• netflix'te bulunca baştan tekrar izlemeye başladım, çok keyifli oluyor. yalnız ilk izlediğim zamanlarda rory yaşlarında iken şimdi lorelai yaşlarında olduğumu farkedince hafiften bir sarsılmadım değil...
  • bu diziyi cnbc-e de ilk izlediğimde -bu arada cnbc-e ve radyo eksen resmen beni ben yapan önemli iki unsurdu diyebilirim hayatımda; şimdiki gençler bilmez resmen internetin yeni yeni hayatımıza girdiği dönemde, çölde vaha gibi, dünyaya açılan bir pencereydiler- ben de rory yaşlarındaydım aşağı yukarı. onu şimdiki gibi görmüyordum. ama sanırım şu anda bir anne refleksi ile izliyorum artık.

    şimdi tekrar izlediğim zaman rory'i eskisi kadar benimseyip sevemediğimi görüyorum. hiç yansıtıldığı kadar güçlü bir genç kız değilmiş aslında. sözde doğruluk abidesi, çok akıllı, büyüdüğü kasabada herkesin ona taptığı bu genç hanım, ilk aşkı, onu sevmekten başka suçu günahı olmayan dean'in üstüne bir değil iki defa başkasına aşık oluyor. aşık olduğu her iki karakter karşısında inanılmaz tavizler verip o zekiliğinden eser kalmayana dek ezilirken, dönüp dönüp dean'i alaşağı ediyor. kendisine iyi davranan tek kişiyi kenarda tutup parmağında oynatırken, karşısına çıkan bütün arıza erkeklere ilk görüşte aşık oluyor. karşılarında inanılmaz bir özgüvensizlik yaşıyor. aşık olduğu erkeler karşısındaki özgüvensizliği gerçekten insanı bölümleri üst üste izleyince tiksindiriyor. okuduğu onca kitap, izlediği film, buhar olup uçuyor ve rory o çok severek isteyerek gittiği prestijli üniversite hayatına adım attığında - hayatı boyu harvard isteyip yale'i seçmesi de başka bir eziklik hikayesi- hala bir dünya görüşü yerleşmiş olmuyor bünyesine. sözde güçlü kadınlara hayran, ama hayatına zorla adapte olan paris ve çocukluktan beridir tanıdığı lane haricinde kız arkadaşı olamıyor. kadınları aşağılayan, kimseyle çıkmayan, kimseye kız arkadaşım demeyen, yanında kızları figüran olarak gördüğümüz logan'a ağzının suları akarak musallat oluyor. bu dizide bence en rahatsız edici karakter logan. erkekleri yüceltip kadınları figüran olarak gören bu atmosferde , logan'ın erkek kankaları ile takılıp kızların arkada fon olduğu bölümler boyunca, elimizde büyüyen bu kızın logan'a böyle kapılması gerçekten de insanı sinir ediyor. sözde kendi ayakları üstünde duran, gazeteci olup dünyayı gezmek isteyen kızımız, logan'ın medya patronu babasının tek bir cümlesi ile kule gibi yıkılıyor. kendisini birilerine beğendirmek, özgüvensizlik eziklik bir noktadan sonra olayı haline geliyor. gerçek dünyadan uzakta annesinin tedrisatında iken mükemmel olan kız çocuğu, gerçek dünya ile yüzleşince üst üste hatalar yapıyor. en önemlisi de bence kişiliği bütün yetiştirilişini yerle bir ediyor.

    rory annesine benzemiyor. annesi hiçbir şeyi yokken istediği her şeye sahip olabiliyorken, ona her şey altın tepside sunulduğu halde batırıyor.

    ben de bir noktadan sonra bu diziyi lorelia için izliyor noktasına geldim. en azından o güçlenerek çıktı bu yıllar sonunda. o kendi dean'inin yani luke'un kıymetini bildi. luke'a demir atana kadar da aslında hoş sevgilileri oldu. sürekli ben bunları yaşadım ben gördüm geçirdim mesajı verse de, aslında tek hatası işte 16 yaşında hamile kalmış olmak. hayat boyu bunun onu sıfırladığı noktadan finişe koşmak için uğraşmış. ama en sonunda rory'den çok daha iyi bir noktada görüyoruz kendisini. tek büyük hata, onlarca yanlış karardan daha evla demek ki… bir kere hamile kalmış olması lorelia'ın rory'den daha kararlı, daha özgüvenli ve inatçı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
  • bu dizidekilerin, özellikle de lorelai ın inanılmaz bir geyik potansiyeli var.. bundan en çok çeken de emily* oluyor genelde..

    emily: you were on the phone?

    richard: long distance.

    lorelai: god?

    richard: london.

    lorelai: god lives in london?

    richard: my mother lives in london.

    lorelai: your mother is god?

    richard: lorelai...

    lorelai: so, god *is* a woman.

    richard: lorelai.

    lorelai: *and* a relative. that's so cool. i'm gonna totally ask for favors.

    richard: make her stop.

    rory: oh, that i could.
  • emily gilmore : you are late!
    lorelai gilmore : i know, i hope i m not pregnant
  • diziyi ilk izlediğim dönemlerde rory gibi bir kız çıksa karşıma keşke, öyle birine aşık olsam diye düşünürdüm. alexis bledel’i bilgisayarımın ana ekranı yapmışlığım var. diziyi de severek izledim hep. rory ekseninde izlemiştim ama.

    aradan yıllar geçti, diziye tekrar başladım. özellikle insan yalnız başına yemek yerken, bir diziye ihtiyaç duyuyor. dolayısıyla günde 3 defa izliyorum diyebilirim.

    fark ettim ki, diziyi artık rory ekseninde değil, lorelai ekseninde izlemeye başlamışım.

    lorelai gibi bir kadının hayatına girip, onun yalnızlığını paylaşmayı isterdim sanırım şimdi olsa. eminim birbirimize iyi gelirdik. o küçük kasabada yaşayıp, güzel konserler kovalardık.

    eskiden masumca aşık olduğum rory, şimdi benim için sadece bir çocuk.

    yaşlandığımı, yaş aldığımı ve hayatın aktığını, bana iliklerime kadar hissettiren dizisin gilmore girls.

    dizi ile alakasız son not: lauren graham, sen kendine neler ettin, dizideki halin gerçekten müthiş, yaşlandıkça estetik operasyonlar falan filan, neden lauren, neden? doğal güzelliğin bitmiş, ucubeye dönmüşsün, insan böyle yaşlanmaz.

    keşke doğal kalsaydın, doğal yaşlansaydın, eminim yine müthiş karizmatik olurdun.

    sitem etmesem olmazdı.
  • dizi boyunca rory'nin elinden düşmeyen ve konuşmalarda bahsedilen kitapların sayısı toplamda 339'muş. müthiş bi sayı değil mi?
    kitapların tam listesi için
  • ergen hamileliğinin hızla tırmandığı abd'de kürtaj karşıtığını savunmak için tezgahlanmış, yeryüzünde olup olabilecek en ideal ergen hamileliği vakasının ne kadar aptalca oldukları anlaşılmasın diye hızlı geçilen diyaloglar ve vasat oyunculukla anlatıldığı dizi.
    lorelai asi bir ergenken nasılsa doğru düzgün bir işe, hayata sahip oluvermiştir. senaryo yazarları ergenken hamile kalabilecek kadar sorumsuz bir kızın anne olunca nasılsa birden kafasına taş düşüp sorumluluk timsaline dönüştüğünü iddia edebilmektedir, bu yüzden, lorelai'a 16 yaşındayken hamile kalmasını hayatının hatası olarak gören herkese her fırsatta karşı çıkarak bölüm başına en az üç kez "hayır, kızım sahip olduğum (yerine göre "başıma gelen") en güzel şey" der. bu yaptığından pişman olduğunu, vaktinde bebeği aldırmayı düşündüğünü ima bile ettiği tek bir replik duyulmaz. üniversiteyi dışarıdan bitirmek zorunda kalması, gençliğinin en güzel yıllarını çocuk büyüterek geçirmek zorunda kalması, kızını düşünerek hiç bir erkekle uzun vadeli bir ilişki kurmamış olması, o bebek büyütürken çocuğun babası olacak herifin kimbilir nerelerde sürtmüş olması, lorelai süper zengin bir ailenin kızı olmasaydı kızını nah kalburüstü okullarda okutup yale'e gönderecek, muhtemelen o kızın da kendisi gibi 16 yaşında birlikte çalıştığı hamburgercideki oğlandan hamile kalacak olması falan, bu diziye konu olamayacak kadar gerçekçi ve can sıkıcı ayrıntılardır.
    rory de, kürtaj yanılarının gözüne sokulmak için yaratılmış, hormonların tetiklediği "lan ya bu zigot muhteşem bir tohumsa, olağanüstü zeki, duyarlı, güzelse, okuyup bana bakarsa, büyük bir hataysa bu yaptığım?" paranoyasının temsili, insanın hangi yaşta olursa olsun, doğurup yetiştirebileceği ennn düzgün evlattır. tek boynuzlu at kadar hayalidir. zannımca 16 yaşında hamile kalıp inançları yüzünden çocuğunu aldıramayan bir kadının kaybını da ancak böylesi bir çocuk telafi eder zaten.
    allah rızkını verir inancının dizisidir bu.
    bekar ya da dul, doğurup da bir başına kalmış anneleri avutmak için çekilmiştir.
    inceden nasıl beyin yıkanır öğrenmek için her cuma hayretle izliyorum.
  • cnbce'nin büyük ihtimalle tüm sezonlarını bayağı bir ucuza kapattığı dizi olmalı.

    oturup düşünelim;
    bu diziyi hangi izleyici kitlesi izler acaba? tahminen cnbce yöneticilerinin -ya da bu araştırmaları kim yapıyorsa onların- bulguları ev kadınlarını göstermektedir ki, 18:45 yani çoğu ev kadınının işten çıkıp eve gelmekte* olan kocasına yemek hazırlama, ve bittabi mutfaktaki 37 ekrandan tv izleme saatidir.

    gelgelelim, dizi tabiatı itibariyle pek de öyle ekrana sırtını verip altyazılara göz ucuyla bakmadan izlenebilecek, yemek telaşesi sırasında anlaşılabilecek diyaloglara sahip değil. veyahut ev kadınları altyazı takip etmeden bir yandan patates doğrarken bir yandan da lorelai-rory kavgasını anlayabiliyorlarsa, helal olsun diyor, abla neden evde oturuyorun bu ingilizceyle ingiltere başbakanı olursun diyorum.

    velhasılı kelam, gilmore kızlarının ev hanımlarının ilgilenebilecekleri bir dizi olmadığını anladık.

    peki allahın cezası, bu diziyi kim izler?

    öğrenciler izler, serseriler izler, cici bici genç kızlar, yakışıklı delikanlılar, sözlük yazarları , işi gücü olan takım ve oradaki esprileri dakkasında kapıp, henüz altyazı onu yazmadan gülebilenler izler. bu insanların çoğunun -istanbulun binbir köşesindeki üniversite ve bilumum diğer okullarından ve meşguliyetlerinden kurtulup evlerine sıcacık tv önü koltuklarına dönmeleri nşa 18:45'ten daha geç bir saate denk gelecektir ve vatana millete hayırlı çoğu insan gibi de sabah erken kalkacağından senin 02:30da başlayıp 03:30da biten tekrar yayınını kaale alamayacaktır*.

    şimdiiii gelelim bu dizi sırasında yayınlanan reklamlara.. bakıyoruz, üst kesime hitap eden tüketim malları, hatta pahalı arabalar...

    peki güzel arkadaşım, bu ürünlerin reklamlarını sen soktun buraya, sadece ev kadınının izleyebildiği zaman dilimine, amma velakin, aşırı bir seksapeli yoksa bu kadın o arabayı kocasına sittin sene aldıramayacak. kaldı ki zaten kadın lavaboda bulaşık yıkarken lorelai izleyemiyor.

    e neden 18:45 o zaman? çıldırtma beni!
  • benim bugün olduğum insan olmamı sağlayan, başrollerinde lauren graham ve alexis bledel'in oynadığı amy sherman-palladino dizisi.

    diziyi yayınlandığı dönem, ilkokula giden minik bir fiddy olarak izlemeye başlamıştım. büyük bir heyecanla her hafta beklerdim yeni bölüm gelmesini, yatağının altı dahil olmak üzere, evdeki her boş köşeyi kitaplık olarak kullanan bir ufaklık olarak rory ile özdeşleşmiş olabilirim sanırım o yıllarda. (buna ek olarak annemin o yıllarda turizm işletmecisi olması ve beni tek başına büyütmesini de ekleyebiliriz, diziyle özdeşleşebileceğim alan bol)

    malum, dizide sürekli olarak bir pop kültür, edebiyat, sinema, sanat referansları akışı var. minik fiddy ise, tahmin edebileceğiniz gibi, bunlara yetişmekte güçlük çekiyordu.

    esprileri ve göndermeleri anlayamadığım için iyice canım sıkıldı, ilk sezonun ortalarında diziyi elimde not defteri ile izlemeye başladım. her bölümde bilmediğim referansların notunu alıyordum, sonraki bölüm çıkana kadar da o konuları araştırıyordum. (dial-up modem var bu sırada evde, sabrımı siz düşünün)

    sanat tarihinden eski hollywood filmlerine, yemek tariflerinden edebiyata, dünya politik tarihinden müziğe, sinemaya, bahçe bakımına kadar her konuda bir şeyler öğrendim bu süreç içinde.

    diziyi izlerken keşfettiklerim, beni yeni alanlara, yeni keşiflere itti ve dizi bittikten 9 sene sonra çok net bir şekilde diyebilirim ki bugünkü kişiliğimde gilmore girls'ün yeri ifade edilemeyecek kadar büyük.

    7. sezonunda kalbimi sayısız kez kırmasına rağmen, baştan sona en az dört kere izledim diziyi. bu kadar seneden sonra bile önceki izleyişlerimde farketmediğim referanslar yakalayabiliyorum, hala zevkle izliyorum.

    netflix revival haberini aldığımdan beri içim kıpır kıpır. yeni yayınlanan trailer ise tam anlamıyla sevdiğim gilmore girls tadında bir sezon geleceğini gösteriyor. *

    25 kasım'da yeni sezon gelmeden, önceki sezonların maratonunu yapmanızı tavsiye ederim.

    (bu arada, 10 yaşımdan beri obsesif şekilde kahve içmemin, kahve ilişkili iki dövmemin olmasının filan bu diziyle alakası bile yok tabii ki, saçmalayın)
  • uzun zamandır değişiklik olsun diye arada üçer beşer bölümlerini izleyerek son sezonuna geldiğim, ancak belli bir noktadan itibaren beni feci hayal kırıklığına uğratmış olan dizi.

    aşağıdakiler tüm sezonları kapsamaktadır.

    --- spoiler ---

    dizi genel anlamda 4. sezon finalinde rory'nin dean'le yatmasından sonra düşüşe geçiyor. rory'nin her başı sıkıştığında dean'i araması, dean'e yazması, sonuç olarak dean'in evliliğini mahvetmesi ve sonrasında bu yaptığına doğru düzgün pişman bile olmaması diziyi çirkinleştiriyor. halbuki seyirci rory'yi akıllı, prensip sahibi, mantıklı bir kız olarak tanımıştı. işler bundan sonra daha da kötüleşiyor, dean rory'yi tatmin etmiyor, ayrılıyorlar. rory şımarık zengin çocuğu triplerine giriyor, logan'la ilişkileri başlıyor, tekne çalıyor(!), okulu bırakıyor vs... ilişkileri başladıktan sonra rory a kalite bir paspas olarak logan'a kul köle oluyor. sürekli logan'dan azar işitip duruyor. dizinin başlangıcında tanıdığımız rory'den geriye hiçbir şey kalmıyor neredeyse.

    rory'nin hikayesi "herşeyin altından kalkabilecek zehir gibi kız" noktasından başlayıp, "zengin bir sevgili bulup onun için kendi karakterini, tercihlerini göz ardı eden yapışkan bir kız arkadaş" ekolüne koşuyor. sevilecek gibi değil. rory "kötü çocuk jess"i seçmiş olsa bundan bin kat daha izlenir bir hikaye olurdu eminim. en azından jess karakteri rory'e saygı duyuyordu...

    lorelai-luke hikayesi ise potansiyelini gösterememiş olan hikaye. bir bölümde öpüşüyorlar, sonraki bölümde kırk yıllık sevgililer gibi sıkıcı bir rutine girmişler. seyirciyi heyecanlandıracak bir aşk hikayesi yaşanmıyor. lorelai karakteri resmen luke'un değerini bilemiyor. luke rory'i kendi kızı gibi severken lorelai luke'un kızına nazi subayı gibi yaklaşıyor. ufacık çocuğu resmen kıskanıyor. luke'un kendisine gösterdiği anlayışın 100'de birini bile ona göstermiyor ve buna rağmen hala suçlu luke'muş gibi triplere giriyor. luke'a kızıyla bir bağ kurmasına yetecek kadar bir zaman bile vermiyor. ilk fırsatta christopher'la yatıyor, hatta sonra onunla evleniyor falan... gayet sıkıcı.

    bu ana-kız ikilisinin "çağdaş, özgür, bağımsız, cool kadınlarız" görüntüsü ise tamamen yalan. dizi boyunca ne zaman başları sıkışsa büyükanne ve büyükbaba karakterlerine koşuluyor, yüzbinlerce dolar ödünç alınıyor ve "herşeyin üstesinden geliyorum ben bak" tarzı devam ettiriliyor. gerçek hayatta da her başı sıkışanın böyle şişman şişman çekler yazan aileleri olsa keşke...

    kısacası, son sezonlarda karakterler kendilerinden beklenenleri değil, seyirciyi en sinir edecek olan aptalca hareketleri yapıyor. seyir zevki namına bir şey kalmıyor. öyle ki son sezonunu her bölüme 2'şer 3'er dakika ayırarak atlaya atlaya izledim, ona rağmen bir şey kaçırmış gibi hissetmiyorum.

    yani, yazık etmişler diziye...

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap