• bir röportajında teomanın söylediğine göre, 5 dakikada yazdığı şarkı.
    amk ben 5 yıldır sindiremedim.
  • sozlukteki genel kaninin aksine "bak bak bak bak" kisminin icten ve bir o kadar da ic yirtici, hatta bir adim daha ileri giderek en guzel kismi oldugunu dusundugum sarki.
  • askerde olmadiginiz her gun guzeldir.
    kiymetini bilin
  • kabul edilmelidir ki, çehov'un konuyla ilgili sert bir tavrı var.

    ''...ne kadar harika bir gün.
    çay mı demlesem , kendimi mi assam karar veremiyorum...''
  • şu denizler olmasa,
    vapurla bir kıyıdan karşı kıyıya geçmek,
    martılara simit atmak,
    rüzgarın okşaması bir yanağı,
    geçit töreniyle vapuru ve yolcuları karşılayan karabataklar olmasa,
    sıcak bir çay,
    bir sağa bir sola yatmak beşikte sallanır gibi
    ve kulağımdaki şarkılar...
    **
    güzel bir güne uyanmak da oluyor arada. güzel bir gün mü uyanılan, güzel bir uyanış mı bir güne, pek de bilinmiyor açıkçası. şirketteki kızlara da söyledim, ''güzel bir gün ölmek için'' dedim, gülüştüler. güzel bir gündü oysa. aklıma gözümü açtığım an düşen eski sevgili bile karartamadı bu günü. yenisi ne alemde allah bilir.
    **
    ah şu denizler olmasa
    köpük köpük dalgalar alıp götürmese tüm gamımızı, kederimizi. acılarımızı kapıp sonsuzluğa kanat çırpmasa martılar ve yüzümüze iliştirmese usuldan, tatlı bir tebessümü... daha zor olurdu sanki yaşamak.

    bugün güzel bir gündü. eksik ama güzel.
  • ''düş yok, gerçek yok
    bak sonunda anladım
    yaz yok, kış yok
    artık zamanı karıştırdım''

    parçanın bu kısmı, bir insan hezeyanının zirvesidir.
  • teoman'ın en güzel hikayem adlı albümünün ilk parçası.
    son derece depresif bir şarkı olmuş. eski pop albümlerine göre daha sert bir sound kullanmış gibi geldi bana.
    ilk dinleyişimde bıraktığı izlenim, kötü bir şarkı olmadığı.
    sözlerini de yazayım tam olsun...

    suç yok,suçlu yok
    hayat böyle
    anladım
    aşk yok artık
    yok ama zamanla alıştım
    senle ben hep böyle kalacağız
    gitgide eriyip
    yok olacağız
    yavaş yavaş
    sorma neden, niçin
    herşey yalnızlıktan
    bak güzel bir gün ölmek için
    düş yok, gerçek yok
    bak sonunda anladım
    yaz yok, kış yok
    artık zamanı karıştırdım...
  • çok iyi tempo, kendine göre oldukça agresif bir teoman vokali.

    yaylılar ayrıca harika.

    "sorma neden niçin... her şey yalnızlıktan" gibi esnek ama dolu sözlere sahip.

    bir tek ölüme olan sempatisini tasvip etmiyorum şarkının. sert bir kahve gibidir ama.

    "bir dakika lan"

    diyip kendine getirir adamı.
  • öğle üzeri, köy. dedem öğle uykusunda. babaannem sahanlıkta oturmuş, bizi bekliyor. ‘hoşgeldin be çocüüm.’ pencereden bakıyorum, dedem de uyandı.
    -nerdesin bu çocüüm, iyice unuttun bizi!
    -ehe ehe geldim işte dede.
    babaannem ıspanaklı börek yapıyor. nasıl bu kadar kısa zamanda, bu kadar özen göstermeden fakat bu kadar lezzetli yaptığına şaşırıyorum. ayran eşliğinde mis gibi bir öğün.
    -napporsun be çocüüm? ne olcan sen şimdi?
    -valla hiç belli değil dede. okul bitti ama sonrası meçhul. artık ne olursa bakıcaz.
    -öyle tabi kızanım. allah hayırlısını versin.
    biraz daha muhabbet. şu- bu akrabayı çekiştirmeler.
    akşamüstü oldu. amcam ‘kavaklara bakmaya gidicem. gel sen de bisikletle bir tur atarız’ diyor. atlıyoruz bisikletlere, dere boyundan tarlalara doğru gidiyoruz. dere boyunda bir hareketlilik var. çingeneler gelmiş. çadırlarını kurmaya çalışıyorlar. bakıyorum; hiç de emir kustrica filmlerindekilere benzemiyorlar. gülenler, birbirlerini kovalayanlar, klarnet çalıp oynayanlar yok. aksine hepsi yorgun, gözlerinin feri uçmuş, fazla konuşmadan at arabasından malzemelerini indirmeye çalışıyorlar. ‘‘ay şu çingenelere çok özeniyorum valla. müzik ve neşe üzerine kurulu hayat, dert yok tasa yok. bir gün kaçıcam, aralarına karışıcam’ diyen artisleri getirip, koyucan buraya ki görsünler ebelerinin nikahını’’ diyorum içimden. yanlarından geçerken alt tarafı çıplak bir erkek çocuk gözlerini dikip biz gidene kadar bakıyor. akan sümükleri ağzına giriyor.
    tarlaların oraya gelince bisikletleri bırakıyoruz. bundan sonra yürüyerek devam edeceğiz. fakat yerliler huzursuz, devam etmek istemiyorlar.
    -şurası ahmet aganın tarlası. onun yanındaki arka tarafta oturan hüseyin aganın. bizimki onun yanındaki.
    bizimkinin dereye doğru olan tarafında birkaç kavak var. biri kırılmış. geçen fırtına çıktı ya, o zaman kırıldı herhalde.
    dönüp bisikletleri alıyoruz. baraja doğru tepeyi tırmanıyoruz. baraj bayağı dolmuş. elimi suya sokuyorum. ananıskii! çok soğuk lan. dönerken bayır aşağı salıyorum freni. deli gibi hız yapıyorum. gübre kokulu hava vuruyor suratıma.
    eve dönüyoruz. dedem bahçede odun kesiyor. delikanlıyım ya, ‘bırak dede ben yaparım’ diyorum. ‘bırak çocüüm şimdi. akşam akşam sakatlık çıkarma’ diyor. israr ediyorum. hevesimi alayım diye veriyor baltayı. 3 tane anca kesiyorum. ‘tamam tamam yeter bu kadar.’ bırakıyorum. diğer amcam çağırıyor: ‘gel lan buraya namussuz yardım et bana.’ demir bir çubukla delik açıyorum; o da elindeki asma saplarını dikiyor. iyice yoruldum.
    içeri geçip elimi yüzümü yıkıyorum. babaannem yer sofrasını kuruyor. sobanın üstünde iki tencere var. biri pilav, biri kuru fasülye. yoğurt ve turşu da geliyor. dedemle aynı tabaktan yiyiyoruz. bu babaannem şahane yemek yapıyor!
    yemekten sonra bir iki komşu geliyor.
    -maa! emin’in çocüü mü bu? maa! ne kada böyümüş. nabıyın be çocüüm? annen nabıyı?
    komşular gittikten sonra yatma zamanı geliyor. ama saat daha 10. ben normalde 3’te yatarım. dedem, ‘sen televizyon seyret biz rahatsız olmayız’ diyor. e zaten öyle yapmak zorundayım çünkü bu saatte uyuyamam. dedemle babaannem yatıyor. ben de boş boş televizyon izliyorum. fakat az önce ‘sen seyret, biz rahatsız olmayız’ diyen dedem ve babaannem yarım saat sonra adeta emre belözoğlu gibi adeta gattuso gibi prese başlıyorlar: ‘ma çocüüm sen yatmadın taa?’ ‘be oğlum sen taa televizyona mı bakıyon? gelmedi mi uykun? 12’ye kadar, bu sık aralıklarla tekrarlanan taciz ateşine dayanabiliyorum. sonra pes ediyorum ve zerre uykum olmadığı halde yatağa gidiyorum. şimdi ne yapıcam? kendi dünyamı kendim yaratıyorum. hoşlandığım kızla yeni evliyiz. ikimiz de çalışıyoruz. cuma iş çıkışı sadece birer sırt çantası alıyoruz. atlıyoruz arabaya; 3 saat doğuya gidiyoruz. ilk ilçe tabelasından, ondan sonra da ilk köy tabelasından sapıyoruz. gece o köyde kalıyoruz. ertesi gün 3 saat kuzeye, sonra 3 saat batıya, ertesi gün de 3 saat güneye… olm süper olur lan! dedem horluyor. yastık sert, yorgan ağır. naftalin kokuyor.
    onlar sabah 7’de uyanıyor. kahvaltı ediyorlar sessizce. beni uyandırmamaya çalışıyorlar. uyanıyorum tabi ki ama tekrar uyumaya çalışıyorum, gözlerimi açmıyorum. çünkü gözlerimi açık gördükleri anda kaldırırlar. köy yerinde çok uyanı sevmezler nedense. 9 gibi bir ara yanlışlıkla gözlerimi açıyorum ve babaanneme yakalanıyorum. ‘uyandın mı çocüüm? hadi git yüzünü yıka da ekmek yi accık.’ lavaboya gidiyorum. su yine buz gibi. uyku muyku kalmıyor. sobanın üstünde bu sefer çaydanlık var. dumanlar çıkıyor. yer sofrasında bahçedeki kovanlardan toplanmış bal, babaannemin yaptığı bol tuzlu tereyağı, salça, peynir, yumurta var. biraz sonra da sucuk getiriyor! allahım bu nasıl bir yemek isteğidir!
    kahvaltı bittikten sonra, biraz sahanlıkta oturuyoruz. babaannemle muhabbet ediyoruz. teyzemin küçük kızını soruyor. aslında cevap umrunda değil, maksat konuşmuş olmak. öğle üzeri toparlanıyorum, gidiyorum. dedem cebime para sıkıştırıyor, babaannem hafiften ağlıyor.
    eski köy minibüsünde saatte 20 km. ile giderken düşünüyorum: ‘çok güzel bir gün oldu lan!’
  • her gün... sadece farkedebildiğimiz sürece... ve günler güzelliklerini sakınmazlar, sadece biz zaman zaman onları görmeyi reddeden ruh halleri içinde oluruz.
hesabın var mı? giriş yap