• dozsa onderliginde ayaklanan bir grup aslinda hacli seferlerine gitmek icin hazirlanirlarken, aralarinda aslinda uzakta o dinsizlerle savasacaklarina burda bulunan ve onlardan daha da beter olan lordlarla neden savasmayalim diye bir dusunce cikar.1514'te macar nobilitesine karsi bir koylu ayaklanmasi baslatan ve bir sure sonra janos zapolya tarafindan yakalanan ve kizgin demir bir tahta oturtulduktan sonra kafasina kizgin demirden bir tac takilir.daha da yetmezmis gibi gunlerce ac birakilan takipcileri dozsa'yi yemeye zorlanmislardir.
    (bkz: paul freedman)
  • dün bugün bir kitap okudum: macar george paloczi-horvath yazmış. macaristanın 1500 yıllık köylü hareketlerinin tarihini anlatıyor. türkçesi ilk kez 1966'da yayımlanmış, sevim belli çevirmiş, bir de hamasi isim koymuşlar kitaba: dün köleydik bugün halkız. kitabın orijinal ismini aradım taradım bulamadım, ilk yayım tarihi olan 1944 senesini esas alarak herhalde in darkest hungary adlı kitabın çevirisi olsa gerek. horvath kitabı ingilterede yayımlamış zaten.

    her neyse, konumuz kitabın şeceresi değil elbet. macar köylü isyancısı dozsa hakkında anlatılanlar birbirine pek benziyor, makalelere falan baktım resmi tarihin belgeci kuru dili hâkim çoğuna. ezilenlerin tarihini direnişini bu dilden okumak insanı hakikatin yakıcılığından uzağa atıp soğuk kalpli bir gözlemciye dönüştürüyor. bookchin'in üçüncü devrim'inin ilk cildinde de iki paragraf ancak bulabildim bu köylü isyanı hakkında.

    horvath, macar halkının asırlardır süren dil ve kimlik mücadelesinin ateşli sesini dökmüş yazıya. sanki bir gece vakti macar köylüleri toplanmışlar da kendi tarihlerini kendi seslerinden dinliyorlar. konuşan özne onlar demiyor köylüler demiyor macar halkı demiyor, biz diyor biz köylüler biz macarlar... açlık sefalet eziyet katliam işkence tecavüz cehalet itaat isyan yenilgi zafer bir daha yenilgi bir daha yenilgi yine zafer yine yenilgi... biz'im başımıza geldi diyor hepsi, biz yaşadık bunların hepsini. isyanın cehennem ateşini ve ölümün soğuk nefesini peşpeşe yaşatıyor kendisini dinleyenlere horvath.

    bir de ondan dinleyelim kahraman dozsa'nın, köylü kral'ın hikâyesini:

    -------------
    dozsa, osmanlılara karşı savaşlarda kendini göstermiş bir szekely soylusuydu. szekely'ler belki de ta attila zamanından beri transilvanya'nın dağlık kısımlarında otururlardı. eski puta tapıcılıklarından süregelen ve "at başı" denilen klan şeflerinin yönetimi altında, çok uzun bir zaman eski kabile örf ve göreneklerini bırakmadılar. onlar arasında eski düzen hâlâ yürürlükteydi, köyü çevreleyen topraklara ortaklaşa sahiptiler ve aralarında eşittiler. bir szekely soylusunun sıradan bir köylününkünün belki ancak iki katı kadar bir toprağı vardı.

    szekely'ler bizim içimizde, özgürlüğüne en fazla düşkün, en uyanık ve en cesur olanlardır. onların macarcası bir ceviz ya da bir elma tadı kadar hoş gelir dile. çok güzel peri masalları anlatırlar. öyküleri nükte doludur. en gözde eğlenceleri nükte yarışıdır. birbirlerine çözülecek bilmeceler verirler. kendileri bilmeceler yaratırlar. kişinin değeri, yalnızca sahip olduğu toprak parçası gözönünde tutularak değil, gücü ve aynı zamanda zekâsı hesaba katılarak ölçülür. szekely'ler arasında birinci olmak için çok uyanık, nükteci ve gerçekten cesur olmak gerekir.

    george dozsa, en iyi savaşçı olan szekely'ler arasında birinciydi. osmanlılara karşı zaferler kazandığından çok büyük bir ünü vardı. çok cesurdu. gençliğini güney sınırlarında yeniçeriler'le çarpışarak geçirmişti. ve işte, 1513'te osmanlılar daha çok güçlenmişlerdi. yalnızca macaristan'ı tehdit etmiyorlardı, tüm avrupa'yı almak niyetindeydiler. papa ve krallar büyük bir korkuya kapıldılar ve büyük bir haçlı seferine hazırlandılar. eski haçlı ordusu gibi değildi bu. doğu ve orta avrupa'nın gerçek ve planlı bir savunmasıydı.

    her neyse, macar başpiskoposu, george dozsa'yı haçlılara önder yaptı. biz dozsa'ya bizden biri gibi bakıyorduk. o çok savaşmıştı ve hayli yoksuldu. antal budai nagy ayaklanmasından bu yana beylerimizin korkunç zulümlerine uğrayan kahraman szekely'lerden biriydi. szekely'ler kendilerini kendi dağ köylerinde savunurlardı. beylerimizin en kötülerinden olan stefan batory, szekely'lerden zehirden nefret eder gibi nefret ederdi. çünkü bu szekely'ler kendilerini macar ulusundan sayarlardı. oysa soylular için ulus demek yalnızca beyler demekti. ama stefan batory, szekely soylulanndan da nefret ederdi, çünkü onlar serflerin dilini, macarcayı konuşurlardı ve genel olarak en iyi nacar soyu sayılırlardı. batory, birçok szekely'yi romanya moldavyası'na ve başka komşu bölgelere sürmüştü. tarihçi acsady'ye göre, batory'nin sloganı şuydu: "szekely toprakları üstünde çürümüş leşlerin kokuşması orada szekely'lerin oturmasından iyidir."

    szekely'lerden, kötü beylerimiz nefret ederlerdi. onun için biz szekely'leri severdik. onlar gibi olmak isterdik. dozsa'ya hayrandık.

    st. george gününde 24 nisan 1514'te peşte'nin st. sigismund kilisesinde, dozsa'nın ve 10 komutanının göğüslerine kızıl haç dikildi. ve başpiskopos, papa'nın roma'da kutsadığı sancağı onlara verdi.

    dozsa hemen işe girişti. avrupa'nın bizi beklediğini, avrupa'yı osmanlılara karşı savunmanın bizim görevimiz olduğunu biliyor, ya da hiç değilse, bildiğini sanıyordu. eğitimimiz için planlar yapıldı. talim yapmaya başladık. nasıl yürüyeceğimizi, silahlarımızı nasıl kullanacağımızı, nasıl dövüşeceğimizi bize öğrettiler. bazılarımızın kılıçları vardı. bazılarımızın tırpana benzer uzun saplı macar silahları vardı; mızrak gibi ileri uzatılarak kullanılırdı bunlar.

    bu zamanlarda, bilindiği gibi, iki tip asker vardı; kendi ülkeleri, kendi illeri, ya da feodal beyleri için dövüşen soylular, bir de ücretli askerler. biz ücretli asker de değildik. bize bir dava uğruna dövüşeceğimiz söylenmişti. her nasılsa; dövüşenlerin, iyi dövüşenlerin bundan böyle köle olmayacaklarına inanmaya başlamıştık. beylerimizin de bizim gitmemizi istemeyişlerinin nedeni herhalde budur, diye düşünüyorduk.

    dozsa'ya katılmaya ve osmanlılarla savaşmaya can atıyorduk. ama beylerimiz telaşa düştüler. beyler daha başından beri bu haçlı seferini iyi karşılamamışlardı. başpiskoposu, kendi kişisel hırsını gidermek için bu işe girişmekle suçluyorlardı. bu herhalde doğruydu. ama osmanlıların gelip kapılarımıza dayandıkları da doğruydu.

    beylerimiz haçlı seferini çeşitli yollarla engellemeye başladılar. bize gelince, daha nayısın ortalarında 40 bin kişilik bir ordu olmuştuk. ve hâlâ her bir yandan gelip bize katılıyorlardı. bunlar kendileriyle birlikte kötü haberler de getiriyorlardı. o zamanın bir risalesinde şunlar yazılıdır: "beyler kendi serflerini yakalamaya başlıyorlar ve ağır cezalara çarptırıyorlar... haçlıların kızıl haçını taşıyanları öldürüyorlar ... uşaklar hadım ediliyor." başka yerlerde de beyler, osmanlılara karşı savaşmak için haçlılara katılmak amacıyla yerlerinden kaçan serflerin ailelerine işkence yapacaklarını ilan ettiler.

    biz bu haberleri duyuyorduk. gelen kötü haberleri doğrulayan kanıtlarımız da vardı. büyük beyler, bir yabancı olan zayıf macar kralı üzerindeki etkilerini kullanarak bizi açlıktan öldürmeye giriştiler. karargâhlara yiyecek verilmiyordu. dozsa, söz verilen para yardımını alamıyordu.

    karargâhlarda herkesin sinirleri gergindi. açtık. ailelerimizin geleceğinden endişe ediyorduk. osmanlıların gücünün arttığı yolunda söylentiler dolaşmaya başlamıştı. yoksul papazlar, keşişler, öğrenciler, küçük soylular kamplarımızda bizimle birlikte yaşıyorlardı. bizlerle konuşuyorlardı. bize beylerimizi anlatıyorlardı.

    zaten bize her şeyi öğretmek gerekmiyordu. her şey gün gibi ortadaydı. beyler, sonra, ileride, ülkede bizim de haklarımız olur diye ülkeyi kurtarmamızı istemiyorlardı. özgür olmak, bir parça toprağa sahip olmak, karılarımızı, kızlarımızı beylerimizin yataklarından beri almak, insan olmak; boyunduruğa vurulmuş hayvanlar gibi olmamak hakkını elde ederiz diye ülkeyi kurtarmamızı istemiyorlardı.

    en büyük ve en önemli karargah peşte yakınlarında, rakos'daydı. dozsa oradaydı. dozsa sade bir askerdi. osmanlıları tanıyordu. onların ülkemizi almak istediklerini biliyordu. ve ülkeyi korumak istiyordu. bir devrimci değildi, sade ve dürüst bir adamdı. ama beylerimiz onu pek çabuk aydınlattılar. işin içyüzünü öğrendi.

    ordu 14 mayıs'ta, kuşatılmış bulunan knin şatosunu kurtarmak üzere hırvatistan'a hareket emrini aldı. beylerimiz, iyi silahlanmamış olduğumuz ve yarı aç olduğumuz için osmanlıların birçoğumuzu öldüreceklerini, bizim yılacağımızı, sineceğimizi ve ondan sonra da kendi emirlerine, silahsızlanmamız, evimize dönmemiz ve yeniden serf olmamız yolundaki emirlerine boyun eğeceğimizi umuyorlardı.

    ama biz, artık başkaldırmak için olgunlaşmıştık. bir çeşit halk papazı olan czegled papazı, leorincz meszaros, beylere ve onların emirlerine karşı bir konuşma yaptı:

    "bunca zamandır bizim kanımızı içtiler, şimdi saklanıyorlar ve yurdumuz için osmanlılara karşı savaşmaya cesaret edemiyorlar. bu kurbağalara karşı ayaklanalım."

    czegled papazı yoksul bir papaz değildi, ama bir yurtseverdi. macaristan'ın bizim yurdumuz olduğuna, bizim hepimizin ulusun bireyleri olduğumuza gerçekten inananlardan biriydi. ordumuza katılan birçok namuslu küçük soylular, hatta oldukça zengin soylular da vardı. bunlar ülkenin düşmanlarının kimler olduğunu görüyorlardı. özgür bir ulus, özgür bir ülke uğruna savaşmak istiyorlardı. adalet için savaşmak istiyorlardı. sonra da istilacılara karşı savaşmak istiyorlardı.

    kentli alman burjuvaları bize karşı büyük beylerle birliktiler. birçok yerlerde bir eşeğin kuyruğuna kızıl haç bağlayıp sokaklarda dolaştırıyorlardı. başıboş bir haçlı neferi ellerine geçerse kazığa oturtuyorlardı. ailelerimize işkence ediliyordu. bizlerse açtık.

    bu durumda dozsa, osmanlılarla karşılaşmadan önce beylerimizi yenmek zorunda olduğumuzu anlamıştı. beylere karşı ayaklanma emrini verdi. ilk konuşmasını czegled kentinde yaptı. artık dersini almıştı. belirli bir duruma karşı cephe alıp onu anlamaya alışık bu sade asker, şimdi halkın önderi oluyordu.

    dozsa, czegled kentinde şöyle konuşmuştu:

    "tanrımızın indinde hiçbir şey, bir kişinin başka bir kişi üstünde hüküm sürmesi kadar adi değildir. kölelik doğal bir şey olamaz. kölelik insanların yazgıları arasındaki eşitsizlikten, insanların hırsından ve açgözlülüğünden doğdu. insanları, hele vatandaşları, amansız bir köleliğe tabi tutmaktan daha büyük günah yoktur. macar soylulan size vatandaş gözüyle değil, köle gözüyle bakıyorlar. sanki çetin bir savaşta boyunduruk altına almışlarmış gibi düşmandırlar size. hayvanları da, insanları da aynı şekilde aydınlatan güneşin ışığını bile sizden kıskanıyorlar. hatta sizin bir ruhunuz olmasını bile istemezler. ruhunuzu korumanıza izin veriyorlarsa, bu yalnız, ruhsuz yaşayamıyacağınız, onlar için ekip-biçemiyeceğiniz içindir. onlar için ürün, onlar için şaraplık üzüm yetiştirirsiniz, onlar için hayvan beslersiniz, onlar için kumaş dokursunuz, sizin payınıza ancak kölelik ve yoksulluk düşer. hep bunları acı deneyimlerinizle biliyorsunuz. bir soylu her ne yapsa kefaretini gene siz ödersiniz. bir soylu doğsa, evlense, ya da çocuklannı evlendirse, kendi özel işleri için mahkemeye gitse, bir ev yaptırsa, ölse siz ona hediyeler vermek zorundasınız. onun bayram günleri sizin kara günlerinizdir. hatta onun kötü günleri sizin için daha da acı olur, çünkü bu kötü günün ceremesini de siz çekmek zorundasınız. ve en çok istedikleri şeyi, parayı, sizin sırtınızdan çıkarırlar. sizin paranızla saygınlık kazanır, büyük adam olurlar ve bu güçleriyle de sizi geberesiye çalıştırmak hakkını elde etmek için başka soylularla savaşırlar.

    "daha ne kadar zaman biz macarlar bu aşağılamaya katlanacağız? ünlü han attila'nın önümüze düşüp bizi kuzey dağlarından göç ettirmesi için miydi? birkaç kişinin kendini beğenmişliğine ve açgözlülüğüne hizmet etmek için miydi? biz özgürlük umudumuzu bile yitirirken, bir avuç kişi zengin ve güçlü olsun diye miydi?

    "kalkın macarlar! tanrı'nın, aziz babamızın, özgürlüğümüzü yaratanın, düşmanlarınmızı şaşkına uğratanın, sizi birleştiren ve silahlandıranın ardından gidin. düşmanlarınız, bu zayıf yaratıklar, bu sefihler, sizin boyunduruğu kaldırıp atmak azminde olduğunuza hâlâ inanmıyorlar. bu kan tıynetli heriflere, kendi serfleriyle, kendi vatandaşlarıyla eşit olarak yaşamalarını ve o dayanılmaz gururlarıyla hüküm süremeyeceklerini öğretin.

    "artık özgürlüğümüz için çarpışma fırsatına dört elle sarılın. tanrı, verdiği büyük fırsatı kullanamadınız diye size karşı gazaba gelmesin, gözünüzü dört açın.

    "ben sizinleyim, sizinle birlikte, özgürlük için, düşmanlarımıza karşı savaşacağım; vereceğiniz rütbe ne olursa olsun o rütbede savaşacağım."

    biz, dozsa'ya "köylüler kralı" adına verdik. bütün ülke karmakarışık olmuştu. kimi yerlerde soylular, küçük haçlı karargâhlarını kuşatmışlardı. başka yerlerde de, dozsa'nın orduları soyluların elinde olan kentleri kuşatmışlardı. yollar tehlike doluydu. beylerin askerleri ellerine haçlılardan yollarını şaşırmış küçük birlikler geçirince onlara öldüresiye işkence ediyorlardı. serfler, beylerin ailelerine işkence ettikleri yerlere küçük tenkil birlikleri saldılar. beylerden de, haçlı savaşçılarından da binlerce ölen oldu.

    bu arada dozsa, beylerimizin akıllarını başlarına getirmek için bir girişime daha geçti. buda'ya, krallık danışmanlar kurulu'na, bir mektup gönderdi. bu, o zamanın deyimiyle yazılmış, uzun bir mektuptu. özeti şöyleydi:

    1. osmanlılar macaristan'ı tehdit etmektedirler.
    2. macaristan'ı yalnız büyük bir ordu kurtarabilir.
    3. eğer beyler, eski yasalarımızın yeniden gözden geçirilmesini ve krallarımızın halka bağışlamış oldukları hakların yeniden verilmesini kabul edeceklerse, macar ordusu, halk ordusu, onlarla bir barış yapmaya razıdır. ve bundan sonra, beyler de macar ordusuna katılacaklar ve osmanlılara karşı birlikte hareket edeceğiz.

    beylerimizin eski haklarımızı bize geri vermeye niyetleri yoktu. osmanlılara karşı savaşta bizimle birleşmeyi de istedikleri yoktu. bize karşı büyük bir hızla ordular kurdular. almanlardan ücretle askerler tuttular, almanlara verilen macar kentlerinden askerler topladılar, kendi özel ordularını kullandılar. başpiskopos, dozsa'ya haçlı seferinin sona erdiğini bildiren bir mektup gönderdi. haçlı seferini ilan eden "kutsal papalık genelgesi" artık geçersizdi. haçlı seferini başlatmakla görevli olan aynı papazlar şimdi onu durdurmalıydılar, yoksa aforoz edileceklerdi. haçlı seferiyle birlik olmakta direnen her kişi aforoz edilecekti. dozsa, ordularını dağıtmalı, herkesi yerlerine göndermeliydi.

    daha şimdiden emri altında, silahlı 120 bin kişi toplanmış olan önderimiz dozsa, gazaba geldi. başpiskoposun elçisine gürleyen bir sesle şöyle haykırdı:

    "ben öyle kendisiyle oynanacak çocuk değilim, dedi, tanrı'nın önünde, kutsal haç'ın üstüne yemin ederim ki, hepinizi yokedeceğim."

    halk ayaklanması bir halk savaşına dönmüştü. beylerimiz bizim üstümüze ordular gönderdiler. bu ilk orduları yendik. bunun üzerine her zaman yaptıkları şeye, yabancı orduların yardımına başvurmak istediler. alman imparatorundan ve polonya kralından yardım dileğinde bulundular. ama, dozsa'nın orduları önemli kentleri kuşatmışlardı. beyler, yabancı yardımının geç kalmasından korkuyorlardı. onun için, transilvanya'nın büyük oligarkı janos szapolyai'den acele yardım göndermesini rica ettiler. szapolyai üstümüze güçlü ordularla geldi.

    savaşımızın öyküsüyle sizi sıkmak istemeyiz. uzun zaman her yanda biz üstün geldik. sonra, bir-iki savaş alanından zararlı çıktık. daha sonra soylular ve piskopos haince hilelerine başvurdular. ajanlarını ordularımızın içine saldılar. dozsa'yla görüşmelere başladılar, sonra sözlerini tutmadılar. ve en sonunda, szapolyai'nin güçlü ordusu savaş alanında bizi yendi.

    dozsa, szapolyai'nin macar kralı olmak istediğini biliyordu. szapolyai transilvanya'nın osmanlıların tehdidi altında olduğunu da biliyordu. szapolyai, kendisine, ordusuyla birlikte haçlılara katılmak istediğini mektupla bildirince, dozsa bu düşünceyle, görüşmeye yanaştı.

    odumuzun öteki birlikleri, bir yandan bütün bekes ülkesinin sahibi alman kontu brandenburg'lu george'a karşı, öte yandan macaristan ve romanya soylularıyla macaristan'ın ayrıcalıklı kentlerinin müttefik ordularına karşı savaşırken, dozsa, kendi başında bulunduğu ordusuyla temeşvar yakınlarında szapolyai'yi bekliyordu. szapolyai'nin kendisine saldırmak niyetinde olduğunu kavradığı zaman artık iş işten geçmişti. szapolyai'nin orduları bizimkilere çok yaklaşmıştı. ve dozsa yenildi.

    savaşta bizden 20 bin kişi öldürüldü. dozsa tutsak düşürüldü. beylerimiz "köylüler kralı" için tiyatroya yaraşır bir son hazırladılar.

    dozsa için demirden bir taht ve taç yaptırırlarken onun hapsedilmiş piyade erlerine de tam iki hafta yiyecek hiçbir şey vermediler. birçoğu kırıldı. ama, 20 temmuz 1514'te, çingene cellatları, demir tahtın altında, demiri kıpkızıl hâle getirecek büyük bir ateş yakmakla görevlendirildikleri zaman, tutsak askerlerden bir kısmı açlıktan yarı çıldırmış bir hâlde henüz yaşıyordu. "köylü kral" için, aynı şekilde, ateşte kıpkızıl hâle getirilmiş bir de demir taç hazırlamışlardı. önderimizi bu kızgın tahtın üstüne oturttular. başına da kızgın tacı geçirdiler ve askerlerini onun yanmış etini yemeye zorladılar.

    bu sahneyi zevk ve coşkuyla gözleyenlerden biri, piskopos vemacsios, anılarında şöyle yazar:

    "çingeneler neşeli bir müzik çalıyorlardı. askerler, dozsa'nın tahtının çevresinde itile kakıla dolaştırılıyor ve onun etini yemeleri için kılıçların ucuyla dürtülüyorlardı. her dönüşten sonra askerlerin ağzı yoklanıyordu. ağzı kanlanmamış olan hemen öldürülüyordu."

    macar kralı ulaszlo, bu olaylar üstüne imparator maksimilyen'e şu notayı göndermiştir:

    "george szekely (dozsa), önce yanan bir demir taçla taçlandırıldı, sonra, henüz canlıyken demir bir tahta bağlandı ve genellikle 'hayduk' denilen, kendisinin ya şaka ya da ciddi olarak 'hayvan' dediği askerleri onu parça parça edip yediler; sonunda bedeni dört parçaya ayrıldı ve şişlere geçirildi."

    işte önderimiz böyle yokedildi. şimdi sıra bizdeydi. ülkenin her yanında bizden 70 bin kişi türlü iğrenç yöntemlerle öldürüldü. ordularımızın hala dövüşmekte olan bir kısmı, beylerimizin yardıma çağırdıkları sırp oldularına yenildi. sırplar ne yaptıklarını bilmiyorlardı, çünkü beyleri onlara yalan söylemişlerdi.

    soylular, ailelerimizin de cezalandırılması gerektiği kanısına vardılar. szapolyai, kocaları ve babaları devrime katılmış bu köle kadın ve çocukların da yaşamalarının tehlikeli olduğunu düşünüyordu. bunların da binlercesi kılıçtan geçirildi; geri kalanları da sağlam kaleler içine kondular ve buralarda açlıktan öldüler.

    beylerimiz daha sonra, öç alma hırslarının biraz yatıştığı zaman, yakaladıkları eski haçlıların alınlarına haç biçiminde bir yanık yarası yaparlardı. bu işaret, bütün ömür boyunca bize macaristan'daki tek köylü haçlı seferinin anısını canlandırırdı.

    kutsal haç, bir direniş sembolü hâline geldi. biz ona crux diyemeyiz. "kuruk" deriz. yüzyıllar boyunca ve bugün de biz kendi kendimize hep kuruk demişizdir. beylerimizin çoğu alman soyundan oldukları ve sonraları da alman habsburglara hizmet ettikleri için, kuruk aynı zamanda alman'ın tersi bir anlam da taşır.

    evet, biz kuruk'lar yenildik.

    beylerimiz gene de yakamızı bırakmadılar. onların büyük yasa koyucularından, şu 2 milyon 500 bin dönümlük toprağın sahibi werböczi, devrimimizin macar serf ve köylülerinin asli günahı olduğu teorisini geliştirdi. 1514'te devlet meclisi'nce kabul edilen bir yasa kitabı yazdı, bu kitap bizi sonsuz köleliğe mahkûm ediyordu.

    bu yeni yasa düzeni, bir macarla öteki arasına demirden bir engel koyuyordu. biz, yani halk, "toprağa bağlı"ydık ve zincire vurulmuştuk. devlet meclisinin kabul ettiği werböczi yasaları, asli günahımız yüzünden bütün haklarımızı yitirdiğimizi ve yalnızca görevlerimiz olduğunu ian ediyordu.

    bu yasalara göre, bütün devlet yükümlerini bizim yüklenmemiz, vergileri bizim ödememiz, bütün işleri bizim görmemiz gerekiyordu. soylular, vergilerden ve, her ne biçimde olursa olsun, bütün görevlerden bağışlanıyorlardı.

    yeni yasalar şöyle diyordu:

    "onların ihanetinin anısı ve cezası çocuklarına geçirilmelidir; öyle ki, tüm insanlık beylere karşı ayaklanmanın nasıl bir günah olduğunu öğrensin. bundan ötürü, bu ülkede bütün köylüler istedikleri yere göçebilmek özgürlüğünü yitirmişlerdir. kendi toprak beylerinin kulu olmaya sonsuza dek mahkûm edilmişlerdir."

    böylece, insanlığın "asli günahı"nı beylerimiz bizim omuzlarımıza yüklemiş ve bunu yasalaştırmış oldular.

    1526'da macaristan ulusal bir felakete uğradı. osmanlılar mohaç savaşında macar ordularını yendiler, ülkenin büyük bir kısmını ele geçirdiler. osmanlılar bu toprakları 150 yıl kendi egemenlikleri altında tutacaklardı.

    yirmiyedi bin kişi yerine üçyüz bin kişi, mohaç'ta osmanlılara karşı durabilirdi. beylerimiz bize eski haklarımızı vermeye razı olup da dozsa orduları mohaç'ta savaşa katılsalardı, savaşın ve macaristan'ın alınyazısı farklı olurdu herhalde.
    -------------

    g. paloczy horvath. dün köleydik bugün halkız: macaristan'ın 1500 yıllık köylü hareketleri tarihi. çev. sevim belli. beşinci baskı. ankara: bilim ve sosyalizm yayınları, mayıs 1995. s.56-66.
hesabın var mı? giriş yap