• içinde yaşanılan an, geleceği kemiren geçmiştir.” (bergson)

    haklıydı.

    zamanla, peyderpey kemirdik geleceğimizi. hayal edilenin aksine, teoriye mugayir bir hale bürünmeye başladı ve biz istemlice körlüğü seçtik. kayarken ellerimizden saflık, doğruluk, henüz bakir duygular; buz kesildik, heykel olduk, etkisiz eleman olarak konumlandırdık kendimizi. “üzerinde bulunduğumuz yerküre bir satranç tahtasıdır ve sen hamlelerini şekillendirmek istediğin oyuna göre yapmalısın.” diyordu 18.yy’dan bir anonim tüm insanlığa.

    duyan olmadı, dinlemedik, dillendirmedik.

    son kullanım tarihi takribi 80 yıla tekabül eden insan için hayat görmezden gelince çok daha kolay geçiyordu. saman alevlerinin birleşerek bizi büyük bir buhrana sürükleyeceğini düşünmek ekseriyete göre ahmaklıktı, beladeti yüzüne çalmaktı. lakin; çekilen her perdeye, kapatılan her kapıya, kullanılan her paravana karşın içten içe hissediyorduk yozlaşmakta olan mefhumları. buz dağının görünmeyen kısmı peyda olduğunda biriken yitirilişler dışa vurdu, soru işaretleri belirdi, memnuniyetsizlikler hasıl oldu. umarsızca kullandığımız tek yönlü kozlarımız bizi meyusiyetin kucağına attı. “zihinsel devrim gerçekleşmedikçe insan aydınlığa ulaşamayacak” diyerek bir de bu minvalden uyandırmayı denedi krishnamurti.

    bu da boşluğa yapılan sessiz çığlıklar arasında yerini aldı.

    layıhalardan iyi yönde umulan medet bilakis çalışmadığı yerden vurdu insanlığı.
    kaybettiğimiz değerlerin bir süre sonra beliren tesirine karşı hazırlıksız yakalandık, nitekim hazırlanmamıştık. mantıklı düşünme ve anın dinamiklerine göre hiza alma yetisi uzun zaman önce aklımızın ücra köşelerinde sürgüne yollanmıştı. biz lal olup, muhafaza ederken pandomimden hallice duruşumuzu, son umut ışığı giderek silikleşerek parıldıyordu “geri dönüşü olmayan nokta” diye tabir edilen yerlerden maziye karışırken.

    kaybettik, değerlerimizi.

    psikolojik buhranlar arasında yorgun düştük. etik, mantık, sağduyu, erdem, duruluk, sevgi ve nice kavramlara o kadar uzak kaldık ki mesneti sağlam olmayan düşünce mekanizmamız yüzünden bunlardan dem vurmaya utanır hale geldik. tartışma kültürüne sahip değil ve münakaşalara gebeyiz. ikili ilişkilerde bireylere yok yere savaşlar açıp, çoklu cephelerde muharebelere giriyoruz. temiz sayfalar ve yeni misaklar havsalamızın almadığı türümüze uzak kavramlar.

    sevinç pınarları kurumuş varlıklarız artık hepimiz. benliğimize çağlar boyu umarsızca, düşüncesizce, had safhada aymazlıkla empoze ettiğimiz karanlık kişiliğimiz yüzünden vurgun yemiş, hisler noktasında viran haldeyiz.

    önce saydamlaşıp ardından yok olan değerlerimiz için haybeden ağıtlar yakmaktan başka hiçbir seçeneğimizin kalmadığının idrakına vardığımız vakit karanlıkta kaybolan ufkumuza alternatif yeni umut ışığına teşne halde koşmaya başlayacağımızı biliniz.

    --------------------------------

    kent ve toplum ilişkisine dair bir değerlendirme.

    zaman üzerine bir ahkam için buraya

    ülkemizdeki mimarlık pratiğinin güncel dinamikleri hakkında bir eleştiri yazısı için buraya

    edebiyat ve mimarlık ekseninde kurgu üzerine bir deneme.

    ayrıca,

    kent, mekan ve sosyoloji üzerine benzer yazılarımı yayınladığım bir mecra olarak urbanisma
hesabın var mı? giriş yap