• "ful yaprakları, hiçliğin kıyısında dolananların var olma ve hayatlarını yeniden yazma çabalarıdır."
    civan canovanın yazdığı ve mart ayından itibaren devlet tiyatrosunda* sahnelenmeye başlayacak olan oyun.

    oyuncular:
    özlem güveli
    özden çiftçi
    musa uzunlar
  • richard - ben romeo'nun jüliet'i tanıdığından daha fazla tanıyorum seni. sen de beni. juliet'in romeo'yu, ophelia'nın hamlet'i, eva braun'un hitler'i, diana'nın charles'ı tanıdığından daha fazla tanıyorsun. en azından onlardan daha çok sohbet ettik. daha çok vakit geçirdik birlikte. ve yakında sıra ölüme gelecek. bütün aşıklar gibi. aşkımızla ilgili yazılı bir belge olmayacak belki, ama ilgilenenler ilerde internet kayıtlarından bulabilirler bizim hikayemizi. ve ben, iki sevgiliye yaraşan en güzel ölümü buldum. anlatayım mı?
    siyanür dolu bir küvete girmeliyiz önce... ya da baldıran otu... evet, bu daha iyi. siyanür derimizden içeri girebilir. ve de vaktinden önce öldürebilir bizi. en iyisi baldıran otuyla kaynatılmış köpüklü su. üzerinde ful yaprakları. binlerce yaprak. önce o suya girip yıkanmalıyız... saatlerce... sadece dokunmalıyız birbirimize. ellerimizle... saçlarımızı okşamalıyız. omuzlarımızı, göğüslerimizi, bacaklarımızı... sonra çıkmalıyız köpüklerin ve ful yapraklarının arasından... gözlerimiz kapalı, kokularımız ciğerlerimizde, tenimiz, terimiz ve baldıran otlu vücutlarımız birbirine karışmış, dakikalarca sevişmeliyiz. wagner çalmalı odada. faust bizi izlemeli perdenin kenarından, sessizce...
    gerçek aşkları göze alamadık. ölüme bile atlayamadık gerçek aşklarımız için. oysa nedir ki ölüm? hiç değilse düşlerimizdeki aşklar için yapmalıyız bunu. yok olsak bile adresimiz belli olmalı bu saçma sapan boşlukta. madonna ve richard. güneş sistemi... mars... kainat... özel ulak.
    gün ağırınca, önce kapıyı çalacaklar. meraklılar. sonra da kıracaklar kapıyı. sonra da, ne yazık ki iki ayrı beden bulacaklar içerde. iki baş, dört kol, dört bacak ve birbirine sırtını dönmüş iki yürek.
    ben şimdiye kadar hiçbir ölüme üzülmedim aslında. ne bir savaş esirine, ne babama, ne de ful yapraklarına... gülüp geçmedim belki ama hiç üzülmedim. umursamadım. ve de... hep korktum ölümden. çok düşündüm ölmeyi ama cesaret edemedim.
    mars'a yollanacak olan kapsüle isimlerimizi yazdırdım bu sabah. düşünsene, aşkımız tarihe geçecek. adem'den beri hiçbir aşk bu kadar uzaklarda duyulmamış, hiçbir aşık böylesine bir gurur yaşamamıştır. mars'a isimleri yazılan ilk bir milyon insan arasında biz de varız madonna. önce uzun bir süre boşlukta dolaşacak adlarımız, sonra da bambaşka bir gezegene düşecek. ve insanlık kendini yok edinceye, kainat bir atom çekirdeği haline gelinceye kadar orda kalacağız. sonsuzluğa kazınan kutsal bir aşk. sen ve ben. madonna ve richard...

    *
  • öncelikle apayrı bir oyun olduğunu söylemek lazım; özellikle de, sahne kullanımındaki ilginç fikirler sebebiyle çok farklı bir oyun. zekice düşünülmüş ayrıntılar insanı şaşırtıyor. dekorun herhangi bir parçası oyun esnasında yer değiştimiyor; ama üç ayrı parçaya bölünen dekora yansıtılan görüntüler, -özellikle bazı anlarda- oldukça etkileyici oluyor (spoiler kıvamında keyif kaçırıcı ayrıntılar vermemek için uzatmıyorum). sadece bu sebeple bile seyredilmesi gereken bir oyun.

    metinde, felsefi ve psikolojik çıkarımlar dolu dolu kullanılmış. öznel yorumumu kısaca sunarsam; konunun bazı yerlerinin biraz zorlama olduğu hissiyatına kapıldım. felsefi boyutlardaki bıçak sırtı çizgi de bu olsa gerek; farklı bakışlar, farklı yorumlar. oyunun sonunda, emeği geçenler arasında 'kişilik çözülemeleri ve psikolojik danışman' ibaresiyle sunulan bir psikolog olduğunu görünce, bu olumsuz eleştirimin biraz azaldığını da söylemeliyim. netice olarak; içeriğindeki felsefi sorgulara seyirciyi katan bir oyun olduğunu söylemek ve bu anlamda da kayda değer olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır zannımca.

    oyunun bir diğer artısı, musa uzunlar'ın oldukça göze çarpan performansıdır. diğer iki oyuncuya haksızlık etmeyeyim ama musa uzunlar gerçekten de göze çarpan bir oyunculuk sergiliyor. nasıl ki birol ünel, duvara karşı* filminde oynadığı karaktere çok uyan bir görüntüyle seyirci karşısına çıktıysa, musa uzunlar'ın da bu oyunda benzer bir oyuncu - karakter uyumu sergilediğini düşünüyorum. bu uyum, performansla birleşince daha da etkileyici oluyor ister istemez.

    metindeki psikolojik ve felsefi derinlik sebebiyle, izlenmesi ve içine girilmesi zor bir oyun. görsel açıdan yarattığı farklılıklar izlemeyi kolaylaştırsa da, sıra dışı oyunlardan haz etmeyen izleyiciler için sıkıcı olabilir. sıra dışı oyun arayan tiyatroseverlerin ise, seyretmemesi bir eksiklik olarak kalacaktır. esasında iki kere seyredilmesi de önerilebilir; çünkü, görsel ayrıntıları fark etmek için verilen uğraşı, metindeki ve oyunculardaki ayrıntıları tam olarak yakalayamama şeklinde bir handikap yaratıyor. bu vesileyle, "ikinci kere izlenmeye değer" uyarısını kendime de yapıyorum.

    şunu da belirtmek zorunda hissediyorum kendimi: sahnenin ve teknolojik ayrıntıların şaşkınlığı, oyun başladıktan 5-10 dakika sonra azalır gibi oluyor. bu şaşkınlığın azalması, metnin içine girebilme çabasını arttırıyor. bu çaba, başlangıçta düşük bir etkiyle kendini gösteriyor; yani, karakterlerle bütünleşmeye çalışırken ve ayrıntılarla uğraşırken, biraz durağan bir durum hissediliyor; fakat, bu durağanlık yavaş yavaş kayboluyor. sonrasında da izleme performansı, oyunun sonuna kadar artan bir grafikle oldukça yükseliyor; son sahnede, hatta oyuncuların seyirciyi selamlama seremonisinde bile azalmıyor. oyunu izleyecek olanların bu ayrıntıyı hatırlaması, herhangi bir sebeple oyundan kopma durumunda, sahneye odaklanabilmeyi ayakta tutmak için önemli bir katkı sağlayacaktır.

    ful yaprakları, farklı duruşu ve sahneye getirdiği ilginçlikler sebebiyle, ortalamanın üstündeki her tiyatroseverin seyretmesi gereken bir oyun. en azından; farklı bir oyun izlemek, dekor için düşünülen ilginç fikirlerin sıradışı bir metinle harmanlanışını tatmak için...
  • devlet tiyatrolarının bu sezon sergilediği oyunlar içinde en ilginçlerinden biri(diğerleri yangın duası ve sersemler evi olarak kabul edilebilir). senaryo ne kadar farklıysa,oyunun sahnelenişi de bir o kadar farklı.bu arada oyunculardan musa uzunların etkileyici bir performansa sahip olduğunu belirtmeyi unutmamalı.günümüz insanın yaşadığı en büyük sorun ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.oyunda emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.
  • bu hafta 2. kez izlemek istediğim, arkadaşları da toparlayarak gideceğimiz, tüm ekşi sözlük sanat dostlarına ve okurlara önereceğim kaçmaz oyun. oyun içinde oyun.
  • canova'nin crimp tarzi muazzam eserinin dt tarafindan sahneye izdüsümü.. etkilenmemek elde degil..
  • www.istdt.gov.tr adresinden araciligi ile internet uzerinden seyirci ile bulusacaktir.

    22 nisan persembe gunu saat 20:00’ de 23 nisan cumartesi gunu saat 15:00 ve 20:00’ de 24 nisan pazar günü saat 15:00’ de internetten canli olarak yayinlanacakmis.

    (bkz: yorumsuz)*
  • ayakta alkışlamaya değer bulduğum başarılı bir oyun. musa uzunlar 'ın performansı ile richard karakteri tam da olabileceği kadar hastalıklı ve çekici olmuş. özellikle de "tanrı bizi..." yazısını "seviyor" diye tamamlayan gözlerle * izlendiğinde, içinden muhteşem replikler, yalana dair, yalan söyleyebilmenin kolaylığına, yalan yaşayabilmenin imkanlarına dair etkileyici sorgulamalar çıkarılan enfes bir oyundu. bu sezon devlet tiyatrolarında izlediğim ve çok beğendiğim nadir oyunlardan.
    vurucu metni ve başarılı oyunculuklar ile "iyi ki izledim" denilebilecek bir oyun.
    "ben romeo'nun jüliet'i tanıdığından daha fazla tanıyorum seni", "tanrı bizi sınıyor", "masallar anlatıyor bana", "mavi converseler" vb.
    özellikle iki kız kardeşin arasındaki kavga ve dekorlar bence muhteşemdi. yazan civan canova da kutlanılmayı hak ediyor.
  • "hoşumuza giden bedenlerin içine hayalimizdeki ruhu yerleştirip adına aşk diyoruz" *
hesabın var mı? giriş yap