• gıda güvenliği derneği ile ilgisi olmayan köktendinci, garip bir kuruluş. sitesinde siyasi haberler bile var.
  • bugün bir türkiye ambalajlı su raporu ile gündeme gelmiş dernek/hareket.... raporlar burada .normal şartlarda yapmadığım şeydir ancak bu sefer tepedeki ve aşağıdaki markalardan kıllandım, kimdir nedir'ine baktım...

    başkanın bir web sitesi var, tıklayınca ilk karşıma ilk çıkan ufka dalmış badem bıyıklar ve "hz peygamberinde * oturacağı sofralar kurun." konulu röportaj.

    başkan yardımcısı üstün bol mazlum-der'ci.

    genel sekreteri mehmet karaca kendini anlatıyor, rabbine şükretmekten fırsat bulursa: "eşimle birlikte; iki kız çocuğu sahibi olarak, efendimizin cennet müjdesine nail olmak için çalışmaktayız." amin kardeşim, inşallah istediğin gibi olur her şey.

    bu böyle gider.

    şimdi arkadaşlar dini bütün diye yaptıkları işleri de malul mü kabul etmeliyiz? ben şahsen ederim. sözlükte paylaşınca gg olan çok kişisel tecrübelerimle sabittir ki, ararsanız bu şahıslarla öve öve bitiremedikleri su firmaları arasında çok güzel bağlar bulursunuz.
  • sağlık bakanlığı ile gıda, hayvancılık ve tarım bakanlığı'nın en büyük düşmanı.
    çalışmalarını büyük bir ilgiyle takip etmek gerekiyor.

    sitelerindeki manifestoyu okumak lazım.

    --- manifesto ---

    ilk insandan bugüne, hayatımızın devamlılığını sağlayan temel unsur: gıda!

    ilk insanın beslenme alışkanlıkları ile binlerce yıl sonra bizlerin beslenme alışkanlıkları arasında -ürün çeşitliliği ve üretime katılan materyal bir kenara bırakılırsa- fazla bir fark olduğu söylenemez.

    önce ihtiyacı olan gıdaları üreten, sonra ürettiği gıdalardan tohumu ve fidanı ile hayatın devamlılığını sağlayan, son olarak da milletlere ayrıldıkça ticari bir araç haline gelen gıda; bugün sayılan işlevlerinden farklı olarak aynı zamanda uluslararası siyasetin ve küresel kapitalizm’in elinde önemli ve tehlikeli bir silahtır.

    tarih kitapları yeryüzündeki savaşları sınıflandırırken, gânimet ve dinî gerekçelerle yapılan savaşlar, enerji savaşları (petrol) ve su savaşları olarak sınıflandırıyor.

    yaşadığımız yüzyıl, tarih boyunca savaşın her türüne şahitlik etti. bugün ise, adına ‘gıda savaşları’ diyebileceğimiz bir savaş yaşanıyor. herkesin gözü önünde yaşanan bu savaştan da anlaşılıyor ki; önümüzdeki yüzyıl ve yine öncelikle gıda savaşlarına sahne olacak.

    küresel kapitalizm ve emperyalizm insanlığın ihtiyaç duyduğu temel ihtiyaçları tekelinde tutarak, ulusları egemenliği altına alıyor.

    önce yeraltı kaynakları, sonra yerüstü kaynakları, sonra vazgeçilmez temel ihtiyaçlarımızdan su ve gıda, uluslararası kapitalizm’in ve emperyalizm’in elinde mükemmel bir silaha dönüşüyor.

    her şey gözlerimizin önünde olup biterken; yaşananlara bu derece bîgâne kalmamızın kolayca izah etmek güç görünüyor.

    türkiye, ‘gıda güvenliği’ alanında sabıkalı bir ülke… başta doğu ve güneydoğu anadolu olmak üzere, sınırlarımız kontrol altına alınamıyor.

    ülkenin her köşesinde “merdiven altı üretim” yapılsa da; türkiye’nin ekonomik kalbi konumundaki istanbul, bu üretim biçimin merkezini oluşturuyor.

    sözde modern yöntemlerle üretilen tarım ürünleri, alıcı ülke gümrüklerinden geri dönerken; iç pazarda arz-ı endam ediyor. üstelik toplum bunu bir fırsat olarak görüyor.

    bilinçsiz kullanılan zirai ilaçlar, hormonlar, gümrüklerden elini kolunu sallayarak giren genetiği değiştirilmiş (gdo) ürünler, içeriğini ve menşeini bilmediğimiz ürünler türkiye insanının yeni ve en büyük düşmanı.

    yakın zamana kadar kendi tarım üretiminde kendisine yetmenin dışında büyük tarım ürünleri ihracatçısı olan türkiye, dağları, tepeleri bitmiş gibi en verimli tarım alanlarını yapılaşmaya açarak; köylerin ve köylünün ihtiyacını karşılamayarak onları şehirlere taşıyor. bu arada işsizlik bir yana, hemen her türlü tarım ürününü ithal eden bir ülke haline getiriliyor.

    insanıyla, inancıyla uğraşmaktan sanayileşmeyi beceremeyen, bilgiye değer vermeyen, hizmet sektörünün kıymetini anlamayan, finans merkezi olmayı başaramamış, enerji kaynaklarını yönetemeyen, yeraltı ve yer üstü değerlerini hebâ eden, insanına iş bulamayan, enerji dolu genç nüfusuna bilgi çağının fırsatlarını sunup katma değer üretemeyen bir ülkenin gıda güvenliğini önemsemesi beklenemez.

    önce nüfusun çokluğunu bahane ettiler. daha sonra verimli arazilerin yerleşim alanı yapılması için şehirleşme modelleri erozyona uğratıldı. ‘tarım alanlarının azlığı ve verimsizliği’ gibi bir safsata ile beyinler yıkandı.

    sanayi devrimi yalanıyla topraktan utandırılan, toprağı işlemek yerine kahvehanede oyun oynaması özendirilen halk kitleleri sanayi devriminin üzerlerine çökmesiyle, işsiz ve umutsuz bırakıldılar.

    uluslararası tröstler bugünler için vardı ve çöreklenmekte gecikmediler. daha kolay üretim, daha fazla verim ve daha fazla kazanma uğruna, insan neslinin geleceğini tehdit altına alan genetiği değiştirilmiş organizmalı (gdo) ürünlerle baş başa bırakıldık.

    bu sayede köyde-kentte yetişen ve doğal yöntemlerle elde edilen tohumlar ve ürünler yerine; laboratuar ortamında şekillendirilen, artık tohum vermeyen, görünümü aynı olsa da, tadı, kokusu, rengi, lezzeti ve dayanıklılığı aynı olmayan; tek kalıptan çıkmış, her mevsimde sofraları süsleyen bu daha dayanıklı ürünlerin insanlığın kâbusu olduğundan kuşku duymuyoruz.

    bu sayede artık ‘doğal’ olan, tarih olmuştur. önüne gelen herkes ürününün ‘doğal’ olduğu iddiasındadır. ancak artık doğal olan, yalan olanla eşitlenmiştir.

    materyalizmin kölesi gibi düşünüp hareket eden, inançlara, felsefî görüşlere, beslenme kültürlerine saygısız bir takım üreticilerin yanı sıra, bilgi ve endişeden yoksun yeni tip tüketiciler sayesinde doğal yapı bozulmuş; tarım ürünlerinden elde edilen ürünlerin menşei hakkında bilgi sahibi olamadığımız gibi doğru bilgiye erişmemizi engelleyen karmaşaya eklenen malum bürokrasi ve sorumsuz siyaset sayesinde, insan neslinin immun (savunma) sistemi zayıflatılmıştır.

    binlerce sağlıksız katkı maddesi ile tabiatı bozulan insanlık, bu yapay ve sakıncalı gıda endüstrisi sayesinde her gün hasta ve her günü hastane koridorlarında geçen ilaç maymunlarına dönüştürülmüştür.

    insanlık , “kazan kazan” formülünün uygulandığı günümüz gıda ve sağlık endüstrisinden, kayıp üstüne kayıplar vermektedir.

    bozuk yağlar, yağ gibi kaygan insan modeli, konserve tüketen prematüre insan tipi, paketlenmiş ürünler sayesinde ruhunu kaybetmiş "moda mankeni insanlar" elde etmek için ne gerekiyorsa yapılmıştır. bu çabaya bugün de devam etmektedirler.

    yeni nesil sütü bilmiyor, ayran içmemiş, hoşafı-kompostoyu duymamış ancak içindeki sağlıksız, kalitesiz, güvensiz renklendirici, tatlandırıcıların yanı sıra tiryakilik uyandıran, katkılı, gazlı içecekler sayesinde adeta "hazzın ve lezzetin kölesi" haline getirilmiştir.

    şairin tabiriyle ‘aşı zehirle pişmiş’ bir nesil var karşımızda… on bin yıllık sütü ‘sokak’ kelimesiyle birleştirip küçümseyerek; ne olduğu belirsiz ürünler pazarlıyorlar. salamında, sucuğunda ve köftesinde et olmayan, baharatı inşaat boyası ve kiremit tozundan yapılan, zeytine ayakkabı boyası katan, atık yağı damıtıp yeniden satan, peyniri ve dondurmayı sütsüz yapan, peynirin mayasını tanımayan, ekmeği bile meçhul ve tehlikeli katıklardan üreten bir toplumda, insan zehirlemenin suç olduğunu söyleyen bir hukuk, sadece komiktir!

    para karşılığı tehlikeli ürünleri savunan, birkaç kuruş dünyalık için dilini yutan, kör, sağır dilsiz sözde aydın ve bilim insanları ve daha acısı bütün bunlara ölüler kadar sessiz, taş kadar tepkisiz bir insan nesli… böyle bir nesil, katiline para veren maktulden farksızdır. haz ve lezzete ölümüne âşık bir gençlik… işte yeniçağın modern köleleri üzerine kurulan karmaşık, karışık ama yaptığını bilerek yapan bir endüstri...

    reklâm denilen büyük sihirle, zehrine susamış insanlığa iyiyi, doğruyu, doğalı, gerçeği, geçmişi, geleceği ve en önemlisi o mükemmel insana mükemmel olanı hatırlatmak için, içindeki volkanik ‘endişeleri’ paylaşmak ve insanî sorumluluklarının gereğini ifa etmek için doğdu: sağlık ve gıda güvenliği hareketi.

    bu hareket’in hiçbir materyalist, kapitalist ve emperyalist güçle, siyasi bir yapılanmayla ve ekonomik bir güçle (duygusal dâhi olsa) en ufak bir bağı yoktur. o’nun tek bağı; doğru ve gerçekledir. o’nu bu idealinden hiçbir güç ve irade vazgeçiremez. o, yani sağlık ve gıda güvenliği hareketi; insan için yola çıkmış insani bir harekettir!

    sizi de bekliyoruz!
    sağlık ve gıda güvenliği hareketi

    --- manifesto ---
  • enteresan bir güruh. muhafazakar oldukları çok belli, zaten gizlemiyorlar da ama değişik işler yapıyorlar ve ısrarla hem siyasi hem de ekonomik anlamda bağımsız olduklarını dile getiriyorlar. özellikle damacana su raporu öyle eften püften bir çalışma değil baya baya ciddi veriler ve bilgiler içeren, sağlık bakanlığına çok sıkı sorular yönelten ve hatta bakanlığı yerden yere vuran bir çalışma. bence "gerici" deyip kenara atılmaması gereken, anti kapitalist ve benzerlerinin solcusu, sağcısı, laiki, şusu busu bol bol olmasını temenni ettiğim güzel bir oluşum. ekşi sözlük tasnif kurulu standart verilerine göre bir "gerici" ve/veya "dinci" olan şahsımı çok mutlu ettiler. başarılarının devamını dilerim.

    özellikle üslupları çok hoşuma gitti, ne çok ciddi ne çok laubali, üstüne muhafazakar motiflerle bezenmiş fena bir şey.
  • yaptıkları açıklamaların ne kadar doğru ve güvenilir olduğu tartışılır zira bilgi kirliliğine neden oluyor.

    http://www.suder.org.tr/…inaciklamasi_17012013.html

    (bkz: eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek)
  • bu nedir ya, gıda güvenliği hareketi diye bir şey. tutmuş bütün suları test etmiş güya. sürekli içtiğimiz sular -2500 puan almış falan. ortalığı karıştırıyorlar. bu insanların o listede ilk sıralarda gelen suların üreticileriyle ne bağları var çok merak ediyorum. deli gibi de etki yarattı. çünkü herkesin çok merak ettiği bir konu. bu araştırmayı yapanlar kim demedi direkt otorite olarak kabul etti insanlar da. satışları çok fena artmıştır diye düşünüyorum o adını daha önce duymadığımız suların. içme suyu piyasasında bazı markaların tekelini kırma maksatlı bir girişim olarak bakarsak olumlu bir tarafı da yok değil ama saçma yani yine de. sağlıklı besleneceğiz diye gerizekalıya döndük, kim nereye çekerse oraya gidiyoruz her türlü suistimale açık vaziyetteyiz.
  • http://www.gidahareketi.org/su/ adresinde yayımladıkları su raporlarında yer alan çeşitli firmaların damacana/şişe sularının kalitesi hakkındaki sıralamanın incelenmesi gereken yararlı girişim.
  • "gıdalara radyasyon verilmesi ve toplum sağlığına etkileri" adlı raporunu "aaaa ne kadar bilgilendirici" diye düşünerek okurken karşıma çıkan bir cümlesi beni dumur etmiştir.

    şu şekildedir.

    "türkiye atom enerji kurumu ve gıda, tarım ve hayvancılık bakanlığı’na bu aklı verenler, hiç kuşkusuz bm’ye bağlı uluslararası atom enerji kurumu, dünya sağlık örgütü, dünya tarım örgütü ve dünya ticaret örgütü ile efsa ve fda gibi kurumlardır ki, bunların hepsi şeytana direk bağlı yapılardır."

    bence böyle bir cümle üzerine istediğin kadar bilimsel bir şekilde savun istediklerini...

    bu basitlikle bitmişsindir...
  • dinci olduklarını öğrenince ben de bir itildim bunlardan hatta bu arkadaşların yayınladığı listeye güvenip 1. sıraya oturmuş firmadan su da söyledim. ama şimdi bakıyorum listede üst sırlarda munzur su var ovacık' ın suyu gerçek olmasa bu veriler neden bu suyu tepeye yerleştirsinler ki diye düşünüp su raporuna tekrar güvendiğim oluşum.
  • içilebilir sular hakkında hazırladıkları 200 firmalık listenin 11. sırasında bulunan markada(erpınar su) koliform bakteri tespit edilen güvenilirliği konusunda şüphe uyandıran dernek.
hesabın var mı? giriş yap