• içinde öğretilen hiç bir şeyin kursta 10 ayda öğrenilemeyeceği fakülte...
    fikir sahibi olmadan bilgi sahibi olmak konusunda usta olan, cahil ama kendini bilgili sanan kesimin, "çirkin sanat mı var mesela" diyerek örnek göstermeye çalıştığı, değeri ve önemi bu kişilerce anlaşılmamış ve bu kişilerin fazlalığı yüzünden de gerektiği önem ve değer asla avrupa ülkeleri seviyesine gelmeyecek fakültedir...

    genel olarak mühendis zihniyetli, memur kafalı, hayatı matematikteki formüller gibi ya da kitaptaki tanımlar gibi yaşayanların (sananların) ileride anne baba olduklarında, çocuklarına "hobi olarak yaparsın" demesi yadırganmaz. çünkü ülkemizde ne sanata, ne de sanatçıya gereken önem verilmez. nedeni ise bu zihniyettir.

    bazı zihniyetler ise, üniversite bünyesinde neden alındığını bilmeyecek kadar cahildir.
    bu kesim cahilliklerinden de utanmayıp, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaktan da gram gocunmayıp bu fikirlerini ortamlarda paylaşırlar.

    güzel sanatların akademik olarak ele alınması sırasında kişiye kurallar öğretilir ve sanatın tarihi...
    cahiller "bunu kitaptan da okursunuz" diyebilirler.
    nasıl ki, bir hukuk kitabını okuyunca hukukçu çıkılmıyorsa ya da formül ezberlemiş herkes matematik profesörü olmuyorsa, autocat bilen nasılda mimarım ben diye fırlamıyorsa bu da aynı şekildedir. deneyimli, bilgili hocalar eşliğinde tarih öğrenilir ve yorumlanır, kişiye aynı zamanda yorum bilgisi de katılır.

    yorum bilgisi, hayatı matematik gibi yaşamak istemeyen kişilerin anlayabileceği bir şeydir. küçümsüyorsanız, kafanızı yormayın...
    bir kısım insan bu başlık altında,tıpkı yorum yapmaktan nasıl acizse ve "çirkin sanatlar var mıdır ehi ehi" diyebiliyorsa ya da "neden üniversite bünyesindedir bu fakülte" diye aptalca sorular sorabiliyorsa (yani hayatı geldiği gibi yaşayıp, yorumsuz, düşünmeden yaşıyorsa) bu durum güzel sanatlar fakültelerinde tam tersidir.
    hayatı algılama biçimiyle ilgili de ilgili şeyler öğrenirsin...

    bunun yanı sıra okunan bölüm, (heykel, resim, grafik, sinema, tiyatro, tasarım" vs olabilir) öğrencisine ilk senelerde kurallar öğretir. okunan bölüm, mesela resim bölümüyse, düzgün persfektif almak, düzgün anatomik bilgi vs gibi şeyler söylenebilir...
    okuduğu ilk senelerde öğrenci, yapmayı öğrenir.
    ardından sanat duygusu için son senelerde bozmayı öğretirler yani yorumlamayı.

    bu durumu, yorumlamayı bilmeyenler için açıklamak gerekirse;
    picasso resim çizemediği için kübist bir ressam değildir. "ben de çizerim ehi ehi" zihniyeti bilmelidir ki, picasso 12-14 yaşında tüm resim kurallarını yalayıp yutmuştur. daha o yaşlarda, "benim ressam" diyen adamı cebinden çıkarır, yani önce yapmayı öğrenmiştir sonra da resmine yorum katarak kübizm akımını başlatmıştır...

    güzel sanatlarda önce öğrenciye, tarihi öğretir. hayatı algılama biçimini geliştirip at gözlüklerini çıkartır, düzgün yapmayı öğrettikten sonra da kişiye yorumlamayı öğretir.

    4 senelik eğitim bile azken, "10 aylık kurslarla öğrenebilir" diyen ya da bu fakültenin neden üniversite bünyesinde olduğunu algılayamayan" zihniyetin kısaca bilmesi gerekenler bunlardır. mevzu derindir ama cahilleri yormamak gerekir...
  • ne kadar anlatırsan anlat anlamak istemeyene, anlatamayacağın fakülte...
    anlattıkların karşındakinin anlayabildiği kadardır

    bu fakültede okuyan öğrenciler genelde küçümsenirler. çünkü iş "iki çiziktirmeye bakıyor" zannediliyor.
    "bizim çocuk üniversiteyi kazanamadı, bari güzel sanatlar okusun dedik" diye kurs tavsiyesi isteyene de rastladım. "bari" kelimesinin küçümseyici tavrı gözlerden kaçmamıştır sanırım.
    ya da,
    "sen şimdi okuyorsun da, ne çıkacaksın" sorularına muhatap kalırsın. çünkü belli bir zihniyet üniversiteden sonra illaki "bir şey çıkılacağını kafalarına kazımıştır". belli bir titr yoksa, bazı insanlar için sen hiçsindir. hukuk okursun, "avukat çıkarsın", tıp okursun "doktor çıkarsın" ama iletişim tasarımı okuyunca ne çıkarsın? bazı bünyelere ağır gelir bu cevapsızlık hali.

    bu kişileri de anlarsın, anlayışla karşılarsın. çünkü büyüklerimiz öyle yetişmişlerdir, onu bilirler, onu söylerler. sende yapacağın açıklamalarla onların bu düşüncelerini kırmaya çalışırsın, yapabildiğin kadar. çevresinde güzel sanatlar okuyan varsa, nispeten kırılmaya daha eğilimli oluyorlar ama yoksa kırılması çok zor bir düşünce duvarına çarpıp, aşağılandığınla kalıyorsun. küçümseyen gözlerle bakıyorlar çünkü okuduğun o fakültedeki eğitim, kurslarda veriliyor zaten, kitapları okuyarak halledersin düşüncesi kafalarda oldukça da buna muhatap kalacaktır buranın öğrencileri.

    insanlık anıtının yıkıldığı bir ülkenin çocuklarıyız biz...
    heykel denilince, "kars'ın grişine, kaşar bal heykeli yapılacak. böylece gelenler anlayacak ki, buranın kaşarı ve balı meşhurmuş" diye düşünen bir siyasi yapılanmanın evlatlarının güzel sanatlar fakültesini anlaması beklenmez.
    anlayamadıkları, işlerine gelmeyen sanatı, sanat olarak kabul etmeyen (edemeyen) sanatı da belli kurallar dahilinde değerlendirenler için sanatı anlamak güçtür.
    kitaplardan okuyarak öğrenileceğini varsayanlar, kitap okusunlar ve neden güzel sanatlar fakültesinin varolduğunu anlasınlar da demek oldukça sığ bir çözümdür çünkü sanat kurslardan ya da kitaplardan anlaşılamayacak kadar kolay değildir. bu yüzdendir ki, hem bizi yönetenler hem de çevremizdeki bazı insanlar güzel sanatlar fakültesinin varlığını anlamazlar, anlayamazlar.
    kitaplardan okununca anlaşılır bir durum olsaydı, şimdi ülkemiz sanat alanında dünyanın önde gelen ülkelerinden birisi olurdu...

    güzel sanatlar fakültesinin neden üniversitede bünyesinde varolduğu (bkz: güzel sanatlar fakültesi/#24085222) bu entryde hafif yollu anlatılmasına karşılık anlaşılması kesinlikle beklenmedi. wikipediadan alınmış bir tanıma göre "üniversite felsefi tartışma ortamında akıl sürecini duygusal sürecin önüne alarak kişilerin olayları görerek ve tartışarak farkına varılabilirliğini sağlayan ortamlardır" denmektedir. yani sadece bilim üretmez, sanatta üretir, felsefe de üretir.

    bu tanımı es geçip, sadece bilim üretmek, teknoloji üretmekle üniversite ortamını daraltıp, güzel sanatlar fakültesini sadece meslek edinmekle örtüştürmeye çalışmak ilginçtir.
    örneklemek gerekirse;
    grafik okuyan bir öğrenci okulu bittiğinde grafiker olur. bu bir meslek dalıdır, doğrudur. yani tasarımcıdır ve sanat yapmamaktadır. müşterilerinin istekleri doğrultusunda, okulda öğrendiği bilgiler dahilinde ortaya bir iş çıkarır. yani bir sanat eseri çıkartmaz.
    ya da
    heykel okuyan birisi, heykeltıraş olur ve belki de kars'ın girişine talep üzerine kaşar heykeli yapar. bu da bir sanat değildir...
    şimdi, bazı insanlar okuldan mezun olunca bunu bir meslek olarak ele aldı diye, fakülteyi topyekün "meslek edindirme kursu" gibi görmek yanlıştır.
    kimi insan vardır, grafik okur ve gider illüstrasyon yapar. yani bunu bir meslek olarak ele almanın ötesinde bir ressam edasıyla bir konuyu, düşünceyi vs yorumlar. tabi ki bilgisayarda yapılan işler sanat olarak değerlendirilemez (en azından bu dönemde) ama bu örneği genişletirsek, resim bölümü okumuş bir öğrenciyi de katabiliriz (tek örnekle yetinmeyenler için)
    ya da heykel okursun, kaşar heykeli yerine, insanlık anıtı yaparsın. insanlığa dair bir yorum katarsın, sanat olur, meslek değil.
    insanlık anıtından da para kazanıldı diye de bu meslek olmaz. böyle bir düşünce varsa, komiktir. o zaman ressamlarda resimlerini satmasınlar. açlıktan ölüp gitsinler.

    ve tabi şu da bir gerçektir.
    eğer üniversiteyi, sadece bilim ve teknoloji üreten yer olarak kısıtlıyorsak, başka örneklerde verilebilir.
    çevre mühendisliği okuyan iki arkadaşım var. bunlardan birisi, bir şirketin finans departmanında diğeri de bir ilaç şirketinin depolarla ilgili bölümünde.
    ya da
    bilim ve teknoloji ürettiği iddia edilen üniversite de işletme okuyan (işletme bilimi - işletme teknolojisi komik geliyor tabi, git kursa oku değil mi) bir başka arkadaşımda yine muhasebecilik yapmakta. yani muhasecilik bilimini ifşa etmekte(!)

    böyle yanlış örnekler her bölümde ve fakülte de var diye, ne işletme bölümü, çevre mühendisliği bölümü vs gibi bölümler neden üniversite de var diye sorgulanmıyorsa (ya da sorgulanması saçmaysa), güzel sanatların da sorgulanması yanlıştır.
    çünkü işletme denilen şey kurslarda öğrenilebilinir, ya da felsefe okuyan bir öğrenci, açsın kitapları okusun felsefeci olsun da denilebilir. bir psikolog için bir sürü psikoloji kitabı da var denilebilir. "mimarlık bilim mi canım, gir bir mimarın yanına çıraklıktan başla 2 seneye kalmaz canavar olursun" demekte bir çözüm. bunlar komik geliyorsa, güzel sanatlar fakültesini de sorgulamak komiktir.

    bilge adam diye bir kurs, grafik eğitimini 3-5bin liraya 6 ayda veriyor diye, "grafik bölümünü, hadi canım sende kursta öğretiyor" demek saçmadır. çünkü bu kurslarda sadece kullanılacak programlar öğretilir. sanat alt yapısı verilmez, yorumlama katılmaz, görsel algılama dersleri yoktur, sanat akımları işlenmez, kültürel alt yapısı yoğun bilgili öğretmenler yerine programı iyi kullanan kişiler vardır. (burada o öğretmenleri eleştirmiyorum)
    ve oraya giden öğrenci sadece programa hakim olmasını öğrenir ama bir afiş nasıl tasarlanır, bunun görsel algılaması nasıldır gibi şeyleri yorumlayamaz bu yüzdendir ki, oralardan mezun olanlar, reklam şirketlerinde ancak "operatör" olurlar yani hamallık yaparlar, ilerleyemezler.
    ya da
    annelerimiz resim kursuna gitti ya da tahta boyaması öğrendi diye de bunun kolayca öğrenilebileceğini varsayanlar varsa oldukça komiktir. ama aklı selim hiç kimse böyle bir yerden olaya yaklaşmayacağı için hemen geçiyorum ya da böyle düşünen birileri varsa ona açıklama yapmak artık mümkün olmayacağı için...

    bir diğer yaklaşım ise "ipeksi dokunus'cuğum van gogh vs fakülteye mi gitti de burada caz yapıyorsun iki saattir"dir...
    evet, sanat insanın içinde olan bir şeydir ve sanat için illaki fakülteye gitmek gerekmez. tıpkı mimar olmak için fakülteye gidilmeyeceği gibi. ya da matematikte iyiysen, bilim için, teknoloji için illaki matematik bölümü okumana gerek olmadığı gibi. matematiği ortaya çıkartanlar fakülteye mi gitti? ya da felsefeyi ilk başlatanlar. ya da tüm bilim ve teknoloji camiası fakülte mi okudu.
    günümüzde artık fakülteler var diye, "neden gittin" "neden olsun ki" "neden var ki" gibi sorularla sorgulamaya varım ama eleştirmeye yokum. hem bilim, hem teknoloji, hem felsefe, hem sanat vs yapmak istiyorsan gidersin yaparsın. sanat için "ressamlar fakülteye mi gitti?" diye sorgu varsa, bu tüm diğer branşlar içinde geçerlidir.
    bu artık kişisel bir tercihtir. ister gidersin ister gitmezsin. fakülte okumuyorsan, ister kurslara gidip, özel dersler alıp matematik öğrenirsin, ister kurslara gidip yağlıboya öğrenirsin. inşaat, matematik, fizik, kimya, grafik, heykel, felsefe vs yönünden kendini geliştirmek kişiye kalmıştır. bunlar ne kadar mantıklı ya da mantıksız örneklerse "sanat" içinde aynı mantık ve mantıksızlık geçerlidir. bu örnekler dahilinde tüm bölümler sorgulanabilir ama eleştirilemez...

    neden türk dili ve edebiyatı var?
    kitap okursun, girersin tdk'nın sitesine dil kurallarını öğrenirsin.
    neden matematik bölümü var?
    içinde istek varsa, fakülte şart mı? git kurslara, git kitap al, çöz, yeni teoriler üret?
    neden fizik var?
    çok mu zor, komşun olan profesöre sor, öğren, içinde varsa fizikçi olursun, kitaplar sebil gibi, internette var, daha ne istiyorsun diye sığ cümleler edilebilinir.

    akademik bünyede bulunmamanın faydalarını da mevcuttur elbette. bu kendini yetiştirme, geliştirme olgusu kişide biter. zaten eğer fakülteler süpersonik yerler olsaydı, nice nice aydın etrafta dolanıyor olurdu.

    burada güzel sanatlar övgüsü yapılmamaktadır. sadece, kurslardan öğrenilebilecek kadar ya da kitaplardan okunabilecek kadar basit bir mevzu değildir, bunun açıklaması yapılmaya çalışılmaktadır.

    iş, kişinin kendisinde biter.
    istediğin kadar anlat, istediğin kadar bilgili hocalar gelsin, eğer sen bölümü meslek olarak görüyorsan yapılacak bir şey yoktur.
    diğer bölümlerde de "askerlik için yırtma" sendromları, "aman diplomam olsun da bakarız" durumları mevcuttur.
    almak istemeyene hiç bir şey veremezsin.
    hem bilim, hem sanat alanında kuralları yıktığında zaten bir şeyler yaparsın. fakülteler insanı kısıtlayabildiği gibi, insanın kuralları yıkmasını da yardımcı olabilir. ve bu yine kişinin içinde olan bir şeydir.

    bu entryde ve (bkz: güzel sanatlar fakültesi/#24085222) de yapılan açıklamalar genel bir birikim sonucudur. bu birikim kültürel birikim değildir. sadece insanların küçümsemesinden ve algılayamamasından doğan bir birikimdir. tek verilen örneklerin, okuyan tarafından çoğaltılacağı varsayılmıştır, çoğaltılamıyorsa bu yazarın değil, karşı tarafın problemidir. aptallık ise aptallıktır, cehalet ise cehalet. bunun yerine başka kelimeler seçmek tarafımca yersizdir.

    bilinmeyen bir konu üzerinde soru sormak, sorgulama değildir. "ben sorgulama yaptım ama sen saygı duymadın" gibi bir yaklaşımla karşı tarafı eleştirmek cahillerin işidir diyeceğim ama zaten bu kişiler cahil olmadıklarını düşündüklerinden yersiz kaçacaktır bu yüzden bu tür sorgulama iddiasında bulunmanın komik olduğunu söylemekle yetineceğim.
    sorgulama için, sadece soru sormak yetmez. doğru soruyu sormak gerekir ki, karşı taraf seni cahil olarak yorumlamasın ya da düşüncelere saygı duyulması için...
    yine tek bir örnek verip, sorgulamayı bilen okuyucudan yine bunu kendisinin çoğaltmasını rica edeceğim.
    ör:
    isa peygamber doğmuş, büyümüş, düşüncesini yayıyor...
    birisi çıkıpta şu cümleyi ediyor, "yahu isa'ya ne gerek var ki, piramit yazıtlarında bu dedikleri var, git hindistana budizme benziyor, okuyarak öğrenirsin. bu da çıkmış, bize yok hepimiz kardeşiz, yok tanrı, yok baba diyor." dersek bu sorgulama olmaz ancak cahil birisinin eleştirisi olur.
    ama bunun yerine
    "isa kim? din nedir? felfese nedir? anlatılan din mi yoksa felsefe mi? mısır tapınaklarındaki yazıtlarda bu yazılanlar var ama isa'nın söyleminin farkı ne?" gibi sorular daha temel sorular olacaktır.

    sorgulama yapmak için tarafsız sorular gerekir ki adı sorgulama olsun ve cehaletten uzak dursun, aptallığa yakın olmasın ve saygı duyulsun.
    kaldı ki, "her karşı duruş ya da yazıya", saygısızca yaklaşım demek abesle iştigaldir.
    eğer ki birisi, "verilen eğitim tam bir muamma" diye %100 bir konuyu bildiğini varsayıyorsa artık taraftır ve karşı görüşleri sindirmesi gerekir. eğer ki, verilen eğitim tam bir muamma diyorsa birisi, demek ki oradaki eğitimi biliyor, araştırma yapmış ve muamma olduğunu sonucuna varmış" demektir. yani araştırmış, bilgilenmiş ve sorgular haldedir. yani cehaletten uzaktır.

    ancak önyargılı birisi (ki benim tabirimle cahil - bu konuda)
    "bu fakültede aldığı eğitim sayesinde üst düzey bir sanatçı olan var mıdır acaba? ya da bu fakültede okuyan tüm öğrenciler ve hocaları birleşse ve tüm bilgilerini kullansa, ne bileyim çok iyi bir şarkı, ortalama üstü bir resim, olağandışı bir heykel ortaya koyabilirler mi? bilemiyorum sözlük muhtemelen sorun benim gibi düşünenlerde ve bu sanat mevzuunda kaçırdığımız, anlayamadığımız birşeyler olmalı."
    şeklinde bir yaklaşım sergiliyorsa kişi, önce anlayamadığı şeyi araştırmalı, öğrenmeli, kaçırdığı şeyleri yakalamalı ve sorgulamadır.

    sanat, tüm sanatçılar toplansa ortalığın dibine vurur mu acaba diye sorgulabilir bir şey değildir.
    "tüm din adamları toplansa, tek din olur mu acaba, din konusunda benim ve din alimlerinin kaçırdığı bir şeyler olmalı" diye sorgulamak kadar komiktir bu.
    bu çıkış noktasından çıkıp, güzel sanatlar fakültesini eleştirmenin tanımı cehalettir.
  • -aç kapıyı veysel efendi, picasso'nun mezarına gidecez.
  • özellikle resim, heykel gibi bölümlerinde okuyanların, evlenirken fotoğrafçı tutup uzaklara bakmalı, el ele tutuşmalı fotoğraf çektirmelerine hasta olurum.
    sen git o kadar estetik, sanat kuramı ve eleştirisi, sanat tarihi oku, sonra da gözgöze bakmalı fotoğraf çektir.
  • bu kurumların hocaları ve öğrencileri lütfen dünyanın geleceği ellerindeymiş gibi davranmasınlar artık. kocaman bi "entertainment" alemini beslemek için sanat yaptıklarını kabul etsinler bence. lütfen bak. sanat bi tabaka işi değil midir? hiçbi zaman halkın tabanına yayılmayacaktır. zaten yaptığın en antikapitalist eleştiri bile burjuvaziden destek görmezse bi hiçtir. böyle kurmaca bir alemdir sanat, birileri isterse yücelir, birileri istemezse yerilir.

    sanat bütün toplum onunla yatıp kalkmadığı zaman da çok güzel, muhteşem bir şey. benim sallamama ihtiyacı yok, kimsenin görmediği bi resim muhteşemse hep muhteşemdir zaten. sanatçı bunu hazmeden değil midir? bence budur. ama öyle işte efendime söyleyeyim, kolu kırık bamya pipili adam heykeline bakıp yorum yapabilecek halk demek karnı doyan bütün sorunlarını aşmış demokrat süper cart curt bir halk demek değil. direkt fransız olunmuyor sanatla haşır neşir olunca. fransız olunca sanatla haşır neşir oluyorsun. sanat, hiçbir üçüncü dünya ülkesine lig atlatmaz. abartmayın lütfen.

    konuştukları zaman böyle suratlarında bir yorulmuşluk bir daralmışlık bir umutsuzluk görüyorum ki karşılarında benim içim sıkışıyor yemin ederim. böyle dünyanın bütün sorumluluğu üzerindeymiş gibi kasılmaya gerek yok. sanırsın dünyayı boynuzlarında taşıyorlar. çağın panzehiri elinizde değil üstadım. kabul edin. japonlar japonlar diyorsunuz, şu dünyada japonlar kadar ruh hastası sapık ağır manyak var mıdır bilmiyorum ben. sanat her şeye çare değil, bu o kadar da ağır bi gerçek değil. hem sosyo-kültürel meseleler bunlar. sanatın küçük yaşta "empoze" (altını çiziyorum, bence 'sanatçı' olgusuna tezatıyla tartışmaya açık bi konudur) edilmesinin standartlaştırılması, sanatın etkisinin standartlaştırılması anlamına da geliyor. her madalyonun iki yüzü var. lütfen yani.

    öğrencilerde ayrı ukalalık. sanat da sanat, sanat da sanat. sanat için sanat yap arkadaşım, benim için yapma çok geriliyorsan. ben diyor muyum bana yap diye? yok. şahsen senden ülkeyi kurtarmayı beklemiyorum. yarın işgal edilirsek "niye resim çizmedin lan hayta?" demem. e ne dayatıyorsun hala adama? çıkışımı sende görmüyorum, suç mu? bak adam kalkıyor, halkın neden üç maymun yerine çılgın dersane 312'ye gittiğini soruyor. diplomalı sanatçı olacak bunu kafaya takıyor ama 16-17 yaşındaki çocuğun çılgın dersane 234'teki memeler götler yerine üç maymun'da yavuz bingöl'ün göğüs kılını seçmesini bekliyor. senin vizyonun buysa bu kadar dar bakıyorsan kes zaten sanatla ilişkini dostum.

    bu kibir acccaaayip bayık. utanmasalar sanatlarının nasıl inceleneceğini nasıl seyredileceğini de öğretecekler (yapmadıkları şey değil). sen kimsin yahu, benim nasıl yorumlayacağıma nasıl seyredeceğime nasıl müdahale edersin? sanat için faşizm mi bu nedir? sen yaptığını bir kalıba sokabilir misin ki yorumlanmasını kalıba sokasın? "sanat nedir?" dersem ne cevap vereceksin. bak ben sana çok dışarıdan bi mal olarak söyleyeyim fikrimi, "sanatçı olcam ben müthiş olcam en az 5 ekolün tarihini bilip duayenlerini en iyi şekilde 35 sene taklit ederek cihangir kafelerinden kaldırdığım kızlarla bohem ortamlarda yiyişcem" diyorsan, benim senin sanatına "bokum gibi" dememden alınmayacaksın. hatta "bokum gibi" dememi beklemeyeceksin, o boku da görebilecek kadar çok açıdan bakacaksın. "bokum gibi" demek için uğraşacaksın. yoksa böyle kendini kandıra kandıra ölür gidersin entelektüel ortamlarda kadeh tokuşturarak. sanat önemlidir, hiç şüphesiz, bunun tartışılması bile fuzuli. ama çok çok çok çok çok çok çok çok ciddi bir şey de değil. sizin için öyle olması herkes için öyle olacağı anlamına gelmiyor. sanat, toplumda oturmuş hayat standardını taçlandıran emsalsiz bir aksesuar. ama böyle işte fırça atarak üç beş kişiyi tiyatroya çekerek, azarlayarak sergiye normalden iki misli ziyaretçi çekerek, hor görerek recep ivedik yerine üç maymun'a izleyici çekerek toplum değişmez. ordan çıkınca standardına döner. ben y dönerim, o z döner. dönmeyen x sana yetmiyorsa, egonu tatmin etmiyorsa senin sorunun. temel motivasyon sorunu da bu zaten. sanatı sevmemek değil. siz de öyle davranmayı bırakın derim. at sikinde kelebek gibi gözükmek istemiyor insanlar. siz de dünyaya dönün lütfen.
  • heykel bölümünde okumak için her şeyimi verebileceğim fakülte
    hala mimar sinan fındıklı kampüsünden geçerken içim cız eder
  • bir gsf öğrencisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki;

    türkiye'de, "üniversite" olma iddiası taşıyan kurumların çatısı altında bulunan "fakülteler" arasında, uluslararası standartlara en çok yaklaşan örneklerini barındırır.

    not: tabii ki yeni açılan fakültelerden bahsetmiyorum. köklü üniversitelerin gsf'lerinden bahsediyorum.
  • mezun olduğu branşla alakasız iş yapma oranının (sırf benim çevremde) %90 lardan fazla olduğu okul tipi.

    nedense burayı bitirenler, çok nefis öğrencilik geçirdiklerini ifade etmelerine rağmen, uzman oldukları branşları yapmıyorlar,
    mücevher tasarımcısı ressam, restoran işletmecisi iç mimar, fitness antrenörü heykeltraş filan ilk aklıma gelenler mesela...
  • bünyesinde cam bölümünü de bulundurandır. (bkz: anadolu üniversitesi)
  • bu fakülteden geldiğini iddia eden adamla kartal bankalar caddesinde karşılaşılırsınız. adam elindeki kurşun kalemi akşam karanlığında size doğru uzatır. tehditkar bir davranıştır. ya büro tipi kalemtraşla açılmışsa diye düşünürsünüz. yanlış ellerde tehlikeli bir silaha dönüşüverir büro tipi kalemtraşla açılan kalemler. cobra filmi aklınıza gelir. psikopat katil her cinayetinden önce muştalı bıçağını özenle biler. ya karşınızdaki adam da kalemleri o histeriyle açıyorsa. bu düşünceler düşmanlarınızı düşünmenize yol açar. kim düşmanınız olabilirki. çarşıya karadeniz pide salonundan pide yaptırmaya inmiş işsiz güçsüz bir adamsınızdır. hatta evden çıkmadan önce genelde pahalı yerlerde yemek yiyen babanız "buralarda güzel pide yapan yer varmı ki" diye sorduğunda, "evet baba, ben bi yer biliyorum" cevabıyla karşılık vermiş, sokak arası gurme kimliğine bürünmüşsünüzdür. karadeniz pide salonu büyük ihtimalle evlere servis de yapıyordur, ancak telefon numarası bilmemektesinizdir. google'da yapılacak aramada yüzlerce karadeniz pide salonu çıkacağından eminsinizdir. bu nedenel yerini bildiğiniz pide salonuna bizzat kendiniz gitmeyi seçmişsinizdir. babanıza damak tadınızı ispatlamak için çıktığınız bu tehlikeli yolculukta yanınızda ne elfler vardır, ne de cüceler. onların hepsi hayal ürünüdür.

    bir an hayal gücünüzün yazdırdığı hikayeden çıkıp karşınızdaki adamın sesine kulak verirsiniz.

    -kalem istermisin?
    +yok.
    -bi liran varmı?
    +yok.

    karşılıklı yalanlardan sonra adamı geride bırakıp yola devam edersiniz. bu tehlike de savuşturulmuştur. bir an aklınıza çok soylu bir düşünce gelir. resim yapsın resmini alayım. evet evet. sanata verdiğiniz değer göz yaşartıcıdır. ya o adamın şaheserlerini yapacağı kalemi almış olsaydınız.

    ara sokaklardan esen rüzgar saçlarınızı yalayıp duvarlara vitrinlere çarpmaktadır. pide salonuna ulaşırsınız. götünüz donmuştur. cam kenarına kurulup siparişinizi verirsiniz. siparişin paket olacağı konusunu açıklığa kavuşturursunuz. siparişler hazır olduğunda şef haber verir. kasaya gittiğinizde karşınızdaki adam sakalınıza bakar, uzun süre kesilmediğinden dolayı işsiz olduğunuz kanaatine varır.

    -abi evlere servisimiz var, şu kartı al. ararsın.
    +kaça kadar açıksınız.
    -dokuz.

    eve dönersiniz. 2km yol yürümüş, götünüz donmuş bi şekilde geri geldiğiniz halde babanız rahatını bozmaz. sofrayı da siz kurarsınız. dolaptan baharat bile çıkarırsınız.

    +nasıl beğendinmi pideyi?
    -yağlı.

    (bkz: karadeniz pide salonu)
hesabın var mı? giriş yap