• birbirine en çok yakışan ikililerden. gece yolculuğa iyi gidiyor, yolculuk da geceye...

    eğer şiir yazabilecek yeteneğim olsaydı, bu yolculuklar sırasında çıkardı mısralar içimden. eğer bir şarkı yapabilecek olsaydım, yine bu yolculuklar esnasında dökülürdü notalar yollara. eğer anlatacak bir hikayem olsaydı, önce gece dinlerdi beni, yollarına düşmüşken tam...

    tam dayamışken başımı buz gibi otobüs camına, tam
    dalmışken dışarıdaki uçsuz bucaksız karanlığa, tam alamamışken gözlerimi en olmadık yerde karşıma çıkan bir evin ışığından, tam gözlerim hem kapalı hem açıkken, tam dinlerken etrafımda kol gezen uykunun nefesini, tam uzaklaşırken yola çıktığım yerden anbean, tam yaklaşırken varacağım durağa her kilometrede, tam hem gecenin ve hem de yolun üzerindeyken...

    ne bir şiir, ne bir şarkı, ne de bir hikaye var elimde. çünkü ne yazsam, ne yapsam, ne anlatsam; geceyle yolculuğun bu tam'lığında eksik kalacak...
  • otobüsün ışıkları söndüğünde, gerçek anlamda başlıyor, nihayet.
  • ömer kavur'un pek itibar görmemiş bir başka enfes filmi.

    anayurt oteli ile aynı yıl çekilen film üstadın değişim sürecine girdiği evreyi işaret eder. bu tarihten (1987) itibaren daha kişisel filmler çekecektir. önceki filmleri (yusuf ile kenan hariç) yeşilçam filmlerini kısmen hatırlatan orta karar filmlerdir; kavur'un duygusal bakışı bir kenara bırakılırsa şayet.

    senaristin/yönetmenin (aytaç arman) bunalımı, film sektörüne yabancılaşması ve kısmen de yazarlık krizi ile alakalıdır. sektörün ticari beklentilerini hiçe sayar, kendi kabuğuna çekilerek izole olur ve bilinmeye doğru yitip gider. arkadaşı yavuz (macit koper) bile onu ikna etmeyi başaramamaştır.

    gece yolculuğu, sonradan birçok kavur filminde teşhis edilebileceği gibi metruk evlerin, sessiz coğrafyaların, izbe mekânların tasvir edildiği ilk filmidir.

    ömer kavur esasen kendi yazgısını senarist aracılığıyla dile getirmiştir. bir sahnede senarist üstünde çalıştığı ve nihayete erdirdiği senaryoyu bir uçurumun kenarında denize doğru bırakır. nedir bu? sonsuzluğa verilmiş bir yanıt mı? insanın tabiat karşısındaki gelip geçiciliğinin vurgulanması mı? belki. ama şu yanıt daha sahicidir: yazdığı senaryo şu an izlediğimiz filmin, gece yolculuğu'nun ta kendisidir.

    özcesi 80'li yıllarda postmodernist sanat akımının farkında olan entelektüel yönetmenin bir hayli kişisel örneğidir gece yolculuğu.

    not: bütün iyi sanat eserleri az çok sıkıcıdır, tıpkı hayatın kendisi gibi. çok defa ömer kavur'un filmlerinin sıkıcı olduğuna dair yazılar ve entryler okudum. o zaman şu soru sorulabilir: siz sıkılanlar, sözlükçüler ve diğerleri, gündelik yaşamınız çok mu akıcı allasen? artık gözlüklerinizi değiştirin. ulysses, niteliksiz adam ve proust külliyatı da çok akıcı zaten! siz o şubeye başvurun.

    edit: imla
  • konu bakımından özgün olsa da biçim itibariyle türk sinemasının ana akımı içerisinde yer verebileceğimiz yatık emine ve amansız yol gibi filmlerin yönetmenliğini yapmış ömer kavur için 1987 yılında çektiği anayurt oteli filmi bir nevi milat olur. bu tarihten sonra ömer kavur birbiri ardına çektiği gizli yüz, akrebin yolculuğu, karşılaşma gibi filmlerle gişe kaygısı gütmeyen, mistik ve aynı konuları, benzer karakterler, mekanlarla ve varoluşçu bir dille işleyen bir sinemayı tercih edecektir.

    gece yolculuğu, yönetmenin anayurt oteli ile yapmış olduğu makas değişikliği ve türk sinemasının geleceği üzerine bir nevi sorgulama, arayış niteliğindedir. ve sanırım bu yüzden otobiyografik ögeler de taşır.

    --- spoiler ---

    film, yönetmen ali ile onun çocukluk arkadaşı olduğunu anladığımız yavuz'un taşrada çekilmesi talep edilen bir film (muhtemelen bir melodram) için mekan arayışı ile başlar. film bu ilk kısmında çoğunlukla yolcuların kullandığı ve ömer kavur sineması için en temel mekanlar kabul edilecek lokantaları ve otel odalarını görür, diğer yandan da ali'nin çekecekleri yeni film konusundaki isteksizliğine şahit oluruz. senarist yavuz, sürekli olarak senaryo üzerine düşünüp kafa yorarken ve yapımcının taleplerini karşılamak için çözümler üretmeye çalışırken onun ısrarlı sorularına rağmen ali bu heyecana pek ortak olmaz.

    ikilinin fethiye'ye gelmesi ve filmdeki aşıkların buluşacakları metruk mekanları ararken kendilerini kayaköy'de bulması ali'nin uzun zamandır beklenen kırılmayı yaşamasını sağlayacaktır. (bu arada filmde gördüğümüz kayaköy, yine filmde anlatılan hikayesi ile birebir varolan bir köydür. rum mübadelesi sırasında boşaltılmış olup şu anda da tamamen terk edilmiş haldedir. anlaşılan filmdeki restorasyon meslesi hayata geçirilememiş. türk bürokrasinin hali.) ali, senarist arkadaşına filmi çekemeyeceğini söylerken arkadaşı ona zaten yapımcıların da kendisini pek istemediğini, onları bu filmi çekmeye kendisinin ikna ettiğini itiraf eder. nihayetinde yavuz istanbul'a geri dönerken ali fethiye'de kalır ve metruk köyde keşfettiği kilisenin içine yerleşir. böylece ömer kavur filmlerinde karşılaştığımız bir başka ögeyi karşımızda buluruz: anayurt oteli'ndeki otel, gizli yüz ve akrebin yolculuğu'ndaki saat kulesi neyse gece yolculuğu için bu kilise de odur.

    burada ali (ve belki de yarattığı karakter üzerinden ömer kavur) sinemaya ve hayata sorgulamalarını ve tavrını daha belirgin bir biçimde ortaya koymaya başlar. kamerayla rastgele çekimler yapar, uzun uzun yalnız kalarak düşünür. yavuz'a istanbul'a dönmeyeceğini açıkladığı sahnelerde kullandığı "kimin için film çekiyoruz... ne köy, ne kasaba oluyor yaptığımız işler... insan kendi duygularını, düşüncelerini ortaya koyamıyor, hep beklentilere hizmet ediliyor, ortaya kişiliksiz şeyler çıkıyor..." ifadeleri, yönetmenin önceki hayatını terk ediş sebebini açıklar. kasabadaki eski sinema, yeni mobilyacının sahibi ise video kasetlerin istilası ile sinemacılığın bittiğinden dem vurur, sinemanın eski altın günlerini yadeder ve yeni çekilen filmleri "sittin senedir aynı terane" diyerek nitelendirir. bu sözler gerçekten de gerek televizyon, gerek videonun yaygınlaşması ile gözden düşen, 12 eylül atmosferi ile baskı altında tutulan, apolitikleşen, sözsüz hale gelen ve erotik film furyasına teslim olan türk sinemasının halini yansıtır.

    son olarak ali'nin küçük prens okuyan yusuf ile karşılaşmasında geçen ifadeler, kendisinin de neye yönelmesi gerektiğini anlatır gibidir. yusuf, kompozisyonlarında evini, köyünü, buraları anlattığını söyleyince ali ona başka bir şey anlatıp anlatmadığını sorar. çoban yusuf ona "insan bilmediği şeyi anlatabilir mi" cevabını verir.

    biz bir sonraki sahnelerde yavuz'un senaryosunun blucinli, deri montlu bir yönetmen tarafından filme çekildiğini, ali'nin ise yazdığı senaryosunu denize doğru fırlattığını görürüz. ali'den geriye yalnız bir vhs bant kalır. bu vhs bant, tutunamayanlar'da selim ışık'ın geride bıraktığı notlara benzer bir etki bırakır yavuz'da. iki karakterin çocukluk arkadaşı oluşu da bu benzerliği pekiştirir. gerçi bu kayboluşun yavuz üzerindeki etkisini irdeleme imkanımız olmaz. ama tıpkı turgut özben gibi o da ali'nin peşinden gider. ama ali de tıpkı selim ışık gibi sonsuza dek ortadan kaybolmuştur.

    son olarak belki zorlama da olsa bir teori geliştireyim: yavuz, filmin sonunda ali'nin senaryosundan kalan parçaları bulur ve filmin isminin "gece yolculuğu" olduğunu görürüz. ömer kavur, bir tür üstkurmaca ile ali'nin yazdığı senaryonun eksik bir kısmının izlediğimiz film olduğunu mu anlatmak istemiştir, bilemiyorum. yavuz'un oyuncu şeyda ile konuşurken "durum bizim için iyice umutsuz" demesi belki de ömer kavur'un kendine özeleştirisidir: ömer kavur, ali'nin yaşadığı buhranı biraz da olsa hissetmiş ama yavuz gibi çekip gitmeye cesaret edememiş, yaptığı işi en iyi şekilde yapmaya devam etmekle yetinmiştir. dediğim gibi, bilemiyorum.

    son söz: filmin son sahnelerinden birinde, otel lobisinde yaşlı amcanın okuduğu şiir, william shakespeare'e aittir ve sanırım julius caesar oyunundan alıntıdır. filmde okunan kısım ise tam olarak şöyledir:

    "baş kaldıranlar geldi. ey kanlı tasarı!
    gece, bütün kötülükler kol gezerken bile,
    göstermekten utanıyor musun
    ölüm yüklü kaşını gözünü? ya gündüz,
    gündüz nerede bulacaksın öyleyse
    canavar suratını
    saklayacak kadar karanlık bir mağara?
    boşuna arama, ey ihanet! sakla kendini
    güler yüz, tatlı sözler arkasında;
    yoksa en derin gayya kuyuları bile
    saklayamaz seni kuşkunun gözlerinden. "
    --- spoiler ---

    film üzerine bundan başka söylenebilecek birçok söz daha var elbette. gece yolculuğu, mekanları, karakterleri, oyuncu tercihleri (aytaç arman, macit koper, şahika tekand, orhan çağman, kısa bir rolle de olsa zuhal olcay) ile malzeme itibariyle de tipik bir ömer kavur filmidir. bir görülüp bir kaybolan kadın, yönetmenin eşinin monologları ve bazen beliren görüntüsü, her akşam kulübede telefonla konuşan adam, öğretmenin evde eski bir saati tamir etmesi filmde karşılaştığımız ve diğer ömer kavur filmlerinden aşina olduğumuz mistik ögelerdir. ayrıca filmin arka planında 12 eylül'ün etkisinin sürdüğü türkiye'yi de görürüz: iki arkadaşın daha filmin hemen başında yolda yatan bir ceset görmeleri, 12 eylülün getirdiği demokrasi havasını öven radyo yayını ve yine radyodan dinlediğimiz çatışma haberleri uzak da olsa bir geri plan sağlar.

    tüm bunlar sayesinde gece yolculuğu, bir anayurt oteli ya da gizli yüz kadar vurucu olmasa da abartıldığı kadar kötü ya da sıkıcı bir film de değildir.
  • yer: doğu anadolu'nun kuş uçmaz kervan geçmez bir yolunda, güç bela ilerleyen otobüs,
    tarih: seksenli yılların sonları,
    mevsim: karakış, kar diz boyu,
    vakit: sabaha karşı üç suları,

    yolculardan karnı burnunda hamile bir kadın aniden sancılanır. ilçeye daha kırk-elli kilometre vardır. kadının kocası telaşlanır. muavin, şoförün talimatıyla koridorda dolanarak yardım arar. yolcular arasında bir doktor vardir. gider, kadının durumuna şöyle bir bakar ve ilçeye kadar dayanamayacağını anlar. şoföre, otobüsü derhal sağa çekmesini ve kesici bir alet bulmalarını söyler. yolculardan birinin cüzdanından neşter ucu çıkar. doktor, yolcuların hepsini aşağıya indirtir ve otobüsün ön tarafına gönderir. kadını otobüsün arka beşli koltuğunun önündeki boşlukta yere yatırıp, sağ ayağını arka beşli koltuğa, sol ayağını da buz kutusuna kaldırtır. kendisi de otobüsün arka kapısının alt basmağına iner. paltoyu ceketi atar, kolları sıvar. muayenede eline bebeğin saçları gelir. doğumu bir güzel yaptırır. ayazda buz kesmiş yolcular otobüse doluşurlar. yolcular arasındaki alman turist kadın, fincan kadar olmuş gözlerle "baby good? baby good?" demektedir.
    aylar sonra, doktorun yolu ilçeye düşer. hastaneye de uğrar. oradaki arkadaşları "duydun mu lan? otobüste doğum olmuş" derler; gülümsemekle yetinir.

    haaa, bebeğin göbeğini neyle mi bağlar?
    valiz etiket ipiyle...
  • hayatinizda bir daha gormeyeceginiz insanlardan sabah ereksiyonunuzu saklamaya calismanizla sonuclanir.
  • 1987 yapımı ömer kavur filmi. kimi anlarda roman okuyor, kimi anlarda bir şiirin içindeymiş, kimi anlarda da bir sanat galerisinde tabloların arasında dolaşıyormuş hissi veren, finaliyle de bir buçuk saatte bir sürü duyguyu derinden yaşamış olarak öylece kalmanıza neden olan gerçek bir sanat eseri.

    yönetmen ali, senarist arkadaşı ile uzun yola çıkmış, yeni çekeceği film için mekan arayışındadır. yol bitmiş, mekan bulunmuştur ancak mekanın bulunduğu yerde ali'nin içsel yolculuğu başlamıştır. arkadaşını gönderir ve terk edilmiş tarihi bir köyde kendisiyle yüzleşme, çelişkilerini çözme sürecine girer. ömer kavur, ali'nin içine yaptığı bu yolculukta sadece ali'yi ve geçmişindeki karakterleri konuşturmakla yetinmez. sanki kameraya ve mekana da karakter yükleyerek onları da konuşturmak ister.

    filmde o kadar etkileyici sekans var ki, o sekanslardan birkaçını betimleyerek filmi analiz etmeyi filmin kendisine bırakmak istiyorum.

    ömer kavur'un sinema sektörüne ne kadar yabancılaşmış olduğunu ve kariyerine de yansıyan bakış açısını açık eden sekanstan bir bölüm. senarist arkadaşı filmi yapmaya ikna etmeye çalışırken ali şunları söyler:
    "kimin için film yapacağım, yapımcı için mi, yoksa ününe ün katacak bir star için mi? ne köy oluyor ne kasaba yaptığımız işler, farkında değil misin? insan kendi duygularını düşüncesini açığa vuramıyor, hep beklentilere hizmet ediliyor, ortaya kişiliksiz işler çıkıyor. en korkunç işkence insanın kendini sınayamaması, geç de olsa artık anladım."

    -bıyıklı, orta yaşlı, sıradan görünümlü bir adam her akşam aynı saatte telefon kulübesine girmekte, jetonu atıp numarayı tuşladıktan sonra hiç konuşmadan bir müddet bekleyip telefonu kapatmaktadır. ertesi akşam yine karanlığın içinden aynı adam ağır ağır yürüyerek gelir. omuzları düşmüş, yüreğindeki hüzün yüzüne yansımış, gözlerinde umut ışığı kalmamıştır. telefon kulübesindeki hallerine bu kez ali çok yakından şahit olmuştur.
    adam ahizeyi kulağına götürür ama hiç konuşmaz. bir süre dinledikten sonra telefonu kapatmadan ahizeye şöyle bir bakar ve öylece boşluğa bırakır. belli ki son kez kulübeden çıkar, sessiz adımlarla karanlığın içine doğru yürür ve az sonra görünmez olur.
    onu ilgiyle ama belli etmemeye çalışarak izleyen ali, merakla kulübeye girer ve boşlukta salınan ahizeyi kulağına götürür. karşıda bir kadın yalvarırcasına konuşmaktadır:
    "nasıl olduğunu, ne yaptığını bilememek. yokluğun bir boşluk gibi. oysa seni hissedebiliyorum, sesini duyabiliyorum hala. seni kaçıran korku, korkuyu göğüsleyememek mi yoksa? daha ne kadar kaçabilirsin ki? yalnız senden geldiğini bildiğim bu sessiz telefonlar. bir ses ver bana, bir sözcük, bir fısıltı. yeter ki bu korkunç boşluk sona ersin."

    (ali'nin geçmişine yaptığı seyahatten bir sekans.)
    -kadın valizlerini toplamış, giyinmiştir. artık gitmeye hazırdır ama söyleyecek cümleleri bitmemiştir henüz. hüzünlü ve yorgun bir halde salonun ortasında durur ve son cümlelerini söyler:
    "gidiyorum artık. nasıl bu hale geldik, niye böyle oldu anlamıyorum. ama oldu işte. en acısı da aramızdaki sevginin ölmediğini bilmek. ama hiçbir şeyini paylaşmaz oldun benimle. bir şey anlamama, bilmeme fırsat vermedin. sadece bir bakış, bir ilgi, insanca bir sıcaklık yetecekti benim için. (yerdeki çantasını aldıktan sonra) duvarlara bakıp duruyorsun hep, benimle iletişim kurman o kadar mı zor? kendime sordum hep, onun dünyasına ben mi uzak düştüm? memur olmam, yaptığın işe uzak olmam. oysa her şeyimle vermeye anlamaya çalıştım ki. niye kapattın kendini bana? benden utanıyor musun yoksa? neyse artık çok geç! (kapıya kadar yürür, kapıyı açar ve gitmeden yere bakarak devam eder) işin gülünç yanı gitmemi isteyip istemediğini bile bilmiyorum." (ve son bir kez cevabı adamın yüzünden anlamak istercesine bakar ve çıkar.)

    (ali'nin terk edilmiş köyde yaptığı gezintilerde karşılaştığı yaşlı bir adamla diyaloğundan bir bölüm.)
    -ihtiyar adam vaktiyle rumların yaşadığı terk edilmiş köye sırtını dönerek bir kayanın üstüne oturmuş, bastonuna dayanmıştır. yorgun ama eski dostlarını köyden gönderenlere sitemlidir. eskiden köyde yaşayanlardan bahsederken söz bir kadına geldiğinde gözleri hüzünle parıldar. kolunu uzatarak kadının yaşadığı evi işaret eder:
    "stella! şu yamacın en ucundaki evde otururdu. kumral, yeşil gözlü peri gibi bir kadındı stella. bütün köyün erkekleri ona aşık. gece lambası yanardı, hangi talihli onunla birlikte diye hayal ederdik. sonra ışığı sönerdi. stella.." (ihtiyar vedalaşıp giderken bastonunu havaya kaldırır ve iki kez stella diye bağırdıktan sonra duygulu bir sesle rumca bir cümle mırıldanır.)
  • yolculuklar benim için hep hüzün kaynağı olmuştur. hep duygusaldım. bir erkek için belki de bu duygusallık fazla; ama konumuz bu değil.

    otobüse binerken arkanızda bıraktığınız şehri düşünürsünüz, o şehirdeki anılarınızı. bir şeyler kalbinize sarılmış gitmenizi engellemek istemektedir. otobüsün tekerlekleri yavaş yavaş dönmeye başladıkça acıda artmaktadır. gözlerinizi yumarsınız. bir iki yaş gözlerinizden süzülür. derin bir nefes alırsınız. ama o nefesi verirken bağrınız dağlanır.

    ve güneş batar, gece gelir.

    gece yalnızların zamanıdır. o yüzden radyodan hep hüzünün sesi akar kulaklara. sanki tüm kanallar sözleşmiştir. en acıklı şarkılar peşpeşe gelir. kimi zaman en acıklı şiirler seslendirlir.

    gözlere uyku gelmez. çevrenize bakarsınız. herkes uymuştur. onları kıskanırsınız. onların dertsiz uykularını gördükçe iç geçirirsiniz.

    yolu izlersiniz, asfaltın geriye kaçışını, uzaktaki köylerdeki tek tük sokak lambalarını arasınız. herbirinin altındaki evin hikayesini düşünürsünüz. ardından kendi hikayenizi...

    tam o sırada, radyondan bilmediğiniz ama olabilecek en acıklı şarkı çalar. yine gözlerinizi kaparsınız. bu sefer bir iki damla değil, oluk oluk yaşlar gelir gözlerinizden.

    ardından uykuya dalarsınız, ama ağlamanız rüyalarınızla birlikte eşlik eder geceye.

    sonra gün ağırır. göz yaşlarınız koynunuzu ıslattığını fark edersiniz. güneşin doğuşunu izlemeye başlarsınız. yine derin bir nefes alıp, yeni günün yeni başlangıçlar getirmesini dilersiniz.

    yolculuğunuzun bittmeye yaklaştıkça geldiğiniz yeni şehri, yaşayacağınız yeni heycanları düşünürsünüz. bu kırık kalbinize yeni bir heycan getirir. garip bir acı mutluluk karışımı bir his duyarsınız.

    gece yolculuğu böyle sihirli bir masal gibidir.
  • farklı bir macera duygusu veriyor insana. farklı bir boyutla buluşma keyfi.
hesabın var mı? giriş yap