• gazetelerin okurlarını hediye manyağı yaptığı yıllardır efendim. herkesin bir anısı, unutamadığı hisleri vardır bununla ilgili. ben de izninizle bizim ailenin başına gelen enteresan bir olayı paylaşacağım.

    bizimkisi "kuponla birlikte" gelen bir hediye değildi ama, "büyük" bir şeydi. çok büyük.

    yıl 1994. yer adana. evimize her gün bir adet türkiye gazetesi ve bir adet de zaman gazetesi'nin girdiği yıllar... tüm sülalem muhafazakar olduğundan, özellikle türkiye gazetesi'nin girmediği ev yoktu o zamanlar bizim ailede.

    neyse efendim sadede gelecek olursak, türkiye gazetesi o aralar "çatal, bıçak" vs değil de, araba dağıtıyordu abonelerine.

    gazetede her gün bir numara veriliyormuş, ertesi günler de "talihlileri" açıklıyorlarmış yine gazete sayfasında. annemin de hiç işi olmaz böyle şeylerde. bir kere bile kontrol etmemiştim diyor. ama o kutsal gün kadıncağızın numaralara bakası tutmuş. kendi numarasına bakmış, kazanana bakmış, sonra bir daha bakmış, bir daha, bir daha... talih kuşunun bizim eve konduğu o anda; ben 4 yaşında mini minnacık bir veled olarak tuvalette annemin kıçımı silmesini beklerkene, fena çığlıklar geliyordu salondan. korktum tabii ben. "annee annee" diye sesleniyorum. kıçım boklu kaldı ya, gelsin de taharetimi halletsin diye. ama yok. yarım dakika sonra falan, annemin seslerine 7 yaşındaki abimin bağrışları da eklendi. ben de dayanamayıp çıktım artık tuvaletten. ne duyayım? araba kazanmışız lan. biz araba kazanmışız. rüya gibi geliyor, inanamıyorum. sonra abimle evdeki toplara vuruyoruz, şangır şungur vitrinin indiğini hatırlıyorum sevinçten. nasıl sevinmem? babamın kamyonetvari iş arabası dışında özel arabaya mı binmişiz hiç? gün bizim günümüzdü, ölesiye tadını çıkarıyorduk. 19 yıl sonra bile, o anki yaşadığım mutluluk hissini iliklerimde hissediyorum.

    neyse efendim. babamızın verdiği tepkiye gelelim.
    babam acayip ehl-i sünnet bir adamdı. mertti, dürüsttü, her kuruşu alnının teriyle kazanan bir esnaftı. su faturası az geliyor diye memur çağırıp sayaca baktıran bir adamdan bahsediyorum. bu havadisi duyunca demesin mi "ben haram para yemem" diye. haydaaa! adamı günlerce tüm sülale ikna etmeye çalışmış. inatla o arabayı istemem diyip duruyormuş.

    daha sonra müftülüğe sormuşlar, caiz midir değil midir diye. (ne şekil bir aileyiz ya aslkdjfsdlf) müftü de "siz almazsanız ben alırım" demiş. (kurban olam sana müftü bey!) babam müftüden de icazeti alınca ve çocuklarının, karısının gözlerindeki mutluluğu söndürmemek adına "tamam lan" demiş. "gidiyoruz istanbul'a!"

    gelelim arabayı canlı yayında iktisap etme aşamasına. tgrt'nin o zamanki kadrolu elemanlarından ve enver ören'in göz bebeklerinden seda sayan, kazananlarla canlı telefon bağlantısı yapıyordu. o akşam da bizim valide konuşacaktı seda hanımla. tüm aile toplandık, canlı yayını izliyoruz. ev mahşer alanı gibi. çok küçük olduğumdan konuşmaları pek hatırlamıyorum ama, annemin adının "gülnaz" olduğunu öğrenen seda hanım'ın "gülen az gülen az ağlayan çok gülen az" türküsü çığırdığını sanki dünmüş gibi hatırlıyorum. türkü sonrası annemde mahçup gülümsemeler falan, "aman efendim teveccühünüz" halleri, tüm ailede gülüşmeler kıkırdaşmalar, "bak koskoca seda sayan gülnaz'a türkü söyledi" böbürlenmeleri... tam bir komedi tablosu. neyse, telefon konuşmasının sonuna doğru seda sayan, annemden, istanbul'a arabayı almaya geleceği zaman içli köfte de getirmesini istiyor. adanalıyız ya. neyse konuşma böylece sonlanıyor. daha sonra annem "kadın o kadar istedi, yapmasak ayıp olur" diye köfteleri hazırlamaya başlıyor. babam da "kadın şaka mı yapıyorsun sen. o kadın her gün birilerinden bi' şey istiyor, öylesine dedi onu. burdan oraya içli köfte mi gidermiş. hem nerde görcez onu" diyip annemi azarladıktan sonra, akşama köfteleri birlikte yiyorlar asdjasşkjdsada.

    annemle babam arabayı almaya gidecekleri gün, abimle beni anneanneme bırakmışlardı. ben de, elimde, sapı oklavadan olan bir türk bayrağıyla gitmişim oraya. (ne salakmışım ulan, 4 yaşındaki kız barbie bebek falan taşır yanında, türk bayrağı nedir ya) neyse bunu niye söyledim. geçen gün anneannem bazlama açıyordu, minik bir oklavayla. "aa annneanne ne güzelmiş bu" dedim. o da demesin mi "bu oklava annenler arabayı almaya gittiklerinde senin eve getirdiğin bayrağa sarılıydı. hala saklıyorum." diye. kadıncağızın gözleri doldu. ben de bir yandan gülüyorum bu mallığıma, bir yandan da böyle bir şeyi duyduğum için çok seviniyorum. 19 yıllık koca bir çınar oluyor o tahta parçası gözümde bir anda. anılarım canlanıyor falan. hey gidi günler diyorum, çocukluğum diyorum...

    sonuç olarak 1994 model, -benim için hala dünyanın en güzel arabası olan- kia capital'ımız, güzel kızımız, annemlerin gençliği, bizim çocukluğumuz, ilk marşa basma deneyimlerimiz, ehliyeti aldığımızda heyecanımıza ilk tanıklık edenimiz, ilk kazamız, lise anılarımız ve daha bir çok şeyimiz, canımız emektarımız; hala başı dimdik, mağrur bir şekilde, yıllara meydan okur gibi duruyor evimizin önünde. hep dursun, var olsun.

    velhasılı kelam; işte bu da böyle bir anımdır dostlar.
  • insanların en çok gazete aldığı yıllardı. biz bu kupon işine girerek önce 52 ekran vestel televizyon aldık sonra bıçak seti daha sonra 2 ayrı takım yemek seti aldık. babam azimli adamdı her gün kupon kesme ritüelleri yaşanırdı. herkesin sorumluluğuna bir gazete verilirdi. televizyon kuponları babama, yemek takımı kuponları anneme ve bıçak takımı kuponları ablama aitti. ben kuponu keserken mundar ettiğim için yaptırmazlardı.

    bu kuponlar öyle önemliydi ki '98 adana depreminde ilk kurtarılacaklar listesinin ilk sırasında vestel 52 ekran tvnin kuponları vardı. korkuyla evi terk edip sokağa çıktığımızda babam yana yakıla eve dönüp kuponları kurtarmıştı. halen o tv durur tıkır tıkır da çalışır.
    star gazetesinden de mutfak ihtiyaçları karşılanırdı kokulu yer silme suyu (portakallıydı), makarna, çakmak... amma çingeneymişiz lan

    editbüdüt: hatırladığım kadarıyla sabah gazetesinden 2 adet farklı modellerde motorola cep telefonu da almıştık. bir tanesi kapaklıydı hani şu alttan kapaklı olanlar. antenli mantenliydi ama pahallıydı tabii o döneme göre.
  • gazetelerin bir ara laptop veriyoruz diye bildiğin az gelişmiş databankları verdiği yıllardı.
  • efsane replik " bütün bisikletlere bindim bisana binemedim. " o yıllarda popülerdi. düşünsene lan, 59 kupona bisiklet alıyorduk. vay anasını arkadaş, özlenilesi be.
  • ılıcakların akşam'ı televizyon verecekti onca insan kandı. gazete sürekli zamlandı. televizyon bekleyen üçün birini aldı. o zamanlar ilkokuldaydım. varsa yaşça büyüğüm düzeltsin lütfen.
    edit: gelen mesajlarla yapılan düzeltme; televizyon markası akai, kimisi almış kimisi alamamış.
    alabilenler de çok ugrasmış.
  • akşam gazetesinin ılıcaklara ait olduğu yıllar. televizyon vermeye çalışmışlardı.

    sabah gazetesinin arkopal kırılmaz cam kase tabak vermesi. bir de söylenişi çok hoş bi çarşaf veriyorlardı. nedense bunlar beynime kazınmış.

    bir de meşhur ansiklopedileri tabi. kahve işleten abim bizim için biriktirmişti kuponları tek tek. her türlü ansiklopediye sahiptik. ortaokulda bir ödev verildi mi eve gelip araştırmak ilk işim olurdu. liseye başladığımda ayaklı sözlük gibiydim. o ansiklopediler sayesinde dersaneye gitmeden yetişen üç kişi çıktı. biri turist rehberi, biri öğretim görevlisi biri de öğretmen oldu.

    güzel yıllardı be sözlük, bu kadar tüketim çılgını değildik o zaman, kupon biriktirmekti derdimiz.

    güncelleme: sözlük yazarlarına teşekkürler, çarşafın adı -şılafgut- imiş.
  • aynı zamanda işin çakallıklarının da döndüğü yıllardı.

    yanılmıyorsam gazetelerde kupon yayınlamak yasaklanmıştı, artık gazete eklerini biriktirmeye başlamıştık.

    örneğin gazete alırsak 1 tl veriyorken, ekiyle birlikte aldığımızda 2,5 tl veriyorduk.
  • 96 ya da 97 olsa gerek, gazetenin yanında kurmalı çek-bırak araba alarak katıldığımız yıllardır. çektim, bir bıraktım, daha da geri dönmedi.
  • otomobil verildiğini hatırlıyorum. daha önceleri ise bir tanıdığımız skoda veren bir gazete kampanyasından kazıklanmıştı, alamamışlardı. sonrasında inatla gitti yine skoda aldı lan adam. bu da böyle bir anımdır.
  • en güzeli de legoydu. ilk zamanlar bir kepçe ve bir kamyon vermişlerdi ama tek seferde değil. her gün 3-5 parça verirlerdi ve erkenden tükenirdi. bu yüzden sabahları erken kalkıp soluğu gazete bayisinde alırdık.

    kepçe ve kamyon bittikten sonra daha küçük kutularda legolar verilmeye başlandı.

    velhasıl kelam özellikle taşrada yaşayan ve lego nedir bilmeyen bir neslin yaratıcılığını arttırmıştır bu hediyeler.
hesabın var mı? giriş yap