• sözlükte sayısı az olan kolpa karşıtı net yazan yazarlardan. bol bol ezik otuzbirci ve yol yordam bilmez habis ruhlu köylüyü kudurtacak kadar sade ve isabetli yazıyor. takibe aldım.
  • (bkz: #98847850) harika yazar.
  • öncelikle belirtmek isterim ki ben şimdiki halimle bu adamın tırnağı olamam. iş bilgi birikimine gelince aramızda dağlar kadar fark var. az sonra yazacaklarım sadece ve sadece kendi görüşlerimi, bakış açımı yansıtmaktadır, subjektiftir. herhangi bir bilimsellik iddiasında bulunmuyorum.

    guilty, pek çok yönden sıradışı, nevi şahsına münhasır bir yazar. ben de olaylara farklı bakmasından ve bilgi birikiminden dolayı kendisinden çok kere tavsiye istedim, başının etini yedim, ağlandım. çok çocukça bir biçimde resmen taciz ettim adamı mesaj ata ata. hatta ona "aç köpek gibi yazılarınızı bekliyorum" demişliğim vardır. öyle de ezik bir insanım. olmamış biriyim. adamın mesaj kutusunu günlük niyetine kullandım. bunun için özür dilerim. yaptıklarımın gerçek hayattaki karşılıklarını yapmış olsam hapisteydim. bütün bunları yapma sebebim ise bu adamı evrenin sırrını çözmüş biri olarak görmemdi. yan komşum buda idi ve onunla konuşmak için her yolu deniyordum. sadece mecra gerçek hayat değil internet olunca ne kadar ileri gittiğimi göremedim.

    der kluge mann olmam gerekirken guilty olmaya çalıştım. mesela normalde üniversiteyi yurt dışında okuyacakken %99 bu adamdan dolayı bir süre daha burada kalmayı tercih ettim (pişman da değilim, doğru bir karar vermişim sanırım). karizmasına kapıldığımdan değil. okumak ve gelişmek konusunda söyledikleri mantıklı olduğundan. fakat bununla yetinmedim, hep daha fazlasını istedim. resmen taklit etmeye çalıştım adamı. son entry'lerime bakarsanız bunu görebilirsiniz. şimdi fark ediyorum ne kadar saçma birisi olduğumu. bu yazarın da (tıpkı hepimiz gibi) mükemmel olmadığını, yazdıklarının kanun olmadığını görebiliyorum. aslında kendisi bunu söylemişti bazı entrylerinde, fakat ben bunu söyleyebilmesini bile mükemmelliğine bağladım. şimdi geçelim buraya paragraf döşeme sebebime.

    guilty: eğitim sisteminden arabalara, almanya'dan mevlana'ya kadar her türlü kavrama, bizim sorgulamadan kabul ettiğimiz şeylere daha derinden bakmaya çalışan birisi. biz boğaziçi-odtü tartışırken bu adam niğde üniversitesi'ne de bir şans verin bence der. biz köylere okul yapmayan hükümeti eleştirirken bu adam "yapılmasın daha iyi zaten" der. biz araba yarıştırırken bu adam "araba şarlatanlıktır" der. beni bu adama bu kadar çok çeken şey de buydu zaten. gerçek anlamda ufkumu açtığını düşünüyordum. bir insan 100 tane "anormal" düşünceye birden nasıl sahip olabilir diye hayret ediyordum. şimdi fark ettim ki bir düşünceye sahipmiş sadece, bütün entry'leri bu düşünceden türemiş.

    bu yazar aynı zamanda çok sade bir üslup kullanıyor her zaman. bundan dolayı söylediklerini kafanızda çok rahat canlandırabiliyorsunuz, adeta hayatınızı yaşamaya değer hale getirecek, bütün iç çatışmalarınızı yok edecek, sizi leonardo da vinci'ye dönüştürecek ince bir kurallar kitabı koyuyor önünüze, ve sizden sadece kitabı hatmetmenizi bekliyor. "ben bu kitaba uyarsam sonunda önemli biri olabileceğim" diyordum ben de kendi kendime. şimdi ise reşit olma yaşını 18 yapan kişiyi lanetliyorum. ben resmen hala çocukmuşum. kendi kendimin beynini yıkamışım. üstelik bunda tek suçlu benim. hala okuduğum şeyleri kendi eleştirel süzgecimden geçiremiyormuşum, daha doğrusu geçirmekten korkuyormuşum. kendimi birisine teslim etmek istiyormuşum. guilty'nin tabiriyle guilty beni "hoppacık yapsın" istiyormuşum.

    şimdi fark ediyorum ki bu yazarın felsefesi (**bana göre**) sorunlu, hatta bazı yönleriyle tehlikeli. benim mantığıma uymayan çok kısmı var. bu adam olacağı varsa olur, başkasını değiştireceğine kendini değiştir diyor. su akar yolunu bulur diyor. yani pasif ve fatalist bir bakış açısı var hayata karşı. dinleri şiddetle eleştiren bir adamın kaderciliğe kayması çok garip geliyor bana. özellikle son entry'sinde (#98847850) bu bakış açısı çok belirgin. peki bu kaderci bakış açısı neden sorunlu? cevaplayalım.

    en önemli husus şu: yazarın buraya yazdığı bütün yazılar şu cümlenin etrafında dönmektedir:
    doğal olan, her halükarda yapay olandan iyidir.

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    "doğa" derken yazarın tam olarak neyden bahsettiği belli değil ama homo sapiens harici canlıların yaşamları ve birbirleriyle etkileşiminden bahsediyor benim anladığım kadarıyla. bu adamın bir kitabı beğenmesi, tavsiye etmesi için ucundan da olsa doğayı anlatıyor olması gerekli. kurgu kitaplara karşı bakış açısı çok sert. neden? çünkü doğayı anlatmıyor bize. sizi a noktasından b noktasına götüren ama "doğal" olmayan her şeye nefret kusuyor. özellikle araba nefreti ile ünlü. şu zamana kadar bu nefretin sebebini fark edememiştim. doğal olmayan fitness yöntemlerinden hiç hazzetmiyor. dağı gezen adam dağ kadar olur, eliptik bisiklete binen adam eliptik bisiklet kadar olur (a=a taktiği, en sonda bahsedeceğim) diyor. doğal olmayan yemekten bile hazzetmiyor. makarnayı ve ekmek arası olan şeyleri sevmediği bilinen bir durum. hatta ve hatta doğal koşullarda yetişmemiş hayvanların etini de sevmiyor (endüstriyel, köle gibi yetişen tavuğu yiyen de köleleşir demişliği var [a=a burada da var]) bu kötü bir şey mi? hayır. ayıp mı? haşa. fakat yazarın bütün bu sevgisinin ve nefretinin sebebini asla öğrenemiyoruz. motivasyonunun, doğaya karşı olan bu sınırsız güveninin, doğa kurallarını tek yasa olarak görmesinin sebebi asla açıklığa kavuşmuyor. arada ünlü bilim adamları ve sanatçılar kozunu kullanarak, yani alan turing'in çocukluğundan, da vinci'den, newton'un çiftlik evinden enstantenelerle "kanıtlıyor" ki büyük olmanın, önemli olmanın, "dağ" olmanın tek yolu doğayla iç içe olmaktır. doğa her şeydir ve doğaya uymayan kendisine de uymamaktadır.

    buraya kadar benim gözümde öyle çok da büyük bir sorun yok aslında. doğayı bir bütün olarak görmeye çalışmak, her şeyi sınıflara ayırmaktan kaçınmak, doğadan ilham almak tabi ki çok güzel şeyler. ben de kendi hayatıma bunu uyarlamaya çalışıyorum elimden geldiğince.

    asıl sıkıntı bu adamın nasıl olduysa doğanın normal işleyişini, hayvanların davranışını bir tür kurallar dizisi olarak görüp, bu görüşünü doğa sevgisiyle birleştirerek bir tür manifesto ortaya çıkarmış olması. doğaya bakmak güzeldir, doğadan ilham almak güzeldir, doğayı olduğu gibi kabul etmek de güzeldir ama muhafazakarca denebilecek bir şekilde doğanın her halini örnek alınması gereken bir şey olarak görmek, tıpkı bir teist gibi doğaya "inanmak" ne kadar doğrudur?

    #98847850 üzerinden gidelim.

    "...siyasilere öfkeliyiz, katillere öfkeliyiz, tecavüzcülere öfkeliyiz, torpille bir yerlere girenlere öfkeliyiz, instagramda memesini açan kadının bizden daha çok para kazanmasına öfkeliyiz, bazılarının daha büyük evde doğmasına öfkeliyiz, hastalıklara öfkeliyiz, ölüme öfkeliyiz, geçmişimize öfkeliyiz, tercihlerimize öfkeliyiz, etrafımızdakilere öfkeliyiz ve mecburen kendimize öfkeliyiz.

    öfke aptallıktır. doğayı yeterince anlayan hiçbir canlı öfkelenmez. doğada adalet yoktur. doğada adaletsizlik de yoktur. tazminat da yoktur. ödül de. ceza da. suç da. bazısı karamsarlığa kapılır böyle olduğunu fark ettikçe. halbuki böyle olması güzeldir. size kendiniz olma şansını vermiştir doğa..."

    işte doğaya iman böyle bir şey tam olarak. siyasiler, memesini açanlar falan benim de çok umrumda değil ama insanların katillere veya tecavüzcülere; yani bir insanın canına kıyan, ona işkence eden kişilere öfke duymasını aptallık olarak nitelendirmek çok garip bir durum.

    "...yeni doğan bir geyiğin dakikalar içinde yenip bitirildiği bir dünyada, sadece var olabilmenin bile ne kadar güzel olduğunun farkında değiller.

    hayvanlarda üstte bahsettiğim şey yoktur mesela. kurumsal istekleri yoktur hayvanların. uzaktan yemek gördüğünü sanan bir karga, bulduğu şeyin çöp olduğunu fark edince talihine küfretmez. böyle bir ihtimal yoktur onun için. yuvası rüzgarda yere düşen bir serçe bunu milisaniyeler içerisinde kabullenir. bundan sadece ders alır. ağlanmaz. sızlanmaz. yakınmaz. şikayet etmez. birilerini araya sokmaya çalışmaz. psikolojik destek almaz. dilekçe yazmaz. açlık grevi yapmaz. daha sağlam yuva yapar bunun yerine. o yuva düşerse de bozmaz karakterini ve aynen devam eder işinde gücünde olmaya..."

    bu "öldürmediklerine şükret, iyisin yine" demenin kibar bir yoludur. olacak o kadar felsefesidir. bütün sorumluluğu bir kişye yüklemektir. şikayet etmeyi, yakınmayı, destek almayı, sistemin sınırları içersinde olsa da hakkını aramayı anormalleştiren bir görüştür. çünkü yazarımız tabi ki doğada yeri olmayan "hak" kavramını gayrimeşru olarak addetmektedir. peki niye doğada yeri olmayan şeyleri gayrimeşru addediyor bu adam? işte dinde mantık arayamıyorsunuz.

    bilin bakalım ağlanmak, sızlanmak, yakınmak, şikayet etmek, birilerini araya sokmak (??), psikolojik destek almak, dilekçe yazmak, hakkını aramak ve açlık grevi yapmak arasındaki ortak nokta nedir? biz bunların hepsini yaparken "dil"i kullanırız. yazarımız ise bunların hepsine karşıdır. bunun sebebi ise yazarın "dil"e karşı olmasıdır (#95086466). peki bilin bakalım yazarımız neden "dil"e karşıdır? çünkü dil doğal değil. dili insanlar olarak biz uydurduk. sırf yapay olduğu için konuşarak iletişim kurmayı "sahte iletişim" olarak gören bir adam bu. diyor ki dil yüzünden gerçekte benzer yaşayan insanların çok farklı olduğunu sanıyoruz. iyi de dil bu değildir ki sadece. ben bunları yazarken dili kullanmıyor muyum? siz yazılarınızı yazarken dili kullanmıyor musunuz? dil denilen şey, benim gördüğüm kadarıyla iletişimi "net"leştiren bir kolaylıktır. "eminem'in rap stilinin modası sence de geçmedi mi?" diyemezsiniz dili kullanmadan. "patronumun lacivert takım elbisesi güzeldi ama beyaz kravatındaki ketçap lekesinden gözümü ayıramadım" demenin imkanı yoktur dili kullanmadan. bu kadar net olamazsınız yani. fakat yazar bu kadar net olmanın boş iş olduğunu düşünüyor büyük ihtimalle. niye? çünkü doğada bu denli bir netlik yok. yazar doğaya iman etmiş. mevlana'yı örnek alıp "iyinin ve kötünün bittiği yerde seni bekliyorum" demiş. doğal olmayan iyi ve kötü kavramlarına bile acımamış. yobazlaşmış bir bakıma. nefret ettiği şeye dönüşmüş. doğallaşacağım derken yapaylaşmış. ağaca bakmış ama bir bilim adamı gibi değil, bir din adamı gibi.

    dili kullanmak her zaman kötü değildir. şikayet etmek her zaman kötü değildir. sızlanmak da öyle. dilekçe yazmak da. önemli olan bunları doğru zamanda, doğru yerde, doğru miktarda, dozunu kaçırmadan yapmaktır. mesela call center çalışanına bağıracak, küfredecek kadar düşmüş biri gerçekten de kalkıp yüzüne su vurmalıdır. ama bağırmadan, sakince, kimseyi germeden yapılan şikayet güzeldir. güzeldir çünkü gerçekten aptallık olarak nitelendirilebilecek öfkeden yoksundur. call center çalışanına bağıranın öfkesiyle tecavüze uğrayanın öfkesi aynı değildir asla.

    dünyevi işlerle uğraşmak, arada "normal" şeyler yapmak da kötü değildir her zaman. alta "oğdi" çekmek her zaman kötü değildir bana kalırsa. oğdi sevmek suç değildir. pegueot 206 sevmek de suç değildir. binaenaleyh yapay şeyleri sevmek suç değildir. newton bile bilime çağ atlattıktan sonra yazarımızın "boş iş" diyeceği şeylerle uğraşmıştır (https://en.0wikipedia.org/wiki/isaac_newton). önemli olan abartmamaktır. araba için borç batağına girmemektir. sonuçta her araba aynı işi yapar aşağı yukarı. bunu görebildiğiniz sürece, arabaya başka anlamlar yüklemediğiniz sürece ve en önemlisi oğdi'ye yarım milyon saymayı hak ettiğinizi düşündüğünüz sürece oğdi almak kötü değildir bence.

    şu an fark ediyorum ki ben bu yazar kadar radikal, maceracı olamam. hatta aramızdaki tek ortak nokta "kendi halinde" olmaya önem vermemiz olabilir. onun dışında ayrı dünyaların insanıyız. benim düşüncem şöyle: ne hayat sonsuza kadar sürüyor ne de doğa. dolayısıyla yaşamak şans falan değildir. hatta objektif bir güzelliği de yoktur. yaşıyor olmak bir durumdan ibarettir ve bu durumu nasıl değerlendireceğiniz büyük resme baktığınızda hiç fark etmiyor. altına oğdi çeken adamla pozitronu keşfeden adamın büyük ölçekte yaşamının değeri aynı. önemli olan tek şey bizim kendi yaşamımıza ne kadar değer biçtiğimiz ve herkes bunu yaparken aynı ölçütleri kullanacak diye bir şey yok. altına oğdi çeken adam kendi ölçütlerine göre einstein'ınkinden daha değerli bir yaşama sahip olmuş olabilir. bunda ayıplanacak bir şey yok bence. herkes kendi işine bakmalı ve kendi yaşamını kendi ölçütleriyle değerlendirmeli. bir insanın ölçütleri sorgulanabilir ama bunu yaparken kendi ölçütlerimizin kime göre ve neye göre doğru olduğunu oturup düşünmeliyiz.
    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    küçük bir sorun daha: "a=a"

    yazarın çok sık kullandığı bir taktik bu. ortaya attığı bir savı objektif argümanlarla destekle(ye)meyince a=a'nın büyüsüne başvuruyor.

    güzel bir örnek: (#94138869)

    yazı genel olarak güzel olmakla birlikte şöyle garip bir kısmı var:

    "...yurtdışında okuyacak kadar boş adamlarla yapılan iş, yurtdışında okuyacak kadar boş adamlarla yapılan iş kadar olur..."

    nasıl yani? yurtdışında okumak neden boş iş tam olarak? en basitinden: yurtdışında phd yapmış olan aziz sancar boş adam mıdır? boş adam ne demektir? dikkat ederseniz herhangi bir çünkü yok cümlede. bu a=a taktiği yazılan şeye bir "adam haklı abi" havası vermekten başka bir işe yaramıyor. işin daha da kötüsü bu gizemli denklemi her türlü görüşü desteklemek için kullanabilirsiniz:

    "islamiyet'in doğruluğunu göremeyecek kadar kör kişi, islamiyet'in doğruluğunu göremeyecek kadar kör kişidir."
    "devlet liselerinde beyni yıkanan öğrenci devlet liselerinde beyni yıkanan öğrencidir."
    "karl marx okuyacak kadar boş adamın ideolojisi, karl marx okuyacak kadar boş adamın ideolojisidir."

    bunun değişik varyasyonları da var:

    "ot yiyen otlaşır"
    "özgür balık yiyen özgürleşir"
    "halil sezai dinleyen halil sezaileşir"
    "mesut özıl, mesut özıl izleyendir"

    gibi gibi. hiçbir şey ifade etmeyen, sebep-sonuç ilişkisi barındırmayan cümleler.

    "a=a" matematik-mantık açısından bir devrim niteliğinde olabilir ama onu bu şekilde kullanmak hiçbir amaca hizmet etmemektedir.

    ======================================================================================================
    başka da ne denir bilmiyorum. buraya kadar gelebildiyseniz helal olsun.

    edit: (buradaki bilgiyi sildim. biraz hayvanlık yapmışım evet, farkedemedim. özür dilerim.)

    edit2: guilty'nin bütün yazıları = doğaya başvurma argümanı

    ikinci kaynak

    meğersem benim yukarıda yazdıklarımın formel bir karşılığı varmış. adam bilgili mi bilgili, ama bilgisini hastalıklı bir felsefeyle karıştırıyor. lezzetli bir meyveyi alıp petrole bulamanın düşünsel karşılığını görebiliyorsunuz bu adamın yazılarında. fakat bunu yapmasaydı ilgi çekemezdi burada. sadece bilgisini yazsa bu kadar takip edilmezdi, bize bu kadar gizemli görünmezdi, bizi bu kadar etkileyemezdi. bir dirhem bal için bir çeki odun yemişim. odun yemek istiyorsanız yiyebilirsiniz ama size tek katacağı bir "oha adam haklı abii, artık uyandım be" hissiyatı olur. evrim ağacı'nı internette olduğu için eleştiren bir internet yazarını gereğinden fazla ciddiye almak zaten bariz bir hatadır.

    bu adamın en çok tavsiye ettiği kitaplardan biri alıç ağacı ile sohbetler. ben yarısına geldim bu kitabın. hikmet birand isimli bir botanikçimizin yazdığı, müthiş bir kitap. su gibi akıyor ve bir sürü şey öğretiyor size. fakat bunu nasıl yapıyor, biliyor musunuz? guilty gibi "senin on yıl düşünsen aklına gelmeyecek şeyleri özetledim (#84103268)" havasıyla, boş bir felsefeyle, kaynaksız "fact"lerle değil; son derece duru bir dille, varolan bilgiyi kirletmeyerek, inanılmaz bir alçakgönüllülükle ve saygıyla. alçakgönüllülük ve saygı abi. gerisi hava cıva.

    öğretmek ile beyin yıkamak arasında çok ince bir çizgi var. öğrenmek ile inanmak arasında da çok ince bir çizgi var. dikkatli olun.
  • (#98938237)

    cevap vermeden önce belirtmem gerekir ki entry'nin başndaki (edit: artık silinmiş olan) uyarı gayet yerinde. yanlış bir şey yapmışım ama fark edememişim maalesef. çok çok özür dilerim.

    benim guilty'e "insanüstü" vasıflar yüklemem ona olan değil, kendime olan eleştirimdi. asıl eleştiri kısmında elimden geldiğimce nesnel olmaya çalıştım. ama evet, herkesin guilty'si kendine. sonuçta bir insandan bahsediyoruz. üstelik fiziksel özelliklerinden değil, düşüncelerinden. bir düşünceyi her insan farklı şekilde yorumlar, dolayısıyla kendi kafamda yarattığım guilty'i eleştirdiğim doğrudur.

    bununla birlikte siz de kendi kafanızda yarattığınız guilty'yi övüyorsunuz kanımca.

    ============================================================================================
    "guilty genel olarak kurgudan haz etmiyor evet. çünkü kurgunun amacından sapıp birtakım yapay gerçeklikler yaratacağını biliyor."

    kurgunun amacından sapması mı? kurgu dediğimiz şey zaten gerçeğin dışına çıkılması değil midir? suç ve ceza'daki katil bu gerçeklikte mi yaşıyordu mesela? en gerçekçi kurgu bile aslında bir yapay gerçekliktir, amacı da bunu yaratmaktır zaten.

    ha bahsettiğiniz fantastik kurgu kitapları ise şunu söyleyebilirim: yüzüklerin efendisine, taht oyunları'na saydırmadan önce bir an durup düşünmeliyiz ben bu kitapları tam olarak neden eleştiriyorum diye. edebiyat bir tür sanattır. hikaye anlatma sanatıdır. bu hikayenin konusu ne olursa olsun edebi eserlerin insana kattığı bilgi aynıdır, yok denecek kadar azdır. kötü çocuk'u okuyan biri suç ve ceza okuyan birine göre daha az bilgi almamıştır o kitaptan. çünkü edebiyatın amacı öğretmek değildir. edebiyat yaşatır. ben amerika'daki işçilerin yaşadığı zorlukları anlatan bir kitapla sauron'un yaşadığı zorlukları anlatan bir kitap arasında fayda-zarar açısından bir fark göremiyorum. kurgu bir amerika'daki kurgu işçiler ile kurgu bir dünya'daki kurgu hobbitlerin doğaya olan yakınlıkları üzgünüm ama aynıdır. ikisinin de kaynağı doğanın kendisi değil bir kişinin beynidir. daha da ötesinde: ikisi de doğaya dair bir şey öğretmez, çünkü ikisi de bir beyinden çıkmadır, saf değildir hiçbir şekilde. o halde bu kitapların farkı nedir? bu kitapların tek farkı yaşattığı edebi hazdır. bazı insanlar amerika'daki işçileri yaşamaktan haz alır, bazısı frodo'yu. bu kadar.

    kurgu eserlerin doğasını, kurgunun amacını eleştirmek bu bakımdan yapaylığa karşı bir alerjidir benim gözümde. ve gerçek olmayan her zaman kötü, çirkin değildir. benim eleştirilerim guilty'nin keskinliği üzerine zaten.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    "herşey bağlamında değerlendirilmeli. araba almak gerçekten kalabalık şehir hayatında yaşayıp daha fazla zaman kaybetmemek isteyen birisi için gerekli olabilir. çocuğu olan ve büyükşehirde yaşayan biri için büyük kolaylık olabilir. zaten böyle bir adamı guilty de eleştirmez..."

    bu kısım çok katmerli. öncelikle guilty, bir entry'sinde "-çoğu durumda- araba sahibi olmak aptallık alametidir." (#93851697) cümlesini söylemiş. çocuğu olan ve büyükşehirde yaşayan bir insan ise nadir bir durum değildir. bu bakımdan guilty'nin kimseye acıyacağını sanmıyorum. bahsettiği azınlık da taksiciler falan muhtemelen. ayrıca yürüyen merdiveni eleştiren adam bir kolaylık olarak arabayı mı eleştirmeyecek :d

    "...ancak resme biraz daha uzaktan baktığında o adamın daha en başta hayatını karmakarışık bir şehirde kurarken hata yaptığını görürsün. üstüne bir de evlenmiştir. yetmemiş bir de çocuk yapmıştır. mecburen araba alır. işte guilty bunu eleştirir. araba alsındır o adam, ama en baştaki hatasını telafi edip başka bir şehirde hayat kurabileceği parayla audi alırsa şarlatanlıktır işte."

    guilty'nin şehir değiştirme fikrine çok da olumlu bakacağını zannetmiyorum. hatta guilty'nin ev değiştirme fikrine bile olumlu bakacağını zannetmiyorum:

    "(#84592560) ...türkiye'de yaşayan insan kafayı siyasete takar, akepeye takar, asgari ücrete takar, ona takar buna takar. anadolu'da yaşayan ağaca takar, toprağa takar, etrafında ne varsa ona takar. hayali şeylerin peşinden gitmez..."

    bu bakış açısına göre ben kalabalıktan, karmaşıklıktan kaçmaya, yok yere kalkıp yeni bir yerde hayat kurmaya da hayali, lüzumsuz bir şey diyebilirim. çünkü bu adama göre ihtiyacınız olan her şeye "şu an" sahipsiniz. "hayat kurmak" kalıbını bile eleştirebilirim, çünkü hayatınız zaten kurulu. kurulu olan bir şeyi alıp tekrar kurmak ile kendi yarattığınız bir sorunu çözmek aynı kapıya çıkıyor mantıksızlık açısından. sizin yazdıklarınızda hiç sıkıntı yok, ama bu adamın ne demeye çalıştığı belli değil. netlikten yoksun. her yöne çekilebilir.

    (şöyle bir durum daha var: arabaya olan ihtiyaç bir şehrin kalabalıklığıyla değil genişiğiyle orantılıdır. dolayısıyla "istanbul/ankara/new york çok kalabalık ya, araba lazım" demek işin bahanesidir biraz. kalabalık şehirlerde genelde toplu ulaşım daha kaliteli olur. asıl her yere yayılmış, tenha yerlerde araba gerekir.)

    ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    "...adamın burda anlatmak istediği, yapılacak bişey varsa birileri ölmeden önce yapılmalıdır. adalet diye birşey yoktur çünkü hiçbir ceza giden canı geri getirmez. zarar vermeye devam edecek potansiyelde biri varsa karşımızda onu ya iyileştirmeye, ya da toplumdan uzak tutmaya çalışırız. ötesi vicdan mastürbasyonudur."

    eğer guilty'nin mesajlarını gizli bir şifre gibi kırmamız gerekmiyorsa hayır, orada öyle bir şey yazmıyor. şule çet için adalet istenmesinin sebeplerinden bazıları vicdan mastürbasyonu ya da gaz alma olabilir, ama asıl amaç zaten birisine tecavüz etmiş ve öldürmüş birinin daha fazlasını yapmasının engellenmesidir.

    bizde norveç'in rehabilitasyon sistemi değil de klasik "içeri tıkma" sistemi olduğu için suçluların içeri tıkılmasının gaz alma olarak görülmesi doğal, ama adalet bundan çok daha fazlasıdır ve giden canı geri getiremiyor diye reddedilmesi gereken bir şey değildir. adaletin kurbanla bir ilgisi yoktur zaten. adalet geri kalanlar içindir. guilty bu noktaya kadar haklı. ama adaletin amacı geri kalanların gazını almak değil onları korumaktır. guilty adaleti çok irrasyonel bir biçimde aşağılıyor bana kalırsa. şu cümleye bakın mesela:

    "(#98847850) özgür zihinler olanı kabullenirler. olanlarla savaşmaya gerek yoktur. dahası imkan da yoktur. olabilecek şeyler olurlar."

    bu cümleler, guilty'i benden daha iyi eleştiriyor. benim demek istediğimi göremiyor musunuz? adalet olanla savaşmak değil midir zaten? biri hırsızlık yapar, adalet sayesinde kaybettiklerinize kavuşursunuz. biri tecavüz eder, adalet sayesinde saldırgan ya tedavi edilir ya da tecrit edilir. birisi kopya çeker, adalet kopya çekmeyenin hakkının yenmesine engel olur. olanla savaşılır. bu adam adalet olmasa da olur diyor. eleştirisi düşündüğünüzden daha derin, daha keskin.

    birileri ölmeden önce yapılacak şeyler listesine de adalet değil eğitim denir. bambaşka bir kavram.

    ======================================================================================================

    sanırım buradaki ana fikir düşünceleri bir tür süzgeçten geçirmenin gerekliliği. guilty'nin yazıları flac formatındaki şarkı gibi. sıkıştırılmamış, kayıpsız; ama aynı zamanda hem çok yer kaplıyor hem de kullanışlı değil. siz guilty'nin fikirlerini zaten kafanızda olanla güzelce harmanlamışsınız, tam da olması gerektiği gibi. ben olayı yanlış anlayıp olduğu gibi kabul ettim bütün yazılanları. söylediği her şey çok güzel sandım. öyle olmadığını aniden farkettim. düşünce dünyasının çok karmaşık olduğunu sandım. değilmiş. son derece basitmiş. bu basitlik de gözümün önündeymiş. bunu da aniden farkettim. eleştirim bu basitliğin götürüleri üzerinedir.

    bir de en baştaki olayı düşünüyorum da, çok yanlış bir şey yapmışım cidden ya. dışarıdan nasıl görüneceğini nasıl düşünemedim? aklıma geldikçe üzülüyorum hala. guilty, siz de bu satırları okuyorsanız hakkınızı helal edin. tekrardan özür dilerim.

    edit: flac örneği pek güzel olmamış, maalesef aklıma daha iyi bir benzetme gelmiyor.
  • aptal yazardır.

    bu yazarı severek takip eden de aptaldır.

    edit: ahahahahha yazarin bir fani damlamis mesaj kutuma. ben yem olarak yazmistim ama yemi yuttugunuza gore cidden salaksiniz. arkadaslar ben bu herifin taklidini yapiyorum.

    boyle her boku elestiren "ben farkliyim,marjinalim" pazarlamaciligi yapan,mutlak doğrusatan adamlardan oldum olasi ifrit olurum. "iki tane heykeltraş bilmiyor daha" cumlesini kullanmis, agir paradoks. ıki tane basketbolcu bilip iki heykeltras bilmemeyi daha kotu yapan nedir ? ya da daha iyi? buna kim karar veriyor ? cogunluk futbolcuyu biliyor diye heykeltrasi bilmek daha iyi olmaz. azinlik olan sey iyi olmak zorunda degildir, kotu olmak zorunda da degildir, mutlak doğru yoktur.

    tek bir hayatimiz var. nihai amacimiz mutlu olmak. bunun getirdigi isteklerle,durtulerle yapiyoruz birseyler. fakat gene de mutlu olamayip varolus sancisi cekiyoruz genelde.

    ama sirf prim yapmak(yapilan herseyin bir nedeni var, bu herifin de zeki cakasi satmak,ayni benim ve hepimizin oldugu gibi) icin eylemleri elestirip tepeden bakmak komik. ancak hayatın anlamını arayan( hayatin anlami ona ne yukledigindir der camus, ozneldir) ergenimsiler bu herife hayran olabilirler.

    (bkz: there is no selfless good deed)
  • meşhur geyikli entry'sini okudum, kendisine yazayım dedim ama mesajları kapatmış. e söyleyeceklerim içimde mi kalsın yani? sen tepeden tepeden yağdırmışsın üzerimize.

    güzel bir entry yazmışsın, tebrik ederim. dörtnala gidiyor entry'in. savaş meydanında önüne çıkanı deviren bir süvari gibi entry. sonra da düşman kalesine dikiyor sancağı. iyi de düşman kim? ortada bir savaş ve düşman yoksa bu cevval tavır kime karşı? o 6 sayfalık entry'de yerin dibine geçirdiğin zavallı kölelere karşı bu kadar şiddet reva mıdır? insan düşene elini uzatır, vurmaz.

    koca yazın boyunca ekşisözlük kutsallarının hiçbirine dokunmamışsın, yer miyiz dostum bu numarayı? öyle olunca kapmışsın yüzlerce fav, bir de üstüne altına oğdi değil ama ekşişeyler'de bir koltuk çekmişler.
  • eski violent mahlaslı yazar olduğunu bir ben mi düşünüyorum acabağ?
  • hayret kimse yazmamis.

    (bkz: mandıra filozofu)
  • yapma be usta :(

    bigün böyle bişey yapabileceğini bildiğimden entrylerini arşivlemeyi düşünmüştüm. ama bunu istemezsin diye yapmadım. keşke ne düşüneceğini önemsemeseydim. baksana, sen beni hiç düşünmemişsin. :(

    seni okumak ibadetimdi benim. alagavatlık yaptıkça gelip entrylerinde tevbe ediyordum. senin yüzünden ekşi bağımlısı oldum. artık nikotin yok. dudak tiryakiliğine dönecek iş. :( niye yaptın bunu usta ? :(

    neyse. sağlığın sıhhatin huzurun yerindedir inşallah. umarım entryleri silmenin sebebi buradaki şarlatanlıklara daha fazla dayanamıyor oluşundur sadece. seni unutmamak için ekstra, ekstra çaba sarfedeceğim. ibne gibi görünmemek için endirekt bir anlatım kullanacağım: çok sevdirdin kendini. :(
  • entryleri iyiydi hoştu da,

    ekşi şeylere dahi çıkan melodik orgazm içerikli bir entry'si vardı.

    ya onu bunu anlarım da arkadaşım, benim depresyon şarkımı niye sikip atıyorsun? wishbone ash'ten ne istedin de sekse bağladın? en sevdiğim şarkısını alıp içinden geçmiş. bir daha eskisi gibi dinleyemeyeceğim.

    pişman olduğum zamanlarda dinlediğim ve o kadar da sıçmadığım hissini veren güzel bir parçaydı bu. dinledikçe affederdim kendimi.

    artık tanıdık bir kızla sevişircesine affedeceğim kendimi. ya da edemeyeceğim.

    ...

    bunun dışında gerçekten çok güzel yazıyordun. özletme kendini, başka bir hesaptan da olsa kal buralarda. bu sözlüğün benim gibi vasat tiplere değil senin gibi ilahlara ihtiyacı var.

    hayır, kaç kişi dinliyordur ki bu sözlükte wishbone ash'i...
hesabın var mı? giriş yap