• ben bir asker çocuğuyum, haliyle büyürken bir sürü taşınma yaşadım. bu nedenle de bir yere çok bağlılık hissedemiyorum. istanbulda yaşarken eminönü, beşiktaş, acıbadem ve ümraniyede yaşadım çoğunlukla. bir ara antalyada yaşadım. kendimi bağlı hissettiğim ve özlediğim tek yer kadıköydü. tabi bunlar 2015-2017 arası. haftada bir gün kadıköye inmeyi severdim. barlarda takılırdım, midye, kokoreç yerdim, kırtasiye dükkanlarını hobi dükkanlarını falan gezerdim. güzeldi yani kadıköy. modada çay içerdim, rakı balık yapardım falan.

    bu arada çalıştığım iş nedeni ile dünyanın büyük bir kısmını görme şansım oldu. genellikle iş gezileri falandı da yine şehrin dokusunu falan görebiliyorsun. viyanada gezerken falan o zaman yeni doğmuş kızımın neden böyle parklar göremeyeceğine dertlenmiştim. malumunuz ülke boka sardı ve ben şanslı olduğum için şirket içi bir transferle 2018 yılında bir fırsat oluştu başvurdum ve kabul edildim. benim istediğim poziyon için madrid ve gent arasında tercih yapmam gerekiyordu. bu sırada o zamanki müdürüm bu pozisyonu kabul etmezsem beni milana taşıyacağını söylüyordu.

    ben milan ve madridi görmüştüm. italyan ve ispanyollarla uzun süredir beraber çalışıyordum. aynı şekilde belçikalılar almanlar ve fransızlarla da çalışmıştım. dedim ki almanlar çok sert, fransızlar çok gevşek. sanki belçika bunların arasıdır. öyle aktif gdp falan araştırmıyorum. kendi kişisel tanışıklıklarım, arkadaşlıklarım, iş yapma biçimimiz falan üzerinden böyle bir kanıya vardım ve genti görmeden gentteki pozisyonu istediğimi söyledim. o pozisyona girdim ve taşınasıya kadar gente 2 kere gittim. genti çok sevdim ama business tripte ne kadar seversen o kadar.

    sonra taşındık. bir yere turistik olarak gitmek ile orada yaşamak çok farklı şeyler. benim iş arkadaşlarım istanbula gitmek istiyorum deyince kesin git diyorum. taşınacağım diyen olmadı da derse sakın taşınma derim.

    gent turistik olarak oldukça keyifli bir şehir. belçikaya gelen insanların kesinlikle ziyaret etmelerini öneririm. hele özel zamanlar var. mesela christmas, gent festivali falan. bu hafta gent light festivali var bugün akşam gideceğiz mesela. bunlara denk getirebilirseniz süper olur ama ne festivali bitiyor ne eğlencesi, gelirken bakın bu tip şeylere denk gelebilirsiniz, ekstra artı olur.

    gente taşındıktan sonra şehre ve insanlarına hayran oldum. avrupalının medeniyeti falan. yaya geçidinde yol veriyorlar falan gibi şeyler değil. nereye gidersen git herkes ingilizce konuşuyor, kimse senin ingilizce konuşmana takmıyor bile. süper eğlenceli insanlar. zaten festivaldir partidir bitmiyor. canın sıkılıyor çarşıya iniyorsun efsane meydanlar, mis gibi barlar, şahane bisiklet rotaları, zaten şehirde en kolay bisiklet ile ulaşım sağlıyorsun. arabana atla, paris 4 saat, amsterdam 3 saat köln 3 saat, brüksel 45 dakika. lille 45 dakika. tabi bu ulaşıma alışınca buraları falan da daha lokal şekilde gezip görme şansın oluyor. biz mesela antwerpten gente dönerken sonunda gente geldik diyoruz. müthiş keyifli.

    lille mesela benim için istanbulda yaşarken, haftasonu kahvaltıya gittiğim şile gibi oldu.

    kızımın okulu şehirin merkezinde onu alıyoruz, çarşıyı bir geziyoruz, bir event varsa katılıyoruz. aslında küçücük bir şehir. her yerine yürüyerek gidebiliyorsun. bunu da kızımın gittiği aktiviteler ile keşfettik. müzik dersinden çık yüzme dersine yürü falan efsane kolaylıklar. bisiklet ile iyice kolay. dert yok tasa yok trafik yok. her yerde parklar falan. atıyorum kızın doğum günü oluyor bir parkta parti düzenliyoruz. mis gibi takılıyoruz karışan eden yok. etrafı kirletmediğin zaman sıkıntı yok.

    biz bu ülkeye 38 yaşında taşındık. sonuçta 38 senelik bir türkiye geçmişimiz var. yemeyi sevdiğimiz şeyler var. alıştığımız yemekler var. ıvır zıvır. burada acayip büyük bir türk toplumu var. biz içlerine çok girmiyoruz, malum sonuçta türkiyeden kaçma sebeplerimizden biri. ama bir noktada beyaz peynir, rakı, kokoreç, fasülye ot bok gerekiyor. halley yemeyi özlüyorsun ne bileyim. çay içmek istiyorsun falan falan. o durumda türk marketleri devreye giriyor. kasaptır, zeytindir, ramazan pidesidir ne bileyim. gece bardan kalkıyorsun, hadi shot bara gidelim, gidiyoruz, hadi ciğer yiyelim, cigerciye yürüyoruz. sabaha karşı eve gidiyorsun o katedrallerin arasından.

    acıbademde yaşayıp, kadıköyde takıldığım üniversite zamanlarım gibi ama çok daha iyisi. biralar iyi, barlar iyi. gent belki de hayatımda verdiğim en iyi karar olabilir. müthiş seviyorum. kendi iç problemleri var, çöp toplaması dertli, tramwaylar sıkıntılı falan ama ben hayatımda bir yeri hiç bu kadar sevmedim. ilk günden beri evimde hissediyorum. iki kere türkiyeye araba ile gittik buradan, birincisi meraktan, ikincisi covid nedeni ile. yolda da dura dura şehir geze geze turistik olarak takılarak. her seferinde sonunda gente dönüyoruz, gente vardık diye bir sevinç oluyor. ben türk milliyetçisi değilim ama gayet gent milliyetçisi olurum o kadar seviyorum.
  • orta çağ batı avrupası günümüzde bir suret bulsaydı ancak kendisi olurdu dediğim waffle kokulu güzide şehir.

    kâh birahaneye kâh müzeye kâh belediye binasına dönüştürülmüş 8-9 asırlık binalarıyla, ikisi devasa üç katedraliyle, suda yüzüyormuş gibi duran heybetli ve kadim gravensteen kalesiyle, denk gelme şansına eriştiğim 15-24 temmuz arasında devam etmekte olan senelik müzik ve sanat festivaliyle ve beni hakikaten çok etkilediğini ifade etmekte bir beis görmediğim müthiş grafiti sokağıyla bende unutulmaz bir iz bırakmış bulunuyorsun hürmetli gent*.

    umarım bir daha görüşebiliriz.*
  • belçika'nın en güzel şehri burası. leuven daha şirin belki ama yok totalde hepsinden güzel. hayır şaşırmadım, brugge ve brüksel'den de güzel. brugge bence zaten artık turistikliğin bokunu çıkarmış ve iyice yapay bir şehir olmuş. ve gerçekten overrated. hani illa kanalsa kanal amsterdam'da da var, venedik'te de var. sanki kimse yaşamıyor gibi brugge'de, sadece turistler var. gent'te ise kartpostal bile satılmıyor. (gerçi şehirde dolanmaya kendimi kaptırdığımdan aramamıştım bile, sonra farkettim hiç gözüme çarpmadığını.) zaten tarzları farklı bu şehirlerin birbirinden hep. böyle rahat ve mutlu hissediyor insan kendini gent'te. hani çok para harcamadan, aşırı bi lüks olmadan keyif ve zevk almak için yaşanabilir bile burda. yaşamasanız bile ne bileyim bence yakınlarında yaşıyorsanız (işte belçika'da bir başka şehir, hollanda, kuzey fransa ya da kuzeybatı almanya gibi) haftasonu günübirlik bile bir yemek yenip, nehrin kenarında oturmaya gelinebilir. genç, hareketli ve ehli keyif bir şehir. hani böyle belçika'ya yolu düşüp de buraya da gitsem mi diyen biri başlığına gelip de şu entry'mi okuyorsa ben tavsiye ederim mutlaka, pek sevdim.
  • 250.000 nufusun yasadigi, icinde 59 kilise bulunan sehir; ozellikle eski sehir kısmı roma ya yakın kilise-katedral yogunluguna sahip;
    bir kaç faydalı bilgi
    - dükkanlar 18.00 de kapanır ama 17.45 den itibaren kapanmaya başlar ve çalışanlar müşteriye yönelik değil measi saatine yonelik hizmet verdiklerinden bu saatten itibaren hizmet vermemeleri cok dogaldir
    - kanal turu, amsterdam veya kopenhag kalitesinde degildir, 35-40 dk sürer, kişi başı 6-8 euro, kanalların yanında yürüme yollari oldugundan, tura katılmadan da rahatlıkla gezebilirsiniz
    - flowers market (çiçek) ve vogel market (kuş) pazarların kurulduğu günlerde gezilmeye değer yerler, en azından pazar günleri her ikisininde 10 - 16 arası açık olduklarını hatırlıyorum
    - kaleye yakın bir yerde hemen kanal kıyısında paul' un barı vardır, 230 çeşit genevre den başka herhangi bir içki satmaz, barın arakasında da kendi içmeye devam eder, muhabbeti hos cana yakın bir eski kulagi kesiktir kendisi, pazar geceleri latin müzigi çalınır
    - genevre, çeşitli tadlarda yapılan 15 - 20 derece alkollü bir içecek, mango - incir - kayısı - hindistancevizi, ekşi sevenlere elma - greyfurt tavsiye edilir, bailey's tadındaki çukulatada denebilir
    - neuhaus bana göre en iyi çukulatıcıdır; çeşit olarakda pralin öneririm (üzeri çukulata kaplı fındık, fıstık, ceviz, üzüm, vs)
    - kalenin içindeki işkence müzesi görülmeye değer, yanlış anımsamıyorsam pazartesi günleri uygulamalı bir şov da sergiliyorlar
    - yangın-saat kulesinin üzerindeki simon denen bir azizin meme emdigi bir kabartma var (mamalooker gibi bir ismi var, meme emici anlamına geliyormuş), bir gentli den bunun hikayesini dinlemeye çalışın
    - sert bira sevenler bir st. bernardus içsinler ve sert bira nasıl olurmuş görsünler, şaraba yakın bir alkol oranı var, tadı da irlanda biralarını andırıyor
    - merkez de müzik-eğlence az, st. niklaus katedralinin civarında ingiliz pubı tadında monteca, postane binasının karşısında cuma-cumartesi açık olan la vida loca ve vogel markt a giden yol üzerinde bar-disko karışımı centralion önerilebilir.
    - amsterdam'in kırmızı ışıklı bölgesini bilenlerin ve benzerini arayanların, ya da yapacak bir şey bulamayanların, brabantdam 98-100 numaralar arasındaki pasajdan içeri dogru bir girmelerini öneririm.
  • bütün avrupa ve hatta asya tarafından keşfedilmediği için keyifle gezebileceğiniz, henüz herkese ait olmamış belçika kenti. nehir kenarında gösterişten uzak platformlarda sere serpe güneşlenmek ve ortaçağ kalesini gezip işkence aletlerine korku dolu gözlerle bakmak gerekir. fazlasıyla turistik görünse de -turist olduğunuzu hatırlayıp- bot turunun da tadını çıkartmak gerekir. belçika'da trenler gece 12'den sonra çalışmadığı için, bir geceyi burada, oradan buraya gezerek geçirebilir, genç nüfusun şehre kattığı enerjiyi takdir edebilirsiniz. gent'i gördükten sonra brugge'ye neden gidilir diye sormak da gerekir.
  • hollanda ve belçika şehirleri arasında gördüklerimin en güzeli, en göze gönüle hitab edeni.. evler, kanal, katedral gece ve gündüz ayrı güzel, bu yüzden fotoğraf için sabah ve akşam ayrı ayrı gidilmeli. üstelik de böyle bi güzelliğin karşısında, onca güzel fotoğraf kareleri yakalamak için usta olmaya gerek kalmazken almaya değer katpostal bulamayışımız ilginçti. bir de hediyelik eşya konusunda fazla kendilerini geliştirememişler. oysa brükselde çeşit çeşit hediyelik eşya bulmanız mümkünken, burda sıkıntı çekebilirsiniz. gent turizme fazla kazandırılamamış ne yazık ki, katedralin karşısındaki çukulatacının söylediği gibi brükselin gölgesinde kalmış. kanal kenarındaki evler tek kelimeyle mükemmel, istasyondan merkeze giden dar yollar, cıvıl cıvıl merkez... yaşanır bu şehirde be!
  • turist akinina ugramadigina minnettar oldugum belcika sehri. boyle bi guzelligi bu kadar gizli tutmayi nasil basarmislar bilemiyorum ama icten ice tesekkuru bir borc biliyorum tum flamanlara burdan :)
  • o kadar gezdim avrupanın bırcok sehrını, bu kadar güzel bir şehir yok.

    brüksel, paris gibi şişirilmiş reklamlarla pazarlanmamış olmasına rağmen insanı büyülüyor.
  • "ay avrupa'nın bütün şehirleri birbirine benziyor" diyenlerin kesinlikle bu tezi çürütmek için görmesi gereken bir "avrupa" şehri. brüksel'den 20 dakikada 7.80 euro vererek trenle ulaşılabiliyor olması da cabası.
  • kanimca belcika'nin; brugge ile beraber en guzel iki sehrinden biridir. sanki bu iki sehri ortacagda kurmuslar sonra bir daha dokunmamislar gibi gelir bana hep. sevgili ile gidilesi sehirler sinifindadir, romantiktir.
hesabın var mı? giriş yap