• dünyanın en büyük 2. mozaik müzesi olan zeugma'ya "göt kadar", içindeki en nadide eser olan çingene kızı mozaiğine ise "a4 kağıdı" diyenlerin doldurduğu başlık.

    arkadaşım şehri beğenmemiş olabilirsin, rakının yanında koruk da ikram etmiş olabilirler amenna. ama mozaik dünyasının gözbebeği olan böyle bir müzeye o yakıştırmayı yapamazsın.

    gaziantep türkiye'nin sayılı sanayi bölgelerinden biridir. aynı zamanda ülkemizde unesco yaratıcı şehirler ağına dahil olan ilk gastronomi şehri olmuştur. bunla beraber restoranlara belli standartlar gelmiş olsa da fiyatı da olumsuz etkilemiştir.

    şehir merkezindeki kültür yolu üzerinde bulunan kalesi, bedestenler ve hanları, bakırcılar çarşısı görülmeye değerdir. yine rumkale, karkamış antik kenti (ki suriye sınırı sıfır noktasında olup içinde arap lawrence'in evi de vardır), yesemek açıkhava müzesi ve belkıs antik kenti de ilçelerde bulunan ve sürprizlerle dolu tarihi alanlardır.

    kısacası ipekyolu üzerinde bulunan ve tarım, turizm, sanayi, ticaret ve gastronomi kentidir. görebilenler için eşsiz deneyimler sunacaktır.
  • gaziantepli sanayi ustalarının namı tevekkeli yayılmamış. adamlar, meğer dededen ustaymış.

    bülent ecevit, 29-30 haziran 1956 tarihli ulus gazetesinde yayımlanan iki yazısında bir gaziantep gezisi esnasında gaziantepli bir ustayla olan anısını ve gaziantep'in ve gazianteplilerin endüstriyel kabiliyetini şöyle anlatır;

    "gaziantep'in en soluk benizli, en yoksul kılıklı insanını, bir dükkânda öğle yemeği yerken gördüm. bizlerin girdiğimizi görünce ince yüzünde nazik bir gülümseyişle ayağa kalktı, sofrasına buyur etti. «sofra», yere serilmiş bir eski hasırdı; yemek de pideler üstünde birkaç domatesle yeşil biber.. 3 kişi idiler: bizi buyur eden dükkân sahibi ile, çocuk yaşta iki de çırak...

    gaziantep'in en yoksulunun bile yediği yemek zenginlerinin yediğinden pek farklı değildir, demişlerdi. öyleyse bu adam yoksulun da mı yoksulu idi? nice yoksul olduğu zaten kendisinin ve çıraklarının yüzlerinden belli idi.

    hemen herkesin iyice bir geçim sağlyacak iş bulabildiği bu şehirde, bu adam ne kadar lüzumsuz, boş, ölü bir iş tutmuş olmalydı ki bu hâle gelmiş olsun!

    bana gaziantep çarşısını gezdiren genç iş adamı, bizi sofrasına buyur eden soluk benizli dükkân sahibine, gaziantep ağzıyla,

    — sağol, ağam! dedi. biz senin eserlerini görmeğe geldik.

    dükkân sahibinin yüzündeki gülümseyişe bu sefer biraz da utangaçlık katıldı,

    — başüstüne ağam! dedi.

    önümüze geçti, eğreti bir merdivenden bizi dükkânın bodrumuna indirdi. toprak zeminli bodrum katı çırılçıplaktı. yalnız bir köşede iki yepyeni, otomatik dokuma tezgâhı görünüyordu. gümrükten yeni çıkmış gibi pırıl pırıldılar. birinin üstünde, dokunması yarım kalmış bir köylü kumaşı vardı.

    bir şey söylemiş olmak için,

    — nereden gelmiş bu makinalar, ingiltere'den mi? dedim.

    dükkân sahibi genç adam mahcûp, başını eğip sustu. gaziantep'li dostlarım konuştular:

    — bunlar kendi eserleri, dediler. ikisini de burada yaptı.

    sonra kendisine dönüp sordular:

    — ne kadarını yerli malzemeden yaptın bunların ağam?

    — üstündeki en küçük cıvataya kadar her şeyi yerlidir, dedi.

    sonra sesini alçaltarak, saklamağa çalıştığı bir gurur gülümseyişiyle ilâve etti:

    — mahsus öyle olsun istemiştik..

    bunu söylerken, yarı gurur yarı da utangaçlıktan gözleri dolmuş gibiydi.

    - fakat, dedi. dışarıya satarken üstüne yabancı adı yazıyorduk.

    - niçin?

    - yerli olduğunu bilseler almazlardı ki!

    - yılda kaç tane yapıyorsunuz bunlardan? dedim.

    - artık yapmıyoruz, bıraktık, dedi. ithal malından ucuza mal ettiğimiz hâlde muamele vergisi belimizi büküyordu, zarar ediyorduk.

    şimdi, bu gaziantepli sanatçı, kendi yaptığı makinalarda köylü kumaşları dokuyarak geçimini sağlamağa çalışıyordu.

    her yıl kimbilir ne kadar döviz, bu makinaların belki de daha kötülerinin başka memleketlerden ithaline harcanıyordu! verdiğimiz dövizle, avrupada bu makinalardan yapan işçiler refah içinde yaşıyor; ithalâttan aldığı kârla, belki istanbul'da bir tüccar, ayazpaşadaki apartmanında hayatın tadını çıkarıyor; gaziantep'in soluk benizli sanatkâr ustası ise, bir eski hasırın üstünde, çocuk yaşta iki çırağıyla beraber, pideye katık ettiği domates, biberden ibaret öğle yemeğini yiyordu.

    (...)

    gaziantep çarşısında ise bugün, herhangi bir otomobil, kamyon veya otobüsün, şanzıman dişlileri, defransiyel ve enjektör aksamı ile piston gömlek hariç, bütün parçaları yapılabilmektedir. güney - doğu anadolu'nun kamyon ve otobüslerine, artık dışarıdan getirtilemiyen yedek parçalar, şimdi gaziantep çarşısında yapılıp takılmaktadır. kullanılmaz hale gelmiş lâstikler burada yenilenmekte, avrupa yapısından güçlükle ayırt edilebilen karoseriler burada yapılmaktadır. muamele vergisinin ve iş kanununun, çıkardığı, hele bundan sonra da millî korunma kanununun bunlara ekliyeceği güçlükler kaldırılıp da, gaziantep çarşısında yedek parça, karoser ve lâstik yenileme işleriyle meşgul yüzlerce küçük imalâthanenin beşer onar bir araya gelmelerine yol açılsa, belki de birkaç yıla kadar türkiye'de, lâstiğinden hava kornasına kadar yerli bir motorlu araçlar endüstrisi kurulabilirdi.

    bir günlük bir gezintide görüp duyabildiğim kadar, gaziantep imalâthanelerinde, bunlardan başka, deri presleri, kaynak makinaları, torna makinaları, çamaşır makinaları, gaz sobaları, amplifikatörler, çelik kasalar yapılmaktadır."
  • 2016 olması lazım ramazan ayı okul kapanmadan başlıyordu, okulun son günleri oruç geçiyordu. kyk yurdunda artık 4. yılımız olduğu için kafa dengi elemanlar aynı kata toplanmışız. batılılar bilmez buralarda fırın kültürü çok gelişmiştir, fırıncıya yaptıramayacağınız yemek yoktur. ramazandan dolayı yemekhane ağzına kadar dolu olacağı için fırında birşeyler hazırlıyoruz her gün.

    o gün ihale urfalı arkadaş ve bana kaldı. urfalı tutturdu, ekmek üstü kaşar sucuk yaptıralım, diye. iftara 1 saat kalmamış fırın kalabalıktır, desem de dinletemedim. yurdun yakınındaki a101'den sucuk ve kaşar aldık ama dilimlenmişi pahalıya geliyor diye bütün olanı aldık urfalı yüzünden. son kalan enerjimle aramızda şöyle bir diyalog geçti:

    - olm iftara kalmış yarım saat fırıncı bunları dilimlemeyle uğraşmaz, kalabalıktan biz de fırına giremeyiz bile, bak görürsün
    - fırında dilimleyeceğimizi kim söyledi, fırının yanındaki kurabiyeciye gidip rica edeceğiz bize bir bıçak verecek.
    - lan adam ne diye sana bıçak versin, bak aç kalacağız gel dilimlenmişi alalım
    - kanka ben adamla tanıştım, adam antep'in yerlisi ve çok iyi birisi kesin yardım eder.

    bu konuşmadan sonra bahsettiği kurabiyeciye gittik, adama selam verdi ve bıçak rica etti. kurabiyeci konusunda haklı çıktı, adam bıçak değil direkt içerideki mutfaklarına davet etti. biz sucuk ve kaşarı dilimlerken adam içeriye geçip müşterileriyle ilgilenmeye başladı. bir yandan yemeği yetiştirmeye çalışırken diğer yandan da sohbet ediyorduk:

    - kanka ben sana dedim, antep'in yerlisi iyidir. baksana adam bizi mutfağına aldı lan, başka kim bunu yapar?
    - ben de şaşırdım abi bıçak verse yeterdi ya adama da ayıp oldu.

    bu sırada urfalı arkadaş muzaffer komutan edasıyla bana emirler yağdırıyor. kurabiyeci ise müşterileri gönderdikten sonra yanımıza geldi. urfalı arkadaş da ağzı açıldı ya bir kere o yüzden muhabbete başladı:

    u- abi sağolasın bizi kurtardın, ben arkadaşa dedim antep'in yerlisi iyidir, bize yardımcı olur diye, o inanmadı
    k- tabi canım bakmayın siz antep'lilere laf söylediklerine, antep'in yerlisi şöyle iyidir, böyle iyidir
    u- he abi ya kötü söylüyorlar hep, ben daha kötü antep'liye denk gelmedim
    k- kötü bilinmesinin sebebi bilmem ne depreminden sonra oruspu çocuğu urfa insanlarının buraya göç etmesinden dolayı

    burada ben dilimi ısırıyordum gülmemek için, urfalı arkadaş sinirden kıpkırmızı olmuş ama ses edemiyor. kurabiyeci ise hiçbir şeyden haberi yok urfalılara giydirmeye devam ediyor. neyse biz eşyamızı topladık çıkıyoruz, baktım bizim urfalı teşekkür bile etmeyecek o derece sinirlenmiş, ben lafa girdim:

    - abi allah razı olsun sizden de bütün antep'in yerlilerinden de, sağolasın tekrardan

    dükkandan çıktık biraz uzaklaştık urfalı arkadaş kurabiyecinin duymayacağına emin olduktan sonra ağzını açabildi:

    - asıl oruspu çocuğu sensin sen!!!

    iftar sofrasında diğer arkadaşlara da anlattım kimse doğru düzgün yiyemedi o gün :)
  • 12 eylül dönemi..1980 darbesi sonrası..gaziantep'te jandarmanın kovaladığı genç bir üniversite öğrencisi..çocuk ölümden kaçarcasına koşar,sadece bir defa arkasına bakabilir ve bir tank görür;onun dışında hiç bakmaz arkasına;arkaya bakmak ölüm demektir o zamanlar..yanındaki taşlara çarpan kurşunların sesi gelir kulağına..takatinin kalmadığını hissettiği bir anda bir el onu içeri çeker..30 yaşlarında bir kadın;yanında da küçük oğlu..genç çocuğu yorganların olduğu yığının arkasına saklar,oğlunu da jandarma gidince haber ver diye öğütler.. giderler bir süre sonra.kadın,genç çocuğu çıkarır ve karnını doyurur..ortalığın yatıştığından emin oluncaya kadar da bırakmaz..
    daha sonra o genç çocuk bir çok defa hayatını kurtaran o kadının evini arasa da bulamaz..
    şimdi,hiç beklenmedik bir şekilde;gaziantep'te çalışmaya başlayacak bir çocuk doktoru olarak her çocuğa,senin hayatını kurtaran o kadının torunuymuş gibi bakacağım babacığım;
    söz...
  • alın size ne nerede yenir listesi.
    6 senede aldığım 15 kilonun özetidir:
    gaziantep’de gerçekten yemek kültürünün dibine kadar yaşamak istiyorsanız buyrun... belki yüzlerce belki binlerce yemek sonrasında gaziantep’in kılcal damarlarından oluşmuş liste..

    bir yiyici olarak benim gaziantep ile ilgili listem şimdilik bu ama zaman zaman bu yer ve mekanlar değişiyor . son hali:

    mercimek çorbası : karşıyaka halit, tabakhane atilla ve metin ustanın yeri

    tavuk çorbası : gaziler caddesi şeker halil,

    kelle paça : şenyurt caddesi kelleci sinan

    yöresel ayaklı nohutlu kelle paça : acıoğlu lokantası

    beyran : yazıcık beyrancı mustafa, acıoğlu et lokantası, organize sanayi bölgesi lokali ünal lokantası, küşleme et lokantası, eblehan kadir usta, karşıyaka dukat

    çiğ köfte ve yöresel tatlılar : acıoğlu lokantası, küsget tadım lokantası, küsget örnek et lokantası

    kıyma kebabı : nizip caddesi serçe, ehil kebap, bişirici, trafo kebap

    sebzeli kebap (haşhaş) : tabakhane kebapçı necdet usta, ehil kebap, bişirici

    kuşbaşı : nizip caddesi serçe kebap, çulçömlek lokantası, bişirici, ehil kebap

    küşleme : karşıyaka kebapçı halil usta, kebaphan küşleme et lokantası

    döner : üçler lokantası

    kuşbaşı, pirzola, karışık kebap : karşıyaka mustafa bağışkan, küşleme kebaphan, osb lokali ünal et lokantası, ehil kebap, bişirici

    künefe : şehreküstü altıntel, çulçuoğlu lokantası, çulçömlek lokantası, erçelebi

    balcan kebabı : birecik parkı, imam çagdaş, kent sineması yanı yaşar usta kebap

    tavuk ve tavuk pirzola : çulçuoğlu lokantası, nur tavuk,

    ciğer kebabı : kebapçı ali haydar, löküs ciyer, eski et balık kurumu içi hakkı baba, cuma ile pazar günleri türktepe parkı hoca abdullah

    katmer : trafik parkı mehmet usta, katmerci yakup usta, küşleme kebabhan, osb lokali

    sıkma – gözleme : trafik parkı

    tava ve tepsi yemeği : kalealtı inci kasap servet içdeniz

    etli ekmek ve bamya çorbası : neyzen lokantası

    lahmacun : üçler lokantası, eblehan kadir usta, imam çagdaş

    pirzola : eblehan kasap ahmet usta, eblehan kasap kadir, pizolacı cahit

    içli köfte : cıncık ibrahim küşleme, osb lokali

    çiğ köfte : baro lokali ve ney restaurant

    kıymalı, etli, yumurtalı pide börek : acıoğlu lokantası ve kebapçı halil usta lokantası

    yöresel mutfak ev yemekleri : acıoğlu lokantası, tadım, örnek

    kadayıf : erçelebi ve altıntel

    nohut dürümü : ünaldı özen fırın mehmet usta, karşıyakalı recep usta

    ala nazik : imam çağdaş

    tandır : neyzen et lokantası, osb ünal et lokantası

    baklava : zeki inal, çağdaş, çelebioğulları, ayıntap

    kuru baklava ve şöbiyet : zeki inal

    soğuk mezeler : kavaklık baro lokali restoran, ney restoran doktorlar lokali, gar lokantası

    kahvaltı : acıoğlu, küşleme kebabhan, bişirici

    yöresel kahvaltı : acıoğlu restoran

    bonus:
    kebapçı apo’ya ağılığ yeyin. yeryüzünde yenilebilecek en güzel şey. şok olursunuz parmaklarınızı yersiniz.
    her zaman olmuyor önceden aramanız gerekiyor. fiyatı 2 şiş bir ekmek 13 tl bir şey. aşırı salaş bir mekan. yeyin ve şok olun. şok. gaziler caddesinde kevanbey hamamı karşısında küçük bir sokakta. tekrar uyarıyorum aşırı salaş.
  • gaziantep bir şehirdir.

    daha önce defalarca bu başlık altına yazdığım şeyleri tekrar etmek istemiyorum ancak;

    gaziantep gayrıresmi üç milyon nüfusu ile dar bir alana sıkışmış, içerisinde en az dört farklı şehri barındıran bir büyükşehirdir.

    bulunduğun koordinatlara göre lüks içerisinde de yaşayabilirsin, elit ve bilgi birikimli insanların içerisinde de, rezilliğin ta dibinde de.

    anadolu şehirlerinin kendine has bir durgunluğu ve yön bulamazlığı vardır. gaziantep'de bu yoktur. şehir hareketlidir. tabii bu hareketlilik yine bulunduğun konuma göre değişir.

    şehirde bir köşe kapmaca oynanır. şehrin en elit kesiminin yer aldığı kısım başlarda çok yaşanabilir ve güzel iken, bir anda bazı sınıf atlamak isteyen kesimler tarafından keşfedilir. bu sınıf atlamak isteyen kesim tarafından zaptedilen bölge belli bir süre sonra o kesimin kalesi haline dönüşür. çünkü yeni gelen jenerasyon o bölgenin kültürüne göre yaşamak yerine, kendi kültürlerini oraya taşıma yolunu seçerler.

    bunun en büyük örneği "ibrahimli"dir. ibrahimli dedğimiz yerin yerleşimi 2005 yılında başlamıştır. ancak 2011 yılında 4. jenerasyona ev sahipliği yapmaya başlamıştır.

    jenerasyonları şöyle böleyim ne demek istediğim anlaşılsın.

    1. jenerasyon : çağdaş ve bilgili, ancak çok da maddi geliri yüksek olmayan kesim. bu kesimin ayak bastığı yer resmen gül bahçesi oluyor.

    2. jenerasyon : paranın dibini görmüş, çok eğitimli olmasa da görmüş geçirmiş, şehir yaşamını bilen kesim.

    3. jenerasyon : paranın resmen namına koymuş, ancak şehirli olmanın ne olduğundan bihaber, dağ kanunlarına göre yaşayan kesim.

    4. jenerasyon : köydeki tarlasını satıp savuşturup, milyonlarca liralık kredi borcu altına girerek sınıf atlamaya çalışan, maddi durumu çok iyi olmayan, varı yoğu sadece yaşadığı evi olan kesim.

    5. jenerasyon : zengin araplar.

    6. jenerasyon : zenginlerin çalışanları

    7. jenerasyon : zenginlerin çalışanı olan araplar.

    8. jenerasyon : fabrika işçileri

    süreç bu şekilde işliyor. tabii ev fiyatları da buna göre şekilleniyor. 1. dönemde ev fiyatları makul iken, 2. ve 3. dönemlerde fırlıyor, 4. ve 5. dönemde tavan yapıyor. 6. jenerasyonun da mahalleye girişi ile 1. ve 2. jenerasyon o mahalleyi terketmeye başlıyor ve fiyatlar düşüyor.

    "ibrahimli" dediğimiz yer şu anda 6. jenerasyonu kabul etmeye başladı. yani gelen insanlar, kaliteli bir site hayatı yaşayabilmek için ödemeleri gereken apartman aidatlarını dahi karşılayabilecek durumda değiller. bu nedenle de asgari apartman/site içi hizmetler dahi aksıyor, yerine getirilemez hale geliyor.

    çok fazla inşaat sektörü ile içli dışlı olduğum için bazı gözlemlerim vardı. mesela bir toplu konutla lüks bir site evi arasındaki en büyük fark, merdivenlerin ve bahçelerin temizliği idi. toplu konutlarda ev sahipleri eve taşındıktan sonra ilk iş bahçelerinin çevresine tel örgü çeker. toplu konut sahiplerinin genel özelliği hayatlarında ilk kez malsahibi olmalarıdır ve o sahip oldukları mala canlarından daha kıymetli sahip çıkarlar. bu nedenle sahip oldukları o bahçe sınırları, sanki onların namusuymuş muamelesi görür. ancak yüksek bakım maliyetleri dolayısı ile çimleri hep sararmış ya da gri toprak haline gelmiştir. bazen domates biber ekilen bostanlar dahi görülür.

    kapıcı maliyetlerini düşürebilmek için kapıcı sayısı azaltıldığından ve kapıcı hizmetleri sınırlandırıldığından toplu konutların, kullanılmayan, ara merdivenleri hep toz ve pistir.

    işte ibrahimli'de şimdi bu durum var. milyonlarca liralık lüks evlerde oturan insanların evlerinin bahçeleri rezalet durumda, merdiven araları pislik içinde.

    tabii bu durumu gören 1. ve 2. jenerasyon çoktan mahalleyi terketmeye başladı.

    şimdi şehrin pahalı olmasının en büyük nedeni bu. eskiden bir mahallenin 1. jenerasyondan 8. jenerasyona ev sahipliği yapması 50 yıl sürüyordu. şimdilerde bu süre 10 yıla kadar düştü.

    dedim ya yazımın başında. resmen bir şehirde köşe kapmaca oynanıyor. maddi durumu yerinde bir ailenin ortalama bir evde yaşama süresi 10 yılın altına düşmüş durumda.

    devamlı yeni mahalleler açılıyor, devamlı daha lüks konutlar yapılıyor.

    yani anlayacağınız devamlı millet birbirinden kaçıyor.

    bu hızlı sirkülasyon da ev fiyatlarının artmasına neden oluyor. 4 odalı bir ev için 2 milyon liranın zikredilmesi bu nedenle herkese normal geliyor.

    diyelim ki bu sirkülasyonun içerisine girmek istemediniz. "bir orta anadolu şehri(kasabası) gibi evime kapanıp bir yaşam yaşamak istiyorum" dediniz. buna da en büyük örnek "beylerbeyi".

    evinizde oturuyorsunuz. ortalama bir mahalledesiniz. içinde toplu konut da var, lüks konut da. ancak ufacık bir sorun var. ya arkadaş koskoca mahallelerin içerisinde insanların sosyalleşeceği "bim"den başka bir yer olmaz mı.

    hani olsa ne olacak. insanlarda sosyalleşme kültürü yok ki! spor salonunda mercimekli köfte yoğurup gün yapan kadınlar gördü bu gözler.

    yani klasik türkiye'nin sosyalleşememe kültürünü de birebir yaşayabilirsiniz.

    gaziantep türkiye'nin uyuşturucu başkentidir. "karşıyaka" dediğimiz yerde ayda 10 operasyon olur. her sabah helikopter sesleri ile uyanırsınız. sokakta yürüdüğünüz yerde 20 tane torbacı ile muhatap olursunuz. ancak niyetiniz o yönde evrilmemişse hayatınız boyunca o kesimle karşı karşıya gelmezsiniz.

    "gazikent" var mesela. burada yaşan insanların hayatı çalışmaktır. zaten küçük sanayinin ve gatem dediğimiz toptancılar sitesinin çalışanlarının barınma alanıdır. adamların. işi, gücü, hayatının anlamı çalışmaktır. gelsin de japonlar görsün çalışma kültürü neymiş! hayatı boyunca bir kuru ekmek parasına çalışmaktan başka hiçbir şey bilmeyen bir kesime kimse birşey diyemez. bu insanların yaşadığı şehir ha antep olmuş, ha istanbul, ha yozgat.

    ve geliyorum en bombasına. "karataş"

    karataşta herşey var. öğrenci var, suriyeli var, memur var, işçi var, escort var, uyuşturucu var, zengin var. bir mahallede aynı anda yirmi farklı millet yaşar mı? yaşar arkadaş. aynı apartman bir gün arayla hem fetö evi diye hem de randevu evi diye basılır mı? basılırmış. ya da apartmana elektrik ağrızası için girip de türkçe bilen kimseyi bulamayıp geri çıktığın olur mu? olurmuş.

    son olarak da şehir merkezi ve eski antep. yani "kalealtı"

    buralar artık tamane turistik oldu. belediye her yeri restore ediyor ve çok da iyi ediyor.

    restore olan evler hemen kafeye, restorana, içkili mekana dönüyor, olmayanlar da fakir suriyelilerin köpekten beter yaşam koşullarında yaşadığı kiralık evlere dönüşüyor.

    pasajlar var mesela. söylemez pasajı resmi anadili türkçe, turistik çarşı alt katı kürtçe, üst katı arapçadır. özellikle turistik çarşı üst katına arapça bilmiyorsanız çıkmayın. çünkü onlar da türkçe bilmiyor.

    şahsen ben bu kesimde gezmeyi çok seviyorum. kendi şehrimi turist gibi gezmeye çalışınca 1 gün yetmiyor.

    daha önce entrylerimde yazdığım gibi. ben bu şehrin sadece yemekle anılmasından hoşnut değilim. sırf bu nedenden dolayı gıdalar endüstrileşti. fiyatlar yükseldi. çünkü talep inanılmaz bir şekilde patladı. ancak turizm açısından gaziantep gerçekten de çok dolu bir şehir. çevre illeri de işin içine katarak en az1 haftalık mükemmel bir kültür ve gastronomi turu yapabilirsiniz. bir dakikanızın da boş kalmayacağından emin olun. oteller zaten aşmış durumda. antalya hariç, türkiyenin en kaliteli otelleri bu şehirdedir bence. hem de her bütçeye göre.

    şimdi size gaziantep'in içinde 5-6 farklı şehir yazdım. bu şehirlerin en küçüğünün nüfusu 400bindir. yukarıdaki entrylere bakarak soruyorum. lütfen bu şehrin neresinden bahsettiğinizi yazınızın bir köşesine ekleyin. çünkü iyi diyene de kötü diyene de hak veriyorum. çünkü gaziantep hem mükemmel hem de rezalet ötesi bir şehir.

    (bkz: sma hastasi ayaz bebegin 5 ayi kalmasi)
  • tamamıyla yazık bir şehir.

    gastronomi şehri diye ünlenmiş ama bir tane doğru düzgün mekanı yok. mekanlarda menü yok fiyat tutarlılığı yok. başka bir şehirde aşağı yukarı mekanda ne yiyip ona göre ne yiyeceğinizi bilirsiniz.

    örnek; gaziantep'te kale altında kaldırımda yediğiniz dürümle ibrahimli'de yediğiniz dürüm aynı fiyat olabilir. baklava fiyatları uçuk durumda, burda yaşayan insanların birçoğunun kaliteli baklava yiyebileceğini sanmıyorum. zaten nüfusun önemli bir kısmı fabrikada işçi.
    mahallelerin bir çoğu kenar mahalle sayılır bir kaç merkezi yerin dışında çoğu hürriyet mahallesikıvamında.

    trafik; facia, doğru düzgün kurala uyan insan sayısı çok az, ters yöne giren motosikletliler yüzünden eziliyordum az daha hem de iki defa, sinyal filan hak getire, yayaya saygının sıfır olduğu bir kent. dolmuşların neredeyse hepsi şehrin kuzeyinden güneyine tam tur atıyorlar, böyle olunca dolmuşlar sürekli dolu, tramvay var medeniyet namına o da yetersiz bence. coğrafi yer imkanı olan bir şehirde üniversite-çarşı-otogar-stadyum metro veya tramvay bağlantısının mutlaka olması lazım.

    eğitim; çok okul var ama okullar arasında fiziki imkan olarak fazlaca fark var. çok yüksek sayıda özel kurum var, kolejinden dershanesine. özel ders fiyatları aşırı yüksek. nüfus da fazla ama bilemedim. nüfusun demografik yapısından kaynaklanıyor sanırım. orta sınıf az bu şehirde insanların çoğu gariban geri kalan az kısım ise bu garibanların patronları durumunda.

    sağlık; devlet hastanelerine işim düşmedi bir iki tanesine gittim aşırı yoğundular. bu ülkenin her tarafında böyle neredeyse. özel hastahalerin de hatrı sayılır bir kısmı devlet hastanesinden hallice. insan gibi sağlık hizmeti alınabilecek tek yer liv hospital ona da kimlerin gidebileceğini biliyorsunuzdur.

    totale bakıldığında bu bilmem kaç milyonluk şehir tam bir yazık olmuş vakası
  • insanı fazlasıyla boş muhabbet barındırır.

    örnek :

    sıradan bir insan ; bir bardak su verebilir misin ?

    gaziantepli ; dilimiz demağımız gurudu eğam, halımız herap oldu.. eki damla su vereydin de bi dua gazanaydın.. sevdğlerinin cenına değerdi

    bi sittir git mk ne çok konuşuyonuz ya
  • dışarıdan gelenleri turist gözüyle algılayan bir şehirmişiz bugün bunu öğrendim. evet hepimiz köylüyüz, şalvarlarla dolaşıyoruz şehir içinde. izmirden, istanbuldan hiç insan gelmez ya antebe. kırk yılın başında görünce yeni gelinin sike sarıldığı gibi hasretle sarılırız bu insanlara. ve bir de fırat nehri geçiyormuş bu güzide memleketimin içinden. körmüşüm lan ben. şu yaşıma geldim kırk yılın boklu alleben deresini nasıl oldu da bir anda fırat nehrinin güzide şol akan ırmak kolalrından biri olduğunu idrak edemedim hayret amına koyim.

    ha bir de biz antepliler dışarıdan gelenlere "lo" naralarıyla seslenirmişiz. kırk yıllık antepliyim l ile o harfini hiç yan yana getirmedim. ve disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim ki bu konumuzla alakalı değil. hele ki urfa'nın su altında kalan köyleriyle antebin köylerini birbirine karıştırmak gibi bir gaflet var evlerden uzak olsun. aslında o da hiç konumuzla alakadar değil ama adamı zıvanadan çıkaracak çok nevale var ortalıkta.

    onlar öyle nevaleler ki iki üç yaz tatilinde geçirdikleri topu topu on beş günün hafıza kırıntısından sana ezbere öğrendikleri doğu profilini çıkarırlar. kısa süreli doğu gezilerinden oluşturmuş oldukları yılların(!) çocukluk arkadaşını on üç yaşında evlendirir, malatya'nın kayısısı ile antebin zerdalisini karıştıracak kadar akıl ve mantık sağlamlığından uzak dururlar. yeri gelir, olmayan fırat nehrinin vıcık vıcık samimiyetsizliğinden duygu pıtırcıklarıyla senin vicdanını emmeye gayret ederken yeri gelir, yerli yerinde duran köylerini su altında bırakırlar.

    çünkü onlara anlatılan doğu, bu kadar öküz bu kadar basit ve bu kadar gerizekalı bir görüntü verir. iki üç filmden gördükleri sahnelerle, okudukları üç beş kuruş roman bozuntularından ve üstüne tuz biber ektikleri "ay şekerim sizin orada hala atlarla yolculuk yapılıyormuş" zeka kırıntısı içermeyen rivayetler desteğiyle olmayan bir gaziantep yaratırlar.

    ve ne acıdır ki bu organizmalara bir caddesini bir sokağını sorsan bilmezler antebin. türkiye'nin 1.5 milyon nüfusuyla altıncı büyük şehrinin son 30 yıllık gelişmişliğinden bihaber bir hayat yaşarlar. velev ki bir gün yolları ekşi sözlüğe düşer, uyduruk ve mümkün olduğunca pıtırcık cümleleriyle kendilerini işin bilenine rezil rüsva ederler. gökten üç elma düşer, düşer düşmesine de bazı andavallar havaya bakıp atıp tumaya devam etmekte ısrar eder...
  • "bölücü" olmasın diye rüşvet verildiği ileri sürülen, yerli halkının yüzde doksanının türkmen olduğunu bilmeyen cahillerin olduğu şehir.
hesabın var mı? giriş yap