• spoiler içerebilir.

    herman hesse'nin ilk dönem eserlerinden biridir. kendisini okumadan önce friedrich nietzsche'nin the birth of tragedy from the spirit of music adlı çalışmasının okunmasında faide bulunmaktadır, aksi halde roman gözünüze sadece üçgensel bir aşk hikayesini anlatıyormuş gibi görünebilir.

    nietzche bu eserinde kaba hatları ile dionysian ve apollonian olmak üzere iki karşıtlık ortaya koyar. dionysus güdüleri ve duyguları temsil ederken apollo ise tam aksine mantığı ve rasyonaliteyi temsil etmektedir. bu nedenle bu iki dürtü insanlar üzerinde daimi bir savaş halindedir, ikisi birbirine üstünlük kurmaya çabalamaktadır. (freud'un id-ego çatışması gibi)

    nietzche bu fikri yunan tragedyalarının doğuşuna ve gelişimine uyarlar. bu eserlerde güdüsel ve mantıksal tarafların nasıl birbirine katıştığı ve ayrıştığı hakkında fikirlerini ortaya koyar, bundan bir sene önce yazmış olduğu on music and words okunabilirse daha kapsamlı bir fikir elde edilebilir.

    velhasıl, hesse de bu eserinde üç başlıca karakteri ele alır.

    - gertrud, apollonian
    - muoth, dionysian
    - kuhn, birleşim

    düşüncelerini temsil eder.

    bu nedenle anlatıcı kuhn'un yarattığı opera, gertrud'un mantıksal tavrı ile muoth'un güdüsel yaşamını birbirine sentezler. eser boyunca müzik denen olgu ile karakterlerin biçimlenişi okuyucuya yansıtılır. kuhn'un müziğe olan tutkusu, olayları müzik ve onun uyandırdığı duygular ile yorumlayışı, gertrud ve muoth arasındaki ilişkiyi eserine yine müziksel bağlamda yansıtması hesse'nin de aslında kuhn gibi yazısal bir opera yarattığının göstergesidir.

    fakat acaba neden hesse sonunda muoth'u öldürür? neden dioysus'u simgeleyen karakter sonunda ölümle yüzleşen karakter olur?

    şahsi kanıma göre hesse aslında selamete muoth'u ulaştırır, ölümün öylesine bir karakter için yaşamaktan daha büyük bir ödül olduğunu düşünmüş olabilir. çünkü muoth ölmeden önce şöyle der:

    "diyeceğim, dünya [...] kötü ve rezil bir şeydir belki; o zaman insana çilecilerin yolunu izleyip her şeyden el etek çekmek düşer; sanırım pek memnun bir yaşam sürülebilir bu durumda, çilecilerin yaşamı hiç de zor değildir. ya da dünya ve yaşam güzeldir belki, o zaman da insana düşen tek şey vardır, oyun bozanlık etmemek, işi bitince de gönül rahatlığıyla ölmek..."

    ölüsünü bulan kuhn ise şöyle der:

    "ölümüne üzülmek elimden gelmedi, ölmesi yaşamasından daha kolay olmuştu"
  • --- spoiler ---
    "bir sabah odamda kemanla ilk cümleyi çaldığım zaman, kuşkusuz güçsüzlüğümü, gereken olgunluktan uzaklığımı ve güvensizliğimi hissettim, ama her kadans bir sağanak gibi boşandı yüreğime. bu müzik iyi miydi, değil mi bilmiyordum; ama kendi müziğim olduğunun, bende yaşanıp gözlerini bende dünyaya açtığının ve daha önce hiçbir yerde duyulup işitlmediğinin blincindeydim."
    --- spoiler ---

    his tercümesi, net ve isabetli...
  • 2019'a veda cümlelerimi içerisinden yürüttüğüm hermann hesse kitabıdır.

    veda cümleleri şöyle;
    "geride kalan günlere düşünceli düşünceli selam yolladım; geride kalmışlardı."
    "doğrusu sizi içimden ölüler listesine kaydetmiştim."*

    yüreği çok güzel bir dostla tanışmama vesile olduğundan bu sene bitmeden bir entry daha yazmak gerekti. yapıkredi yayınlarının onuncu baskısının kapağında çello kullanmış olmasının büyük saçmalık olduğunu da ekleyeyim, keman olsa anlayacaktık oysa. on birinci baskıda kapak değişmiş, estetikten uzak ama olsun n'apalım, çellodan iyidir. hermann beyefendi ve çevirisiyle kâmuran şipal, benim "yüreği güzeller ve zihni berraklar listeme" bir kişi daha eklemiş oldu. teşekkürler, şükran.*
  • hermann hessein bu kitabinda anlatici, kuhn, genc ya$ta sakat kalan bestekardir. diger ana karakterler depresif opera sanatcimiz muoth ve guzel sesli baci gertrud idir. roman bu uclunun ili$kilerine odaklanmaktadir. kuhn ya$adigi tum co$kulari ve umitsizliklerini besteledigi operaya akitir ve hermann hesse bunu o kadar guzel tasvir eder ki ki$i bu var olmayan eseri asla dinleyemeyecegi icin kudum kudum kudurur..
  • hermann hesse'in kötü giden ilişkileri üzerine mutlakiyeti evliliklerde ve ilişkilerde aradığı dönemde yazmış olduğu, biraz "kiralık konak" kokusu aldığım ve müziğin söz ile bu kadar güzel ifade edilebilineceğini düşündüğüm roman.
  • kamuran şipal'in çevirisini yaptığı yapı kredi yayınlarından 2004 yılında ikinci baskısı yapılan ve bendenizin ilk okudugu herman hesse kitabı. sanırım yazarın diger kitaplarınıda okuyacagım...hayatından içinden, hoş bir anlatımı olan roman...
  • kuhn'un isviçre'nin küçük dağ köyüne yaptığı yolculuk ve burada geçirdiği kendine ve müziğe değin deneysel zamanlar için diyebileceğim tek şey ''okurken yaşadım ve huzuru buldum''. kitapta hikayenin geçtiği zamanla ilgili hiçbir bilgi olmaması ve okurun hayalgücüne bırakılan başka başka boşluklar çok yerinde bir hayalgücüne itiyor algınızı.
  • "erkekleri görüyordum; bugün arzuyla, yarın bıkkınlıkla kahroluyor, yana yakıla seviyor, sevgilere hoyratça son veriyor, hiçbir sevgiye güven beslemiyor, hiçbir sevgide mutluluğu bulamıyorlardı. kadınları görüyordum sevgiden yanıp tutuşan; aşağılanmaları ve dayakları sineye çekiyor, sonunda kapı dışarı ediliyor, ama bağlandıkları erkekten yine de kopamıyor, kıskançlıkları ve horlanmış sevgileriyle onurları çiğnenmiş, köpeksi bir sadakat sergiliyorlardı. "

    bu kadar güzel bir tespitten sonra kendi halini de şu şekilde açıklıyor bu güzel romanda karakterimiz;

    "o gün uzun süredir ilk kez oturup ağladım...
    ...
    kendim için daha bir sessiz, daha bir el altından gözyaşları döktüm; bir başka gezegende yaşar gibi bütün bu insanların arasında yaşayıp hayat denen şeye akıl erdiremeyen, sevgiye susamışlıktan ölen, ama sevgiden de korkmadan duramayan kendim için gözyaşları."
  • hermann hesse beyefendinin keyifle okunası romanıdır. yky baskısının arka kapağında yazdığı gibi werther bey’in* kulaklarını çınlatmadan edemiyorsunuz okurken. karakterlerin sonları en baştan tahmin edilebilir olmasına rağmen, satır aralarındaki incecik göndermeleri, bir sanatkârı epey başarılı şekilde betimlemesi filan derken bir çırpıda tükeniveriyor sayfalar.

    “bay khun” müziği başarılı tarif etmiş dense de müziğin kişi üzerindeki tesirini güzel ifade etmiştir yalnızca. yoksa o betimlemelerde “ne olur gerçek olsaydı da dinleseydim” filan demiyorsunuz, üzgünüm.*

    hikayenin en etkileyici cümlesi benim için şüphesiz şuydu: “...birbiriyle boğuşan kalabalıkların savaş alanıydım adeta.”

    beni en çok etkileyenlerinden biraz da spoiler verelim o hâlde:

    --- spoiler ---

    ...yaşam kaprislerle dolu ve zalimdi, doğada sevecenlik ve mantık yoktu. ama bizim içimizde var bu sevecenlik, bu mantık, tesadüflerin elinde oyuncak olan bu insanların içinde var.

    ...seslerden, sözcüklerden ve diğer kırık dökük nesnelerden oyuncaklar kurup çatabilir, hepsi de anlam, teselli ve sevecenlik dolu ezgiler, şarkılar kotarabiliriz; rastlantının ve yazgının o çok parlak oyunlarından daha güzel daha kalıcıdır bunlar.

    dış yazgı herkes gibi benim üzerimden de geçip gitti, karşı durulamaz ve tanrılar tarafından alnıma yazılmış. ne var ki, içteki yazgım benim kendi eserim oldu; tatlılığı da acılığı da benim sayılan, sorumluluğunu tek başıma üstlendiğim düşündüğüm bir eser.

    tanrıya dönüp neden beni böyle yarattığını, neden beni sakat bırakıp en zavallı kimselerden bile esirgemediği mutluluğun yerine bana notalar içinde debelenip yuvarlanmaları ve o erişilmez mutluluğu boş ses fantezileriyle dönüp dolaşıp isteklerimin önüne resmetme tesellisini, bu acımasız teselliyi bağışladığını soruyordum.

    --- spoiler ---
  • hjalmar söderberg'in 1906 tarihli oyunundan carl theodor dreyer'in sinemaya uyarladığı film.
    başlangıç biraz hayal kırıklığıydı. birbirine bakmadan konuşan teatral karakterler ve onların arasında bir sağa bir sola hareket eden kamera, seyirci anlasın diye tüm hikayeyi diyaloglara döken o sevmediğim tarz. iyi ki orada bırakmamışım. çünkü ilerledikçe, önce mekanların güzelliği etkisini göstermeye başladı. yüksek tavanlar, aydınlık pencereler, duvarlarda klasik tablolar ve heykeller, klasik saatler, ahşap mobilyalar... hepsi çok sade ama çok estetik. gertrud'un saçlarını düzelttiği süslü ayna hariç. sahte kişilikleri yansıtan bu süslü aynadan, girişteki sıkıcı diyalogların da zamanla başka bir boyuta çarpılacağının işareti veriliyordu. uğruna saygınlık, zenginlik ve konfor dolu hayatını terk edeceği aşkı için anna karenina 'nınkine benzer bir kadere yürüyecek gertrud, en az anna kadar güçlü ve gururlu bir kadın karakterdi.
    derken filme yavaş yavaş müzik de sızmaya başladı. ilginç bir şekilde, karakterler susup odanın bir köşesine bakakalarak müziğe kulak kesiliyorlardı. filmlerin arka planında müzik olmasına alışkınım ama karakterlerin böyle susup müziğe söz vermesine, ben pek rastlamamıştım. çok hoştu.
    filmde altıncı hissi kuvvetli bir kadından bahsedilirken ve rüyalardan, gertrud'un rüyasının gerçek çıkması - çok tanıdık geldi. aşkın gücüne teslim olmuş bu kadın, özgür iradeden, tanrı inancından, hayatın anlamından bahsediyordu ve filmdeki mekanlar da onun ruh haline göre değişiyordu. aşıkken aydınlık, acı çekerken karanlık, elbiseleri, her şey kusursuz bir uyum içerisinde.
    bu filmin, kendinden sonraki birbirine benzemez birçok tarzdaki yönetmeni etkilemesinin bir sebebi olmalı. öldürülen tanrılar ve anlamı olmayan bir hayata doğan modern insan, romantizme olan o kayıtsız şartsız ve saf teslimiyetle karşılaşınca büyüleniyor. eksik olan parçasını bulmuş gibi. romantizm, aşk olduğu kadar, aşkınlık, estetik ve güzellik de demek. unutulmuş bir eski çağ büyüsü gibi baştan çıkarıcı bir güzellik.
    filmden güzel sahneler ve bu sahnelere ilhamını veren vilhelm hammershoi tablolaları :
    görselgörselgörselgörselgörselgörselgörselgörselgörselgörsel
hesabın var mı? giriş yap