• kenter tiyatrosu'nda 16 aralık'ta izlediğim tiyatro oyunu. genco erkal'ın isminden dolayı listeye aldığım bir oyun.

    kenter tiyatrosu'nun o tarihi dokusunu ve yaşanmışlığını seviyorum. oraya tiyatro izlemeye gelen kitle de avm seyircisinden farklı bir kitle. önümde oturan kadınlar tiyatronun ne kısıtlı imkanlar ile yapıldığını anlattılar, birileri destek oldukça koltuklara isimleri verilmiş. şimdi o yazılar kalmamış diyorlardı. tiyatronun girişinden salona girene kadar geçtiğiniz duvarlardaki afişlere ve fotoğraflara baktıkça kimler gelmiş kimler geçmiş diyorsunuz. yakaladığım güzel oyunlar olduğu gibi kaçırdığım oyunlar da var. keşke fırsat yaratıp da gitseydim pişmanlığı oluyor.

    genco erkal'ın oyununu bu nedenle kaçırmak istemedim. kendisinin nazım hikmet şiirlerine hayat verdiği iki oyununu iki güzide yerde izleme şansım oldu.

    gezi olaylarının en şaşalı günlerinden biri olan 1 haziran'da ali paşa hanı'nda nazım hikmet'in 50. ölüm yıldönümü için uyarladığı "yaşamaya dair – bursa cezaevi'nden mektuplar"ı izlemiştim. müthiş bir geceydi. aldığım keyfi anlatamam.

    diğeri de istanbul kadıköy lisesi bahçesindeki tarihi mahmut muhtar paşa konağı’nda açık havada oynadıkları güneşin sofrasında nazım ile brecht'ti.

    bu oyunu da konunun ağırlığına rağmen izlemek istedim. farklı karakterleri canlandırıyor oyun boyunca. mezarcı, organ taciri, siyasetçi vs. hepsinde duru bir oyunculuk ve akıcılık.

    oyun gerçeklerle yüzleştirdiği için insanı biraz darlıyor. keyifli bir konu değil göçmenlerin hikayesi ama güzel bir anlatım var. aynı hikaye üzerine gitmiyor. farklı açılardan kısa kısa hikayeler aktarılıyor. arasız bir buçuk saat sürüyor.

    sonuç: herkesin eşit haklara sahip olduğu bir yaşama hakkı olmalı. kimse göçmen olmak için gelmiyor dünyaya. daha iyi bir hayat belki de sadece hayatta kalmak için bu zorunlu oluyor.

    herkes yerinde mutlu olsa böyle acılar olmayacak. suriye'nin suriye olarak kalmasına izin verselerdi. şam'da namaz kılmayı arzulamasalardı bugün bir sürü insanın hayatı bu şekilde etkilenmeyecekti.

    kötüler göçse öbür dünyaya tez elden de iyiler kendi topraklarında huzurla yaşasalar.

    oyuna puanım: 7/10
  • sevgili genco erkal'ın 4-5 ayrı karakteri canlandırarak ekibi ile birlikte tiyatro resitali sunup izleyenleri mest ettiği oyun. gerçekten kendisi çok özel bir sanatçı ve çok güzel bir insan.
  • kenter tiyatrosunda izlediğim oyun. metni oldukça başarılı. dekor ve sahne tasarımı da öyle. oyunun temposu ve geçişleri iyi. akustikten dolayı sanırım bazen oyundan koptum. yiğit yarar, lütfi can bulut, şirvan akan oyunculuklarıyla öne çıkıyor.

    bazen olacak o kadarseviyesine düşse de -yani her hafta üretilmesi nedeniyle skeçler yavanlaşabiliyordu- toparlıyor.

    genco erkal ustanın sahnesi saygıya şayan.
  • geçen haftalarda gitmeye fırsat bulduğum oyun. genco erkal'a küçüklükten beri hep hayrandım babam sağ olsun beni oyunlarına götürürdü, birlikte şiir okuyuşuna kendine yaşına rağmen fitliğine hayran olur çıkardık.

    kenter tiyatrosunda izledim oyunu zaten mekana diyecek bir lafım yok ancak nedense iyi kadrosuna ve kendisine olan hayranlığıma rağmen beni kendine çok çekmemiş oyundur.

    genco erkal oyun boyunca bir kaç karakteri oynuyor, tek perde ve bir buçuk saatlik bi oyun konusu da mülteciler daha doğrusu oyunun aşılamaya çalıştığı düşünceye göre göçmenler üzerine barış çağrısı yapan, böyle bir duayenin önderliğinde olduğundan gidilip görülmesi gereken oyun.
  • 21. istanbul tiyatro festivali kapsamında genco erkal yönetmenliğinde sahnelenecek olan matei visniec oyunu. oyuncu kadrosunda şirvan akan, ayşe lebriz berkem, lütfi can bulut, cem çetin, genco erkal ve yiğit yarar'ın yer aldığı oyunun gösterim tarihleri 21 ve 22 kasım 2017 olarak belirlenmiş.

    http://tiyatro.iksv.org/tr/program/502
  • genco erkal’ın ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu yeniden hatırlatan oyundur.

    yüzleşmekten herkesin kaçtığı mülteci gerçeğini çarpıcı bir şekilde anlatmıştır. genco erkal ise ilerleyen yaşına rağmen enerjisinden hiçbir şey kaybetmemiş, birden fazla rolde hızlı geçişlerle çok rahat oynadı. yaşamaya dair oyunundan sonra onu yeniden canlı izleyebilmek çok güzel bir duygu. umarım uzun yıllar boyunca sahnede varolmaya devam eder.
  • belgesel gibiydi. insanın tüm teknolojik donatılarına rağmen başa çıkamadığı ilkel benliğiyle o kadar iç içe ki oyunun adı vahşi yaşam sosyolojisi de konulabilirmiş o yüzden.

    avcılık-toplayıcılıktan önce ya da sonra, insanın nereden geldiyse aklına, bereketli gördüğü toprakları mülkiyet hırsıyla parselleyip "hak" iddia etmiş üzerinde. orası, onun yaşam alanı olmuş. ailesinin nüfusu arttıkça, alanını genişletmeye çalışmış ve belki komşularıyla çatışmış. sınır diye bir şey ortaya atmış sonra. aileden, koloniye; koloniden, millete dönüşmüş; sınırlarla belirlediği kalabalığına son taktığı isim de ülke olmuş böylece. binlerce yıl önce yeryüzünü parselleyen o kurnazların torunları, bir yandan o ilkel anlayışı sürdürürken, diğer taraftan sınırsız pazara ihtiyaç duyan kapitalist düzenini * "küreselleşme" adıyla güvence altına almış. ve tabii ki bunun beraberinde getireceği davetsiz misafirlerin istilasına(!) karşı da savuşturma yöntemleri oluşturmuş.

    yeryüzünün yalnız sıcaklık kuşakları değil, politik iklimleri de farklı. nasıl ki bir tarafı sıcak ve kurak, bir tarafı ılık ve yağmurluysa; bir tarafı özgürlükler ülkesi, bir tarafı sınırlarla hapsolunmuş dikta yönetimi... coğrafyanın insan mizacı üzerine etkisi olduğu söylenir. belki onları böylesine vahşileştirip masumiyetlerini kaybettiren de buydu. coğrafi kapışmada paylarına düşen bereketsiz toprakların acımasızlığı, onları, birbirinin hakkını çiğnemeye zorlamıştı. şartlar ağırlaştıkça güçlü olan, zayıf olanın sesini bastırmaya; onu daha da güçsüzleştirmek için cehaletin ağına düşürüp ondan gasp ettikleriyle kendini koruma altına almaya çalıştı. başardı da. dinin, afyon etkisinden daha kullanışlısı mı vardı! gösterdikleri sabır sonucu mükafatlandırılacaklarına inananlar, karşılarındakinin işini kolaylaştırdılar. yetmedi; inançları, umut pazarlanırken de suistimal edildi ve eksile döküle çıktıkları yol, onları tamamen yok etti.

    bu kaotik düzenin sağlama alınması için sağduyunun da yok edilmesi gerekiyordu. öncelik kadın kimliğindeydi. ondan arta kalan da metalaştırılacaktı. alınıp satılan, kullanılıp faydalanılan bir evcil hayvana dönüştürmekti amaç. yeri gelip damızlık kullanılan bu dişi kölelerin çocuklarına da bu gericilik hapishanesinde, geleceğe dair umut yoktu. kurtuluş, çaresizliğin yarattığı illegal sektörle(!) kaçmaktaydı.

    öyle bir sektör ki umut tacirliğiyle parasını alıkoyduklarını, ölüm tehlikesiyle; sefil ve perişan halde, böcek muamelesi görecekleri ülkelere kaçırmak büyük prestij! çok da yardımcılar mesela, bozuk hava indiriminden yararlandırıyorlar. ayrıca organ borsası kanalıyla parayı toparlamaları için rehberlik hizmeti bile veriyorlar! (burası öfkeyle gülümsetti.)

    dünya, insan yüzünden bu kadar vahşi ve tehlikeli. belki sivri dişleri ve kocaman pençeleri yok ama yaptıklarından sonra sanki aslan sürüsü tarafından saldırıya uğramışcasına hırpalıyor. canhıraş kurtulduğunu sanırken sırtlanlar giriyor devreye ve senden kalanlardan aldıkları o ısırıkla, son nefesini veriyorsun.

    --- spoiler ---

    oğlu, gelini ve torununu arayan suriyeli kadına sergide feryat ettiren oyuncak bebek, giysilerle oluşturulan benzerlik üzerinden aylan bebek göndermesiydi sanırım.
    --- spoiler ---

    geçenlerde buğday'ı izlemiştim. tamamını ele aldığımızda beğenmesem de başlangıçtaki anti-emperyalist çizgide yazılmış bilimkurgusal kısım saygımı kazandı. sınırın öte tarafına alınmak isteyen mülteciler, genetik taramalardan geçiriliyor ancak yalnız işe yarar olanlar kabul ediliyordu. tıpkı oyunda da politik doğruculukla yoğrulmuş konuşmada bahsi geçen ayıklamadaki gibi.

    binlerce yıl önce ilkel atalarımızın açgözlüce kapattıkları kara parçaları hiçbirimize ait değil. sadece üzerinde konaklıyoruz, mahsullerinden besleniyoruz. sahiplenmek anlamsız. doğduğumuz enlem ve boylamlar, talihimiz ya da talihsizliğimiz olmamalı o yüzden.

    bu oyun, bir nevi dünya üzerinde yaşam rehberi. kafada dönüp duran "nasıl?" sorusuna, finalde formülü vermiş şair:

    yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.
hesabın var mı? giriş yap