• yurt dışında yaşayan türkleri tanımlamak için herhangi bir kelimenin değil de gurbetçi ifadesinin kullanılması manidâr. ancak aslında gurbetçi ve gurbet kelimeleri sadece yurt dışında yaşayanları ve yurt dışını ifade etmez.

    gurbetçi ifadesi iki temel anlamda kullanılagelmiştir. birincisi, türkiye'deki iç göçle bilmem kaç kuşak yaşadıkları köyü, kasabayı, şehri bırakıp yabancı bir ortam olan şehirlere gelen insanlar, mesela istanbul'a gurbet demiştir. kendileri de gurbetçi oluyor haliyle. teknik anlamda doğru bir ifade. yani yaşadığı yeri bırakıp başka bir yerde yaşamaya başlayan insanların bu yeni yeri böyle tanımlamaları anlaşılabilir. ama nereye kadar? bir yıl, beş yıl, on, yirmi, peki ya altmış? kim gurbette peki? ilk nesil, ikinci, üçüncü, dördüncü? aynı durum yurt dışına işçi olarak gidenlerde de var ki onlar da gurbet ifadesini kullanan ikinci grup oluyor.

    artık kimse istanbul'a, ankara'ya, izmir'e gurbet demiyor. insanlar şehrin bir parçası olmaya başladı. köyüne, kasabasına giden-gelen var falan ama 60'ların gurbet havası, yabancılık hissi kalmadı çünkü zaten 90'lar ve 2000'ler boyunca şehirlerin hakim kültürü göç kültürüyle melezleşip kısmen lümpen yeni bir kültür haline geldi. yani gurbetçiler, gurbette çoğunluğu elde etti ve eskinin gurbetini kendi yerleri haline getirdi.

    bugün de hızlı değişim, dönüşüm devam ediyor. özellikle de sosyal sınıflar arası geçişkenliğin kolay olduğu türkiye gibi bir yerde bir süre devam edecektir. bu geçişkenliğin son örneği, dinci iktidarın kendi zenginini, burjuvasını (orta sınıfını) yaratma çabasıyla vücut bulmuştur. türbanlı genç kızların altındaki pahalı arabalar ya da çamlıca'daki, çukurambar'daki zevksizlik abidesi ama pahalı kafe ve restoranların muhafazakârların gözde sosyalleşme mekanları olmasıyla ya da boğazdaki yalıların ve lüks sitelerin sakinlerinin büşraların ve eymenlerin ebeveynleri ya da kendileri olmaya başlamasıyla cisimleşmiş ve görünür olmuş bir geçişkenlik. takdir edersiniz ki burada iyi işleyen bir sistem, çalışkanlık, yetenek, özetle liyakât değil, siyasi konjonktür belirleyicidir. zaten bu geçişin bu kadar kolay olmasının nedeni de bu. insanlar biliyor ki çalışıp çabalayıp kendini geliştirerek değil, birilerinin uydusu olarak daha rahat bir hayat mümkün (o da bir sonraki hakim gücün iktidarına kadar tabii). yurt içindeki gurbetçiler, 1950'lerden 2000'lerin başına kadar yaklaşık 50 yılda sistematik olarak ağırlıklarını ve etki alanlarını artırarak göç ettikleri yerlere hakim olmakla kalmadı, ülkenin tamamını etki altına alma yolunu açan siyasete ve kurumlara da hakim olarak gücü tam anlamıyla ele geçirip gurbetçilikten sahipliğe evrildi. çarpıcı ve akılda kalıcı bir örnek olduğu için yazıyorum: 1990'larda mecliste grup toplantısında çiğ köfte partisi yaparken, kıvamına gelip gelmediğini anlamak için köfteyi tavana atabilen vekiller lümpenleşmenin nadide örneklerindendir.

    ama yurt dışında (gurbet bağlamında belli başlı avrupa ülkelerini anlayın) işler bu kadar kolay değil. orada sosyal geçişkenlik bu kadar kolay ve hızlı olmuyor ve işçi olanın işçi ölmesi, türkiye'ye nazaran çok daha olası. üstelik belli bir seviyenin üstüne çıkmak için, mesela boş gezenin boş kalfası kızına oğluna ve hanımına ayrı ayrı cip almak için, aidatı bir ortalama ev kirası olan lüks sitede sabah yürüyüşü yapmak için gerçekten çalışmak ve bir değer üretmek gerekiyor, kamu ihaleleriyle köşeyi dönmek veya bu ihalelerin beşinci taşeronu olarak bile işin birkaç katı kâr etmek mümkün olmuyor. rekabet var ve kültürel ortam türkiye'deki gibi göçmelerin hakimiyetinde şekillenmiş bir kültür değil, büyük şehirlerde çok daha köklü bir kent kültürü var ve insanlar çocuklarını bu ortama uyum sağlayacak şekilde yetiştiriyorlar. kültür dinamik bir kavram olduğu için zamanla dönüşüyor elbette ama örneğin türkiye'deki gibi hızlı ve kaotik bir lümpenleşme yok. daha doğrusu o geçiş yüzyıllar önceeden başlayarak zamana yayılarak olmuş. yani hakim kültür istendiği gibi eğilip bükülemiyor, daha talepkâr ve dışlayıcı.

    bu karşılaştırma gurbet kelimesinin önemini anlatmak için gerekliydi, en azından bence. mesela almanya'da doğup büyüyüp yaşayan bir insanın kendine gurbetçi demeye devam etmesi, kendisini hâlâ o çevrenin ve toplumun bir parçası olarak göremediğini de ifade ediyor. bunun nedeni ailesinden kalan kültür de olabilir, kişisel bir içe kapanma da olabilir, çevresel etkileşimin topluluk içiyle sınırlı olması da olabilir. ancak sonuç değişmez. almanya'da doğan büyüyen ikinci, üçüncü ve hatta artık nerdeyse dördüncü nesil bir türkün kendini "gurbetçi" olarak görmesi bence bir sorundur. almanlaşmadı diye değil. alman toplumunda kendine uygun bir yer bulamadığı ya da yaratamadığı için. daha da ötesi, gurbet kavramını kendi ahlaki sorunlarını örtmek için kullanmasıyla bir sorundur.

    bir gurbetçinin, örneğin türkiye'deki bir siyasetçi çıkıp alman siyasilere "laf soktuğunda" bundan haz alması, kendine daha uygun bulmaya devam ettiği, nasıl oluyorsa artık muhafazakâr liberalizmle başlayıp milliyetçi islamcı kapitalizm bulamacıyla ordan oraya savrulan, sürekli mağdur ve mazlum olan bir siyasi akımı (akp), ülkeyi felakete sürüklemesine rağmen göklere çıkarması ve bu felaketi yaşatmaya devam etsinler diye üşenmeden bu akıma oy vererek destek olması falan hep bu gurbet kelimesinde ifade bulan, aidiyet ve bölünmüşlük hislerinin marazi bir dışa vurumu. bunu ilk bir-iki kuşağın yapması, alman devletinin göçmenlere karşı takındığı haksız tutum ve alman toplumunun lafta kalmış multi-kulti akımına pek yüz vermemesi ve zaman zaman göçmenlere günlük hayatı bile dar etmesi nedeniyle çok çeşitli haklı sebeplere dayansa da sonrakiler içinde bir grup için bir sorunun işaretçisi. bu grup, sistemin açıklarını ve yumuşak karnını bularak önü sömürmek isteyen grup.

    ırkçılık, ayrımcılık, yetersiz sosyal politikalar, almanya'nın yabancı işçileri bizzat davet ederek etinden sütünden yararlanıp posasını geri iade etme planlarına dayalı bir sömürü düzeni kurması diye devam eden bir dizi eziyet ve haksızlığı bizzat tecrübe edenler ilk birkaç kuşakken, bugünkü görece genç kuşaktan bu psikozla yaşamaya devam eden çok sayıda insan olması, kapalı devre bir topluluk düzeninde devam edildiğini gösteriyor. ancak yine burada da bir tuhaflık var çünkü bu kapalı devre düzene rağmen, aynı insanlar kendileri için iyi olanı tespitte zorlanmıyorlar ve allah'ın puşt gibin ibne gibin sosyal demokratlarına, yeşillerine oy veriyorlar çünkü onların politikaları daha ılımlı ve her kesimden insanı kollayıp korumayı hedefliyor. gerçekten ihtiyaç duyduğu için değil de paraya ulaşmanın daha kolay bir yolu olduğu için sosyal devletin etinden sütünden faydalanıp verdiği zarar nedeniyle sosyal devletin tartışmaya açılmasına neden olduğunu anlayamayanlar da aynı kesim. yine bu aynı kesim, bir parçası olmaktan çok uzak olduğu türkiye'ye bir tasavvur şeklinde bakıp ülkeyi kendi arada kalmışlığından kaçacağı bir liman gibi görüyor. aslında sadece hayal ettiği bir türkiye var. zihinsel olarak ait olduğu yer aslında sandığı ya da olmasını arzuladığı yer değil. türkiye o kadar hızlı değişip dönüşüyor ki istese de anlayamaz zaten. ama anlarmış gibi davranıp kendi arzuladığı hayali türkiye'yi, bizzat o kaosun içinde yuvarlanan yerleşik türklere anlatmaya ve onları kendi fantazi türkiyesine inandırmaya çalışıyor. seçim zamanı almanya'dan gördüğü türkiye'yi överken, türkiye'de iktidarı ve iktidarın büyüttüğü parazitleri beslemekten bir sıkımlık canı kalmış, fakirlikten besin maddesi diye kimyasal maddelerle beslenen, geleceğe dair plan yapmayı bırak, gelecek tasavvuru bile kalmamış insanlara, aslında cennetten bir köşede mis gibi bir hayat yaşadıklarını anlatmaya çalışan ateşli tayyipçi gurbetçilerin videolarını izlerken hayal dünyalarında yaşattıkları ve artık bir parçası olamadıkları bir ülkeden bahsettiklerini fark ediyorum. riyakarlığın bundan daha yüksek çözünürlükte bir resmi olamaz.

    almanya özelinde, üniversite eğitimi alma konusunda türk kökenli insanların en düşük orana (1/5) sahip olması, siyasette nüfusa oranla çok az türk kökenli almanın bulunması, türklerin kurduğu siyasi partilerin bile akp etkisinde olması ve kendilerini türkiye'de dönen siyasete endekslemeleri çok iç karartıcı. biraraya gelmek yerine yüzde 0,5'lik oy oranlarında gitmelerine rağmen yeni partilerin kurulması, meselenin siyasi temsilden ziyade güç çekişmesi olduğunu düşündürüyor. bu insanların gurbet kavramından kendini sıyıramamış, kendini içinde bulunduğu ortama göre inşa edememiş insanlar olduğu sonucuna varıyorum. elbette parmakla gösterip siz beceremediniz demeye çalışmıyorum. bu tek taraflı ve yanlış bir bakış olurdu çünkü alman devletinin, siyasetçilerin ve toplumun da tonla hataları oldu, olmaya da devam ediyor. mesele, sorunların çözümü için hangi tarafın daha az çaba harcadığının tespitinde düğümleniyor. bunun cevabını ben veremem ama üçüncü-dördüncü nesil türk kökenli alman vatandaşları arasında yapılacak geniş kapsamlı bir araştırmanın pek çok soruya cevap vereceğini düşünüyorum. hoş, almanca olduğu için muhtemelen benim haberimin olmadığı bu tür araştırmalar da vardır. aynen türkiye'de olduğu gibi almanya'da da türk kökenli insanlar arasında sürekli büyüyen bir uçurum olduğu, bir kısmının sunulan imkanları değerlendirip kendini gerçekleştirme sürecinde ilerlerken, bir diğer kesimin de çok çocuk, sosyal yardımlar, dar çevre ve toplumla minimum etkileşim şeklinde bir dünyada kaldığını görmek zor değil.

    konuyu çok dağıttım, toparlama zamanı. varacağım nokta aslında şu: gurbet ve gurbetçi kavramının artık türkiye'nin iç göç dinamikleri ile ilgili kullanılmıyor oluşu ve yurt dışında göçmen nesilleri arasında "bazı" gruplarca kullanılmaya devam etmesi bana anlamlı geliyor. herhangi bir bilimsellik iddiam yok, sadece düşünme sürecimin vardığı noktayı ifade etmek istiyorum.

    yaklaşık 50 yıllık bir süreçte, çoğunlukla fakir ve ekonomik olarak nispeten geri kalmış bölgelerden ülkenin bir yarısı diğer yarısına göç etti. neredeyse eş zamanlı olarak, bezner bir profil avrupa ülkelerine göç etti. türkiye'nin iç göçe yaklaşımı ıslah edici ve çözüm üretici olmaktan ziyade çıkar odaklı olunca, göçün getirdiği toplumsal sorunlar siyasi pazarlık konusu olmaya başladı ve oy karşılığı yapılan her türlü kanunsuzluğun, işgalin, haksız kazancın gözardı edildiği bir ahlaki çürüme sürecine girildi. bugün ulaştığımız nokta, bu ahlaki çürümenin sonucu yok olan toplumsal prensiplerdir. siyasetle pazarlık gücüne ulaşan ama bunu sadece kişisel çıkarları gözeterek yapan göçmen grupların sayısı iktidarı belirlemeye yeter sayıya ulaşınca, imar affı, işgal edilen kamu arazisine tapu verilmesi, vergi kaçırmanın affedilmesi falan filan diye giden talepler ve vaatler silsilesiyle korkunç bir başbozukluğa neden oldular. kısa yoldan zengin olma, sınıf atlama, köşeyi dönme, voliyi vurma falan gibi tonla deyişi dolaşıma sokan bir değişim sürecine girildi.

    bu sürecin sonunda, türkiye kuruluşundan itibaren hedef olarak belirlediği hukuk devleti olma idealinden uzaklaştı ve ilginçtir siyaset eliyle gelen bir tür anarşi dönemi başlatıldı. burada anarşiyi siyasetbilim terminolojisindeki anarşizm ile bağlantılı kullanmıyorum, devlet kurumlarının kural koyucu rolünün bir öneminin kalmaması, başıbozukluk anlamında kullanıyorum. bizzat siyaset eliyle oy karşılığı belli grupların başıbozukluğu normalleştirilmiş ve ülke vatandaşları arasında eşitsizlik derinleştirilmiştir. bunun yegane amacı da siyasi liderlerin ve partilerin kendilerine bağlı oy verenler cemaatleri kurmak istemeleridir. bugün geldiğimiz noktada akp'nin yegane başarısı, 80 küsur milyonun yarattığı kaynakla kendi oy veren cemaatini yaratması ve beslemesidir ki sanıyorum bu durumun nasıl bir felaket olduğunu izaha gerek yok. işte yurt içinde gurbet ve gurbetçi kavramlarının silinmesinin nedenlerinden biri de bu grupların ülkeye hakim olması, yönetim araçlarını ele geçirip kendi kültürlerini dayatması ve sonuç olarak yerini yurdunu terk edip yabancı bir yere gelen bir garipten, geldiği yerin sahibi olmaya uzanan değişim sürecidir. ayasofya'sından taksim'de camisine kadar hemen her meseleyi fetih bakış açısıyla düşünmelerinin nedeni de bu gurbet bakışı. elbette bu gözler asla doymuyor ve bu içerde bir yerde enfes almaya devam eden gurbetçi formasyonu hayatın her alanına kendi bakışını yerleştirmek istiyor.

    türkiye dışındaki ülkelerde doğup büyüyen, eğitim alan, çalışan vs. ikinci ve üçüncü kuşak türk kökenli insanlar arasında, kendisini bugün bile "her şeyden önce gurbetçi" olarak tanımlayan grupların, bu kavramı artık türkiye'deki muadillerine duydukları özlemin bir nişanı olarak kullandıklarını düşünüyorum. içinde bulundukları toplumları dönüştürmeye gücü yetmeyen bu grupların, fırsatını bulsa, türkiye'de olduğu gibi, o toplumlara kendi dünya görüşünü uzlaşma ve orta yol aramaksızın dayatmaya hazır eskinin yerli gurbetçileriyle aynı zihin yapısında olduğu sonucuna varmak çok iddialı olmaz gibi geliyor. bu insanlar kelimenin on yıllardır kullanılagelen anlamında gurbetçi falan değil. gayet gözü açık ve ne olup bittiğinin farkında insanlar. türk kökenli olup da eğitimle, kariyerle uğraşanları enayi olarak görenler de bunlar. kağıt üstünde çalışmadan, kaçak çalışarak, sosyal yardımlarla çocuk yardımı vs. diye aylık kazancını artırdığını düşünenler de bunlar. nihayetinde, bunlar için gurbetçi ve gurbet kavramı artık gerektiğinde kullanmak üzre mağduriyet kozu olarak cepte hazır bulundurulması gereken bir aletten öte bir şey değil. tipik bir şekilde kullandıkları kavramın içini boşaltıp kendisini gerçekten gurbette gören, yabancılaşmayı iliklerine kadar hisseden insanları da güvenilmez hale getiriyorlar.
  • göçtüğü ülkede sol, türkiye'de ise sağ partilere oy verendir.
  • iki sene sonra sokak ortasında tekme tokat dövülürlerse hiç şaşırmam.

    vatandaş ayar oldu bunlara, saçma sapan röportajlar yapıp göze batıyorlar.
  • viyana'da bunlardan bitanesi dönercide oturup tombul şişe efes içerek bana şu efsane özeleştiriyi yapmıştı;

    "bizim burada avusturya'lılara yaptıklarımızın onda birini onlar bizim memleketimize gelip yapsa her gün en az 10 tanesinin boğazını keseriz. bize iyi dayanıyorlar."
  • cogunlugu psikolojik acidan iyi durumda degildir. gelin beraber bakalım nedenlerine.

    oncelikle bu anlattıklarım belirli bir gurup icin gecerlidir .yuzdesini bilemicem , sallamakda istemiyorum ama yuksek bir oran diyebilirz. istisnalar kaideyi bozmaz, ama gercekleride kalp kırmıcaz moduyla sekle sokmamka lazım. bunlarda benim gerceklerim , begenen alır , begenmeyen almaz.

    simdi efendim bendeniz belçika dogumluyum ve vakti zamanında goc ettik buraya. tum akrabalarımda yurtdısında ve adi gurbetci ile tescilli bir memleketim var. simdi bu hastalıklı durum hakikaten gercek. ne benim bok atmam , nede orneklem uzayımın darlıgından kaynaklanan bir hata. gurbetci cocukları cok komplekslidir. turkce konusmazlar buyukluk havasi vermek icin , coguda kopek gibi turkce konusur ama hic belli etmezler. yolda yururken bagira bagira gavurca konusunca kendilerini bi bok zannederler. cogunun giydigi yandan cıtcıtlı adidas esofmanlar- cogu taklit tabi- ve boyunlarında ki altın zincirler. her an kavgaya hazir bi halleri vardır , ustlerinde bicaktan tutunda spreye kadar, catapattan tabancaya kadar bilumum malzeme tasirlar. bundan 10 sene once bruce lee sopaları meshurdu(nancuko deniyodu bizim orda ama literaturdeki adını bilemicem). artik durumu simdi siz dusunun. cogu esrar cekmistir mutlaka , ve bunlarında cogu hala cekiyodur. zaten paparoz denen esrarli sigara cok yaygın olarak kullanılır bunlar aralarında. memleketlerinde gordukleri herkesi asagilama gibi bi halleri olur cogu zaman. he bu asagilamanın derecesi vardır , bazıları az asagilar bazıları cok. ama mutlaka hepsinde bi yukseklik tribi vardir. adamın babasi tuvalet temizler orda, burda o soylemek istemez ne is yaptıgını. bozcak ya karizmayı sanki babası tuvalet temizleyince , amcam uydurur kafadan bisey. ben burda soyluyorum iste, benim babam binalarda temizlik gorevlisi olarak calisti bayagi bi sure. ne utanıyosun dumbuk, yada ne fabrikator cocugu havasina giriyosun insan bozmasi? velhasıl efendim , bu insanların cogunun bir ilişkiyi yurutmekte eksiklikleri vardır. cok simarik yetismişlerdir. he bunun cesitli nedenleri olabilir , mesela orda insan yerine konmamıslardır yıllarca. oradaki kulture adapte olamamıslardır. bu durumda aile ne yapmıstır? , ya serbest bırakmıstır cocuklarını takılsınlar gavur gibi olsunlar dusuncesiyle , yada kapı yuzu gostermemişlerdir. birinci şık geneli itibariyle agirlik gostermektedir. kızların cogunlugu is sahibi olamamıs , kuafor, hali , sekreterlik veya kendi dukkanlarında calisma gibi sektorlere dagilmişlardır. ama cogunlugunda egiitm eksikligi goze carpar. evet bende biliyorum bu kadar cehalet ancak tahsille mumkundur ama bunlarda cidden bi eksik var. yada sosyal ilişkiler acisindan bakalım. simdi bu adamlar 60 li yıllarda gitmişler , 70 li yıllarda takılıp kalmışlar. orada hayatlarını idame ettirecek bilgi birikime sahipler o kadar. alisverisi ogrenmisler , metroya , otobuse binmeyi , gavurcayı ve gavurların bazı hareketleri neden yaptıklarını. sonrasinda ogrenme dugmesini kapalı konumuna getirmişler. erkekler icinse durum daha vahim. sabah aksam sokakta surtmusler , ceteler kurmuslar , cogu bolgenin suc makinesi haline gelmis. hapsihanelerde bi suru turk var. bu cocuklar resmen suclu bir ortama dogmuslar gibi direkt suca kanalize olmus durumdalar , direkt suca demeyelimde direk toplumun uzagina diyelim. tabi sucda toplum kurallarının merkezine uzak bir bolgede yeserdigi icin elimizde suc dosyası kabarik insanlar oluyor. he sonra psikolojileride saglam degil. nedir mesela, adamlar surekli kendilerini eksik gormusler , gerci gercektende eksiklerdi yıllarca. surekli ezilmişler , sonucta insanoglu burdada aynı ordada aynı. kendinden garibini gorunce ezmis belcikalılar. ama sunu soylemek lazım , bizimkilerin bazıları getto kulturunu abartarak , medeniyetten uzak hareketlerle , turkiyede yasanmayan sacma sapan hareketleri orda uygulamaya kalkarak kendilerini de rezil etmisler , cocuklarınıda etiketlemişler. bu erkekler surekli body salonlarına atmıs kendini , burda vucutlu ve daracik bi body icinde gorunce kendilerini bi bok sanmıslar , he buradaki halk da onları bi bok sanmıs olacak ki bu duyguları bayagi bi beslenmis bayagi bi kabarmıs. malumunuz para cok onemli bir gercek hayatta. bu adamlarda da para var ya , cogu kendini kral zannetmis , herkesi ve herseyi satın alabilecegini zannetmis. orada 20 yıllık kredi alıp ac agzindan akan salyasıyla beraber bi araba almıs gelmiş turkiyeye. burda da goren kral sanıyo. daha dun arabayi tamire goturdum , bi almancıda arabasını getirmiş mekana. anlatıp duruyo , la soyle yaptım la boyle yaptım , turkiyeye sunları ithal ediyorum , sunları boyle satiyorum diye. bir suru de adam var bu kesikciyi dinleyen , adam anlamayınca ne yapsın garibim, almancıyı bi sey sandilar. adamın dediklerinin ozeti su , adam sac dogramacı bi fabrikada. firmada su tankı falan yapıyo demirden sonra turkiyeye ithal ediyo. herif bi anlatıyo ki zannedersiniz fabrika bunun. ben sacimi atarım makineye , sonra gider dolasirim diyo. kaportaci abi soruyo ordan peki ustabasi yokmu bisey demiyo mu diye. adamda ki cevap su :" ustabasi hic bi halt yiyemez, o agzini bile acamaz. kimle ugrastigini bilir." ya bu laf yakısıyo mu birine? yani adamın hareketi su : kendini bi halt mıs gibi gostermek , kesip durmak , para var imajını saglama almak , fors tribi cekmek. bu bi ornek . bir suru sekil var boyle. zaten aile ici iletisim cogunda kotu. zaten bu mantikla hareket eden bir toplulugun nasıl birarada olması beklenir ki? evliliklerin cogu da bu yuzden gecici oluyor. daha baska baska bir suru davranıs var efendim burda aciklamaya ne vakit yeter nede kafa. mesela yaslı gurbetcilerin psikolojileri farklıdır genclerin. yaslılar daha bi memleket hasreti icerisnde olurlar, turkiyede oleyim sevdası kaplar bunları gelip burda daha bi ev almamıslarsa eger bi ev alırlar hemen , sonra icini son moda aletlerle donatirlar. ama pek bi cimri olurlar sonra. cocuklarıyla mutlaka kavgalı olurlar, en azından biriyle. mutlaka bi miras kavgası vardır aralarında, veya cocukları hayırsız cikmistir. anasını babasını kapıya koyup memlekete gonderen mi dersiniz , memleketteki ailesine gram yardımda bulunmayan mı dersiniz , bir suru cesidi vardır bunların. demek istedigim anlat anlat bitmez. tekrar hatirlatmak isterim ki bu anlattıklarım bir gurup insanı tarif etmektedir. bu orneklerle alakası olmayan bir suru insan , bir suru aile vardır. ama ben bunların hepsine istisna gozuyle bakarım o ayrı.

    (ara: gurbet*) yaparsanız konuyla ilgili islenmis bir suru baslık goreceksiniz.

    efendim bu konuya belcika vatandasligi basligindan geldigimizi belirtmek isterim.

    edit : bu arada cem uzanı bunlar zengin etmiştir. dovize yuksek faize kurban gidenlerdir bunlar.
  • almanya'da milletin içinde türkçe konuşur, türkiye'de milletin içinde almanca konuşur. yahu birader manyak mısın, derdin ne? ondan sonra ben neden dışlanıyorum; türkiye'de alman'ız almanya'da türk'üz. e işte bu aptal saptal huyların yüzünden böylesin arkadaş. türk insanının en kötü özelliklerini al, alman insanının en kötü özelliklerini al; aha işte sana gurbetçi, alamancı artık her ne diyorsan işte ona. şimdi illa ki biri çıkıp genelleme yapmayın diyecek. bu lafa cevap vermek istemiyorum. öküzlük iliklerine kadar işlemiş oluyor çoğunun, mesela adamlarda sıra diye bir kavram yok bu en basit örnek. hani insanlar arka arkaya dizilmiş birşey bekliyorlar falan bu durum ona birşey ifade etmiyor. saç stili, giyim kuşam konusuna girmiyorum bile. burada tabi ki en büyük suç o insanları yetiştiren ailelerde. ne insanlar tanıyoruz; adam kendi aile değerlerini öğretmiş üstüne bir de avrupa'nın iyi yönlerini eklemiş. adeta kayıp bir nesil.
  • halk arasında tamamı "alamanci" olarak nitelenen, ekmek parası ugruna, yurt yurt dışında çalışmış, buyuk kısmı ekmek parasından fazlasını kazandıgından ulkesıne gerı donunce, akrabaları ve arkadaşları tarafından yolunacak kaz muamelesı görmüş ınsanlarımız
  • iki gurbetçi türkiye'den kalkan aktarmalı uçakta karşılaşır, tanışır ve kaynaşırlar...

    -nereye gidiyorsun ?

    -amsterdam, ya sen ?

    -göteborg !

    sonra uzun uzun gülüşürler. işte böyledir gurbetçilik.. kendine has ayrıntıları kendine yabancı bulduğun yerde yaşatabilmektir..
  • hayatları yalan olan insanlar topluluğu.

    ben bu topluluğu bizzat yerinde gidip gördüm. yaptıkları üçkağıtları ağzım açık izledim.

    en basitinden yüzde 90'ı kazandığı parayı devlete minimum göstererek siyah (kaçak) çalışır. böyle yapmalarının sebebi aldığı sosyal yardımların kesilmemesi ve vergi kaçırmaktır.

    yaşadığı ülkede sol, demokrat partilere oy verirler ama burada gavura basar gibi mührü akp'ye basarlar.

    hemşeri hemşeriyi gurbette siker sözü boşuna değildir. birbirlerini ne kadar dolandırırlarsa bunu kar sayarlar. kendinden olanı sevmezler, başkasının oraya gelmesini istemezler.

    çoğunluğu eğitimsizdir. çocuklarını okutmazlar. 20 sene boyunca yaşadığı ülkenin dilini öğrenemeyen tipler gördü bu gözler.

    arabayla gelmelerinin sebebi ise gösteriş değil başta belirttiğim kaçak çalışma mevzusu. vergi kaçırarak kazandığı parayı orada bankaya yatıramaz, harcayamaz, özetle sisteme sokamaz. çünkü yaparsa eğer devlet fark edip hemen tepesine çöker. e napacak bu parayı? tabi ki türkiye'ye sokacak. şampuan şişesi, kahve tenekesi ne bulduysa içine basar ve yola çıkar. birçoğu sırbistan'da sınırı geçerken parayı yakalatır. sırbistan'da bu paraya el koyar. ya da rüşvetle işi çözmeye çalışırlar.

    avrupa'nın bunların götüne tekmeyi basmamasının sebebi ihtiyacı olmasıdır. nerede siktiriboktan iş varsa bunlar yapar çünkü.

    not: işbu entry şark kurnazı gurbetçileri betimlemek için girilmiştir. dürüst, işini layıkıyla yapan, yaşadığı ülkeyi sömürüp vatan millet sakarya muhabbeti yapmayan, namuslu kişiler üstüne alınmasın.
  • benim gördüklerimin çoğu kendi vatanının insanlarını, kendi dillerini, kültürlerini aşağılayan, ne buralı, ne oralı olabilmiş, iki kültüre de adapte olamamış, ancak cakma yabanci olma hevesinde ama arada kalmış, ego sorunu yaşayan ve maalesef edepsizligi modernlik sanan insanlar. en buyuk hakaretlerden biri de ingilizcen turk gibi...oysa cinliler gururla cin-ingilizcesi konusuyolar, daha onlar gibi olacam diye stres icinde agzini yuzunu buzen asyali gormedim...sonra gelip burada türklere değer vermiyorlar diye yakıniyorlar e kardeşim sen kendine, kendi vatandaşına, seni sen yapan kendi değerlerine, tarihine, gelenek, göreneklerine değer vermiyorsun ki onlar nasıl deger versin...velhasıl yurtdisinda türk olmak zor zanaat...
hesabın var mı? giriş yap