• ilk defası unutulmayan. 2003 yılında, van gençlik kampındaydım. bülent ecevit bir dünya para dökmüştü gençler kamp kamp gezsin diye. sonra ak parti kapadı tabii, haklıydılar da içkiler gırla gidiyor herkes sevgili yapıyordu. şimdi liseler için düzenleniyormuş sanırım bir kaç şehirde. tipik bir kamp son gecesi, biralar alınmış, çadırlardan da battaniyeler, güneşin doğuşu izlenecek plan o. nitekim izlendi de. ben hatta göle girmiştim, van gölünde güneşin doğuşunu izleyeyim diye. bir de muhabbet iyice boka sarmıştı.o zaman bilmiyordum belki 100bin kere daha uyanık olacağım güneş doğarken ve moralim bozulacak perdeden sızan güneş ışığını görünce, hasiktir yine güneş doğdu diye. uyanınca yeni bir gün olmayak. yeni günü yine eskittim. akşam üstü, ağzımda tütün tadı ve televizyonda bilmem ne birşey.
  • mutsuz bir insanı üzebilecek bir durum. daha farklı bir bakış açısıyla üzmekten öte üzülmesi gerektiğini hissettirecek bir durum.
    güneş eğer sizin hayatınızda o an yoksa ve bir süre daha doğmayacaksa ama siz bunu takmıyor veya hayata adapte olmuş şekilde devam edip güneşin varlığını ve yokluğunu aklınıza hiç getirmiyorsanız... evet tam da bu anda güneşin doğuşuna denk gelirseniz; hayatınız alt üstü olabilir... o güneş orda karşınızda doğarken kendi güneşinizin olmaması ve kapalı hava artık sizin için bir sorundur.

    karanlık zindanınızda ve karanlık öykülerinize geri dönebilirsiniz; hiç problem değil... kafanızı önünüze çevirip yine o tamamen siyahlara bezenmiş şarkı sözleri ve hayatın anlamı olarak kulaklarınızda her daim yer eden buruk melodilerinize sığınabilirsiniz. kahvenizi daha bir koyu yapıp her türlü propagandayı kendinize yapabilirsiniz ama... amabundan sonra hayat hala bu mudur eskiden veya uzun bir süredir inandığınız gibi... o güneş siyaha olan tutkunuzu sorgulatmıştır... hele ki bir de siz karanlık koridorların sonundaki, tek penceresi önünde sallana perdesi sürekli muntazaman çekili şekilde duran, dar ve kasvetli hücrenizde gecelere aşık bir şekilde zombi türünün örneği modunda yaşıyorsanız... o perdeyi her açtığınızda veya sadece araladığınızda arkada sizin olmayan veya olamayacağına inandığınız buna karşılık sizi büyüleyen o güzelliğin karşınıza bir kez daha çıkacağını bilerek dakikaları sayacaksınız. huzursuz olup hayatınıza adapte olmayacaksınız... siz siz olamayacaksınız bir daha... o güneş orda var hep olacak... izlemeyi çok isteyeceksiniz ama güneşin doğuşu mutluysan güzel... neşeli öykülerin sevgi ptırıcığı yazarıysan güzel, beyaz öykülerin ışıldayan kahramanı isen güzel... güneşi hücrene sokamayacağını bildikten sonra sadece ve sadece acı dolu..

    şimdi suç güneşte mi, onun doğuşunu bir kez de olsa izleme gafletine düşen siz de mi...

    o güneş öyle bir doğar ki siyah öykülerin kaleme alıcısı bir daha o güneşi unutamaz. unutamadığı için de o hüzünler onu bir daha mutlu etmez. ışıksa çok uzaktır ve gözleri buna hiç alışık değildir.
  • romantizmini bir turlu anlayamadigim olaydir.

    gunumuzde gunesin dogmasini hafta ici her sabah gormek zorunda olmayan insan ya universite ogrencisidir, dersini ekebilme luksune sahiptir yada tuzu kuru, yasamak icin deli gibi calismasi gerekmeyen bir yetiskindir. bunlar disinda eger isinizden yada okulunuzdan biraz uzakta yasiyorsaniz sike sike karanlikta kalkarsiniz, kahvalti yaparken yada ne bileyim kis donemlerinde servisteyken falan dogar gunes. siz de her sabah dunyanin yeni gune uyanmasini zorunlu da olsa izlersiniz. ozellikle kisin gunesi is yerinde batirirsiniz boylelikle evden karanlikta cikip karanlikta donmek durumu mevzu bahis olur ki moral bozmakta kombolarin kombosudur benim gozumde.

    hayatin gercegi bu. oyle vay soyle super, vay boyle duygusal, oy su kadar arindirici falan degil ulan.
  • kimilerine gore cok duygu yukludur, boyle "beni benden aliyor" tabiriyle tanimlanan bir hadise olmakla beraber bazilari icin hicbirsey ifade etmez. kimisi icin "ah gunesin dogusunu izledik muhtesemdi" anlamina gelse de mesela benim icin balik tutarken vuku bulur ve "bak gunes doguyor, 1 saat sonra balik falan kalmaz" anlamina gelir.
  • liam kardeşimin bir aralar ölmek amacıyla yapmaya kalkıştığı ve fakat sevdiceği tarafından ikna edilerek caydırıldığı edim..
  • hayatinda hic izlememis birinin mutlaka yapmasi gereken, insana yasadigini hatirlatan bir durumdur.

    az once gozlerinizle secemediginiz cevrenizin yavas yavas aydinlanmasi, az once hakim olan sessizligin ortadan kalkmasi, tenha sokaklarin tekrardan kalabaliklasmasi. insan bunlari izleyince bir garip oluyor dogrusu.
  • eğer geceyi çalışarak geçirdiysem bana inanılmaz bir ağırlık çökmesine, yok yeni uyandıysam içime inanılmaz bir çoşku yerleşmesine sebep olan eylem.
  • bazi zamanlar cok da keyif vermeyendir.
  • bulunduğumuz yer, güneşe uzaklık vs. sebeplerden dolayı gerçek zamanlı yapılamayan eylem. yaklaşık 8-9 dakika civarı bir gecikmeyle izliyoruz.

    (bkz: laga girmek)
  • on bir yaşlarında heves etmiştim güneşin doğuşuna. doğarken karanlığı gömüp alaca bir güne bakış atmıştım. bunun için türlü bahaneler geliştirmiştim ve artık bahanelerimin kronikleşmiş sonucu da uykusuzluk olarak adlediliyor ya da latince ne saçmalandıysa o. güneşin doğuşuna şahitlik etmiş aşkların da ömürlerinin uzun olacağını düşünürdüm vaktinde o da yalanmış tüm sanmalarım gibi. o günlerden sonra geçirdiğim her gün güneşi biraz daha az soktum hayatıma. hatta güneşi görmeden geçirdiğim haftalarım da oldu. metafor olarak pek hayatıma sokmamaya çalışıyorum. aslında güneşin doğumunu izlemek bir katliamın parçası olarak geliyor gözümün önüne keza güneşin batması da öyle. birbirlerinden intikam aldıklarını düşünürüm bunca zamandır ve bu yaptıkları savaşın sonucunun asla değişmeyeceğine inanırım ki değişmiyor da. bunu iyilik vs. kötülük olarak da algılayabilir ama çok derinlere de inmemek gerek.

    konudan bir hayli uzaklaşıyorum ama geçenlerde başımdan geçen bir olayı da anlatmak isterim. daha üç buçuk yaşında bir yeğenim var ve karşıma alıp sohbet etmeyi çok seviyorum. çocuklarla sohbet edilmeli kanımca çünkü henüz beyinleri olgular ve tabularla dolmadığından bizim düşüncelerimize oranla daha uç(ütopik) yanıtlar verebiliyorlar. aramızdaki sohbetin bir bölümünde de şöyle bir şey geçti. alp diyorum büyüyünce en çok ne yapmak istersin. güneşi yok edicem kanka diye cevap veriyor. tabi şaşırıyor insan böyle bir cevap karşısında ama çaktırmamaya çalışarak sürdürülüyor sohbet. peki güneşi yok ettikten sonra ne yapacaksın diyorum. alp bana dönüp daha güzel bir güneş yapacağım diyor. ben öylece kalıyorum ve sonrasında bu sohbet üzerine düşündükçe. iyilik olarak bunca yıldır adledilen güneşten de güzel bir şeyler olduğuna bir çocuk inanabiliyorsa buna insan da inanabilir. bu bağlamda şöyle bir şey var. ondan paraf yaparak bahsedeyim çok sıkıcı olmasın.

    insanların hayatlarının hep iyiye dönük olacağına inanmasından dolayı etraflarında bulunan tüm mükemmel iyilerin bir şekilde hayatlarından çıkması/çıkarmaları. bu bir yerde güneş örneğine benziyor. insanlar mutlak iyi olarak bildikleri şeyden daha da iyi bir takım şeyler olduğuna inanıyorlar ve bu algıları tamamen onları yönlendirici bir etki altına alıyor. bir de iyilik nedir sorunsalına gömülmek istemiyorum ama bahsetmek istediğim ekstra bir şey de insanların gece gündüz döngüsünden çıkardıkları bir şey var. o da kişilik ve davranışlarını beğenmedikleri insanları uçurumdan almaya çalışmaları. bu kendi canları pahasına olsa bile sürdürülebilen bir çeşit saplantı. bu uğurda kaç güneş katlettiklerinin de bir önemi yok onlar için. bu şekilde sarmal olarak doğum ve batım insan hayatına çeşitli etkiler getiriyor. neden bu başlık altında bunlar saçmalıyorum onu ben de bilmiyorum ama dökülüyoruz işte bir yerlerde. nerede öleceğimizi bilmediğimiz gibi.
hesabın var mı? giriş yap