• (bkz: night and day)
  • küçükken ayçiçekleri gibiydim. güneşi görünce hemen uyanır güneş gidince hemen uyurdum. 14-15 yaşımda gecenin tadını aldım ve güneş yokken o hareketsizlikte olmayı herhalde çok sevdim ki ondan sonra eğer imkan varsa güneş doğduktan sonra uyumayı adet edindim. öyle ahım şahım bir şeyler yaptığımdan, zihnimin daha etkin olmasından değil sadece gecenin hareketsizliğini bana pek iyi gelmese bile çok sevmemden. o karanlıkta, o hareketsizlikte ne olursa olsun aramızda kalmasından şeylerin herhalde.

    gündüzleri dışarıdan ve içeriden bakınca tırnak içinde normal, her şeyin yolunda gittiği, yolunda gitmediğinde metanetin devreye girdiği biriyken geceleri içimden sanki en derinden ben çıkıyor.

    o ben ki sadece benim görebileceğim kadar olmamış bir ben, olmamışlıklarıyla olmuş ben. dünyadaki tüm benlerin sadece kendilerinin görebildikleri o ben, ben. o nasıl katlandıklarını bilmedikleri şeylere rağmen arzuları arzulayan benler. insan olmanın o kırılgan kırılmazlığıyla var olan benler. bunu okuyunca çoğunun inkar edeceği ancak o ben olma zamanı geldiğinde inkar etmeyi aklına getiremeyecek ben olacak benler.

    o benin hareketlerini hissederken tayfunlardaki ağaçlar aklıma geliyor çoğu zaman. gecenin hareketsizliğinde içimdeki hareketin o yüce devinimi beni çok sarsıyor olsa da her gece o hareketin yeniden içine girmeyi bekliyor oluyorum.

    tüm insanlığı minnacık hareketleriyle perişan etme gücüne sahip hareketler, tüm o yamultucu hareketler içimde her an başka bir form alıyor ve ben o kadar yamulma baskısına rağmen bütünlüğü koruyarak temaşa ediyorum kendimde var olan o garip hareketleri.

    gece bittiğinde ve güne uyandığımda dün gece ne olduğunu, neden olduğunu, nasıl olduğunu hiç hatırlamadan o olanlar o hareketler hiç olmamış gibi dingin uyanıyorum. gece olunca yine başlıyor o tufan. gün olunca yine olduğuna dair en ufak bir emare olmuyor.

    gece gündüz nasıl olduğumu gündüz de gece nasıl olduğumu hatırlamadan her gün aynı döngüye giriyorum. hatırlamak istediğimde hiç bir şey hatırlayamadığım bir döngü içinde dönüyorum.

    insan nasıl oluyor da kendinin içine girdiğinin içine girdiğine bir sonraki anda giremiyor? bunun adaletle ilişkisinin yoğun olduğunu seziyorum ancak sezgime bir form veremiyorum. dünyanın tüm benlerinin tayfunlardaki ağaçlar gibi hareket etmesinin adaleti anlamaya en çok yaklaştığım an olduğunu seziyorum. galiba sadece şimdiki zamanda tam form alan adaleti deneyimliyorum.

    neden bilmiyorum ama aşık olduğumuz anların adaleti birinci dereceden deneyimlediğimiz ve adaleti hakikaten arzuladığımız anlar olduğunu sanıyorum.
  • dönem ve inanışa göre oluşumları hakkında ilginç teoriler, inanışlar olmuştur tarih boyunca.

    gelin oturun hele biraz...

    efenim nihon shoki'de(dili çince olsa da antik japon kültürünü anlatan en eski 2.eserdir) anlatıldığına göre japon mitolojisine göre tanrı izanagi ve izanami'nin üç çocukları vardı. amaterasu( güneş tanrısı ve cennetin hükmedicisi), tsukiyomi( ay tanrısı ve gecenin hükmedicisi) ve susanoo( fırtına tanrısı ve denizlerin hükmedicisi).
    evvel zaman içinde bir gün amaterasu, tsukiyomi'ye dünyaya gitmesini ve yiyecek tanrısı uke mochi'yi ziyaret etmesini emreder. tsukiyomi'nin varmasıyla uke mochi hemen pirinç, balık ve diğer hayvanları kusar dünyaya. aynı şekilde misafirine de ziyafet sofrası hazırlar. ancak tsukiyomi bu kusma olayına sinirlenir ve uke mochi'yi öldürür.
    cennete kardeşinin yanına geri dönüp olay ıanlattığında amaterasu buna çok sinirlenir ve bir daha asla yüzünü görmek istemediğini belirtip bununla ilgili yemin eder. bu nedenle ne zaman güneş doğsa ay ortadan kaybolur. aha

    aztek mitolojisine göre ise tek bir güneş yok. 5 farklı dönem yani 5 farklı güneş ve onlara ait 5 farklı güneş tanrısı var. her bir güneşin dönemi çok büyük bir felaket ile bitiyor.
    ilk güneş tanrısı tezcatlipoca. ancak en büyük düşmanı quetzalcoatl tarafından göktüzünden dünyaya atılır. intikam ateşiyle yanan tezcatlipoca jaguar formuna geçer ve öfkesiyle dünyayı yokeder. ilk güneş dönemi sona erer.
    rakebet bitmez ve ikinci güneş tanrısı olmasına rağmen quetzalcoatl bir jaguar pençesi ile gökyüzünden atılır. büyük bir rüzgar ortaya çıkar ve dünyada büyük bir yıkım olur. 2. güneş dönemi sona erer.
    üçüncü güneş tanrısı ise aslında yağmur tanrısı olan tlaloc olur. fakat quetzalcoatl bunu hazmedemez ve ateş yağmuru ile hem gökyüzüne hem de dünyaya yıkımı getirir. 3. güneş dönemi sona erer.
    dördüncü güneş tanrısı ise tlaloc'un kızkardeşi göl ve nehir tanrıçası chalchiuhtlicue olur. elbette quetzalcoatl'nin seçtiği bu tanrıçanın gökteki hakimiyeti uzun sürmez ve yine kavga gürültü arasında büyük bir sel ile dünya yıkıma gider. 4. güneş dönemi sona erer.
    peki 5. güneş? hiçkimse güneş tanrısı olmak istememektedir. ve bir konsey kurulur. bir tanrı güneş tanrısı olmak için hayatını feda edecek ve böylece dünya ve insanlar huzura erecek yıkım ve ölüm gelmeyecektir. iki tanrı seçilir, zenginlik ve güç tanrısıtecciztecatl ve mütevazilik tanrısı nanauatl. koca bir ateş yakılır, kendisini feda edip ölümsüz olacak olan ilk tanrı tecciztecatl ateşin alevinden ürker ve atlayamaz. nanauatl ise hemen atlar ancak tecciztecatl de onun ardından atlar. böhylece 2 güneş aynı anda olmuştur. gökyüzünde 2 güneşe izin verilmeyeceğinden tecciztecatl'nin üzerine bir tavşan atılır, böylece onun ışığı donuklaşır ve ay olur. kaderi ise sürekli güneşi takip etmek ancak asla onun kadar cesur ve parlak olamamak olur. aha

    mısır mitolojisine biraz daha ilginç. o bildiğimiz meşhur ra güneş tanrısı. ra bir kayığa binerek gün boyu 12 bölgeyi ziyaret eder(günün 12 saati) ve bu gündüzü oluşturur. ancak her günbatımında ra ölür ve dünya karanlığa gömülür. ölü formundayken ra yeraltı dünyasında yolculuğuna devam eder. yeraltındaki bu yolculuğunda şeytan yılan apep ile mücadele eder. gündoğumuna doğru apep'i alt eden ra tekrar gökyüzüne çıkar ve güneş doğar. ancak nadiren de olsa bazen apep galip gelir ve güneşi yutar(fırtınalı, karanlık gündüzler, tutulmalar vs).
    ay tanrısı ise iki tane idi. bir iddiada ışığını ortaya koyan ve bir kısmını kaybeden khons ve iah(islam öncesinde kabe'deki putlar arasında iah veya elah ve benzeri şekillerde telafuz edilen ay tanrısı vardı ve sembolü hilal idi) ahaaha

    mezopotamya mitolojilerinde ise güneş tanrısı şamaş (arapçayaşems, ingilizceye sun, almancaya sonne olarak geçmiştir) ay tanrısı sin'in çocuğudur. şamaş her sabah doğudan yükselir, yürüyerek veya bir atlı araba üzerinde ve omuzları üzerinden ışıklarını dünyaya yayar. sarayından da adalete hükmeder. ayrıca görevi sadece bu dünyada bitmez, yeraltı dünyasında da aynı görevi yapmaktadır. orada da ihtilaflı ölümler üzerinde karar vericidir. aha

    norveç mitolojisine göre ise jotunheim'de yaşayan narfi isimli bir dev vardır. bu devin nott isimli bir kızı vardır. nott diğer norveç hatunlardan farklıdır, kapkara saçları daha esmer teni yanında saçlarına yıldız şeklinde takılar takar erkekleri daha çok cezbedermiş. 3 tane kocası olmuş bu hatunun. ilk kocası naglfari'den aud isimli çocuğu, ikinci kocası annar'dan jord isimli çocuğu ve son kocası dellingr'den dagr isimli çocuğu olur.
    tanrılar nott ve çocuklarının evreni yönetmesini ister. nott ve dagr'a ise atlar ve atlı arabalar tahsis edilir, tüm dünyayı gezmeleri için. nott'un hrimfaxi isimli atı gezdiği yerlere yelesinden su damlaları düşürüp durur(çiy damlaları). dagr ise altın renkli saçları ile dünyayı aydınlatır. aha

    anlatacak çok şey var ama çok uzun oldu, son olarak filipinlere ait mitolojik bir açıklamayla bitirelim.
    mite göre 2 tanrı var, güneşi yöneten apolaki ve ayı yöneten kızkardeşi mayari. babaları bathala ise cennetten evreni yönetmektedir. bathala büyük savaşta kaluluwa'ya yenilir ve ölür. hakimiyeti bu iki çocuğu arasında bölünür. apolaki tek başına hükmetmek ister ve şavaşırlar. apolaki, kızkardeşi mayari'nin tek gözünü çıkarır. sonra pişmanlık duyar ve gücü paylaşmaya karar verirler. bu nedenle tek gözlü ay tanrısı mayari nedeniyle ayın ışığı daha sönüktür. aha
  • avustralya aborjinlerine göre iki kertenkele rüyadevri (dünyanın oluştuğu hayvanlar ve devlerle dolu gizemli bir çağ) zamanında arkadaş olmuşlar. biri bir dev kertenkele, öbürü de bir gekoymuş. bu iki arkadaş, diğer arkadaşlarının "güneş kadın" ve onun sarı dingo köpekleri tarafından katledildiklerini öğrenmişler. bunun üzerine güneş kadına çok kızan dev kertenkele, güneş kadına bumerangını fırlatıp onu gökyüzünden düşürmüş. güneş batı ufkundan kaybolup dünyayı karanlığa boğmuş. bizim iki kertenkele paniklemiş ve umutsuzca güneşi gökyüzüne geri koyup ışığı yeniden canlandırmaya çalışmışlar. dev kertenkele güneşin kaybolduğu batı tarafına doğru dönerken güneşi geri getirsin diye bir bumerang daha fırlatmış. ama öyle olmamış. bunun üzerine bir umut güneşi geri getirir diye birçok yöne birçok bumerang fırlatmışlar. en son dev kertenkelenin sadece bir tane bumerangı kalmış ve umutsuzlukla onun güneşin kaybolduğu yönün tersine, doğuya doğru fırlatmış. bu kez bumerang geri dönerken güneşi de beraberinde getirmiş. o günden beri güneş aynı rotayı izlemiş.

    bir başka aborjin söylencesine göre de aborjinin biri bir gün, gökyüzüne bir emu (avustralya devekuşu) yumurtası fırlatır. yumurta çatlar, içinden güneş çıkar ve (artık bir şekilde orada, gökyüzünde bulunan) bir yığın yakacak odunu tutuşturur. gök tanrısı ışığın insanlara yararlı olduğunu fark eder ve o günden sonra hizmetkarlarını gökyüzüne her gece ertesi günü aydınlatmak için yeterince yanacak odun koymak için görevlendirir.
  • güneşin doğuşu sabaha bağlı değildir ve gecenin gelmek için asla karanlığın çökmesine ihtiyacı yoktur. güneş en mutlu zamanlarımıza her daim bekçilik ederken, en üzgün anlarımızı ise geceden başka kollayan olmaz. aydınlık mutlulukla, karanlık ise mutsuzlukla sonsuz bir dostluk içindedir ve ruhumuza hükmetmeyi başaramadığımız sürece gece mutsuzluğu, gündüz ise neşeyi getirmeye devam edecektir.

    ortak oldukları tek nokta; zaman. ve başından beri kontrol edilmek için değil kontrolü kaybetmek için vardı belki de. ellerimizden kayıp giden kum misali; azaldıkça azalıyor zaman, bir daha yüzümüze bakmaksızın alıp kaçıyor elimizdekileri. ne anılarımıza sahip çıkıyor ve onlarla iyi geçinmeyi başarabiliyoruz ne de anlarımızın kıymetini bilip tüm varlığımızla onu yaşayabiliyoruz. biz kendimizi asla bırakamıyoruz, her şeyi, herkesi bırakıp gidebilecekken kendimize aşkı nefretiyle karışmış bir âşık gibi işkence ediyoruz. belki de içten içe acıyı seviyoruz da hep bir tarafımızı onun ellerine teslim ediyoruz, teslim olmayı tercih edip yok oluyoruz. geceyi ve gündüzü ise sadece uzaktan seyrediyoruz, çünkü aslında onlarla bile dost olmaya korkuyoruz. mutsuz bir gündüz saatinde gecenin o karanlık ellerine bırakıyoruz güneşi, mutluyken ise geceden nefret edip, bir an önce güneş doğsun istiyoruz. ve sanırım bir gündöndü çiçeği kadar bile haketmiyoruz gündüzü ve görülüyor ki sessiz sedasız öten o gece kuşu, bizden çok daha fazla biliyor kıymetini gecenin.
  • birbirini tamamlayan muhteşem bir döngü.
  • bazen anlamsızca birbirine karışan iki zıt uç. karıştığında insan çok anlamsızlaşıyor. uykuyu gece almak önemli
  • galibi olmayan, zaferin ise ancak kavuşmalarından sadır olabileceği bir savaşın iki düşman neferi.

    varlıkları, diğerinin yokluğuyla anlamlı ve hasretiyle anlamsız iki ayrı kişi...

    hasletleri birbirinden uzaklaşmaktan ibaret iki biçâre...

    tıpkı bizim gibi...

    ne sarılmayı bildik ne kaybolmayı şu fani ömrümüzde günlerce ve gecelerce...

    ne de yaşatabildik bu aşkı, gel-gitlerimiz arasında...

    ne baharı yaşatabildik ne hazanı aydınlığımızda ve karanlığımızda...

    karışamadık kalplerimize, tenlerimize ve ruhlarımıza.

    yaşatamadık bu aşkı...
    ya yaktık ışığımızla ya da soldurduk karanlığımızda...

    gri sabahların umutsuz ve soğuk ikliminde cılız tesadüflerden ibaretti kavuşmalarımız.

    kimi zaman sen aceleciydin, kimi zaman ben...
    ya da her ikimiz de geç kalmıştık uzun bir kavuşmaya... bundandı kaçışlarımız.

    masalsı bir aşkı sonsuza kadar yaşatamasa da güzel bir sondan emin olduğumuz kısa kavuşmaların doğa üstü sürprizlerinden ibarettik.

    tıpkı, güneşli bir havaya rastlayan yağmur sonrası gök kuşağı gibi...

    ne kadar gri ve yalnız olursa olsun, gelecek çokça güzelliğin habercisi gibi...
    rengarenk ve kıymetli...

    kimsenin görmediği karanlıklarda birbirimize sarıldığımız aydınlıkların gün doğumunda ve ayrıldığımız kızıllıkların gün batımında acıttık canlarımızı.

    kavuşmaktan aciz, terk etmekten korkak bir döngüde mahpus iki kişi.

    biz...

    bizdik...

    şimdi sen gittin ve ben gece miyim yoksa gündüz mü onu bile bilmiyorum.

    sen yokken karanlığımın azlığını ya da çokluğunu tayin edemiyorum.

    ya solduruyorum ömrümün bahar bahçelerini... ya kurutuyorum, toza çeviriyorum çölleşiyorum sanki...

    kaybettim hayatın renklerini... seni...
    yaşamak sensiz... bir kahır gibi...
    böyle sonsuzca severken seni...
  • x linki

    --- spoiler ---

    boat seen sitting on the terminator, the line on earth that separates day and night
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap