• overrated diyen çok kişi var ama frozen önceki disney filmlerinden ayrıldığı noktalar yüzünden bu kadar uzun süre gündemde kalabilmiş bir film oldu.

    --- spoiler ---

    - öncelikle kötü karakterin iyiye döndüğü nadir filmlerden. elsa filme genel bakış açısıyla kötü bir karakter sayılmaz ama senaryonun antagonisti filmin çoğunluğunda kendisi. daha sonra adını hatırlamadığım zengin piçi prens bu rolü üstleniyor.

    - ilk bulunan adamın doğru olmayabileceğini söyleyen ilk disney filmi.

    - "sevgi herşeyi çözer" konseptini karşı cinsle olan duygusal yakınlaşma yerine kardeş sevgisine bağlayan ilk disney filmi.

    --- spoiler ---

    senaryo bazında bu üçüyle ön planda. bunun yanında filmin grafik ve efektlerinin şahane olması yanısıra müziklerine en çok uğraşılmış disney filmlerinden de bir tanesi. siz kaç tane içinde barındırdığı parça filmden daha çok konuşulan film gördünüz? kaldı ki let it go o kadar önplana çıktı ki soundtrackteki love is an open door ve frozen heart gibi aslında güzel olan diğer parçalar hep gölgede kaldı.

    sonuç olarak iyi bir film ve overrated falan değil kesinlikle. 20'li yaşlarımın sonuna geldim ve sıkılmadan izledim, o yüzden çocuk filmi deyip durmayın şuna.
  • telesiyejde mahsur kalıp donma noktasına gelen üç genç neden o lanet olasıca montlarının en üst düğmesini iliklemedi, oraya fena halde takıldım. tamam yakışıklı çocuklar, kız güzel, filmde yüzleri tam gözüksün istiyorsun ama adamlar soğuktan kırıldı orda.
  • --- spoiler ---

    "daha yeni tanıştığın biriyle evlenemezsin" diyerek klasik disney prenses filmlerine selam göndermiş; korkma, sev temalı yapım.

    anna'nın kalbindeki buzu eriten şeyin bir erkekten gelecek öpücük değil de kardeşiyle kucaklaşması olması da hoş bir ayrıntı.

    keşke spoiler almasaydım filmle ilgili ama neler olup bittiğini bilmeme rağmen güzeldi. ve bence let it go güzel bir parça. şarkının babasının elsa'ya söylediği sözleri de içermesi çok hoştu.

    --- spoiler ---
  • çok eğlenceli animasyon film.

    --- spoiler ---

    elsa'nın özgür kaldığını düşündüğü an let it go eşliğindeki çıkışını film bitince tekrar izledim. o nasıl güzel bir gaza gelme öyle. prensin kötü karakter olduğunu hiç anlamadım. kristoff piyasaya çıkınca da "aa bu kesin elsa'ya vurulacak" diye düşündüm hemen. baktım o da olmadı. prens gerçek kişiliğini ortaya koyunca da acayip şaşırdım çocuk gibi. sorun bende sanırım. insan böyle animasyonda "yok artık çok beklenmedik oldu bu" diye tepki verir mi ya?

    edit: aklıma anca geldi. filmin başında prens ve anna tanıştığında, prensin atı çok tatlı bir hayvandı. atı iyi kalpliyse adamda da yamuk çıkmaz diye düşünmüştüm. genelde kötü karakterlerin yancı hayvanları da kötü karakterli olur ya. ondan şüphelenmedim hiç.

    edit: ayrıca "elsa the last icebender"
    --- spoiler ---
  • içinde bir adet kemal kiliçdaroglu bulunan çok iyi bir animasyon filmi
  • hoş bir film.

    --- spoiler ---

    disney' in en güzel animasyon filmi değil belki; ancak en orijinallerinden biri olduğu kuşkusuz. hans christian andersen' in karlar kraliçesi' nden esinlenen filmdeki erkeklerimizin isminin hans ve kristoff oluşu elbette tesadüf değil, benim de en sevdiğim detay oldu sanırım. hatta prenses anna ve ren geyiği sven' de andersen' e gönderme oluyor. elsa' nın isminin nereden geliyor olabileceğini bulamadım, belki de bir yerden gelmemesi onun yalnızlığına gönderme olabilir.

    keza, yanılmıyorsam, walt disney' in hayallerinden biri karlar kraliçesi' ni uyarlamakmış; ancak konuyu nasıl modern izleyiciye ulaştıracağını bulamamış. senaristler, öyküyü çok değiştirmişler belki; ama özü aynı kalmış. hikaye hâlâ sevdiği birini karlar kraliçesinin elinden kurtarmak isteyen bir kızın öyküsü. bu defa söz konusu kişi oyun arkadaşı değil de kardeşi. zira anna başarısız olsa elsa kendi içindeki karlar kraliçesine yenik düşecek ve, hans' ın deyimiyle, olmasından korkulan o canavara dönüşecekti. bunun yerine elsa halkının kraliçesi olmayı seçti.

    hikayenin bir noktasında bende anna' nın hans yerine kristoff' la olacağı, hans' ın ise kurtarmaya gittiği elsa' ya aşık olacağı izlenimi uyandı. böyle olsaydı gerçekten çok klişe olurdu; hele bir de olayın içine "gerçek aşk" karışınca filmin cidden sarpa sardığını düşündüm; oysa "gerçek aşk" anna' nın kristoff' a ya da hans' a değil de kardeşine duyduğuydu. burada, türkçe çevirmenler sanırım bir kafa karışıklığı yaşamış çünkü film boyunca "gerçek aşk" diye çevrilen "(an act of) true love" kalıbı finalde birden "gerçek sevgi" oldu. senaristlerin tevriye yaptığı "love" ı bir aşk, bir sevgi diye çevirerek bir hataya imza atmışlar ama çok da önemli değil.

    açıkçası disney' in çocuklara yönelik bir filmde vermeyi tercih ettiği mesajın bu defa "aşk" yerine "kardeş sevgisi" ve "kendini sevmek" olması beni mutlu etti.

    bir de disney' in klasik animasyonlarının genel konsepti belli. şarklı türkülü prensesli animasyon diye burun kıvıranlar ne bekliyormuş hiç anlamadım.

    --- spoiler ---
  • türkçe izleyip beğenmeyenlerin bir daha ve orjinal dilinde izlemeleri gereken... özellikle let it go'yu.

    elbette sırf oscar'a aday oldu diye bir şarkıyı beğenmek zorunda değil kimse, ama türkçe hali o kadar vasat ki... dün bir dinleyeyim dedim kulaklarım törpülendi resmen. zaten bir film çocuklara hitap ediyorsa "amaan canım seslendirsin biri işte" mantığı var ülkemizde son zamanlarda. isteseniz bir şarkıcıya söyletemez miydiniz? deniz kızı ariel'in şarkısını şebnem ferah'ın söylediği günleri görmemiş olsak...

    hadi seslendiren ablamız şarkı söylemeyi beceremiyor, bari -en azından- şarkıya kafiye koymayı deneseydiniz; madem birebir çeviremediniz, azıcık daha oynayıp kafiyeli hale getirseydiniz daha dinlenilebilir hale getirirdiniz.

    türkçe versiyondaki diğer şarkılarını dinlemedim ama bir şu versiyonları dinleyin sonra da türkçeyi, anlayacaksınız:

    orjinal: http://www.youtube.com/watch?v=mosflvxnbgk
    italyanca: https://www.youtube.com/watch?v=p9hpqvrblx4
    japonca: https://www.youtube.com/watch?v=aouxjqoqw7a
    korece: https://www.youtube.com/watch?v=xqf28qgbtxy
    türkçe: https://www.youtube.com/watch?v=ii1wkph4veu

    "ruhum daireler çiziyor değişken yapıda" ne demektir ya? hele "soğuk neyse beni hiç üzmedi" !!!

    bu da bonus olsun: multilanguage: https://www.youtube.com/watch?v=szg6qk7jx3i

    edit: açık ara en güzeli fransızcası arkadaşlar, özellikle ingilizce altyazılısını paylaşıyorum ki sözleri görün diye, orijinalinden kat kat iyi https://www.youtube.com/watch?v=wqp9xzc2y_c

    edit2: linkler ölmüş, yeniledim.
  • güzel bir fikri son derece yüzeysel bir şekilde işleyerek potansiyelinin çok altında kalmış.

    --- spoiler ---

    bir kere filmde yeterince detay yok. onca dakika, karakterlerin boş boş oturmasına harcanmak yerine filmi zenginleştirmek için kullanılabilirmiş. zira karakterler oturup saçmalamaktan başka bir şey yapmıyorlar. o durumda kalmanın zorluğu, ya da o durumda kalan insanların yapabilecekleri yeterince detaylandırılmamış. "zaten göt kadar bir telesiyejindeler ne yapabilirlerdi ki?" diyenlere buried diyorum. neler olabilirdi örneklerle zenginleştirelim:

    - kafayı sıyırmaya başlayan karakter faktörü: kızın yanında oturan çocuk soğuğun, açlığın ve umutsuzluğun etkisiyle yavaş yavaş kafayı sıyırma aşamasına gelir ve kızın hayatı için tehdit oluşturmaya başlar. tehlikeli hareketler sergileyen çocuk kurtulamayacaklarına inandığından intihara meyilli bir hal almıştır, arkadaşının ölümünden kızı sorumlu tutmaktadır ve onu da yanında götürmek istemektedir. kızın artık zorlu doğa koşullarından başka bir düşmanı daha vardır. artık ortam daha da gergindir. ve sonunda o masum kız kendi hayatını kurtarmak için arkadaşını vahşi bir şekilde aşağıya, kurtlara atmak zorunda kalır. hiç mi the walking dead izlemediniz?

    - zorlu koşullar faktörü: kız uyanır. kızın gözlerine yakın çekim girmiş olan kamera yavaş yavaş zoom out yapmaya başlar ve izleyici kızın yanağındaki deri parçasını uzatarak kopartan karga manzarasıyla karşı karşıya kalır. kız acıyla gözlerini açar ve bir anlık refleksle kargayı yakalayıp öldürür. ilerleyen dakikalarda açlığa daha fazla dayanamayan kız, yanında duran ölü kargayı parçalara ayırır ve zar zor yaktığı buz tutmuş çakmakla pişirebildiği kadar yer. üstüne de elinde erittiği buzu içer. biz de deriz ki vay be insan zorda kalınca neler yapıyor demek ki. hiç mi into the wild izlemediniz?

    - twist ending faktörü: filmin sonuna doğru kız kendilerini aramaya gelen bir ekip aracı görür. kısılmış sesiyle zar zor bağırır ve en sonunda sesini duyurmayı başarır. arama kurtarma ekibi kızı indirip ilk yardım işlemine başlar. kız rahatlamış bir şekilde kendini kurtarma ekibinin ellerine bırakır ve gözlerini kapar. bütün seyirci sonunda bir oh çeker. ama o da ne! kız tekrardan gözlerini açar ve hala telesiyejindedir! seyirci acı gerçekle yüzleşmek zorunda kalır. hiç mi the descent izlemediniz?

    bunlar ilk aklıma gelenler, örnekler çoğaltılabilir.

    --- spoiler ---

    yazık olmuş özetle. en azından 8'lik bir film olabilirdi.
  • özellikle sözlükteki olumlu yorumlar üstüne izlendiğinde büyük hayal kırıklığı yaratan film. imdb puanına pek girmemek lazım ki zaten düşüşte de sanırım. hiç de üzülmedim*

    --- komple spoiler ---
    önce teknik ekibe giydirelim:
    bir kere filmde tonlarca devamlılık hatası* mevcut. bunlar sadece filmin esas olayının geçtiği sahnelerde değil, filmin karakterler için ısınma turu attığı başlangıçlarda bile mevcut... hadi esas konunun çekimlerinde, daha önce başka bir entryde de belirtiliği ve şurada da görüldüğü gibi, gerçekten de telesiyej üstünde ve yaklaşık o yüksekliklerde ve hava koşullarında çekildiğinden sıçtınız (ki niye böyle bir mallık yaptığınıza girmiyorum... ya da yok vazgeçtim giriyorum: telesiyejin hareketli sahnelerinde bu çekim hadi kabul edilebilir ancak resimde de görüldüğü gibi, telesiyejin durmasından sonraki (iki kişinin kaldığı) sahneleri bile öyle çekmişsiniz ki; şu devirde, bu kadar teknolojiden, "mavi kurdela bağlı uç uca eklenmiş renkli pimaşlardan oyuncuların telesiyejine destek yapma" opsiyonunu kullanmış olmanız harbi mallık) eyvallah ama ulan kafede elemanlar masada konuşurken kız bir planda arkadan geldi masanın tam yanında duruyor neredeyse masaya çıkıp oryantale başlayacak, diğer planda kızı inatla* niye elemanın* arkasına koydunuz? hayır zaten orda durması gerekiyordu da, hiç mi montajladığınız sahneleri izlemediniz arka arkaya. telesiyejde zaten içler acısı durum, ama kameramanın set ekibinin de canı var tabii, göt kadar yerde kucağa vermişsin bobini, makarayı, kamerayı, adam tabii bi seferde çekip inmek istiycek. her halikarda olmamış.
    ışık vs. de sıçmış. zaten sabit mekanda topu topu 3 ya da 4 değişik ambiyans var. gündüz, gece ışıklar açıkken, gece ay ışığı varken, gece fırtına varken gibi... tabak gibi ayın kapandığını sokuyosun gözümüze de, tekrar sahneye geçince bir milim ışık kısmak bile zul geliyor.
    makyajlar desen keza bi öyle bi böyle gözüküyor (özellikle hatununkiler) ama bunun daha ziyade yine devamlılık sorunlarından kaynaklandığını sanıyorum.
    neticede teknik ekip sallama iş yapmış

    sonra oyunculuklara geçirelim biraz:
    hemen hemen sıfır ifade mevcut oyuncularda. herifin kemikleri etinden dışarı çıkmış, gayet normal doğrulup "ay kemiğim çıktı etten tüh bak görüyo musun" modunda. hatta ilerleyen anlarda (bir kaç saniye falan içinde) yukarıya laf bile yetiştiriyor. olum bi kere kırılsaydı yerinde duramazdın diye bi laf var, azcık anır böğür ulan, illa kurtlar sofrasına* mı saklaman lazım tüm çığlıkları. e tabi orda kamera göstermiyo nasılsa, ver coşkuyu!
    kız desen ayrı bir felaket; bence hiç işemese olurmuş çünkü film boyunca yüzündeki tek sıkıntı ifadesi çok çişi olan insan ifadesiydi ki, hiç olmazsa işemese sözünün eri* falan derdik bari.
    öbür dallama ice man-bobby-lynch da bunlardan pek ayrı değil, telde ilerleme sahnelerinde el ve vücut hareketleri biraz daha inandırıcı olsa fena olmazmış, en azından dublörünün ilerlediği uzak çekimleri dikkatle izleyip aynısını yapmaya çalışabilirmiş. bir sahnede kendisi elini diğerinin önüne atarak ilerliyor diğerinde dublör ellerin konumlarını değişmeden sadece ilerletiyor (aah devamlılık bak burda da sen çıktın karşıma)
    ulen pek başka oyuncu da olmadığı için kısa geçirebildik ama olsun. benim favori adamım tabii ki telesiyej operatörü iri herif.
    senaryoya ve mantık hatalarına pek dokundurmayalım onlara bahane bulunabilir ki herşey de kalıbına uygun olsa zaten bu film olmazdı di mi*. yine de kayak merkezi haddinden fazla kurtlanmış geldi diyelim bitsin. zaten bir altta karakterler şahsında aslında senaryoya da değdireceğiz

    bu arada giydirmek, geçirmek, dokundurmak, değdirmek (ki hepsi aynen bu sırayla kullanıldı tekrar bakmayın) falan ne kadar imalı şeyler böyle, ne biçim dilimiz var bizim... özet geç lan piç deseler herkesin sülalesine saydırıyorum sanılacak.

    son olarak karakterlere sürttürelim*:
    kız arkadaşı olan elemanın süzme hıyar olduğu zaten aşikar. bi telesiyeje binmek için kızın sütyenini açtırmasından, telesiyej****den atlayışına, kurtlar geldiğinde beresini suratına geçirmesine kadar. ulan elin tutuyo hala, bari bi tane kurdun gözünü mözünü oymaya çalış can havliyle. yok işte kofti...
    kız desen, zaten o süzmeyle takılmasından belli ediyor seviyesini. elini dilini oraya buraya yapıştırması, yola ulaştıkan sonra kar küreme makinası falan gelip kafasını da küresin dercesine (ki bunu gerçekten bekledim ve inanın tüm filme bakışım değişebilirdi bu olsaydı) kafasını lastik izlerine koyup uyuması falan birbirinden nacizane zeka parıltıları.
    x-men batsın yine ice-man diyeceğim eleman da keza aşağı indikten sonra leğende kayar gibi boarda oturup kurda kuşa (kuşları görmedik ama vardır) yem olmak için özellikle uğraştı. hadi hepsinin bi bahanesi var da senin elin ayağın tutuyo, ne bok yemeye koşmazsın, sopa taş falan bulup kurt dürtmezsin bilmem ki... elinde avucunda ne varsa kar aracı geldiğinde aşağı atarken "bu çocukta iş var" demiştim ama sen de tırtmışsın.

    vee sonucumuzda da, birebir aynı durumla karşılaşılması anında uygulanacak nacizane kurtuluş önerilerimizi sıralayalım:
    1- üstünüzde başınızda ne mont, kar pantolonu varsa çıkarıp uç uca sıkıca bağlayın, bir ucunu da telesiyejin* demirine bağlayıp teker teker inin. olmadı sadece kızı sarkıtın hafif diye. sonra kıyafetleri çekin siz giyinin kıza onunkileri atın, koşsun gitsin yardım çağırsın. bir iki paçavrayı da kayak sopalarınıza dolayıp kızın çakmağıyla yakın da kurda murda tutsun yolda çıkarsa. hepiniz indiyseniz cıbıl koşucaksınız, olsun hızlı olur.
    2- illa biriniz atlayacaksa, en güçlünüz sarksın, ikincisi onun üstünden aşağı inip ayaklarını tutsun ve en sonuncu da hepsinin üstünden inerek öyle atlasın. toplamda en az 5 metre kazanır en alttan atlayan. ki bu uygulamada da kız en hafif olduğu için ara tutucu olamayacağından kız olur bu.
    3- hiç birini beğenmediyseniz ve tellerden arkaya gidecekseniz bari yine bir iki mont çıkarıp telin üstünden atarak iki tarafından tutup kayarak ilerlemeyi deneyin, hem eliniz kesilmez, hem daha kolay ve hızlı. zaten aşağı gitmeye çalışıyorsunuz ve teller de oraya eğimli. emin olmak için ilk seferde birden fazla kıyafet kullanmak ve bir sonraki sepete geçene kadar bir yıpranma olup olmadığına bakarak, gerekirse ilave kıyafetlerle askıyı güçlendirmek gerektiğini unutmayın. en hafifiniz kız, yine onu tercih edebilirsiniz bu işlem için.
    4- bu arada kurtuluş için yerinizi belli etmek adına bağırmak yerine, zaten metal olan oturağınıza, hayvan gibi olan kayak ayakkabıları ile vurmak suretiyle daha sürekli ve tiz bir ses çıkarmanız mümkündür, bunu da unutmayın... bot ayağınızdayken değil lan tepinmeyin göt kadar yerde, çıkar al eline öyle vur. hah aferim. kızın kafasını da vurabilirsiniz.
    5- kıyafetlerle kaymayı gözünüz yemediyse tellerden, o güvenlik borusunu allem kallem bi şekilde çıkarıp onunla da kaymayı deneyebilirsiniz ancak makaralara gelince artık makaralara mı gelirsiniz başka şeylere mi ona karışmam. kızı yollayın.

    neticede her halikarda kız bu olaydan yırtar büyük ihtimalle, kahraman olup kurtaracam diye kendinizi yırtmayın, bak siz kurt boku olarak sıçılmış kar eritirken, kız eve vardı duş bile alıyo. sizi sıçan kurt kızla gözgöze gelen kurda "gel lan önce sofradakini* bitir itoğluit" diye uludu çünkü. hangi kurt derseniz sizin cesedin ayak ucundaki dişlerini kürdanla karıştıran.
    kız hepten şanslı zaten. o telesiyej siz varken kopsa, ya teli* boynunuza dolanır ya da aşşada üstünüze düşerdi. dikkatsizsiniz çünkü bi de olum ne diyim. kızın ayağı bile sıkışmadı. neden? çünkü kızın ayağı öyle değil*.
    kızı gönderin! bitti...

    --- completed spoiler ---

    yuh ayrıca bu kadar beğenmediğim filme bu kadar yazmışım üşenmeden.
    hala özet isteyenler de şöyle buyursun:
    telesijey, giydirmek, telesiyej, geçirmek, telesiyej, dokundurmak, telesiyej, sürttürmek, telesiyej, kız ----> kızım sokayım telesiyeje sana bişi olmasın*.
  • animasyon filmlerden de sinema tarihini etkileyecek başyapıtların çıktığı bir dönemdeyiz. frozen bu başyapıtlardan biri değil, hatta pixar'ın koyduğu çıtayla karşılaştırdığımızda filme vasat bile diyebiliriz. ancak karlar ülkesi'nin, the lion king'den bu yana en büyük kitle beğenisini kazanmış, en fazla konuşulmuş ve tabi en fazla pazarlanmış disney filmi olması boşuna değil.

    bunun en bariz sebebi filmin feminen duruşu. hikaye tutarlılığında yaralar açsa da filmde "kadın gücü" vurgusu alenen yapılıyor. bu konu üzerinde bugüne kadar çokça duruldu, hatta o kadar çok duruldu ki filmin asıl olayından bahseden bir yazı şu güne kadar okumadım. araya bir küçük tespit sokup bu asıl olaydan biraz bahsedeceğim.

    filmin yetişkinleri kusturacak kadar pazar malzemesi olmasının sebebi günümüz jenerasyonuna etkisi. aralarında 6 yaş olan iki kız kardeşim var, biri büyürken her sene iki tane barbie filmi çıkıyordu, çizgi film kanallarında winx club, bratz gibi şeyler dönüyordu. haliyle büyük kardeşim "kız çizgi filmi" bolluğu içinde, pespembe odalarda büyüdü. ancak diğer jenerasyonda daha ziyade caillou, pepee gibi aseksüel, cinsiyetsiz çizgi filmler çok modaydı. frozen, bu 6-12 yaş arası neslin "prensesli film" ihtiyacını karşıladı. haliyle filmden sonra küçük kız kardeşim ve nesildaşları arasında müthiş bir hype baş gösterdi, filmin şarkıları ezberlendi, prenseslerin hareketleri taklit edildi, filmin lisanslı ürün satışları star wars'larla, harry potter'larla yarışır oldu. bu da filmin neden bu kadar popüler olduğunu açıklayan bir etken.

    filmin asıl olayı dediğim şeyse, filmin harikulade bir "farklı birey" manifestosu olması, bunu, anlayabilmek için çok da kurcalamaya lüzum olmayan, anlaşılabilir metaforlarla yapması.

    genel olarak, politik yahut sosyal göndermeler yapabilmek için sinemasal kalitesinden taviz veren yapımlarla barışık değilimdir. bunun çok kötü örneklerini de gördük: 1980 darbesi üzerine modaya uyan milenyum sonrası yapımlar, atatürk filmleri, destansı savaş, çanakkale, sarıkamış filmleri... aynı zamanda -yine türk sinemasının son döneminden örnek verirsek- çoğunluk, sarmaşık gibi kalitesinden taviz vermeden politik tokadını çarpan harika filmler de gördük.

    frozen, kesinlikle ikinci grubun üyesi değil. ilk başta bahsettiğimiz feminen hava için film zaten tavizler veriyordu. ancak asıl büyük tavizler filmin "farklılara hitap etmek" kaygısıyla verilmiş. zira tam da bu sebepten filmi izleyen yetişkinlerin -ben dahil- ilk tepkisi "ıyk" oldu. çünkü gerek hikayede gerek karakterlerde filmi küçük düşüren pek çok hata vardı. haliyle olgun seyircinin tepkisi olumsuzdu. bu başlığı incelerseniz de görürsünüz zaten, bir wall-e'nin, bir up'ın aldığı olumlu tepkilere bu film için rastlamayız.

    ben filmi çıktığı gün sinemada izlemiştim bizim ufaklık sağ olsun. tüm yetişkinlerle aynı refleksi verdim ve filmi beğenmedim tabi. ama sonra üzerine düşündükçe, filmi beğenmeme engel olan kusurların var olma sebebini buldum. film, cinsel tercihi yüzünden, politik görüşü yüzünden, dini inançları/inanmaması yüzünden, ırkı, cinsiyeti yüzünden dışlanmış her türlü farklıya cesaret vermek, on yaşındaki ufaklıklara olduğu kadar onlara da hitap etmek kaygısı taşıyordu.

    ve şunu söyleyebilirim ki, filmi ilk izleyip burun kıvırmamın üzerinden 3 sene geçmişken, o farklılardan biri olarak, yüzüklerin efendisi'nden beri ilk kez bir filmle bu kadar bağ kuruyorum.

    bu yazıya hislerimi kısaca yazmak için başlamıştım, iddiamın altını boş bırakmamak için filmde farklılara hitap edildiğini, onlar tarafından anlaşılabileceğini düşündüğüm şeylerden bahsedeceğim. uzayacak biraz.

    film başladığında gördüğümüz ilk şey kar taneleridir. kar tanelerinin en yaygın bilinen özelliği her birinin eşsiz olması, hiçbirinin birbirine benzememesidir. zaten film bu açılışa uygun şekilde taş trollerden, yaz mevsiminde yaşamak isteyen kardan adamlardan, kar büyüsü yapan kızlardan, geyiklerden oluşan renkli bir karakter yelpazesi sunacaktır bize.

    film hikayeye hemen dalar, bu sırada hikayenin mühim bir unsuru olmasına rağmen elsa'nın güçlerine dair herhangi bir açıklama yapılmaz. bu gücün sınırı nedir, nasıl ortaya çıkmıştır, yaygın görülen bir şey midir yoksa sadece ona özgü müdür... bu tarz sorular cevaplanmaz. sadece bunun doğuştan olduğu söylenilir, ve ailesi elsa'nın birilerine zarar verme ihtimalini düşünerek onu "içeri kapatırlar". bizzat babası tarafından tembihlenir: "conceal it, don't feel it. don't let it show." elsa'nın doğuştan gelen "farklılığının" bir dönüşü yoktur, üstüne gidilebilmesi, hatta üstünden gelinebilmesi, topluma adapte edilmesi mümkün değildir. üstüne bir de elsa kazara kardeşine zarar vermiştir. bu durumda yapılacak şey gizlemek, hissetmemektir. hatta gey durumu için sıklıkla kullanılan living in a closet metaforunun yerine ısrarla "shut herself in/shut everyone out" cümlesi kullanılır. doğrudan gardırop yerine "insanları dışarı-kendini içeri kilitlemek" ifadesinin kullanılmasındaki amaç filmin sadece eşcinsellere değil, her türlü "farklıya", her türlü sebep yüzünden o odaya kilitlenen insanlara hitap etmesindendir. bu "kapıların suratına kapanması" küçük kardeş anna'da öyle travmatik bir iz bırakmıştır ki, gerçek aşkı bulduğunu sandığında söylediği şarkının adı love is an open door'dur. yazarlar ısrarla kapı metaforunu kullanmaya devam eder.

    sonuç olarak elsa'nın sosyal hayatı sona erer, kız kardeşiyle arası gün geçtikçe açılır, öyle ki ailesinin cenazesine bile odasından çıkabilip de katılmaz. bu arada seyirciye "elsa'nın neden kapalı kalması gerektiğini" anlamasına yetecek materyal verilmez, elsa'nın güçleri disney'in 90'ların başlarında pırıltılı bir film çekmek için kullanabileceği cinsten güçlerdir aslında, haliyle izleyici "ne alaka neden bu kız saklamak zorunda?" sorusunu tam olarak cevaplayamaz. zira cevaplayamamalıdır da, çünkü içeri kapatılması haksızdır. farklılığı, kız kardeşine ve topluma açıklanıp, durumun "olduğu gibi kabul edilmesinin" önünü açmaktansa, daha kolay olan seçilir. toplumun bir "farklıya" adapte olmasını sağlamaktansa, o farklıya farklı olmasının suç olduğunu lanse etmek, ve ızdırabını kabullenmesini buna katlanmasını sağlamak daha kolaydır: sonuç olarak şatodaki tüm kapı ve pencereler sürgülenir, farklı birey toplumdan izole edilir, toplum da "aralarında hiç kimsenin farklı olmamasının" rahatlığıyla yaşamaya devam eder.

    aslında elsa'nın farklılığına toplumun nasıl bir reaksiyon vereceği dahi bilinmiyordur. daha önce dediğim gibi, aslında elsa'nınki pırıltılı bir farklılıktır, toplum tarafından kabul görmesi o kadar zor olmayabilir. fakat gizlenmesi için topluma etkisini ölçüp tartmaya gerek bile yoktur, toplumun "tepkisinden" çekinmek için bireyin "farklı" olması yeterlidir. kızın farkının "olumlu" etki yaratma ihtimali göz önünde hiçbir zaman tutulmaz.

    hikayenin akışı da bu tespiti doğrular nitelikte olur, halk elsa'nın durumunu ilk gördüğünde soru işaretli gözlerle bakakalır. ne yapacaklarını bilemezler, bu farklılığın kötü mü iyi mi olduğunu ölçmeye çalışmaktadırlar. ta ki bir provokatör, bir arrendelle çomarı çıkıp elsa'nın büyücü olduğunu haykırana kadar. ondan sonra sabanlar meşaleler çıkartılır. zaten ömrü boyunca doğuştan gelen farklılığının kötü bir şey olduğunu sanan ve bunu saklamayı hayat memat meselesi haline getirmiş elsa, farklılığının deşifre olmasının verdiği dehşet ve "halkını/ailesini kendinden koruması gerektiğine dair" yersiz erdemin dürtüsüyle kaçar.

    burada filmin en bilinen sahnesi ve şarkısı let it go gelir. 850 milyon tıklanmış dile kolay. bu öyle bir şarkı ki, bir eşcinsele closet'tan kurtulmasından sonra kalem kağıt verseler ortaya ancak bu güzellikte bir şey çıkar.

    "it's funny how some distance
    makes everything seem small
    and the fears that ones controlled me
    can't get to me at all"

    elsa, bu şarkıyla birlikte farklılıklarıyla yüzleşir ve kendisiyle barışır. güçlerinin sınırlarını, neler yapabilmeye yetenekli olduğunu test eder ve devasa bir şato inşa eder. hem karakterin kendisi, hem seyirci, elsa'nın farklılığının kızın odaya kapatılmasına neden olacak zararlı bir şey değil, tam aksine kontrol edildiği takdirde harika bir yetenek olduğunun farkına varır.

    bu süreçte anna, ilk başta halkın yaşadığı şaşkınlığın aynını yaşamıştır, ancak "farklı" kişinin bizzat kardeşi olduğunu da unutmaz. yaygaracının galeyanına gelerek lincin parçası olmaz. elsa'yı aramak ve onunla konuşmak için yola düşer. tam yola çıkacağı sahnede şöyle bir diyalog yaşanır:

    yaygaracı: is there sorcery in you too!? are you a monster too!
    anna: no, no. ı'm completely ordinary!
    hans: that's right she is. (kız bozulmasın diye) i mean, in the best way.

    bu diyaloga birkaç sahne sonra elsa ile anna'nın hadiselerden sonraki ilk karşılaşmasında harika bir dönüş yapılır.

    anna: woow elsa, you look.. different! ... it's a good different.

    bu arada kapı metaforu tekrar kullanılır ve cuk diye oturmuştur: anna şatonun önüne gelir, kapıyı çalıp çalmamakta çok tereddüt eder, fakat kapıyı çaldığı anda kapı açılır ve kızımız "it opened! that's a first." şeklinde tepki verir. elsa'nın kimliğini kazanmasından sonra nihayet ilk kez elsa'nın kapıları anna'ya açıktır. iki kardeş onca yıl sonra ilk kez aslında oldukları hallerinde karşı karşıya gelirler.

    buradan sonra film biraz daha aksiyona verir kendini, olayların çözümlenmesi için sakil bir koşuşturmaca başlar. en sonunda anna'nın hayatını kurtaracak "gerçek sevgi ile yapılmış bir hareketin" beyaz atlı prens'lerden değil de, ablasından gelmesi ile feminist mesaj da izleyiciye ayan beyan verilir.

    bu ayan beyan mesajın altında kaybolan ikinci bir altmetni vardır aslında filmin. seyircinin bunu tespit edebildiğini bugüne kadar görmedim, bu başlıkta bile filmin farklılara hitap eden yönüne değinen 2-3 tane entry var, onlar da kapsamlı bir şekilde değinmemiş zaten.

    yaptığım tespitlerin "göz var o zaman illüminatiğğ" gibi zorlama tespitler olduğunu düşünmüyorum. bilakis, normalde beğenmediğim ve zayıf bulduğum bir filmle aramızda hiç yoktan çok güçlü bir bağ ortaya çıktı. aynı şekilde, bir geyin bu filmi izleyip de elsa ile arasında hiçbir benzerlik görmemesinin mümkün olduğunu hiç sanmıyorum. bu bağlamda bu yazıda ileriye sürdüğüm savlarda çok samimiyim.

    bunların yanında, film lion king'den bu yana en harika disney müzikalidir. şarkıları filmin hem kendisiyle hem de alt metniyle harika uyumludur. kah güldürür kah ağlatır. iyidir.

    "elsa?
    please i know you're in there
    people are asking where you've been
    they say "have courage"
    and i'm trying to
    i'm right out here for you
    just let me in.
    we only have each other:
    it's just you and me.
    what are we gonna do?

    do you wanna build a snowman?"

    haftalar sonra edit: http://i.hizliresim.com/oevw8a.png
    "say whatever you want about frozen, but let ıt go and the movie as a whole saved my life when ı was a scared gay seventh grader in catholic school.?"

    tam da bundan bahsediyordum, emsal birini görünce mutlu oldum.
hesabın var mı? giriş yap