• gönül kalbin içinde olan bir organımızdır. insan kişisinin hayal kırıklıklarının kırıkları burada toplanır. bu organ, o kırıkları yapıştırmaya çalışır özüyle. ama zamanla bazen, yorulur, tutmayan tamirlerden, kan kaybı çok ameliyatlardan. olmazsa, bünye bunu atmayı beceremezse, bu gönül dediğimiz hayati iç organımız hastalanır. kan tükürür. öz sızdırır içinden. solmaya başlar, boynunu büker, nafile gelir ona geçen gelen.. gözü uzağa dalar. hayatın tıkırtıları arasında unutur kendini. pamuk prenses gibidir esasında. öyle naif, öyle alyanaklı olduğu için demiyorum. esaslı bir temas gerekir, gözünü açması için. gönül inanmak isteyen bir organdır. insana, bir şeye, şeylere... beslenmesi gerekir onun sevgi dediğimiz şeyle, umut dediğimiz başka bir şeyle, ve daha başka şeylerle. candır. insan gönlünü çok yormamalı, arada onu başkalarının içine tatile yollamalıdır. evet.
    gönül yorgunluğu, insanın içinin, gözünün, kalbinin, sevgisinin yorulmasıdır. beyhudelik duygusunun kapsayan küme olduğu zamandır. insanın içinin solduğu, kırıldığı, küstüğü, hayatın yüzüne manan ne senin diye gözlerini dikip baktığı, ama yanıt beklemediği zamandır. bütün sokaklara ve deniz kıyılarına ve dağ yamaçlarına arkasını dönüp, yüzü bir duvarın önünde öylece durmak istediği, ve artık, aslında, hiç bir şey istemek istemediği andır. anlardır. acı bir anlamaktır. anladığında kilitli kalmaktır.
  • yüklü bir ağrıdır.delik deşik eden bir sancıdır,ansızın oradan,buradan sızar..
  • mecazdaki gönlün, bedendeki kalbe baskısıdır, sonu...
    bünyeyi yoran fiziki davranışların, kat kat ağırıdır. manevi gücün tükenmesi mecal bırakmaz, biraz uzanıp uyusam desen, çare olmaz. rüyası var bir de bunun...
    hayatı ağırlaştıran ne varsa, nicesini içinde eritir. ruh'un zorunlu diyetidir.
    denize birkaç tane taş atmak gerekir. şimdi, hemen...
  • alnımızda, gözlerimizin kıyıcığında beliren çizgilere yansıyandır.
  • arkeolojik bir kazı alanında, ağustos'un en sıcak günlerinden birinde, cansipârâne vaziyette güneşin altında çalışılmaktadır. alışılageldik şekilde, civardaki köy halkından birkaç kişi de kazıyı an be an seyrediyor.
    aralarından yaşlı bir amca yanımıza doğru yaklaşıyor, bir süre bakıyor, sonra soruyor; "çocuklar kolay gelsin, nasıl gidiyor?" diye..
    güneşin altında, tozun toprağın içinde çalışmaktan yorulmuş ben cevap veriyorum; "iyi gidiyor amca, da çok yoruluyoruz", aklımca 'çok vahim durumdayız' mesajı vermeye çalışıyorum..
    ama o anda hayatım boyunca asla unutmayacağım hayat dersini alıyorum bilge amcadan; "olsun" diyor "insanın yüreği yorulacağına bileği yorulsun, bilek yorgunluğu geçiyor da gönül yorgunluğu çöreklenip kalıyor insanın içinde."

    o gün, bileği yorgun ama yüreği yorulmamış bir insan olarak hayatımın dersini almıştım evet ama sonraları yüreğim de yorulup, halden düşmeye başlayınca, ne büyük bir kelam ettiğini daha iyi anladım o amcanın.
  • öyle bir şeydir ki, insana tek çare olarak bedenini de bir o kadar yormayı icbar eder. ancak beden hırpalanıp, içteki ifrazat dökülürse bu yorgunluğun geçeceği zannedilir.

    öyleyse şimdi koşa koşa spora gitmeli. koşu bandının üstünde dağlar, tepeler aşılmalı. sonrasında kimselere görünmeden, kendini suya ve uykuya teslim etmeli.

    istediğin yere kaç, yaralarından akan cerahat izlerinden bulurlar seni. gönlün bir kez yorulduysa yeryüzünde tazelenmez artık.

    belki de çaresi, yeryüzüne ait tüm umutların tükenmesidir. buna dair elimize bir belge verseler de rahat etsek...
  • bildiğin depresyondur.
  • uyuyunca geçmez.
  • farsça karşılığı ile düşünüldüğünde "dil" yorgunluğudur. söylediklerinizden ve söylemek zorunda kaldıklarınızdandır.
  • kendine kafa atmakla geçer.
hesabın var mı? giriş yap