• devlet politikası gereği tüm ülkede büyük bir eğitim hamlesi başlatılmıştır. yazıda bundan bahsedilmemiş.

    bu kalkınmanın en temel ayağını kırsaldaki her köye kasabaya ulaşıp zorunlu ve batılı eğitim uygulayan devlet politikası oluşturmuştur. cehaleti bitirince kalkınma da kendiliğinden geliyor.

    bizdeki gibi köşe başına imam hatip açarak bi bok olamazsınız.
  • işin sırrı şudur; ekonomi. her türlü gelişmenin, geliştirmenin ve ilerlemenin temeli ekonomiye bağlıdır. güney kore'nin bu grafiğini analiz etmenin yolu da yine ekonomiden geçiyor. hatta gelin şöyle diyelim; başarmanın nasıl mümkün olduğunu inceleyelim.

    çok fazla teknik yada detay vererek akıl karıştırma niyetinde değilim. her kesimden okuyan birisinin anlayacağı haliyle özetleyelim. bir şeyin başarılı olmasını anlamamız için önce başarı nedir oradan başlamalıyız. başarı, tdkya göre: "başarma işi, muvaffakiyet" olarak geçer. yani "bir işte elde edilen iyi, güzel, yararlı sonuç" anlamına gelir. o halde yararlı görülen her sonuç bizim için başarı demektir.

    peki bireysel, grupsal, kitlesel, yöresel, bölgesel, ulusal, uluslararası düzey başarılara nasıl ulaşılır?

    aslında sorunun içinde cevabını da görüyoruz. yapmak istediğimiz şey, üretmek istediğimiz değer-ürün-hizmet-nitelik, hedefi doğrultusunda şekillenir. bunu en iyi spor ile örneklendirebiliriz. bir takım sporunu ele alırsak daha iyi ilerleriz.

    mesela basketbol. bu sporda bireyin başarısı takıma başarı getirir. bireysel anlamda kariyer, gelecek ve daha büyük kulüplerde oynama başarıları sergileyebilir.

    ancak takım olarak olayı analiz edersek bu takımın ulusal düzeyde başarılı olması anlamına gelir. ulusalda başarılı olan takım bu kez ulusunu temsil etmek adına tüm ulusların başarılılarının mücadele ettiği uluslararası düzeyde mücadele eder.

    netice itibariyle uluslararası düzeyin gereklilikleri, zorunlulukları ve beklentileri yine düzeyden kaynaklanır. bu gerekliliklerin tamamını sağlamakta yine ekonomiden geçer.

    şimdi terse dönerek ilerleyelim.
    - uluslararası düzeyde başarılı bir kulüp, bu aşamaya nasıl gelmiş olabilir?
    + ulusal düzeyde başarı gösterecek kadar güçlü olarak.
    - ulusal düzeydeki başarı nasıl geldi?
    + yeterli finans gücü ve desteği ile oluşturulan güçlü bir takım ile.
    - güçlü takımın sırrı finanstan geçiyor yani?
    + sporcular bu işi profesyonel bir meslek olarak yapıyor. tıpkı diğer her meslekte olduğu gibi ana ölçek para kazanmaktan geçiyor. kısaca: evet.

    spor üzerinden örneklem yaptık. bunu ileri teknoloji üreten bir firmaya, yada nitelikli bir hizmet sağlayıcısı firmaya, yada çok fonksiyonel olmayan bir ürün üreten firmaya uyarlarsak sonuçlar bizim için yine aynı olacaktır.

    uluslararası düzeyde kullanıma sahip olacak ürünler, hizmetler üretebilmemizin yolu yeterli ekonomi ve desteklerden geçiyor. bir markanın bilinirliğinin artması, uluslararası başarı sergilemesi ve piyasada tutunacak düzeyde olması için çeşitli şeylere ihtiyaç duyulur. güney kore üzerinden konuşursak; samsung, kia ve hyundai. bu markaları çeşitli spor branşlarını takip edenler fazlaca tanıyacaktır. o kadar fazla türden reklamlar yapıyorlar ki reklama maruz kalmanın ötesinde aşina oluyoruz.

    nba yetenek yarışmasında kia-hyundai marka arabaların üzerinden smaç basmak, golf turnuvasında göletin içine yerleştirilen platonun üstüne kia marka araç koymak, forma sponsorlukları, saha kenarı sponsorlukları, dijital olarak "presented by" reklamları, futbol müsabakalarında kale arkasında aracın maç boyu orada sergilenmesi gibi çeşitli yöntemler kullanılıyor.

    söyleyeceğimi tahmin ettiğiniz üzere; bu reklamlar öyle bedavaya yapılan şeyler değil. tulumba ile su çekebilmek için önce su vermeniz gerekir. markanın kalkınması için bazı riskleri göze almak, markaya yatırım yapmak gerekir.

    eğer en az 1 kore filmi izlediyseniz, filmlerinde çok fazla kore ürünü görürsünüz. açıkcası dizilerini bilmiyorum ancak düz mantık yürüterek orada da aynı olduğunu düşünüyorum. yani yerliye teşvik.

    bizde olan ne peki? yok işte "x marka yerli ürün" almayın, böyle dandiklik olmaz, kalitesiz ürünler, daha çok elektrik tüketiyor, daha ucuza daha kalitelisi var vs. vs.

    ocak ayında amerika'da tüketici elektroniği fuarına katıldım. fuarda vestel ve arçelik standları vardı. orada ürünlerini tanıtıyorlardı. türkçe konuşan stand görevlileri görmek gurur vericiydi.

    sonra ne oluyor? evleniyorsunuz yada evinizde bir eşyanızın ömrü doluyor ve yeni alacağınız ürün samsung oluyor.

    sonra kore ekonomisi nasıl güçlendi oluyor. hayır, bu başarı ürüne verilen destekten ve sağlanılan ekonomiden kaynaklanıyor.

    çözüm: yerli üretimleri kullanmadan, yerli üreticilere destek vermeden uluslararası bir marka oluşturmak neredeyse imkansız. önce türkiye'de bu ürünler tüketilmeli ki bu markaların arkasında yerli ekonomi durmalı ki, firmalar korkmadan uluslararası arenaya saldırsın.

    şöyle düşünün; bu bahsettiğim reklamları finanse edebilmeleri için ürün satışlarının olması gerekir. eğer üreticilerimize yeteri kadar destek vermezsek hiçbir zaman bu düzeyde bir başarı sergileyemeyeceğiz.

    son olarak ekleyeceğim şey ise ileri teknoloji üzerine olacaktır. hammadde tüketimi yaparak üretilen her ürünün bize ekstra maliyetleri olacaktır. bu hammaddenin yurtdışından tedarik edilmesi, yan sanayi ve yedek parça üretimi, üretim işçiliği, depo ve lojistik maliyetleri ve fazlası olacaktır. ancak ileri teknoloji üretirseniz herhangi bir hammadde tüketiminiz olmayacağı gibi donanım kullanan üretimlerinizde de en fazla prototip üretmiş olacaksınız.

    sağlam bir fikir ile çok büyük bütçeler olmadan yapılacak işler patlamaz mı, fazlasıyla patlayabilir. ancak bunun dönüp dolaşıp geleceği yer; sürdürebilir ürün-hizmet sağlamak için yine sistemin ayakta kalması gerektiğidir.

    bu yüzden yerli malı alın. kullanın. kullandırın. izah edin.
  • haftada 7 gun calisarak yaratilan mucizedir bu ulke.
  • yazıda belirtildiği gibi serbest piyasanın emirlerini izlediği için değil,
    aksine yazıda da belirtildiği üzere devlet kontrolüyle vahşi kapitalizm dizginlendiği için mümkün olmuştur.
  • (bkz: finlandiya) ve (bkz: japonya) kalkınması ile ortak noktası (bkz: eğitim)dir. ama (bkz: rekabet), (bkz: inovasyon), (bkz: küresel) düşünme özelliklerini veren bir eğitim.

    ama sadece eğitim de yetmez, siyasi sistemin ekonomi üzerine getirdiği aşırı yük de engellenmelidir.

    1ncisi olmadığında adi bir diktatörlük, 2ncisi olmadığında çarçur olan kaynaklar yüzünden çuvallama ortaya çıkar.
  • yaptıkları şey eğitim faaliyetlerini hızlandırıp daha kaliteli hale getirmek diğer devletlerden almış oldukları tüm örnekleri süzgeçten geçirip kendi ülkelerine endekslemeleri ve çok kısa bir sürede bunun meyvelerini toplamaları kaçınılmaz olmuştur.iki günde bir eğitim sisteminin değiştiği ülkemizde ar-ge ye harcanan payın komik rakamlarda olması ve kaliteli üniversite kurulamaması ayrıca toplum zihniyetinin daha modern,meraklı ve uyumlu bir yapıda olmadıkça ancak başarı hayal olur ve evet başarı bizler için hayal ya da çok nadir rastlanan bir şey.
  • amerika birleşik devletleri'nin teknoloji hırsızlığı ve reverse engineering konularında müsamaha ile örtülü bir teşviğinin de olduğu söylenir ama...

    de niçin onlar?
  • nasıl yarattı tam bilmiyorum ama neyle yarattı biliyorum : (bkz: eğitim)
  • başlangıçta demokrasi ve özgürlükten ödün vererek.kore'de hale'n dahi umum yerlerde politika konuşulmaz, konuşulamaz!
  • benim aklıma ayla filmini izlerken gelmiş bir sorudur bu.

    savaş 1953’te bitti, nasıl böylesi bir refaha erdiniz bu kadar kısa sürede?

    şu güzelim seul'u nasıl böyle baştan yarattınız?

    (sorunun cevabını ararken araya türkiye kore kıyaslaması yapan grafikler serpiştireceğim.)

    hikaye 1953’te başlıyor

    kuzey-güney savaşı 27 temmuz 1953’te ateşkes ile sona erdiğinde altyapı ve tesislerin %80’i yok olmuş, mevcut fabrikaların büyük bir kısmı ise kuzey’de kalmış. ateşkesten sonra ekonomi harap durumdayken bu ülkeyi aldığı dış yardımlar ayakta tutmuş. kore ekonomi bakanlığı’nın verilerine göre ülke, 1953-1959 arası çoğunluğu abd’den olmak üzere 1,8 milyar dolar dış yardım almış.

    (bkz: https://biryerdeokumustum.files.wordpress.com/…=414)

    derken mayıs 1961’de bir darbe ile yönetim general park chung tarafından sağlanmaya başlamış. güney kore ile ülkemizin enteresan paralellikleri var; bilindiği gibi bizim yeni rejiimimizdeki ilk askeri darbe de mayıs 1960’ta gerçekleşmişti. enteresan bir şekilde iki askeri yönetim de ekonominin önemli bir problem olduğunu ve çözümün planlı kalkınma modelinde olduğunu düşünüyordu. güney kore 1962’de, türkiye ise 1963’te ilk beş yıllık kalkınma planlarını açıklamıştı. hatta ülkemiz konuyu o kadar önemsemişti ki hollandalı kalkınma uzmanı jan tinderberg danışılmak üzere ülkemize getirilmiş ve dpt’ (devlet planlama teşkilatı) kurulmuştu. iki ülkenin de kalkınma modeli ithal ikameci ve ihracata yönelikti.

    ilk beş yıllık kalkınma planları işletilmiş ve iki ülke de iyi bir performansla hedeflerine yakın sonuçlar elde etmişlerdi.

    (bkz: https://biryerdeokumustum.files.wordpress.com/…=350)

    ancak ülkemizde 1960’ların sonlarına doğru askeri yönetim siyasetin tekrar demokratikleşmesi için elini yönetimden çekmeye başladığında dpt’nin agresif ve kendinden emin tavrı yok olmaya başladı. chp kendi içinde bile planlama konusu ile ilgili ayrılıklar yaşıyordu. ciddi reformlar, alışılmamış uygulamalar… bunların arkasında durmak kolay değildi. yaklaşan seçimde chp planlamayı anlatmaya çalışırken demokrat parti’nin halefi adalet partisi (süleyman demirel) “bize plan değil pilav lazım!” diyerek halk nezdinde planlamanın altını oymaya başlamıştı bile. nitekim 1965’te ap tek başına iktidar olmuş, turgut özal da dpt müsteşarı olarak atanmıştı. ap iktidarı dpt’nin görevinin özel sektöre yön vermek değil desteklemek olduğuna hükmetmişti. planlama ankara’daki bürokratlardan istanbul’daki patronlara geçmişti. hangi sektöre destek sağlanacağı ekonomik bir vizyona, stratejiye göre değil özel sektörün kâr beklentisine göre belirlenecekti.

    (bkz: https://biryerdeokumustum.files.wordpress.com/…=251)

    işte güney kore ile paralel giden kaderimiz burada ayrışmaya başladı. çünkü darbeci general park (ki kendisi 1979 yılında bir suikastle öldürülmüştür) sivilleşerek siyasete devam etti ve arka arkaya seçimler kazandı. bu nedenle temel kalkınma felsefesinden ödün verilmeden planlamaları devam etti. bu felsefe devletin planlarla üretime müdahale edip kalkınmacı rolünü üstlenmesi üzerine kurmuştu. planlar sıkı sıkıya takip ediliyor, devlet güçlenmesini istediği ihracatçı sektörleri koruyor, sunulan hedeflere ulaşan şirketlere vergi kolaylıkları, ucuz finansman gibi ödüller sunuyordu. yani kontrol devlet babadaydı.

    hikayenin buradan sonraki kısmını plan bazında karşılaştırarak değil de iki ülkenin bu süreçte neler yapıp yapmadıklarına bakarak ele almaya çalışalım.

    güney kore neler yaptı?

    -1970’lerin başında saemaul projesi hayata geçti, böylece güney kore kırsal kesimin tüm altyapı çalışmaları tamamlanarak modernizasyonu sağlandı.

    -beşeri sermayenin arttırılabilmesi için gerekli eğitim yatırımları yapıldı ve bunun meyveleri emek yoğun (nitelikli insan gücü gerektiren, işçiliği yoğun olan) endüstrilerin gelişmesiyle toplandı.

    -devletin kendisi ar-ge yatırımları yaptığı gibi özel sektörün ar-ge çalışmalarını da ciddi anlamda destekledi.

    -1970’li yıllarda gemi yapımı, elektronik, telekomünikasyon, enerji ve kimya gibi sektörler için araştırma enstitüleri kuruldu (devlet 16 adet enstitü kurmuş). bu yıllardan itibaren de teknoloji yoğun sektörlere geçiş dönemi başladı.

    -ağır sanayiden ileri teknoloji ihracatına geçişte doktora ve master derecesine sahip elemanlar yetiştirilmek üzere ileri bilim ve teknoloji enstitüleri kuruldu.

    -devlet, dünya piyasasının gidişatına göre destek ve teşvik sağladığı sektörlerde güncellemeler yapıp, bu hamle kabiliyetiyle şirketlerini daima küresel rekabetin içerisinde tuttu..

    -ilk etapta taklit mal üretiminde dünyaya adını duyuran güney kore bu sayede birikimini ileri taşıyarak inovatif bir ileri teknoloji ülkesine dönüştü. (imitasyon devrinden inovasyon devrine)

    -devlet “chaebols” denilen az sayıda büyük şirketi/holdingi destekleyerek onları dünya çapında markalar üretmiş şirketlere/holdinglere dönüştürdü. daha sonraki yıllarda kobi ve diğer küçük işletmelerin bu devlerden korunması için ise gerekli yasaları, teşvikleri çıkartarak dengeleme çalışmaları yapıldı.

    işte o “chaebol”lar

    -tabii her şey güllük gülistanlık gitmemiş ülkede, general park’ın ölümünden sonra ülke dünyanın en borçlu 4. ülkesi haline gelse de planlı kalkınma disiplinine çok kısa sürede geri dönüp ekonomik sistemini tekrar sağlıklı bir şekilde işler hale getirmiş.

    (bkz: https://biryerdeokumustum.files.wordpress.com/….jpg)

    türkiye neler yaptı?

    -saemaul projesine benzer bir vizyonla köy-kent projesini tasarladı ancak hayata geçiremedi.

    -1980’lerde ihracatta sıçramanın işçi ve çiftçilerin ücretlerini düşürerek gerçekleştirileceğinden hareketle sendikasızlaşmış bu kesimin ücretlerini dramatik derecede düşürdü, böylelikle ucuz iş gücü avantajıyla bir ihracat sıçraması elde etti ama sürdürülebilir olamadı.

    -1980’li yıllardan itibaren kalkınma planları göstermelik olarak düzenlendi ve tam olarak uygulamaya konmadı.

    -devlet tarafından desteklenen sanayici, üretimine girmek istediği ürün ve girdilerin ithalatını yasaklatabiliyordu. özel sektöre ağır sanayi ya da yüksek teknoloji hedefi yerine güçlü bir biçimde korunan iç pazar sunuluyordu.

    -1971 yılında başlayan siyasi kriz ve istikrarsızlıklar güçlü irade gerektiren her türlü çalışmanın yapılamamasına sebep oldu.

    -kötü ekonomi yönetimi ülkemizi ımf’nin eline düşürdü, ımf ısrarla dışa açık bir ekonomi modeli karşılığında yardım önerince chp (bülent ecevit) karşı çıktı ve o meşhur yağ, şeker çay kuyruklarını da içeren darboğaz yaşandı.

    -24 ocak 1980 kararlarıyla planlamacılık tümüyle bırakılıp sistem serbest piyasa anlayışına terkedildi.

    (bkz: https://biryerdeokumustum.files.wordpress.com/….jpg)

    sonuç olarak;

    onlar eğitime yatırım yaptıkça biz yapamadık, onlar istikrarla planlarına devam ederken biz edemedik.

    onlar imtiyazlı aileler yaratıp dünya çapında markalar ürettiler, biz ise her yeni iktidarda yeni zenginler yaratıp onların keselerini dolduruşlarını izledik.

    onların 1980’lerde ulaştığı yüksek katma değerli üretim seviyesini 2000’lerde yakalamaya çalışıyoruz.

    onlar ithalat yasaklarıyla 1980’de renkli televizyon üretip ülke içinde sattırmazken, yabancı sigara içenlere vatan haini gözüyle bakarken (ülke içindeki her kuruş dövizin tekrar endüstriye yatırılması gerektiği bilinci) biz aynı yıllarda ekvator’dan çikita muz aldık diye ülkemiz refaha erdi, bolluğa ulaştı sanıyorduk. zaten 10 yıl içinde fark ettik ki ithalatımızı artık istesek de düşüremez hale gelmiştik.

    onlar 1977’de renkli televizyon üretemezken 1983’de çip üretmeye başlayıp uluslararası rekabete girişirken aynı yıllarda biz sokak olayları, askeri darbe ile uğraşıyorduk.

    (bkz: https://biryerdeokumustum.files.wordpress.com/….jpg)

    ha, onlar gecekondulaşmayla, çocuk işçilik meselesiyle, çevre sorunlarıyla uğraşmadılar mı? tabii ki, ama artık bir çoğunu halletmiş görünüyorlar. bugün türkiye’de bu sorunların hepsi katmer katmer olduğu yerde duruyor.

    bugün güney kore yetkililerin türkiye’de sıradan kabul edilen olaylar sonucu utanç duyup istifa ettikleri hatta yargılandıkları bir ülke.

    örnek 1

    örnek 2

    örnek 3

    örnek 4 (bizde her sene olan şey adamlarda istifa sebebi olmuş)

    örnek 5

    örnek 6

    dünya gazetesi’nden hakan güldağ’ın güzel yazısından bir alıntı ile bitireyim:

    “1980’lerin taklitçisi güney kore, bugün dünyanın en ‘icatçı’ en ‘yenilikçi’ ülkelerinden biri…
    ıbm makinelerinin sökülüp, parçaların kopyalanıp yeniden birleştirildiği ‘kopya’ bilgisayarların… nike ayakkabılarının ve louis vuitton çantalarının büyük miktarlarda seri üretiminin yapıldığı ‘korsan cenneti” güney kore, bugün, amerikan patent bürosu tarafından verilen patentlerin sayısı bakımından en üstte yer alan beş ülkeden biri…
    uzun söze gerek yok! nokia’nın microsoft’a satılmak durumunda kaldığı bir dönemde, apple ile samsung arasında dünya çapında süren nefes kesen teknoloji yarışını anımsamak, bugünkü güney kore’yi kavramak için yeterli…
    güney kore, bugün zarif cep telefonları ihraç eden bir ülke olmanın yanı sıra, insanları daha iyi beslenen, çok daha uzun yaşayan, çok daha az bebek kaybeden bir ülke aynı zamanda…”

    biz ise savaşta yanında yer aldığımız, o zamanlar yetim kalan çocukları için yetimhaneler açtığımız güney kore’den kia otomobil ithal edip onunla seyahat etmeye, lg marka bilumum ürün kullanmaya seyretmeye, haberleşme işini de samsung ile çözmeye devam ediyoruz.

    *yazıyı blog formatında kişisel blogumdan okuyabilirsiniz bu arada.

    (yazıdaki grafikleri aşağıda kaynak olarak verdiğim makalelerden ekran görüntüsü olarak aldığımı da belirteyim de laf söz olmasın)

    -pamuk, şevket, türkiye’nin 200 yıllık iktisadi tarihi, iş bankası kültür yayınları

    -http://dergipark.gov.tr/…wnload/article-file/195289

    -http://www.yildiz.edu.tr/…yinlar/planlikalkinma.pdf

    -http://www.acarindex.com/…/acarindex-1423868537.pdf

    -http://www.tepav.org.tr/…urkiye_icin_cikarimlar.pdf

    -https://www.dunya.com/…cizesini-nasil-yaratti/17518

    -http://www.mahfiegilmez.com/…re-ekonomilerinin.html
hesabın var mı? giriş yap