabancı bezginliği. şurada 10 senedir göç alıyoruz, 5 senedir de turizme ayar olmaya başladık, ne kadar öfkeliyiz arap dünyasına, hindu dünyasına, ruslara. şimdi bir de fransız olduğunuzu düşünün, bundan 300 sene önce dedeleriniz gemilerle gitmiş köle bulmuş, arkeolojik araştırma, o bu yapmış dönmüş diye siz sokakta cezayirli, faslı, tunuslu, nijerli elemanlarla muhatap olmak zorunda kalıyorsunuz. fransız banliyölerinin ne kadar tehlikeli olduğunu bilmeyen adamlar konuşmasın bu konuları.

    bu savımı doğrulayan şeyi az turist alan ülkelere yapacağınız ziyaretlerde göreceğinizi düşünüyorum. kosova, arnavutluk, makedonya'da üsküp hariç şehirler, belki sırbistan. bir gidin, sizinle herhangi bir dilde tek bir ortak kelime bilmeyen insanların size bir şeyler anlatmak için ne kadar heyecanlı olduklarını, ittire kaktıra anlatabildiğiniz şeyi anlamaya çalışmalarını ve size tarif girişimlerini yaşayın. bu samimiyet de hayatında ayda yılda bir yabancı görmenin samimiyetidir. elbette onlar da senelerce bitmeyen göçle muhatap olsalar onlar da size arnavutça, sırpça, makedonca cevap verip terslerler.

    unutmayın, 1 yabancı tatlıdır küfür öğretirsin, 2 yabancıyla içersin, ama 20 yabancı gördüğünde sokak değiştirirsin.
  • dört yıla yakın bir süre olacak buraya taşınalı iş sebebi ile, iyi kötü hoş bir sürü yanı var gerçekten sanatı kültürü ekonomisi mimarisi osu busu efsane güzel bir ülke. bir ara da beyaz yaka tayfa için bir şeyler yazmak isterim çünkü pek o gruptan insan yok gibi sözlük ortamında. fakat bir konuda gerçekten artık dayanamıyorum, o da fransa'da araba kullanmak. fransa'da araba kullanma deneyimini tek bir görselle özetlemek istiyorum.

    görsel

    trafikte yaştan ve altındaki araçtan bağımsız herkes adeta redbull dominasyonu öncesi safety car bitişinde hamilton arkasında bekleyen bir verstappen, takip edenler gözünde canlandırdı senaryoyu.

    diyelim ki bomboş bir köyde pazar gecesi 3'te hız sınırı 80 olan bir yolda kazara 79 ile gidiyorsunuz. aga abartmıyorum bak 84 yaşında bir nine kıçınıza 80'le yapışıyor sapıkça ya ülkede ortalama takip mesafesi 14 santim anasını satayım. çokça adamı gözlemleme şansı buldum, bunu bilerek öndekine rahatsızlık vermek için yapmıyorlar ama yani her sokak bir fast and furious. gerçekten anlam veremiyorum ya göt kadar sokakta gidiyorum hız sınırı 50, zaten o yolda 40 yapabilmek bile mucize hadi sınırları zorlayıp 48-49 ile gidiyorsun istisnasız ya her zaman biri gelip ta götüne kadar giriyor.

    tamam belki şimdi diyorsunuz ulan dallama hızlan o zaman biraz, hayhay amına koyim hızlanalım. ben ki şu yaşıma kadar taraflı tarafsız aracıma binen en uyuz akrabadan bile çok güzel araba kullanıyorsun yorumu almış adamım, kişisel hız rekorları kırdığım sokaklarda bile arkamda sürekli yapışık birileri var ben gerçekten bunu anlamıyorum ya anlam veremiyorum. otoyollarında hız sınırı olmayan almanya'dan en yakın arkadaşlarım geldi, adam araba kullanırken sinirden titremeye başladı birkaç günün sonunda dedim siktir et onlar istemsizce yapıyor bu işi.

    bu olayın arkasındaki toplumsal nedenleri anlamaya çalıştım uzun süre, ofistekilere arada çıtlatıyorum boş boş bakıyorlar. başka insanların aracına biniyorum rallici ile röportaj yapmaya çalışan dekolteli spiker misali bir oraya bir buraya savruluyoruz gerçekten garip bir toplumsal alışkanlık.
  • the economist'in yayınladığı gıda güvenliği endeksinde 4. sırada olan ülkedir. bu alanda fransa'dan daha iyi olan ulkeler sadece finlandiya, norveç ve ırlanda'dir.
    yani dünyada güvenle gıda tuketebileceginiz ülkelerin başında fransa gelir.
    3-5 tane gocmen (iy bilirim oralarda satis yapan tipleri) krepci yavsalik yapti diye bu durum degismez.

    kaynak
hesabın var mı? giriş yap