• ‘yapman gereken tek şey doğru bir cümle yazmak. bildiğin en doğru cümleyi yaz. çünkü, bildiğim, gördüğüm ya da birinden duyduğum cümle her zaman bulunurdu. eğer yazım bir sonucun kılı kırk yaran havasıyla başlamışsa, durur, o cicili bicili, süslü bölümleri çıkarıp atar, önceden yazmış olduğum yalın bildirim cümlesiyle yeniden başlayabilirdim...
    bütün yazı yaşamım boyunca bunu yapmaya çalıştım; sert ama yararlı bir disiplindi bu...’

    ‘...avlanmak senin aradığın hayvanın orada olmasına bağlıdır. resim yapmak senin, boyaların ve tuvalin bulunmasından soyutlanamaz. yine yazmanın yolu, senin yaşıyor olmandan, bir kalemin, kâğıdın, makinenin ve yazmak istediğin bir konunun olmasından geçer...’

    safaride edebiyatla ilgilenen bir adamla karşılaşır.

    adam, hemingway’e beğendiği yazarları sorar. 'poe', der papa,
    'bir de mark twain.
    huckleberry fin amerikan edebiyatı’nın en iyisidir, diye ahkam keser.

    ‘başkaları aklıma gelmedikçe mutluyum.’ diyor.
    ‘sarı suratlı, koca kafalı bir aslan’ la karşılaşıyor bazen.
    bir de bir yerde islam’la alakalı bir sözü var. malum safaride bir sürü yardımcınız olur. tüfekleri taşıyacak, avı yüzecek, yemek ve su tedarik edecek adamlar. bunlardan biri de müslüman.

    ‘müslüman olmakla insan belirli bir sosyal sınıfa giriyordu. bu din insan için inanılacak bir şey, tutulan bir akım, her yıl sıkıntı çekerek tanrıya yaklaşma (ramazan ayı’ndan bahsediyor), öteki insanlara göre bir üstünlük, karmaşık yeme alışkanlıkları demekti.

    bir romanında, ‘boktan biri olmamın sebebi her şeyi fazla özetlerim’ diyordu.
    yaşamı boyunca dinle ilişkisi onu bir tür hastalık gibi izlemiştir, bir de annesi elbette... anasından ne kadar nefret ettiyse dinden de o kadar uzaktı sanırım.

    ‘hayvan bir toz bulutunun içine girdi. güneş tam ağaçların üstünde, çimenler yemyeşildi. ve aslan yere serilmiş yatıyordu...’

    ...uzun ve gevşek adımlarla yürüyor, ayağını yerden çok az kaldırıyordu. insanı terleten ve çimendeki çiğleri eriten güneşin altında, ağzı ters dönmüş, namlusu omzuma değen tüfeğin tatlı ağırlığını duymak ve yumuşak ayakkabılarımın altındaki çimenleri hissederek ona bakmak, çok güzel bir duyguydu...
    ‘piga’ çok güzel bir sözcüktü. ateş buyruğu veya bir vuruşun duyurusu gibi, bir etkiyi eksiksizce yaratıyordu...
    ateş rüzgârın etkisiyle parıl parıl yanarken ayın doğuşunu izleyip sırtlanların sesine kulak verdik. ardından birkaç kadeh de içki içince olumsuzluğumuz azıcık yatıştı...’

    bu adam hayatı boyunca öyle çok kaza geçirdi ki şaşarsınız.
    en az dört kere kafadan darbe almıştır. kollarını kırmıştır, gözbebeğini çizdirmiş, uçağı birkaç kez düşmüş defalarca çok ciddi yaralanmalara maruz kalmıştır. ve çok içmiştir, çoook! ki bu kazalarının asıl sebebi de adamın ayyaşın biri

    ‘...hastanedeki o günün ve beş haftalık uykusuz gecenin ardından, kolumun acısını tek başıma yaşarken birden omzunu kırdığım erkek geyiği düşündüm. hayvanın uzaklaşırken duyduğu acıyı gecenin karanlığında, tüfeğin ateşlenmesiyle hayvanın kaçmasına dek olanları, olduğu gibi hissettim. azıcık dengemi de yitirdiğim için o anda, tüm avcılar gibi cezalandırıldığımı düşündüm.
    sonunda kafam azcık düzelince, bu bir cezaysa, ben bu cezayı çektim, diye düşündüm. en azından ne yaptığımı biliyordum.
    ben bana yapılmayan hiçbir şey yapmadım
    ben de vurulmuş, yaralanmış ve kaçmıştım.
    nasıl olsa şu ya da bu nedenle ben de ölecektim. gerçeği söylemek gerekirse bu da umurumda değildi artık.
    avlanmayı da çok sevdiğime göre, ancak öldürücü vuruşlar yapabileceğim sürece, avlanmaya karar verdim. bu becerimi yitirdiğim anda, avı bırakacaktım...’

    hemingway, yazarken yorumdan kaçınır. haber cümleleriyle iş görür. gazetecilikten kalma alışkanlıklarını hiç bırakmaz, sadece anlatır. ve o doğal olarak bir kamyon şoförünün bir kamyon şoförü gibi konuşmasını isteyecektir. siz evinize gelen bir buzdolabı tamircisinin ağzından hiç ‘witgeinstein’ diye başlayan bir cümle çıktığına tanık oldunuz mu? hayır. evet. normal olan budur zaten.
    kitabın bir yerinde çadıra düşen yağmur sesinin insanı deli edecek kadar güzel olduğunu söylüyor. ‘bu ses sizi deli de etse eşsiz bir sestir!’ yağmurda hayatının en huzurlu uykularını uyumuş biri olarak ben bunu bütün kalbimle anlıyorum.
    ‘...kocaman, kıvrımlı ceviz renkli enli boynuzları, fildişi renkte benekli kulakları, çok güzel, yeleli bir boynu vardı. gözlerinin arasını beyaz bir leke süslüyordu. ağzıyla burnunda da beyaz benekleri vardı. eğilip gerçek olup olmadığını anlamak istercesine, elimle ona dokundum. kurşunun girdiği yana doğru yatıyordu. sanki hiç kurşun yememiş gibi yatıyordu. kokusu sığırın soluğu gibi yağmurdan sonra kekiğin kokusu gibi tatlı ve hoştu...’
    papa, neredeyse her avdan sonra tuhaf bir suçluluk duygusuna kapılıyor.
    ben vurmasam bile nasılsa öleceklerdi diye söyleniyor.
    kendini pek de işe yaramaz bu teselli cümlesiyle kandırıyordu sanırım...
  • gündüzleri binbir güçlük çekerek av peşinde koşan veya sabırla bekleyen, akşamları ise ateş başında viski sodaya abanan hemingway ve dostlarının maceraları. bu döngünün içerisinde amerikan edebiyatı değerlendirmeleri, insan, doğa ve hayvan betimlemeleri, karakter analizleri, ilişkiler üzerine bir ton düşünce bolca serpiştirilmiştir. yer ve zaman belirtmemiştir hemingway ancak esin kaynağı muhtemelen 1933'te eşiyle tanzanya'da yaptığı safaridir.
  • detay manyağı bir okuyucu olmama rağmen detayın dozunun fazla kaçtığını düşündüğüm, fakat bir yerden sonra tıpkı avını sabırla bekleyen avcı gibi size kendisini sabırla ve zevkle okutan hemingway romanı. avcılık ile ilgili hiçbir şey bilmememe rağmen kitabı bitirdiğimde (dün gece) kendimi safari tecrübesi yaşamış entelektüel bir avcı gibi hissettim. tuhaftır, hemingway'in okuduğum ilk kitabı idi bu. the old man and the sea veya a farewell to arms'ı hatta ve hatta for whom the bell tolls'u tahmin bile edemiyorum.
  • gezi notları diye aldanmayın. hemingway 'bakın, nasıl da entelim, elitim, ahahaha çok iyi yazarım, mükemmelim ayol.' diye bas bas bağırdığı kitap.

    akıcılık isteyenler için sıkıcı gelebilir. ama yine de iyidir, iyi.

    bir de küçük iskender'in önsözüyle başlar kitap.
  • hemingway'in afrika gezisinden notlarını aktardığı kitap. kimilerine göre , akıcı bir üslubu ya da heyecanlı bir içeriği olmadığı için diğer hemingway kitaplarına göre geri planda kalmıştır. hemingway için av tutkusunun en az boğa güreşleri kadar önemli bir tutku olduğunu bu kitapta çok net anlayabiliriz. bir geyik vurabilmek için harcanan geceleri , atlatılan badireleri , öyle bir iştahla ve tutkuyla anlatır ki kitapta ; avcılıkla yakından uzaktan ilginiz yoksa eğer, kendinizi sorgulayabilirsiniz acaba ben de mi bir eksiklik var diye. diğer kitaplarında olduğu gibi, bu kitabı da okurken, sürekli bir alkol tüketme isteği canlanabilir bünyenizde , çünkü neredeyse her sayfada tüketilen viskiler , şaraplar ister istemez bilinçaltınıza sızar. av süresince gezilen yerler , yöre kültürü ve insanları hakkında da oldukça fazla bilgi verir hemingway. av tutkusu olanların beğeneceği , klasik hemingway okuyucusunu da sıkmayacak bir kitaptır.
hesabın var mı? giriş yap