• 22 temmuz 2007 günü radikal iki'de yazdığı yazıyı güya ulus baker'in anısına yazmış:

    peki ne öğreniyoruz bu yazıdan? keyman,

    post-doc için amerika'ya gitmiş ve orada bir kitap yazmış.
    edebiyat eleştirmeni olmayı çok istermiş.
    iki yıl evvel, doktora seminerleri vermek üzere kanada'ya gitmiş.
    hafta sonu ankara'da tübitak toplantısına gidecekmiş.
    ankara'da siyah beyaz isimli bara takılmayı tercih ediyor.
    bir dönem birikim çevresinden dışlanmış. kendisi buna çok üzülmüş, tanıl bora'ya çok içerlemiş.

    imdi, bize ne? yahu bütün bunlardan bize ne? ulus baker'i niye böbürlenmelerine alet ediyorsun? iki günde bir televizyona çıkıyorsun, hayallerine kavuştun zaten, daha niye şu beni dışladı bu beni üzdü diye inliyorsun? "herkes beni sevsin, her çevreyle iyi ilişkilerim olsun, beni her tür toplantıya çağırsınlar, sağcısı solcusu kaale alsın, yayın yapayım, hayat bayram olsun..."

    biz ulus baker'in arkasından, akademik yetkinlik, dünyaya ilişkin samimi bir dert sahibi olma, paraya pula, şana şöhrete kıymet vermeme açılarından onun tam tersi olan bir adamın yazısını okumak zorunda mıyız?
  • tipi jack nicholson ile fatih erkoç arasında gidip geliyor.
  • türkiye'nin en overrated akademisyeni. ne akademik bir numarası, ne dikkate değer bir analitik zekası, ne de tv tv gezecek bir public intellectual olmaya yetecek belagatı olmadığı halde sosyal bilimler camiasının adı en çok bilinen isimlerinden.
  • haftalık radikal iki mesaisini doldururken bir şeyleri önce üçe sonra beşe ayırmasına, dilimlemesine dayalı, iyi yönetişim, adalet, sivil toplum, kimlik-tanınma siyaseti, proaktif dış politika, bölgesel güç vs. gibi sözcüklerin enflasyonist biçimde zikredildiği yazılar kaleme alıyor. geçen haftaki ‘hegemonya tamamlanıyor’ yazısında gramsci’ye mezarında takla attıracak yeni kavramlar icat etmiş.
    idris küçükömer’in tipik avrupa-merkezci ve oryantalist tonlar içeren yaklaşımının doğal sonucu olan sağ sol ayrımına öykünmüş olacak. zaten atüt’ten piyasaya, sivil topluma geçiş pürüzsüz, akşamdan kuru fasulye ıslatmak gibi. yazısında kısaca şunu diyor: şayet 12 haziran 2011 seçimlerinde akp % 45-50 marjında olay alırsa devlet-merkezci modernleşme hegemonyasından toplum-merkezci muhafazakâr modernleşme hegemonyasına geçiş süreci tamamlanacak. devlet-merkezci siyaset ve modernleşmesiyle vesayet düzeni sona erecek, yerini toplum-merkezci siyaset ve muhafazakâr modernleşmenin hegemonyası almış olacak. seçimlerden akp ne kadar güçlü çıkarsa toplum-merkezci hegemonyanın inşa sürecinin tamamlanmasına o derece yaklaşacağız, dönüm dönüm döneceğiz. vesayet bitecek, sivillik gelecek, iktisadi olarak dinamikleşeceğiz, ülke olarak küresel olarak görünürlüğümüz, önemimiz artacak. taşacağız. bu durumda borsa da gerginliğini, tedirginliğini atar, gevşer bilmem kaç direncini kırar. standart sol liberal epistemoloji ve argümantasyona dayalı bir çerçeve. itirazım şuna, bilen, anlayan varsa beri gelsin, devlet merkezci modernleşme hegemonyası ve toplum merkezci modernleşme hegemonyası ne demek? galiba hegemonyayı paradigma ile karıştırıyor. iki satır gramsci okuyan ve fiili pratikleri gören herkes hegemonyanın seçimle dönüşmeyecek bir süreç, mücadele ve ilişkiler seti olduğunu, basitçe iktidar transferi demek olmadığını bilir.
    dolayısıyla gramsci’ye olan ilgisinin kendisinin kriz ifadesini atarak çokça alıntıladığı bir cümleyle sınırlı kalmasını içtenlikle temenni ediyorum. söz konusu cümlede gramsci krizi şöyle tarif ediyor: “the crisis consists precisely in the fact that the old is dying, and the new cannot be born; in this interregnum a great variety of morbid symptoms appear.”* “kriz tam da eskinin ölmekte olduğu, yeninin doğamadığı, bu ara dönemde-fetret döneminde çok çeşitli marazi semptomların ortaya çıkmasından mürekkeptir.”
    *a. gramsci, selections from prison notebooks, international publishers, 1977, s. 276.

    http://www.radikal.com.tr/…id=1046594&categoryid=42
  • bir günlük gazetede bir sağ partiye çarşaf çarşaf övgüler düzdüğü halde solcuların düzenlediği konferanslara da çağrılmasını bilen, becerikli akademisyen.

    ankara'dayken de odtü'de başka bilkent'de başka konuşurdu zaten.
  • 7 şubat 2010 tarihli radikal iki'de yayımlanan "sol nerede öldü" başlıklı makalesinin giriş cümlesi şöyledir:

    "ünlü iktisatçı milton keynes, bugün de paradigma niteliğinde geçerliliğini koruyan çalışmalarında, sürekli olarak "belirsizlik" kavramının altını çizer"

    yani, dizgi hatası diyeceğiz ama... maynord olur, maydonoz olur da; milton ne lan? kalın harflerle üstelik. tamam belirsizlik kavramı (uuu beybi) iyi de, adamcağızın adı konusunda bir belirsizlik yok ki. konuya dikkatimizi çeken ertugrul ahmet tonak'ın düşüncesine göre "bu bir dil sürçmesi değil bilgi yüzeyselliğinin, fikri modaların peşinde koşma telaşının çırılçıplak arz-ı endam etmesidir."

    unutmadan:

    (bkz: john maynard keynes)
  • üzüntü, muz kabuğu ve fuat keyman.
    tekeden süt çıkar çıkarır gibi islamcıdan demokrat çıkarmaya and içmiş adeta.
    davutoğlu bile oturup 14 sayfa manifesto kalem alıyor, yol bitti diyor ama keyman hala diretiyor ve şunu yazabiliyor: "sn. erdoğan, türkiye ittifakı önerisini, “kızgın demiri soğutalım”, diğer bir değişle, kutuplaşmaya ve nefret söylemine karşı birlikte yaşamak kültürünü ve hoşgörüyü güçlendirelim diyerek güçlendirdi."

    erdoğan'ın kendisi bile daha bu lafları etmesinin üzerinden 24 saat geçmeden "türkiye ittifakı derken cumhur ittifakını kastettim, diğerleri avucunu yalar" deyip nefret söylemine tam gaz devam ediyor ama keyman "rte, hoşgörü dedi, birlikte yaşama dedi" diye yazı döşeniyor.

    hayır hayır kraldan çok kralcılık değil bu, başka bir şey keyman'ınki. öyle ki ali ihsan yavuzlar, bekir bozdağlar bunun yanında daha gerçekçi, daha samimi kalıyor. çünkü bunlar hiçbir etik değeri takmadan alabildiğine reel bir gerçeklikte pata küte yaşıyorlar. keyman ise sürreal. aksi takdirde bir insan, daha bir kaç gün önce ana muhalefet liderini linç eden bir güruh orada dururken "siyasette uzlaşmanın ve birlikte yaşama kültürünü güçlendirmenin zamanı gelmedi mi?" diye bir soru sorulabilir mi?

    hey keyman uçur bizi haydi
  • an itibariyle habertürk tv‘de katıldığı bir programda iki cümlesinin birinde koskoca ülkeye ukranya demesi acayip kulağımı tırmalayan akademisyen.
  • kendisinin koç üniversitesi'nde yaptığı en büyük yanlışın 1. sınıflara introduction to political science dersi vermek olduğuna inandığım akademisyen.

    kendisi bundan 4 sene önce, özellikle dekanlığa ricada bulunmuş "gençlere politik bilim neymiş falan bir giriş dersi vereyim" demiştir, ancak
    bunu yaparken muhtemelen okula yeni giriş yapmış paralı concon'ların fuat keyman'ın dersinde arka sıralarda fanatik falan okuyacağını hesaba katmamıştı. sonuç olarak kendisi ders verdiği sınıfa ısınamamış, muhtemelen daha olgun ve politik anlamda daha temelli öğrencilerle çalışmaya alışık olduğundan oldukça sıkılmış ve bunun kendisi için ne büyük hayal kırıklığı olduğunu defalarca belirtmiştir.

    sonuç olarak şimdi son sınıfım ve bu adamın derslerinde boş yer bulamıyorum, o dersleri alamıyorum.. meğer ne değer bilmez adammışız zamanında demekten de kendimi alamıyorum.
  • büyük bir holding üniversitesinden (koç) diğerine (sabancı) transfer olmuştur. sabancı üniversitesi istanbul politikalar merkezi direktörlüğünün yeni yürütücüsüdür. sosyal adalet, demokrasi, yönetişim güzel şeyler bunlar.
hesabın var mı? giriş yap