• anarşistlerden, daha önce bir ayrıldığı bir barıştığı hdp'ye oy istemektedir.
    http://www.gunzileli.com/…katina-bir-tas-da-sen-koy

    yaşlılığa dair korkularımı arttırıyor.
  • başkasının yazıp uğruna hapis yattığı 1980 anayasa eleştirisi kitapçığını sahiplenip prim yapmaya çalışan dönek solcu, liberal boşgezer.
  • kendisi hakkında yapılan tutarsız açıklamaları, geçmişinin eleştirilmesi vs kabul edilebilir ama gün zileli üzerinden anarşizme çakmak tam anlamıyla saçmalıktır. kendisi anarşizmin tek temsilcisi olmadığı gibi, anarşistler arasında da çokça eleştirilen biridir. keza kitapları ve yaptığı çeviriler açısından da saygı duyulması gereken biridir. onun seçimler konusunda ya da günlük siyaset fikirleri üzerinden anarşizme çakanlara diyecek tek bir şey var:

    anarşistler gündeme hiçbir dönem gözünü kapatmadılar ya da amacı bitiş çizgisini geçmekken önlerindeki ilk engele takılacak kadar öngörüsüz olmadılar. daha ilerlemeleri gereken çok yolu varken halklarla dayanışma halinde günlük politika içerisinde toplumu bir adım öteye götürebilmenin yolunu seçtiler ve bunun için tabi ki bazen klasik yöntemler de kullanmaktadırlar. önünde dev bir faşizm engeli varken hayalcilik yapıp önündeki ilk engele takılmaktansa tabi ki şu süreci kazasız belasız atlatmak için en makul tercihi yapacaklardır. yani senin o sen nasıl anarşisttin ya sığlığından daha geniş düşünmek durumunda kalıyorlar. bunu liberal bir mantıkla değil, kendi inandıkları dünya görüşlerine göre şekillendirerek dayanışma ve direnişle yapmaktadırlar. kaldı ki tatava yapma bas geç'in üzerinde siz ne yaptınız da eleştiriyorsunuz.

    edit : imla
  • düşündüm de 70lerde maocu olup hala solda kalabilen tek kişidir(tanınmış figürler arasında) yanılmıyorsam, tabi iplileri solcu saymıyoruz, bir de berktay vardı ama o babasının ve amcasının kemiklerini sızlatacak bir yerlere savruldu uzun zamandır...

    ha bu arada son yazısı da ilgi çekici

    "kandil’den duran kalkan, hdp’yi eleştirdiği konuşmasında buna üstü kapalı olarak şöyle cevap veriyor:

    “hdp siyasette yeterince yaratıcı ve başarılı olamadı. başkalarına çağrı yapıyorlar, ama kendileri neyi başardılar da çağrı yapıyorlar. biraz gerçekçi olmaları lazım. halkların, kürt halkının temsilciliğini iyi yapmaları gerekli. meclisi niye işletemediler, bunun üzerinde yoğunlaşmalılar… kendi işleriyle, meclis işleriyle uğraşsalardı ve çözüm getirselerdi, savaş yerine demokratik siyaset temelinde olurdu. bu temelde çalışmalarında ısrar etmeliler.”

    hdp, akp ve mhp tarafından kitlenmiş bir meclisi nasıl “işletebilirdi”? bunun bir tek yolu vardı, o da hdp’nin akp ile koalisyona yatmasıydı. zaten duran kalkan da, adını açıkça anmadan böyle bir koalisyonu yaparak neden meclisi işletmediniz demek istiyor? hatta neredeyse, siz meclisi işletmediniz, yani akp ile koalisyon yapmamakta ısrarcı oldunuz, bu savaş da bu yüzden çıktı demeye getiriyor. nitekim, seçimden hemen sonra hdp, kandil tarafından “akp ile koalisyona” kapıları tamamen kapattığı için eleştirilmişti. "

    http://www.gunzileli.com/…akp-pkk-savas-koalisyonu/
  • silahlı mücadele adlı son yazısında demiş ki "anarşistler de, zaman zaman silahı ele almak zorunda kalmış olsalar da, silahlı mücadele ortamının kitleleri ürküttüğünü, dağıttığını bilir ve dile getirirler."
    hayır anlamıyorum, anarşizmin tarihini de bilmiyor bu adam nedir? (bkz: anarşistler tarafından öldürülen devlet başkanları)
  • hdp'li vekillerin ankara bombacısının taziyesine katılmasına aslında hdp kendi taziyesine katılmıştır diyerek doğru bir tespit yaptığını düşündüğüm eski perinçekçi şimdinin anarşisti. anıları türk solunun tarihine ışık tutması açısından değerlidir.
  • son olaylar ile ilgili olarak kendi sitesinde yazmış olduğu yazıyı birebir kopyalayıp buraya yapıştırıyorum. bir nebze olsa da okuyup bir şeyler çıkartmak lazım bu yazıdan. eline sağlık sayın gün zileli.

    --- alıntıdır ---
    akp devletle pkk devlet, özgürlüğün ve halkın karşısında

    aslında her silahlı örgüt potansiyel bir devlet adayıdır. belli alanlarda egemenlik kurmuş, vergi toplayan, kendi ekonomik ilişkilerini (kaçakçılık da dahil) sürdüren, egemen olduğu bölgede halka kendi iradesini dayatan bir örgüt ise, resmen ilan edilmemiş bir devlettir. bu anlamda pkk’nin ve bütün yan kuruluşlarının (kck vb.) adı konmamış bir devlet olduğunu söyleyebiliriz. kısaca ifade edecek olursak, adı konmamış bu devlete pkk-devlet diyebiliriz. şimdilik bunu bir yana koyalım.

    diğer yandan, devlet, esasen yürütme erkidir. devletin yürütme erkiyle diğer kurumları, özellikle silahlı kuvvetleri arasında her zaman çelişkiler vardır, zaman zaman bu çelişkiler şiddetlenebilir, hatta kritik dönemlerde devletin silahlı güçleri “devletin bekâsı” adına bir darbeyle ya da muhtırayla yürütme erkine el koyabilir. bununla birlikte, bunlar özel durumlardır. genelde devletin özü, silahlı kuvvetleri denetimi altında tutan yürütme erkidir. akp iktidarının kimi dönemlerinde devletin yürütme erkiyle silahlı gücü (tsk) arasında çelişkiler şiddetlenmiş, fakat akp iktidarı, açtığı davalarla (ergenekon, balyoz vb.) devletin silahlı gücünü denetimi altına almanın üstesinden gelebilmiştir. akp, bunu başardığı andan itibaren hızla bir parti-devlete dönüşmüştür. dolayısıyla bugün görünen odur ki, türk devleti, bir akp-devlettir.

    akp-devlet, 2012 yılında pkk-devlet’i “müzakere süreci” yoluyla türkiye içinde silahlı mücadele veren pkk-devletten, bazı legal haklar verilen bir yasal örgüte dönüştürmeyi denedi. uzun yıllar verdiği silahlı mücadelenin gücüyle yasallaşacağını düşünen pkk-devlet, “müzakere süreci”ne gönüllüydü, bu denemeye olumlu cevap verdi. bununla birlikte, unutulmaması gereken bir nokta vardı. devletler kendi egemenlik alanlarında asla ikili iktidara izin vermezler. akp-devletin hesabı, “müzakere süreci”nin sonunda verdiği ödünlerle pkk-devlete silah bıraktırmak ve böylece bu fiili devleti yasallığın alanına çekip silahlı bir devlet olmaktan çıkartmaktı. pkk-devletin hesabı ise, türk devletine yasallığını ve kürt özerkliğini kabul ettirip kendi egemenlik alanlarının yasal temsilcisi olmak, bir anlamda pkk-devleti, genelde türkiye cumhuriyeti içinde özerk ve yasal bir alt-devlet haline getirmekti. bu iki projenin bağdaşması oldukça zor olsa da, batı’da örneklerini gördüğümüz gibi tamamen olanaksız değildi. akp-devlet’in merkezi iktidar tekelciliğinden vazgeçip federal bir yapıya yaklaşması, pkk-devlet’in de genel olarak türkiye cumhuriyeti genel formuna tabi bir federal-özerk yapıyı benimsemesi halinde, bu iki devlet ortak bir noktada, barışçı bir şekilde buluşabilirlerdi. ne var ki, bir yandan dünyadaki ve ortadoğu’daki, diğer yandan türkiye’nin içindeki siyasal gelişmeler, aynı zamanda bağnaz türk milliyetçiliğini besleyen muhafazakâr ve üniter devletçi yapı ve anlayışlar ile ezilen kürt milliyetçiliğini besleyen kültürel yapılar bunun gerçekleşmesine ya da üç yıl süren “barış süreci”nin sürmesine izin vermedi. böylece akp-devlet ile pkk-devlet arasında, 2015 yılının temmuz’unda, eskisinden bile şiddetli ve kanlı bir savaş başladı.

    burada, savaşı besleyen muhafazakâr ya da üniter devletçi yapı ve anlayışlar, milliyetçiliği besleyen kültürel yapılar üzerinde durmayacağım. bu belki başka bir yazı konusu olabilir. ben burada, “müzakere süreci”ni bitiren ve geçen yılın temmuz ayında savaşı başlatan siyasal gelişmeler üzerinde duracağım kısaca.

    dolmabahçe’de hdp ve akp temsilcilerinin “mutabakatı” ilan etmesinden sonra ne oldu da, bundan çok kısa süre sonra cumhurbaşkanı recep tayyip erdoğan, “masayı” devirdi, hatta bununla da kalmayıp, böyle bir mütabakattan haberi olmadığı türünden, kendi bakanlarını bile içten içe gülümseten laflar etti. burada bence iki faktör rol oynadı: birincisi, rte’ın, yaklaşan seçimlerde milliyetçi oyları mhp’ye ve hatta kısmen chp’ye kaptıracağı korkusuna kapılması; ikincisi ise, kürt kamuoyundan beklediği desteği bulamaması, tam tersine, aynı günlerde kürt hareketinin yasal temsilcisi konumundaki hdp’nin, eş genel başkanı selahattin demirtaş aracılığıyla, “seni başkan yaptırmayacağız” sloganını yükseltmesiydi. hem türk milliyetçiliğini, hem de kürt milliyetçiliğini kendi başkanlık hevesleri için aynı anda kullanmaya kalkışan rte’nin durumu, zıt yönlere doğru uzaklaşan gerili iki ipe de ayaklarını dayayarak yürüyen bir cambaza benziyordu. cambazın düşmesi kaçınılmazdı.

    nitekim düştü de. 7 haziran seçimlerinde, türk muhafazakâr-milliyetçi oyları mhp’ye ve kısmen de chp’ye kaydı; daha önce akp’ye oy veren kürt muhafazakâr oylarıyla batı bölgelerindeki özgürlükçü oylar ise hdp’ye. akp’nin oyları %40’da kalmış, meclis’teki çoğunluğunu, dolayısıyla tek başına tek başına iktidar olma şansını kaybetmişti. bu, akp-devlet için ölümden beter bir durumdu. devletle özdeşleşen bir parti, bir darbe veya devrim olmadıkça iktidarı seçim yoluyla asla bırakmazdı, bırakamazdı.

    böylece, hepimizin bildiği süreç bizzat rte ve kurmayları tarafından başlatıldı. önce muhalefetin beceriksizliğinden yararlanılarak meclis başkanlığı ele geçirildi. meclis kitlendi ve koalisyon hükümeti kurma çalışmaları yokuşa sürüldü, seçimlerin yenilenmesi sağlandı. evet ama herkesin sorduğu bir soru vardı: üç ayda ne değişecekti de akp tek başına iktidar olabilecekti. hesaba katılmayan şuydu: normal insan aklının düşünemeyeceği komploları akp-devlet kısa sürede düşünmüştü.

    burada birkaç saniye durup pkk-devlet’in üzerinde duralım bir paragrafla. “dolmabahçe mutabakatıyla” otuz yılı aşkın bir savaşın ürünlerini toplayacağı noktaya geldiğini düşünen pkk, “masanın” aniden devrildiğini görünce büyük bir hayal kırıklığına uğradı ve daha seçimden önce, savaşı yeniden başlatacağını ilan etmeye başladı. şöyle düşünüyorlardı: biz devleti “dolmabahçe mutabakatı” noktasına silah zoruyla getirmiştik. son anda vazgeçtiler. iyi ya, o zaman onlara yeniden silah zorunu uygularsak bir kere daha masaya oturmaya razı edebiliriz. pkk-devlet’in böyle düşünmesine, 7 haziran seçimlerinin sonuçları, yani hdp’nin türkiye’nin her yerinden %13,5 oy alarak ve akp’nin tek başına iktidar olmasına son veren parti olarak büyük prestij sağlaması, hatta pkk-devlet’in fiili merkezi durumundaki kandil’i gölgede bırakması da yol açtı. iktidar tekelcidir. hdp, kandil’le akp-devlet arasında aracılık rolü oynarken ve kürt ulusal hareketinin fikirlerini legal alanda yayarken iyiydi de, kandil’in elinden siyasi temsilciliği almasına ve kandil’den daha fazla prestije sahip olmasına izin verilemezdi. kandil’in hdp’ye karşı duyduğu kıskançlık, savaşı yeniden başlatma kararında önemli bir faktör oldu.

    akp-devlet ise, kaybettiği oyları geri alıp yeniden tek başına iktidar olmak için savaşı başlatmaya karar vermişti. bir terör ortamı yaratılacak, toplumda dehşet hissi yaygınlaştırılacak, kürt bölgelerinde savaş körüklenecek, böylece batıda akp’den mhp’ye kaymış muhafazakâr-milliyetçi oylar, kürt bölgelerinde de savaşın yeniden başlamasından ürken, akp’den hdp’ye kaymış orta sınıf ağırlıklı muhafazakâr kürt oyları yeniden kazanılacaktı. hesap tuttu, çünkü yukarda belirttiğimiz gibi, pkk-devlet savaşa savaşla karşılık vermeye çoktan karar vermişti. akp-devlet’in oyununun boşlukta kalmasının tek koşulu pkk’nin bu savaş çağrısına cevap vermeyip geri çekilişi örgütlemesiydi. herhalde akp’liler o günlerde pkk böyle aklı başında bir taktik uygulamasın diye “savaş duası”na çıkmışlardır. ne yazık ki, kandil, neredeyse akp-devletle anlaşmış izlenimi verecek ölçüde akp’nin başlattığı saldırıya balıklama atladı.

    önce 20 temmuz’da mit-işıd işbirliğiyle otuz beş genç insanı katleden bomba patlatıldı. hemen ertesi gün, ceylanpınar’da iki polis evlerinde uyurken, mit-tak izlenimi veren provokatif bir cinayete kurban gitti. provokasyon çok açık olmasına rağmen kandil cinayete dolaylı bir şekilde sahip çıktı. gelen tepkiler üzerine bir hafta sonra “biz yapmadık” dedi ama cinayeti de açıkça kınamadı. bu iki katliam ve cinayet, hükümetin kürt bölgelerindeki savaşı başlatması için yetti de arttı.

    tuhaf olan, pkk-devlet’in akp-devlet’e savaşı bundan sonra şiddetlendirerek sürdürmesi için gereken gerekçeleri tepsi içinde “ballı börek” halinde sunmasıydı. güneydoğu’deki bazı ilçe ve illerde, oradaki mahalli kürt unsurlarının çıkıp açıkça “özyönetim ilan etmeleri” aslında “gel beni tutukla” ve “gel buradaki halkı ez” çağrısından başka bir şey değildi. dünyanın hiçbir yerinde özyönetim, ilan edilerek gerçekleşmemiştir. eğer o mahalde gücün varsa özyönetimi fiilen uygularsın. bırak ilan etmeyi, karşı taraftan gelecek bu tür “iddiaları” bile reddedersin ki, üstüne gelmesinler. kandil bu salakça uygulamayı neden yaptı? bence kendisi açısından salakça değildi. çünkü kandil’in niyeti gerçekten özyönetim falan değil, akp-devleti savaş alanına daha fazla çekmekti. işte “hendekler” siyaseti denen ucube siyaset böyle başlatıldı.

    akp-devlet, kürt bölgelerindeki militanları da, onlara destek verdiğini düşündüğü halkı da ezmeye zaten teşneydi. hendekler ve “özyönetim” ilanları ona bu fırsatı fazlasıyla verdi. böylece güneydoğu’nun şehir ve kasabaları, buralardaki binalar delik deşik edildi, buralarda yaşayan halk göçe zorlandı, kaçamayanlar çoğunlukla öldürüldü. bu katliamlar sadece o bölgelerde yaşayan kürtlerin ezilmesine ve paralize olmasına değil, batıda yaşayan halkı ve özgürlükçü kamuoyu’nu da paralize etti, insanlar katliamlardan büyük acı çekmelerine rağmen bir araya gelip bir direniş ortaya koyamadılar. hükümet, savaşı sürdürürken, kendi güvenlik güçlerinin ağır kayıplar vermesine bile aldırış etmedi. “devletin bekâsı” uğruna hem güvenlik güçlerinin mensupları, hem de o bölgede yaşayan insanlar göz göre göre ateşe atıldı. kürt bölgelerinde savaş hukukuna bile sığmayacak uygulamalar yapıldı. özel kuvvetlerin duvarlara yazdıkları iğrenç yazılar bile oralarda nasıl bir kıyım yaşandığını anlamaya yeter.

    akp-devlet, bunlarla da yetinmedi. seçimlere az kala, durumu iyice pekiştirmek için, 10 ekim’de, ankara garı’nda yine mit-işıd işbirliğiyle, hdp’lilerin yoğun olarak katıldığı “barış mitingi”ne gelenlere iki intihar bombacısı yolladı ve yüzün üstünde barışsever insanı katletti. artık akp-devleti hiçbir şey durduramazdı. sürdüğü arabanın fren pedalının yerinde bile ikinci bir gaz pedalı vardı: savaşa savaşla karşılık veren beyinsizler.

    böylece akp-devlet, pkk-devlet’in yardımıyla sürdürdüğü savaştan 1 kasım’da büyük bir seçim başarısı elde etti ve kazandığı bu başarıdan da güç alarak güneydoğu’da kasaba ve şehirlere karşı savaşının dozunu arttırdı.

    pkk-devlet’in ise umurunda değildi orada öldürülen militanlar ve sıradan insanlar. aynı akp gibi onlar da kan ve ateşten nemalanıyordu. yaptıkları, gerilla savaşının mantığına bile aykırıydı. gerilla savaşında gerillanın kaçacağı bir kırsal alan vardır. çok sıkıştığı zaman oralara sığınır. o kasaba ve köylerde savaşa sürülen militanların ise kaçabileceği hiçbir yer yoktu. ne vietnam’da, ne küba’da, ne herhangi bir gerilla savaşında gerilla şefleri gerillalarını, sonu kesin ölüm, hem de vahşice bir ölüm olan böyle bir savaşa sürmüşlerdir. kandil’in şefleri, hiç merak etmesinler, gerilla savaşının tarihinde bu açıdan birinci sıraya yerleşmiş bulunmaktadırlar. yalnız geçerken şunu söyleyeyim ki, onların bu tavrından en çok memnun olan akp-devlet ve bu devletin başıdır. istedikleri kadar onu devireceklerinden söz etsinler. yaptıkları her şey ona hizmet ediyor.

    gelelim son iki intihar saldırısına. doğrusunu söyleyeyim, şubat ayındaki, astsubayların servis otobüsünü hedef alan saldırıdan sonra bunun pkk tarafından yapıldığına ihtimal vermemiştim. yanılmışım. “askeri hedef” olarak bula bula evine giden astsubayları ve sivil memurları bulmuşlar. her neyse, “doğru” hedefi bulmuş olsalardı da yanlış bir eylemdi. her şeyden önce toplumda dehşet duygusunu yaygınlaştıran her eylem karşıdevrimcidir ve yanlıştır. benim açımdan savaş denen şey toptan yanlış olmakla birlikte, sırf savaşın mantığı açısından bakacak olursak, savaşı savaş alanlarının dışına taşımak da tamamen yanlış, savaş hukukuna bile aykırı ve toplumu terörize eden bir eylemdir. ne devrime ne de özgürlüğe veya kitle hareketinin gelişmesine bir faydası vardır. tam tersine.

    bu böyle olduğu halde, artık bir toplumsal mevtadan başka bir şey olmayan bir takım örgütlerin pkk-devlet’e yamanıp onunla ortak cepheler ilan ettikleri bildirilerindeki, “özyönetim devrimleri” gibi kalıplar sadece gülünçtür. bu örgütlerin beygirin sırtından geçimlerini sağlayan at sineklerinden farkları yoktur.

    son kızılay bombalaması artık, akp-devlete nasıl “dur” diyorsak pkk’nın karşısına da aynı şekilde dikilmemiz gerektiğini gösteren bir katliamdır. ne o efendim, aslında çevik kuvvete doğru gidiyormuş da araba, son anda karşısına bir otobüs çıkmış da falan filan yaveleri duyuyoruz. ben bu tür şeylere inanmıyorum, zaten pkk’den de özür dileyen bir açıklama gelmedi ama diyelim ki öyle olsun. yahu kardeşim, bu kadar büyük bir patlayıcıyla sivil halkın yoğun olarak bulunduğu bir yerde dolaşılır mı? böyle bir “kaza”nın olmasının yüksek olasılık olduğunu insan hesaba katmaz mı? kaldı ki, diyelim ki çevik kuvvet polisi hedef alınmış olsun. mesleği sadece polislik olan ve o anda savaş alanında bulunmayan insanları sırf polis diye kitlesel olarak hedef almanın ne devrimcilikle ne de insanlıkla bir ilgisi vardır. kısacası bu, sadece ve sadece kör milliyetçilikle gözü dönmüş, artık işıd’dan farksız bir hale gelmiş olanların işi olabilir.

    pkk-devlet’le ilgili söyleyeceğim son söz şudur: bundan sonra “kürt halkının çıkarları” adına özgürlükçü kamuoyundan, devrimcilerden en ufak bir olumlu ses beklemesinler. akp-devlet nasıl halk ve özgürlük düşmanıysa, pkk-devlet de halk ve özgürlük düşmanıdır. ikisine karşı aynı uzaklıkta durmak kürt halkının çıkarları açısından da elzemdir. bir halkı bu kadar sorumsuzca ateşe sürenler bunun hesabını öncelikle kürtlere vereceklerdir. tabii büyük şehirlerdeki konformist beyaz kürtlerden söz etmiyorum. onlar, kendilerini güvenliğe almış bir şekilde, kürt halkının acılarından bol bol nemalanabilirler.

    son olarak hdp’ye geliyorum. hdp bu noktadan sonra kınama açıklamalarıyla yetinemez. eğer katliamcılarla bütün bağlarını kopartıp bağımsız bir kürt özgürlükçü gücü olarak kendini ilan etmezse o da pkk-devletle birlikte batacaktır. temmuz’da başlayan savaştan sonra selahattin demirtaş bir süre doğru bir çizgiyi sürdürmeye çalıştı ama iki ateş arasında kalıp tutarlı çizgisini sürdüremedi. en son, demokratik bölgeler partisi (dbp) kongresinde açıkça markaja alındığını ve “hendekleri” savunmak zorunda bırakıldığını gördük. bundan sonraki bütün basın açıklamalarında dbp eş başkanı kamuran yüksek, adeta bir parti komiseri gibi demirtaş’ın yanında yer aldı. ben olsam demirtaş’ın yerinde, işler bu noktaya geldiğinde istifa eder ve dbp’nin çizgisini uygulayacak olana yerimi bırakırdım. sandalyeye sarılmak çirkin politikacılık serüveninin başlangıcıdır.

    yine de bu son patlamadan sonra son bir şans var. hdp bu son şansı kullanıp pkk-devlet’e karşı açık tavır mı alacak, yoksa halk ve özgürlük düşmanı çizgide ısrar edenlerle birlikte diplere doğru mu batacak?

    gün zileli

    16 mart 2016

    www.gunzileli.com

    gunzileli@hotmail.com

    read more: http://www.gunzileli.com/…karsisinda/#ixzz43akhpjfl
    --- alıntıdır ---
  • terör, pkk ve toplumsal muhalefet konusunda çok güzel yazmış.

    --- alıntı ---

    yıkılmalarının önündeki tek engel

    en sevdiğim meyve nardır. akşam dokuzdan sonra televizyonun karşısına geçip nar ayıklıyorum, çünkü televizyonlardaki “tartışma” programlarına ancak böyle tahammül edebiliyorum. ayrıca boşuna zaman harcadığım duygusundan kurtulmamı sağlıyor bu.

    daha önce cnntürk’teki programları ciddi ciddi izlerdim. şimdi arada bir ismail saymaz’a ya da erdoğan aydın’a rastladıkça izliyorum. programa ankara’dan tayin edilen beşuş çehreli şahsı gördüğüm an beni cnntürk’te bu arkadaşlar bile tutamıyor artık.

    beni en çok eğlendiren, yandaş medya kanalları. o gün “başkan” ne konuşma yaptıysa aynısını tekrarlamakla görevli bu kanalların görevlileri. kadro da aşağı yukarı pek değişmiyor. örneğin a kanalda kurtuluş tayiz’e her zaman rastlamanız mümkün. “dinlemeniz mümkün” demiyorum, çünkü ne dediği anlaşılmaz. zaten anlaşılacak bir şey de yok. a kanalda bir pansiyon bölümü var, orada yatıp kalkıyor kendisi. yıldıray oğur da öyle. “ihtiyarlamış çocuk” cemil barlas ise keza temrinlerini her akşam annesinin önünde tekrarlamak zorunda. neyse, bunlarla bir de ben başınızı ağrıtmayayım. bütün bunları yazıya giriş için ısınma hareketleri olarak kabul edin. ama geçerken, bu yandaş kanalları dolduran ve neden hepsinin bir arada çıkıp tek bir kişinin söyleyeceği saçmalıkları bir arada söylediklerine bir türlü akıl erdiremediğimi belirteyim.

    akp iktidarının, gelmiş geçmiş bütün iktidarlar içinde başımıza gelmiş en büyük iktidar felaketi olduğunu düşünüyorum. çünkü bu iktidar, sömürüye ve baskıya dayanan statükoyu sürdürme işlevinin ötesinde, bir de toplumu islamcı temellerde yeniden dizayn etmek gibi bir işe girişmiş bulunmakta yıllardır. işçi cinayetlerinin, kadın cinayetlerinin, kürt cinayetlerinin, suriyeli çocuk ya da kadın cinayetlerinin, kadın ve çocuk tecavüz ve tacizlerinin, yolsuzluk ve soygunların vb. bu boyutlara varmasının sebebi işte akp iktidarının bu soyguncu-islamcı dizayn çabalarıdır. bütün bunlar toplumda öyle büyük bir gerilim ve bunalıma yol açmıştır ki, artık aklı başında herkes toplumun bu bunalımdan kurtulabilmesi için bu iktidarın şu ya da bu şekilde yıkılması gerektiğini düşünmeye başlamıştır. uluslararası planda da aynı düşünce yaygınlaşmaktadır. öyle anlaşılıyor ki, başta abd olmak üzere kapitalist dünya da akp iktidarının defterini dürmüş bulunuyor. türkiye’nin içinde de dışında da, akp iktidarının bir an önce yıkılıp gitmesini bekleyen geniş bir kamuoyu oluşmuş durumda. eğer bu tespit doğruysa, ki doğru olduğunu düşünüyorum, akp iktidarının sonu gelmiş demektir. ama nasıl? bu konuda çeşitli senaryolar yazılmaktadır. bu senaryolardan biri hariç, hiçbiri beni cezbetmiyor doğrusu.

    örneğin, şimdiki “başkan”ın yerine bir şekilde gül ve ekibi getirilse ne olacak ki? eski tas eski hamam. soyguncu-islamcı proje biraz daha “ılımlı” bir tarzda sürüp gidecek. oysa toplumun nefes almaya, islamcı paradigmayı değiştirmeye, özgürlüğe ihtiyacı var.

    bu yüzden, bence topluma gerçekten nefes aldıracak olan, bu muzahrafat takımının gezi gibi bir halk hareketinin sonucunda devrilmesidir. 27 mayıs’ta nasıl toplum, bir süreliğine de olsa rahat bir nefes aldıysa aynen öyle.

    toplumu bunalıma sürükleyen akp iktidarının sona ermesi, kara kalabalıkların ötesinde, toplumun canlı dokuları tarafından bu kadar arzu edilmesine ve bu konuda dp devrinden bile daha büyük, dinamik bir potansiyel olmasına rağmen insanlar neden, cerattepe direnişi gibi etkili ve sonuç alıcı yerel direnişlerin ötesine geçip, gezi gibi toplumsal çapta bir kitle hareketine girişemiyorlar? bence bunun iki önemli nedeni var: birincisi, toplumsal muhalefetin çok parçalı yapısı nedeniyle (ki bu çok parçalılık, yakın gelecekte bir azınlığın “devrim adına” diktatörlüğünü kuramaması açısından olumludur aslında) toplumsal muhalefet adına bir irade ortaya konamamasıdır; ikincisi ise, bugün bütün şiddetiyle sürmekte olan (her gün, bölge gençlerinden ve “güvenlik” güçlerinden onlarca insanın hayatına mal olan) akp-pkk savaşıdır.

    şunu hemen belirteyim ki, kürt sorunu, türkiye’nin toplumsal devrim ve özgürlük mücadelesinde, en azından son yirmi beş yıldır tayin edici bir konuma gelmiştir. öyle ki, kürt hareketinin izlediği çizgi, toplumsal muhalefetin atılımında ya da geri çekilişinde baş faktör olmuştur.

    daha yakın zamanlara, gezi öncesine gelelim. şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: eğer öcalan’ın çizgisindeki pkk barış süreci yolunda adımlar atmasaydı, gezi hareketi olmazdı. kısacası, gezi isyanı, tc-kürt savaşının bir dönem için durması ve silahların susması, dolayısıyla içerdeki savaş geriliminin görece azalıp toplumun rahatlaması temelinde gelişebilmiştir.

    ne var ki, kürt hareketi, kendi ulusal çıkarları, kaygıları gereği gezi isyanına katılmadı. elbette kürk gençleri ve entelektüelleri bu harekette aktif rol aldı ama bir bütün olarak kürt hareketi ve pkk, isyanı kenardan izledi, doğrudan destek vermedi, hatta bazı sözcüleri zaman zaman bu harekete “darbecilik” suçlamasında bile bulundu. diyebiliriz ki, akp iktidarı gezi fırtınasından pkk’nın (ve öcalan’ın) bu kenarda durup izleme ve katılmama tutum sayesinde kurtuldu. eğer o gün kürt hareketi kendi taraftarlarını gezi isyanına katılmaya teşvik etmiş olsaydı bugün akp iktidarının yerinde yeller esiyor olacaktı.

    bundan sonra “barış süreci” veya “müzakere süreci” 2015 şubat’ındaki dolmabahçe mutabakatına kadar geldi. fakat bu arada kürt hareketi içinde yeni ve farklı bir unsur ön plana çıktı: hdp. hdp ve eşgenel başkanı selahattin demirtaş, toplumdaki akp iktidarı karşıtı potansiyeli görmüş ve seçimlerde başarılı olabilmek için “seni başkan yaptırmayacağız” sloganını ortaya atmıştı. pkk yönetimi, başlangıçta bu çıkışa olumlu baktı, çünkü bu sloganın, batı bölgelerinde hdp yoluyla kürt hareketine sempati toplayacağını onlar da görmüştü. fakat tahmin edemedikleri bir şey vardı. akp iktidarı, kendi iktidar amaçları için kürt hareketiyle uzlaşmaya çalışabilir ama bu hareketin kendi iktidarına tehdit haline gelmesine asla izin veremezdi. hatta böyle bir tehlike gördüğü an müzakereye falan da son verir ve “masayı” anında devirirdi. nitekim öyle oldu. bununla da yetinmedi. öcalan’ı tecrite aldı. çünkü öcalan “barış süreci”nin enstrümanıydı. bunu sona erdirdiğine göre, öcalan faktörünün çanına da ot tıkaması gerekiyordu.

    buna rağmen pkk, hdp’nin yürüttüğü kampanyaya engel olmaya çalışmadı, kampanyanın seçimlerde alacağı sonuçları izlemeye karar verdi. fakat bir yandan da seçimden sonra akp iktidarını yeniden masaya oturtmak için savaş hazırlıklarına girişti. bu, çok geniş çaplı bir seferberlik olmayacaktı. sadece iktidara, “masayı devirirsen ne olacağını gör” denmiş olacaktı. dolayısıyla bu, geniş çaplı bir bölgesel iktidar savaşı olmaktan çok, kısıtlı bir “zorlayıcı” savaş olacaktı.

    7 haziran seçimlerinin sonuçları pkk yönetimini bile şaşırttı. akp’nin seçimlerde bir darbe alacağını onlar da hesap etmişti ama tek başına iktidarı kaybedeceğini düşünememişlerdi. bunu bir tehlike olarak gördüler. neden? çünkü yıllardır benimsedikleri muhataplarını kaybetmiş oluyorlardı bu durumda. akp’nin yerine kim gelirse gelsin yeni bir muhataptı ve kürt sorunu açısından pek hayırlı muhataplar değildi bunlar. onlara göre akp, yine de belli bir yol alınabilecek, kürtlerle bağları olan bir muhataptı. dolayısıyla, açıkça söylemediler ama içten içe akp’nin yeniden iktidar olmasını arzu ettiler. yenilenen seçimleri bunun için bir şans olarak gördüler. diğer yandan hdp’nin, akp’nin tek başına iktidarına son veren %14’e yakın oy alan bir parti olarak parlamasından ve büyük prestij kazanmasından da hiç memnun olmamışlardı. kırk yıla yakın bir zaman içinde oluşan “savaş ağalığı” düzenlerinin bizzat hdp tarafından tehdit edildiği korkusuna kapıldılar ve politik planda hdp’ye karşı sinsi bir “yıpratma savaşı”na giriştiler. geçtiğimiz yılın yaz aylarında kandil’den gelen hdp’ye yönelik eleştirilerin ne kadar sudan ve haksız eleştiriler olduğunu görmemek mümkün değildir.

    diğer yandan akp iktidarı, 7 haziran’la birlikte büyük tehlikenin farkına varmıştı. hdp, basit bir legal kürt enstrümanı olmaktan çıkmış, toplumun özgürlükçü özlemlerinin, toplumsal muhalefetin merkezi haline gelmeye başlamıştı. ivme, müdahale edilmeden bu şekilde giderse, hdp oyunu %20’lere tırmandıran, toplumsal muhalefetin, yunanistan’daki syriza, ispanya’daki podemos gibi bir odağı haline gelecekti. böylece akp, toplumsal muhalefeti durdurmak ve yeniden tek başına iktidar olmak için kürtlere karşı savaşı başlatmaya karar verdi. şu hayatın cilvesine bakın ki, aynı kürt hareketinin legal kanadı akp iktidarını geçici de olsa seçimle alaşağı ederken, silahlı kanadı, savaşı kabul ederek ve kör gözüm parmağına, saçma sapan bir “özerklik” ve “hendekler” siyasetiyle 7 kasım’da akp’yi yeniden tek başına iktidarı getirdi. tabii bu siyaset aynı zamanda, hdp’nin yakaladığı, türkiye toplumsal muhalefetinin partisi olma şansını da berhava ediyordu. ankara’daki intihar bombalamalarıyla havaya uçan, sadece masum insanların bedenleri değil, aynı zamanda kısa bir dönem için özgürlükçü muhalefetin toplumsal örgütlenmesi konumuna yükselmiş olan hdp’nin bizzat kendisiydi de. hdp’nin özgürlükçü toplumsal muhalefet konumunu koruyabilmesinin tek yolu, pkk intihar bombalamalarına ve yürüttüğü savaşa kesin, net, ikircimsiz tavır almaktı. ne yazık ki, hdp önderliği bunun üstesinden gelemedi ve toplumsal muhalefetin merkezi olarak kendi ölümüne yol açtı. şimdi hdp’den geriye kalan artık, uysal bir bölgesel kürt partisinden başka bir şey değildir.

    ne var ki, akp iktidarının suyu, yürüttüğü baskı politikalarıyla ve kürtlere karşı savaşla ısınmaya devam etmektedir. akp iktidarına karşı tepki yükselerek ve artık öfke boyutlarına tırmanarak devam etmektedir. akp iktidarı dış dünyadan da tecrit olmuştur. devrilmesini sağlayacak bir kitle hareketinin objektif koşulları iyice olgunlaşmıştır. eksik olan iki şey vardır: birincisi, bu toplumsal öfkenin sokağa dökülmesini sağlayacak bir iradedir. ikincisi ise, güneydoğuda sürmekte olan savaşın sona ermesi ya da hızını kesmesidir. akp ve başındaki kişi bunu bildiği için savaşı tam gaz körüklemektedir. buna rağmen hâlâ bir şans vardır. bugün bile pkk tek yanlı ateşkes ve savaştan çekildiğini ilan etse, böyle bir politika akp iktidarını toplumsal muhalefetin sokak hareketiyle karşı karşıya getirecektir. akp iktidarını yıkmanın koşulu güneydoğu’daki savaşın tek yanlı olarak durdurulmasıdır. bu savaş dursa ya da en azından akp iktidarının saldırılarına silahla karşı konulmasa, o zaman toplumsal hareket kendi ihtiyacı olan iradeyi de ister istemez yaratacaktır.

    durum bu kadar nettir.

    savaşı durdurun! savaştan çekilin!

    toplumsal özgürlük hareketinin bu belaya son darbeyi indirmesine alan açın!

    gün zileli

    10 nisan 2016
    --- alıntı ---
  • islamofaşistlere karşı herkesi birleşmeye çağırmış;

    http://www.gunzileli.com/…7/sonlarini-ilan-ettiler/

    not:ben gelirim de hdp:pkk diyen ulusalcılar beni kabul eder mi acep?
  • yazarlıkta 50. yılını çanlaradlı son romanıyla taçlandıran yazar.
    `http://www.edebiyathaber.net/…ren-cevahir-gundogan/`
hesabın var mı? giriş yap