• en yakın yabancı sendin,
    daha sürülmemişken ışığın biberi
    yaramıza,
    yaslanırken boşlukta duran bir merdiveni
    henüz.

    güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız,
    ilkyaz derken -kışı gözden kaçıran
    yüzlerce eller yukarı, saygı duruşlarımız
    en güçsüz kollarla-
    çözüldü aşkın zarif ilmeği
    bulandı aynalar duruluğu.
    çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda
    bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık
    olduğunu..
    yabancıların en yakınıydın sen !

    nilgün marmara *
  • her yere yetişilir
    hiçbir şeye geç kalınmaz ama
    çocuğum beni bağışla
    ahmet abi sen de bağışla
    boynu bükük duruyorsam eğer
    içimden öyle geldiği için değil
    ama hiç değil
    ah güzel ahmet abim benim
    insan yaşadığı yere benzer
    o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
    suyunda yüzen balığa
    toprağını iten çiçeğe
    dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
    konyanın beyaz
    antebin kırmızı düzlüğüne benzer
    göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
    denize benzer ki dalgalıdır bakışları
    evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
    öylesine benzer ki
    ve avlularına
    (bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
    ve sözlerine
    (yani bir cep aynası alım-satımına belki)
    ve bir gün birinin adres sormasına benzer
    sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
    camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
    öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
    minibüslerine, gecekondularına
    hasretine, yalanına benzer
    anısı işsizliktir
    acısı bilincidir
    bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
    gülemiyorsun ya, gülmek
    bir halk gülüyorsa gülmektir
    ne kadar benziyoruz türkiye'ye ahmet abi.
    bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
    dirseğin iskemleye dayalı
    -- bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
    cıgara paketinde yazılar resimler
    resimler: cezaevleri
    resimler: özlem
    resimler: eskidenberi
    ve bir kaşın yukarı kalkık
    sevmen acele
    dostluğun çabuk
    bakıyorum da simdi
    o kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
    ve zaman dediğimiz nedir ki ahmet abi
    biz eskiden seninle
    istasyonları dolaşırdık bir bir
    o zamanlar malatya kokardı istasyonlar
    nazilli kokardı
    ve yağmurdan ıslandıkça edirne postası
    kıl gibi ince istanbul yağmurunun altında
    esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
    kadının ütülü patiskalardan bir teni
    upuzun boynu
    kirpikleri
    ve sana ahmet abi
    uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
    sofranı kurardı
    elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
    cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
    çocuklar doğururdu
    ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
    o çocuklar büyüyecek
    o çocuklar büyüyecek
    o çocuklar...
    bilmezlikten gelme ahmet abi
    umudu dürt
    umutsuzluğu yatıştır
    diyeceğim şu ki
    yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
    oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
    hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
    çocuklar, kadınlar, erkekler
    trenler tıklım tıklım
    trenler cepheye giden trenler gibi
    işçiler
    almanya yolcusu işçiler
    kadınlar
    kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
    ellerinde bavullar, fileler
    kolonyalar, su şişeleri, paketler
    onlar ki, hepsi
    bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
    ah güzel ahmet abim benim
    gördün mü bak
    dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
    ve dağılmış pazar yerlerine memleket
    gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
    gelse de
    öyle sürekli değil
    bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
    o kadar çabuk
    o kadar kısa
    işte o kadar.
    ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar
    diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
    mendilimde kan sesleri.
    e.c
  • copy paste show
  • elimden tut yoksa düşeceğim.
    yoksa bir bir yıldızlar düşecek.
    eğer şairsem, beni tanırsan
    yağmurdan korktuğumu bilirsen
    gözlerim aklına gelirse
    elimden tut.
    yoksa düşeceğim.
    yağmur beni götürecek
    yoksa beni.

    geceleri bir çarpıntı duyarsan
    telaş telaş yağmurdan kaçıyorum
    sarayburnundan geçiyorum
    akşamsa,
    eylülse,
    ıslanmışsam
    beni görsen belki anlayamazsın
    içlenir gizli gizli ağlarsın
    eğer ben yalnızsam
    yanılmışsam
    elimden tut
    yoksa düşeceğim
    yağmur beni götürecek
    yoksa beni

    (bkz: yağmur kaçağı)
    (bkz: attila ilhan)
  • kimi sevsem, onun hep uzakta bir sevdiği vardı.
    unutamadığı ilk aşkı ya da onu terk edip giden eski sevgilisi.
    kimi derinden sevsem, o bir başkasını derinden hatırlardı.
  • rüya bütün çektiğimiz
    rüya kahrım rüya zindan
    nasıl da yılları buldu
    bir mısra boyu maceram
    bilmezler nasıl aradık birbirimizi
    bilmezler nasıl sevdik birbirimizi
    iki yitik hasret
    iki parça can

    (bkz: ahmed arif) *
  • seni bir yabancı gibi karşıma alıp
    bunun dayanıklı bir şey olmadığını
    sürekli kılınmadığını, çünkü aşkın
    yapılan bir şey olmadığını,
    başlangıçta bir melek konduğunu
    sonunda bir kelebek öldüğünü,
    yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
    bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
    olduğunu,
    bütün bunları sana
    nasıl anlatacağım?

    birhan keskin *
  • genelev mektupları
    ı.
    tenime yabancılaştım, etime
    göğsüme kollarıma kalçalarıma
    bacaklarıma yabancılaştım.

    saçlarım o eski güzelliğini
    çoktan yitirdi
    şimdi yalnız bilmem neden
    zaman zaman yüzüme vuran
    bir utancı perdeliyor sadece.
    oysa önceleri oysa eskiden
    salınca tarakları tel tel
    düşler ülkesinden sevgiler ülkesinden
    yağmur serinliğinde, incecik
    yumuşacık bir el
    bulutlardan yüreğime kayardı.
    gözlerim kaçamak bakışlarda
    kirpiklerim kırık
    boynum bir çocuğun pembe ağzında
    ürperdikçe uzardı.
    dudaklarım dersen, dudaklarım
    öptüğüm aynalarda kaldı.

    tenime yabancılaştım, etime
    acıma sevincime insan yanıma
    kendime yabancılaştım.

    ıı.
    giysiler alırım nedense
    nerelerde ne zaman giyeceksem
    bir eski alışkanlık işte
    ilk gençlikten kalma.
    oysa bir dantel külot bir gecelik
    çok bile.
    (şimdilerde sutyeni de çıkardık)
    giysiler alırım giyilmez
    çıplaklığıma.
    arada bir çarşı pazar
    doktor dönüşleri daha çok
    eser de aklıma
    çocuğuna çeşit çeşit
    kazaklar örecek
    evcimen bir ev kadını gibi
    yün alırım şiş alırım tığ alırım
    nasıl sevinirim bir bilsen
    nasıl mutlanırım.

    ııı.
    bu insan başları sıra sıra
    bu kalabalık
    camlardaki bu sürekli karanlık
    bana bakkal dükkânlarını
    anımsatır hep.
    içerde boy boy konserve kutuları
    sabun kalıpları yağ paketleri
    sıralı bakkal dükkânlarını.
    kararsız bir müşteri
    etiketi görememiş
    korkarak alacağı malın ederinden
    girer içeri.

    kimi gün bir yaşlı yaşına güvenerek
    hoyrat davranışlarda rahat
    kimi gün bir çocuk ürkek mi ürkek
    ayva sarı terlerini silerek
    düşer üstüme.

    ıv.
    yüreğimde yüz gurbeti taşısam da
    kalçalarımda bir erkeği taşımasam.

    yıldım demenin de bir anlamı yok
    saçlarıma sinmiş bu çiğ kolonya
    tenimdeki bu vazelin kokularından.
    penceresiz perdesiz bu çift yataklı
    bu karanlık yatak odalarından
    yıldım demenin de bir anlamı yok.

    gün ışığı bir gün olsun
    geniş odalarda mavi
    çalmadı kapımı.
    ay süzülmüş yataklarda sıcacık
    yumuşacık öpüşlerle düşlere gebe
    uykulara varmadım hiç.
    bir gün olsun pembe uykularımdan
    mavi bir erkek
    uğrun uğrun öperek
    kaldırmadı beni.

    yıllar yılı bir acıyı
    sırtımda karnımda kalçalarımda
    büyüttüm durdum.
    harlı soluklarıyla düştüler üstüme
    harlı soluklarıyla dondu yüzüm.
    yıllar yılı binlerce
    binlerce erkeğin gizli gerilimini
    en gizli yerlerimde erittim.

    iğneucu acıları göz bebeklerimde
    taşısam taşısam da
    yüzümde bir erkek yüzü taşımasam.

    v.
    akşam… desem ve sussam
    yetmez mi?

    ya da yorgun bir gövdeyi
    cam kırıklarında uyutsam…
    akşamı anlatmaz mı?

    vı.
    uykular benim zehirli sularımdır.

    geçip giden onca erkek
    onca erkek tüm yükünü
    üstüme yıkmış gibi
    gövdem tonlarca ağırlığında
    bir batık gemi;
    sularım dipsiz denizim kıyısız
    yatarım bir ten çölüdür yatağım
    en yorgun gecelerim bile uykusuz

    uykular benim en rezil korkularımdır.

    vıı.
    bıçkın bıyıklarıyla külhan
    ıslak saçlarıyla gülendi o.
    gün ışır ışımaz usulca
    sıyrılıp dağınık uykularımdan
    yarı gecelerde karanlığıma
    yıldız yıldız dökülendi o.

    bilmem ki ne buldu örseli tenimde
    belki açlığını giderdi bir zaman
    belki de sevgiyi öğrendi bilmeden.
    hayata yenildikçe gelendi o.
    düşümü gerçeğe gerçeğimi düşe
    acımı kuşkulu bir kararsız sevince
    çevirendi o.
    bir o gülüşü kaldı
    şimdi duvarlarımda
    görmeye ömrümü adak sunduğum
    bir o gülüşü… çın çın
    sesi yüreğimin kıyılarını döven
    üşüdükçe anısıyla ısındığım.

    vııı.
    gülmek mi?
    gülerim, güldüğüm çok olmuştur.

    gülüşüm hoyrat taşlarda
    incecik kırılan cam
    kendi kıyılarını döven su sesi
    bir ağacın ilkyaz eşiğinde
    leyli leylim yaprak dökmesi
    bilene ağıt gibi oturur
    burda bir kadının gamsız gülmesi…

    gülerim, güldüğüm çok olmuştur.

    ıx.
    evlerde sabahlar nasıldı
    unuttum
    evlerde akşamlar nasıldı.

    x.
    çocukluğum olmadı benim
    gençliğim olmadı.
    babam karanlık bir adamdı
    korkularla besledi bizi
    annem zayıf mı zayıf
    sevgisini göstermeye korkardı.
    bir küçücük kumru kuşu büyüttüm
    göğsümün gizlisinde
    yumuşaklık adına, sevgi adına
    konduğu tüm dalları
    aykırı bir rüzgâr aldı.
    baskılar safra gibi attı dışarı
    korkular safra gibi attı
    evimden uzak evler üstüne
    gerçeğini şimdi bile bilmediğim
    ne olmadık düşler kurdum.
    ince içlenmelerle her akşam
    dalgın baktığım camlardan
    bir gizli mutluluk sızardı
    ışık yerine…

    çocukluğum olmadı benim
    gençliğim olmadı.

    xı.
    garipsi huylar edindim nicedir
    garipsi duygular edindim.
    artık iyice tükenen
    bir ölü umuttan mıdır
    gittikçe yoğunlaşan bu yaşlı
    bu yılgın yalnızlıktan mı?
    yoksa eşiklerden sızan
    şu rezil ölüm kokusundan mı?
    söndürüp her gece ışıklarımı
    -yalancı bir aydınlığı siler gibi-
    incecik bir mum yakıyorum.

    ömrüme benzetip sonra alevini
    -karanlığı ağır basan o titrek
    o gölgesi korkular saçan ışığını-
    ömrüme benzetip inceden inceye
    eriyen mumu
    bakıyorum… bakıyorum…

    bir ölüm düşlüyorum, başımda
    başımda o mavi erkeğim
    bir ölüm… geniş odalarda pembe
    devinirken mutluluk
    uykulara varır gibi usul usul
    usul usul susuyor yüreğim.
    sol yanımda kızım benim
    benim eski benim çocuk güzelliğim
    sağ yanımda gülüşü bir ilkyaz yeli
    -öyle hafif, öyle serin-
    yiğit oğlum, yağız oğlum…

    kırıp camları bağırsam
    bağırsam diyorum avaz avaz:
    bir ölüm düşlüyorum ey insanlar
    bir ölüm…
    ölümüm evlere yas.

    eriyip bitiyor mum
    bitiyor birden bütün düşlerim
    acımasız gerçeğime çıplak
    çırılçıplak dönüyorum.

    insan düşüncesinden
    hızlı araç yoktur diyen
    öğretmenim… öğretmenim…
    garipsi huylar edindim nicedir
    garipsi duygular edindim.

    sonsöz yerine

    xıı.
    ürkek adımlarıyla uğrun usul
    gelip sıralı sırasız
    karanlık kıyılarımda duran çocuk…
    örseli duyarlığımdan kalın örtüleri
    -kaba örtüleri, kara örtüleri-
    kaldıran çocuk… kaldıran çocuk…
    herkesin gerçeği kendine biricik
    bir beni söyletip de böyle kısacık
    bu yağma yürek, bu talan sevgi
    bu ucuz ten pazarını
    yazdığını sanan çocuk.
    herkesin gerçeği kendine acı
    herkesin acısı kendine biricik.

    (1981)
    acının iki yüzü
    şükrü erbaş
  • havı dökülmüş sevincin

    yeni çekilmiş bir dişin
    yadırganan boşluğu
    dilimin ucunda ismin.
    somunu yitik bir vida
    düştü düşecek yüreğim.
    biran önce gel buraya
    karpuz, kavun yiyelim.

    bilmem ki ne diyeyim,
    sana örselenmemiş;
    dostluğun böğründe sancı,
    sevgi toza belenmiş,
    havı dökülmüş sevincin.
    biran önce gel buraya
    karpuz, kavun yiyelim

    batıp çıkıyorum durmadan,
    ben bilirsin iyi yüzemem.
    çarşafım diş gösteriyor,
    dalgalı bir deniz kaç gündür
    sallanan bir döşeğim.
    biran önce gel buraya
    karpuz, kavuz yiyelim.

    metin altıok
  • bir acı çığlıktı sana hasretim
    sanki, asırlardır sana hasrettim
    gün geçmiyor ki biraz dinsin
    sana olan akıl almaz hasretim.

    baktım bir yangın var yüreğimde
    gönlümde aklımda ve ellerimde
    bir düş ol isterdim olmadan hayalimde
    ama dönüşü olmayan yollardayız belki de.

    gönlüm daldı bir acı sergüzeşte
    hüzün sardı dolan her kadehte
    bir bağrı yanık raspadır artık ah eden
    gözü yaşlı bağrı taşlı yol gözlemekte.
hesabın var mı? giriş yap