• ne çok insan girip çıkmış hayatımızdan, bulunduğumuz yaştan dönüp ardımıza şöyle bir baktığımızda görürüz bunu. onlarla yaşadığımız iyi-kötü günler, paylaştığımız acı-tatlı anılar üşüşüverir zihnimize. bazen koşullar etkin olmuştur yolların ayrılmasında, bazen yaşananların sonucudur ayrılık. kimi zamansa paylaşımlar tükenir, konuşma biter, kaçınılmaz olur varlık ağacımızdan o yaprağın düşmesi.
    varlık ağaç olur da, sararmış yapraklarını dökerken tomurcuklardan filizlenen yeni yaprakları olmaz mı hiç? elbette yeni dahil olanlar da vardır yaşamımıza her dönemde. hiç ummadığımız şekilde tanıştıklarımızla derin dostluklar kurduğumuz, uzun yıllar varlığını hayatımızda taşıdıklarımız da olmuştur.

    bir de kadim dostlar vardır. bir kez, bir şekilde girmiştir hayatımıza ve hiçbir zaman kopmamıştır bağ. sık sık göremesek de biliriz ki bir telefon kadar yakınımızdadırlar.

    tüm bu hayatımıza girenler, çıkanlar, kalanlar, dışımızda varlıklar mıdır acaba, yoksa kendi varlığımızı seyrettiğimiz yansımalar mı?

    insanın şu alemde kendi gözleriyle göremeyeceği tek varlıktır kendisi. görebilmek için kendisini yansıtacak aynaya ihtiyacı var. fiziki varlığı aynadan akseden görüntüde görmek kolaydır da, manevi varlığımızın yansımasını, kendi oluşturduğumuz çevremizdeki insanlarda görebilmek pek o kadar kolay değildir.

    “bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” deyişiyle, kısa ve öz ne de güzel ifade etmiş eskiler. gerçekten de öyle değil midir? en samimi olduğumuz, en yakınımızda olan, en sevdiğimiz kişi, en çok bizi yansıtan kişi değil midir?

    merkezinde kendimizin durduğu ve çevremizdekileri bize yakınlık derecesine göre çemberler içine aldığımız bir kategori yaparsak eğer, çemberin ilk halkasına dahil olanların farklı yönlerimizle en çok bizi yansıttığı ve merkezden uzaklaştıkça yansımanın azaldığı bir tablo çıkar karşımıza. bu yazıyı okuyan herkes bu zihinsel deneyi yapabilir. görecektir ki, en samimi olduğu, en sevdiği, en yakınında olanlarda mutlaka kendisi var. zaten o insanlarda kendisi olmasa, o insanların kendisine o yakınlıkta olabilmesi mümkün değil.

    insan durağan bir varlık olmadığı için de, bu çemberler sürekli değişir. kimileri ilk halkadan daha gerilere itilir, kimileri tamamen çıkar, kimileri eklenir. varlık gelişim gösterdikçe yeni duruma uyum sağlayan bu hareketlilik sürer gider.

    varlık belli bir aşamaya ulaştığında ise görür ki; şu kadar zaman hayatında kalmış falanca kişi değil hayatından çıkıp giden; o kişinin temsil ettiği kendinde olan özellikler düşmüş kendisinden! veya, yaşadıklarının kattığı olgunlukla yeni bakış açıları kazanmış, bunlar kendisinde yeni özellikler oluşturmuş. çevresinde algıladığı ayşe, mehmet, ali’de ayna olmuş bu özelliklere. ne çıkıp giden, ne de yeni gelen onlar değil! çıkıp giden de, yeni gelen de kendinden kendine değişim hallerinden ibaret.

    kendindeki tüm özellikleri (esmaları) insana bahşederek yarattığı aleme halife kılan yüce yaratan, yarattığı alemde ve en mükemmel şekilde de kamil insanda kendini seyreylediği gibi, insan denilen varlık da kendini diğerlerinde seyreyleyebilmekte.

    çocukluğunuzdan, gençliğinizden, geçirdiğiniz her yaşınızda edinilmiş arkadaşlarınızdan, dostlarınızdan oluşan bir anı zinciri yapıp, gidenlere, gelenlere, kalanlara bir daha bakın şimdi. gidenlerle sizden gidenlere, gelenlerle size gelenlere, kalanlarla sizde baki olanlara…

    seyreyleyin kendinizi onlarda…
hesabın var mı? giriş yap