• haçlı seferleri denilince, aslına bakarsak hemen ve yalnızca orta çağ başlarında müslümanların eline geçmiş olan küdüs’ün hıristiyan batı tarafınca ele geçirilmesi emeliyle düzen etmiş olan askerî teşebbüsler akla gelir.

    bu bağlamda sekiz haçlı seferinden söz edilir. sadece şunu iyi bilmeliyiz ki, bu seferlerin ilk üçünden sonrakilerde, haçlı silahlı güçleri kudüs’e hiç yönelmemiştir.

    kaldı ki, sadece kudüs’e değil, daha bir hayli yere aynı zamanda avrupa’nın kimi bölgelerine dahi haçlı seferleri tertip etmiştir. bunlardan en ünlüsü de katharları ortadan kaldırmak emeliyle düzenleme eden ve “albi seferi” olarak da hatıralar bir dizi kırımdır. elbette bir de müslümanlar ile irtibatlı olarak daha sonhra endülüs üzerine düzen etmiş haçlı seferleri var. slavlar ile prusyalıların hıristiyanlaştırılması ve alman sömürgeciliğinin kuzeydoğu avrupa’ya dağılması için yapılan seferler gibi. ayrı olarak, haçlı seferleri mantığını ispanyalı kuvvetlerinin amerika kıtası’ndaki işgâl eylemlerinde ve gene ispanya’nın 16. asırda şimal afrika’yı işgâl teşebbüslerinde de görmek imkanlı. bu tarz şeylerin yanına, sömürmek emeliyle afrika’da, asya’da, cenup abd’da uygulanan hıristiyan misyonerliğini katmak da yanlış sayılmaz. son zamanlarda ise bu seferler, tabanca kullanmaktan çok ekonomik baskılar, ambargolar, yaptırımlar ve siyasi entrikalarla sürdürülüyor.

    ben ise bunlara değinmiş olmakla beraber burada, bu başlık altında o çok bilinene veyahut ilk akla gelene başka bir deyişle müslümanların eline geçen mukaddes topraklar’a tertip eden haçlı seferlerine şöyle bir göz gezdireceğim. başlıkta belirtmiş olduğum benzer biçimde bunlara “haçlı seferleri” ile değineceğim.

    günümüzden yarım asır öncesine kadar tarihçiler, haçlı seferlerini 1095 seneninde düzenleme eden ilk haçlı seferi ile başlatır ve 1396 ya da en geç 1444 seneninde bitirirlerdi. tanınmış ingiliz orta çağ araştırmacısı sir steven runciman, dilimize de çevrilmiş olan üç ciltlik eserinde. haçlı seferlerini 1464 seneninde bitirmiştir. daha yakın tarihindeki araştırmaların kimileri ise bu seferleri 1560 seneninde bitirirken, kimileri 1571 seneye kadar uzandırır. hatta daha da ileri gittikçe, haçlı seferlerini 1798 seneye kadar getirenler bile vardır.

    bence bu seferler son zamanlarda de devam ediyor nitekim ırak’ın işgâl edilmesinin sonucunı izah eden amerika birleşik devletleri evvelki devlet başkanı george bush, bu işgâlin bir haçlı seferi bulunduğunu söylemişti. şu anda katolik kilisesi’nin başındaki papa 16. benedictus da ikide bir benzer söylemleri yineleyip duruyor.

    sadece benim burada irdeleyeceğim mevzunun kapsamı güncel değil, yalnızca tarih. şayet aktüeli incelemek istersek, onu bambaşka bir başlık altına almak gerekir.

    haçlı seferleri, önce “hıristiyan toprakları” olarak nitelenen filistin, suriye ve derhal peşinden iber yarımadası’nın gerek müslümanların gerekse “haçın düşmanları” olarak görülen diğerlerinin elinden kurtarılması emeliyle başlatılmıştı. burada “haç” denilince, bunun aslen yalnızca hıristiyanlara mahsus bir sembol olmadığını bilmeliyiz. sadece hıristiyanlar bunu tümüyle kendilerine mal etmiştir. (gerçi ilk ve üçüncü haçlı seferlerinin düzenleme etmesinde bu işin ardında bambaşka ve özel yahut şahsi nedenler de vardır fakat onları şu an için bir yana bırakalım.)

    ilk hıristiyanlar, savaş bir yana dursun, her türlü kaba güç kullanımına karşıydı. onlara gore savaş, nedeni her ne olursa olsun işlenen günahların neticesiydi; bundan dolayı kötü ve asla kabul edilemeyecek bir olguydu.

    sadece kilise kendini yenilemek, şövalyelik müessesenini kabul etmek, bu müesseseye bir yer bulmak zorundaydı. bu değişim, öncelikle kendini müdafaa eden bir bireyin suçlanamayacağı düşüncesinin tartışılmasıyla ortaya çıkarak, “haklı savaş” kavramını geliştirdi.

    zenginleşme ve haysiyet kazanmak emeliyle savaşmak kabul edilemezdi. ancak tüm yollar tecrübe ettiği biçimde adalet sağlanamıyorsa, belli şartlarla ve son çare olarak harpa müracaat edilebilirdi.

    böylelikle hıristiyan dünyasında “haklı savaş” düşüncesini ilk kez 4. yüzyılda ortaya koyan aziz augustinus, bunların cezalandırıcı istikametinin yanı sıra bir haksızlığı da gidermesi gerektiğini savunma ederek şöyle demişti: «bir adaletsizliği gidermek emeliyle, bir devlet, kendi yurttaşlarının yaptığı adaletsizliği cezalandırmayan bir devlete savaş açarsa; bu savaş, haklı savaş olarak nitelendirilebilir. bir düşmanı öldüren bir askerin, bir suçluyu idam eden bir yargıç veya bir cellat şeklinde, günah işlediğini sanmıyorum; zira bu davranışlarıyla yalnız yasaları uyguluyorlar.»

    7. yüzyıl ortalarında sevilla başpiskoposu aziz ısidore, augustinus’un bu “haklı savaş” düşüncesini birazcık daha geliştirdi. «savaş, bir ikazdan sonra, mülkleri geri almak için veya düşmanları geri çevirmek için yapılırsa haklıdır.» diye konuştu.

    hıristiyan azizler savaşın haklı bulunduğunu kanıtlama etmek için bu şekilde çabalar gösterirken, isa’nın adını ve öğretisini ağızlarına almamaları dikkat çekicidir.
    .
    sevillalı aziz ısidore’un yorumu, sonraları “kâfir” denilen bir toplumun egemenliği altında bulunan mukaddes topraklar’ın ele geçirilmesi için tertip edecek haçlı seferleri’nin temel düşüncesi olarak ortaya çıktı.

    hıristiyan azizlerinden bernard de clairvaux, hıristiyanlar arasında çıkabilecek bir savaşı ancak kilise’nin birliği tehdit altındaysa haklı savaş olarak görürdü. yahudilere, sapkın denilenlere ve inançsızlara karşı güç kullanmaktan olabildiğince kaçınılması gerektiğini müdafaa ederdi. gerçeğin kaba güç kullanılarak ortaya çıkarılamayacağını, kişileri doğru yola sokmak için onları ikna etmek icap ettiğini söylerdi. (öyle derdi de, bu söylemleri ile sonraki eylemlerinin ne denli meblağlı olduğu elbette münakaşa mevzusudur. onun, mabet şövalyeleri tarikatı’nı aslolan oluşturan birey olduğunu unutmayalım. ancak o konu bu başlığın kapsamı dışında; en azından şu an için)

    bu “haklı savaş” doktrininden, “mukaddes savaş” düşüncesi gelişti. 12. asrın din hukukçuları, gerçek yaradan’nın, gerçek inancın, yaradan’nın kilisesi’nin savunma edilmesi için meydana getirilen savaşı haklı savaş olarak gördü. savaş, din sapkınlarına ve inançsızlara karşı yapılırsa “mukaddes” olmaktaydı. sadece mukaddes savaş, buna katılanlardan daha yüksek bir moral, daha derin bir vazife şuuru isterdi. zira bu savaşa katılan, isa için savaşmakta ve ruhunun iyiliği için can vermekteydi.

    bernard de clairvaux, mukaddes harpa katılan kişiyi şöyle kutsuyordu: «o, fenalık yapanlardan isa’nın öcünü almakta, hıristiyan-ları savunma etmektedir. can verirse yok olup gitmez; hedefine erişir. kapı araladığı ölüm isa’ya, kendi ölümü ise kendisine destek sunar.»

    kilise ileri gelenleri haklı veyahut mukaddes savaşı, sulha giden en kısa yol olarak gördü. orta çağ avrupa’sında barış, her şeyden önce yaradan tarafınca istenen düzenin savunması olarak görülürdü. aziz augustinius vaktinden başlayarak, kilise hukukçuları, savaş ve sulhu sıkı bir şekilde, işlerine yarar tarzda açıkladı: «biz sulh istemeliyiz ve ancak mecburi kaldığımız zaman harpmalıyız. zira insan sulhu savaşa hazırlanmak için aramaz; sulha erişmek için savaşır. bundan dolayı savaşta bile barışçıl olun ki, harptığınız kişiye galibiyetinizle barışı getirebilesiniz.»

    savaş esnasında nasıl sulhtan yana olunabileceği ile ilgili hıristiyan azizlerin belli bir teklifleri olmadığı için, askerler, çoluk-çocuk, ihtiyar kadın- demeden tüm başka inanç sahiplerini doğrayarak barışı sağlamaya çalıştı.

    haçlı seferlerine katılanların ortak emelleri isa ve temsilcisi tarafından duyuru edilen bir harpta onun uğruna can vermek olsa da, bu seferlere katılanların içinde macera arayanlar, kahramanlıklar göstererek toplumsal statülerini geliştirmek isteyenler, serseriler, yasa kaçakları, avrupa’daki kıtlıktan kaçanlamış olur, yeni topraklar edinmek isteyen doymaz asiller da vardı. bir öteki söylemle, her bir haçlı seferi, biroldukça insan için kendi emellerini gerçekleştirmek veya ihtiraslarını doyuma eriştirmek uğruna bir uydurma sebep oluyordu.

    doğu’ya sefer düzen etmesinin yüksek bir fiyatı vardı; fazlaca para gerektiren bir işti. hesapta olmayan giderler bir yana bırakılsa bile, bir şövalyenin bu sefere katılabilmesi için kendi senelik gelirinin minimum dört katı kadar para toplaması gerekiyordu. 1180’li senelerde burgundiyalı bir şövalyenin donanımı için ihtiyaç duyulan paranın sağlanması, takriben 300 hektarlık bir alanın satılmasıyla karşılanırken, 1260 seneninde bu fiyat beş kat artmıştı. 12. yüzyıl ortalarında bir atın ücreti üç kat, 13. asır adım atarında bir sefer daha iki kat artmıştı. neticeninde bir beklenti olmasaydı bu yatırım yapılır mıydı hiç? mukaddes topraklar’ın ele geçirilmesinin emeli yalnızca dinsel miydi? ipek yolu nereden geçiyor?

    haçlı seferlerinin tarihi, kralların ve papaların bu seferleri finanse edebilmek emeliyle koydukları yeni vergiler ve öncekilerin oranını artırmalarıyla doludur. son zamanlarda alelade olarak kabul edilen gelir vergisi, avrupa’da ilk sefer bu seferlere finansman sağlanması emeliyle konmuştur.

    haçlıların yurtlarına varlıklı olarak dönmesi pek olası değildi. harplarda edinilen ganimetin büyük bölümü sefer sırasında ya da geri dönüş yolunda harcanıyordu. bir haçlı seferi, hanede kalanlar için de fazlaca zor bir dehemmiyet getiriyordu. her ne kadar resmen haçlı seferlerine katılanların aile ve mülkleri ilk olarak kilise ve sonrasında da devlet tarafınca savunma altına alınıyor idiyse de, bu çoğunlukla lâfta kalıyordu. doğu’ya düzen eden bir sefer, haneden minimumından iki sene uzaklaşmak demekti. bu iki hasat döneminde geride kalanların, ürün yetiştirmek ve toplamak için yardımcı güç bulamamaları hasebiyle, bir fazlaca tarım işletmesi çöktü gitti.

    orta çağda, haçlı seferleri mevzusunda olarak yazılmış şiir ve şarkılar hüzün ve acı içerir. çıkılacak seferden, bilhassa denizyolu ile yapılacaksa çekinilirdi. karadan meydana getirilen uzun yürüyüşlerde ise, lojistik destek sağlanamadığı için çoğunlukla aç kalınır ve otlarla beslenilirdi. atlar ve yük hayvanları arasında ölüm oranı fazlaca yüksekti. bir takım süre şövalyeler, tabanca ve diğer malzemelerini sırtlarında taşımak zorunda kalıyor, dolayısıyla statülerini yitiriyorlardı.

    haçlı seferleri’ne katılanlar, ne kadar gözü pek gözükürse gaslıksünler, aslına bakarsak çoğunlukla tehlike içindeydi. zira geçilen yollar, konaklanan noktalar hep tehlikeliydi. bu tehlike duygusu, bir de açlık ile birleşince bazı süre paniğe bile kapı aralıyordu. bunun neticesi haçlıların kendi aralarında birbirlerini kırmasıydı. birçoğu da bundan dolayı dönemiyordu zati.

    özetle, haçlı seferlerinin batı toplumuna, halka aslabir kazancı yoktu. esasen kötü vaziyette olan halk daha da perişan hallere düşüyordu. sadece camiası, halkı gözeten, umursayan mı vardı ki?
  • birleşen hristiyanlara karşı birleşen müslümanlar yoktur bu kampanyalar sırasında. istanbul'u dahi talan edilme tehtidine sokan bu akınlar sırasında anadolu yıkıma uğrarken diğer müslüman devletlerden anadoluya yardımcı bir güç gönderilmemiştir. bu durum, müslüman toplumlar arasındaki dayanışma ortamının eksikliğini anlamamıza yardımcı olur. bugünkü çatışma ortamını hilafet kurumunun olmamasına bağlayanlar, o zamanki ortamı izah edecek bir açıklamaya mantıksal olarak sahip değiller.

    bunun yanında güçlerini birleştiren hristiyan dünyası, orduların doğu akdeniz kıyılarına doğru taşınmasını sağlayan gemilere bindiği italya limanlarında ticaretin gelişmesine sebep olmuştur ve bu bölgeler de bu refah ortamında yetişen insanlar ile yüzyıllar sonra aydınlanma çağının başlamasını sağlamıştır.

    görüldüğü gibi, "bu dünya için yaşamak" temelli toplumsal hareketlerin sonucunda yıkım da olsa bir noktada kazanım elde ediliyor. savaşlardan elde edilenleri hiç saymadan, sadece birlikte hareket eden birbirine muhtaç olduğunu anlayan insanların birlikteliği batı diye tasvir edilen avrupanın temellerinin atılmasını sağlıyor. diğer tarafta ise birbirine düşman, "biz daha çok allahçıyız" diyerek kendini diğerlerinden soyutlamaya çalışan kitle, diğer birleşmiş kitlenin doğal olarak mandası oluyor.
  • ortadoğu kezbana benzer, herkes beni s.kecek modunda takılır. ama alakası yok.
    haçlı seferleri denilen olgu (kimine göre norman istilası da denebilir) islamı yeni kabul etmiş maceracı cenkçi türkler gibi hristiyanlığı yeni kabul etmiş cenkçi normanların, kendilerinden olmayan herkese saldırması olayıdır. katolik, ortodoks, şii, sünni, pagan dil, ırk fark etmeksizin her yer istila edilmiştir. bugün haçlı seferleri, eğitim müfredatlarımızdakinden ibaret sayanların sadece "hedef ben miyim, hedef ortadoğu mu tayfun" modunda takılması şaşırtıcı değildir.
    bu normanlar önce ingiltere'yi (1066) istila ettikten sonra fransa, ispanya, sicilya, iskandinavya, baltık, bulgar, doğu roma, anadolu, tunus, mısır, levant ve adını sayamadığım her yeri istila etmiştir. tarih müfredatımız, sadece bizi ilgilendiren kısımları aldığından çok şey yapmayın siz. tıpkı birinci dünya savaşı'nda olduğu gibi.
    adama soruyoruz kaç cephe var diye adam osmanlı cephelerini sayıyor bize.
    (bkz: kuzey haçlı seferleri)

    yani diyeceğim o ki, istilaların, savaşların ortadoğuyla alakası yok. büyük güçlerin savaştıkları cephelerden sadece biridir ortadoğu.
  • kapsamlı bir yazı haçlı seferleri
  • haçlı seferleri sadece haçlıların (frenklerin); müslümanlara ve bölge halklarına karşı yürüttükleri ve başarılı oldukları istila ve işgal hareketleri değildir. zaman zaman, frenkler ve müslümanlar belirli kompozisyonlarda birbirlerine karşı da savaşmışlardır (suriye ve ırak'ta). bu tür savaşların en ilginçlerinden biri aşağıda anlatılmıştır.

    "(...) olay 1108 yılının ekim ayının başında, artık sonuncularının da olgunlaştığı bir siyah erik bahçesinde geçer. etraf, sonsuza kadar uzanan pek ağaçlı olmayan tepelerle tamamen çevrelenmiştir. bu tepelerden birinin üstünde tell başir'in (turbessel) surları ihtişamlı bir şekilde yükselmektedirler; bunların dibinde de karşı karşıya gelmiş iki ordu, pek olağan olmayan bir manzara sunmaktadır.

    kampların birinde, antakya efendisi tancrede, başlarını ve burunlarını kaplayan kafa zırhlarını kuşanmış ve kılıçlarını, gürzlerini veya bilenmiş baltalarını ellerinde sıkı sıkıya tutan binbeşyüz frenk şövalye ve piyadesiyle çevrelenmiş olarak durmaktadır. yanlarında da, halep beyi rıdvan'ın gönderdiği altıyüz türk süvarisi uzun kargılarıyla durmaktadır.

    diğer kampta ise, örme zırhının üzerine kolağızları işlemeli uzun bir entari giymiş olan musul emiri cavlı vardır, ordusu üç tabura ayrılmış ikibin kişiden meydana gelmektedir: solda araplar, sağda türkler ve ortada, aralarında edessa kontu ii.baudouin ve tell başir'in efendisi jocelin'in de bulunduğu frenkler.

    antakya'daki devasa çarpışmaya katılmış olanlar, bundan on yıl sonra, atabey kürboğa'nın yerine musul valisi olan birinin edessa'nın frenk kontuyla bir anlaşma imzalayacağını ve antakya'nın frenk hükümdarıyla halep'in selçuklu beyi arasında kurulan bir ittifaka karşı onunla omuz omuza çarpışacağını hayal edebilir miydi? açıkçası, frenklerin müslüman hükümdarcıkları arasındaki katliamcılık uyununa tamamen katılmalarını görmek için çok beklememek gerekmemiştir. vakanüvisler buna hiç şaşırmışa benzememektedirler. ibn esir'in (ibn el-esir) şöyle dudağının ucundan gülümsediği ancak görülebilmektedir, ama frenklerin ve ittifaklarının öyküsünü, tıpkı
    "el kamil fi el-tarih (mükemmel tarih) adlı kitabı boyunca müslüman hükümdarlar arasındaki sayısız çatışmayı aktarırken olduğu gibi, tonunu hiç değiştirmeden anlatmaktadır. arap tarihçi, ii.baudouin musul'da esirken, tancrede edessa'ya el koymuştur, bu da arkadaşının özgür kalmasında hiç de acelesi olmadığını göstermektedir diye açıklamaktadır. hatta cüyuş'un (cavlı'dan önceki musul beyi) aklına, onu yanında mümkün olduğunca uzun tutması için birşeyler sokmuştur.

    fakat 1107'de bu emir devrilmiş, kont musul'un yeni efendisi cavlı'nın eline geçmiştir. çok akıllı bir türk maceracısı olan cavlı, iki frenk şefi arasındaki kavgadan yarar sağlayabileceğini hemen anlamıştır. bunun üzerine ii. baudouin'ı serbest bırakmış, ona itibarlı kişilere ait kıyafetlerden vermiş ve onunla bir ittifak yapmıştır. ona öz olarak "sizin edessa (urfa) fiefiniz (malınız, mülkünüz) tehdit altında, benim de musul'daki durumum hiç garantili değil, yardımlaşalım" demiştir.

    ibn el-esir şöyle anlatacaktır:

    "kont ii. baudouin, el-komes bardavil serbest kalır kalmaz, antakya'da "tankri'yi" görmeye gitti ve ondan edessa'yı kendine geri vermesini istedi. tancrede ona otuzbin dinar, atlar, silahlar, elbiseler ve daha birçok şey teklif etti, ama kenti geri vermeyi reddetti. ve ii.badouin antakya'dan öfke içinde ayrılınca, tancrede onun müttefiki cavlı'yla birleşmesini önlemek üzere onu izlemek istedi. aralarında birkaç itiş kakış oldu, fakat her çarpışmadan sonra birlikte yemek yemek ve çene çalmak için toplanıyorlardı!

    musullu tarihçi, bu frenkler deli demeye getirip, şöyle söylemektedir:

    bu sorunu çözmeyi başaramadıkları için, onlar için bir cins imam olan patrik bir arabuluculuk girişiminde bulundu. piskopos ve rahiplerden oluşan bir komisyon oluşturdu; bu komisyon, tancrede'in amcası olan bohemond'un ülkesine geri dönmeden önce, eğer esaretten geri dönerse edessa'yı ii.baudouin'e geri vermesini tembih ettiğini belirlediler. antakya'nın efendisi hakemlerin kararını kabul etti ve kont topraklarını geri aldı.

    zaferini tancrede'in iyi niyetinden çok, cavlı'nın müdahalesinden korkmasına borçlu olduğunu düşünen ii.baudouin, toprakları üzerindeki bütün müslüman esirleri serbest bırakmış hatta islamiyete herkesin önünde küfür eden hristiyan memurlardan birini idam ettirmiştir.

    kontla emir arasındaki garip ittifaka öfkelenen tek yönetici tancrede değildir. rıdvan bey (halep emiri), cavlı'nın ihtirasları ve kalleşliği konusunda uyarmak üzere antakya'nın efendisine mektup yazmıştır. bu emirin halep'i ele geçirmek istediğini ve eğer bunu başarırsa, frenklerin artık suriye'de tutunamayacaklarını söylemiştir. selçuklu beyinin frenklerin güvenliğini düşünmesi epeyi tuhaftır, ama hükümdarlar dinsel veya kültürel engellerin ötesinde birbirlerini çok kolay anlamaktadırlar. böylece, birincisine karşı yeni bir islam-frenk koalisyonu kurulmuştur. bunun sonucu olarak, şu 1108 yılının ekim ayında, tell başir surları karşısında şu iki ordu karşı karşıya gelmiştir.

    antakyalı ve halepli askerler hızla avantajlı duruma geçmişlerdir. "cavlı kaçtı ve çok sayıda müslüman tell başir'e sığındı. ii.baudouin ve kuzeni jocelin burada onlara iyilikle davrandılar, yaralıları tedavi ettirdiler, onlara elbise verdiler ve evlerine götürdüler." arap tarihçinin ii baudouin'ın şövalyece zihniyetine saygı sunması, edessa'nın hristiyan halkının kont hakkında sahip olduğu kanıyla zıtlaşmaktadır. nitekim kontun yenildiğini öğrenen ve herhalde öldüğünü sanan kent ermenileri, frenk egemenliğinden kurtulma zamanının geldiğini düşünmüşlerdir. öylesine ki, ii.baudouin geri döndüğünde başkentinin bir cins hemşehriler kurulu tarafından yönetildiğini görmüştür. uyruklarının bağımsızlık isteklerinden kaygılanarak, aralarında çok sayıda rahibin olduğu önde gelen başlıca kişileri tutuklattırmış ve bunların gözlerinin oyulmasını emretmiştir.

    müttefiki cavlı da, ayaklanmak için yokluğundan yararlanan musul önde gelenlerine aynı şekilde davranmak isterdi. ancak bundan vazgeçmek zorundaydı, çünkü bozguna uğraması itibarını sıfıra indirmişti. artık kaderinin kıskanılacak bir yanı kalmamıştı: toprağını, ordusunu, hazinesini kaybetmişti ve sultan muhammed kellesine ödül koymuştu. fakat cavlı yenildiğini kabul etmiyordu. tüccar kılığına girmiş, isfahan sarayına gitmiş ve kefeni elinde olduğu halde birdenbire sultanın tahtı önünde yerlere kapanmıştı. duygulanan muhammed onu affetmeyi kabul etmiş, bir süre sonra da iran eyaletlerinden birine vali olarak atamıştır.

    tancrede'e gelince, 1108 zaferi onu şansının zirvesine taşımıştır. antakya prensliği, türk, arap, ermeni veya frenk bütün komşularının çekindikleri bölgesel bir güç haline gelmiştir. rıdvan bey, artık dehşet içindeki bir bağımlıdan başka birşey değildir. bohemond'un yeğeni kendisine "büyük emir" dedirtmektedir.

    frenklerin kuzey suriye'deki varlıklarını onaylayan tell başir çarpışmasından yalnızca birkaç hafta sonra, şam beyliğinin kudüs'le ateşkes anlaşması imzalama sırası gelmiştir: iki başkent arasındaki tarımsal alanın gelirleri üçe bölünecektir, üçte biri türklere, üçte birir frenklere, üçte biri köylülere", diye kaydetmektedir ibn el-kalanissi. "bu temele dayalı bir protokol yapılmıştır." bundan birkaç ay sonra, şam yeni bir anlaşmayla daha da büyük bir alanı kaybetmiştir: lübnan dağının doğusundaki zengin bekaa vadisi de kudüs krallığıyla paylaşılmıştır. fiili durumda, şamlılar tamamen güçsüz bırakılmışlardır. hasatları frenklerin insafına kalmıştır ve ticaretleri artık cenevizli tüccarların egemen olduğu akka limanı üzerinden transit yapılmaktadır. suriye'nin hem kuzeyinde, hem de güneyinde frenk işgali gündelik bir gerçek haline gelmiştir. (...)"

    amin maalouf, arapların gözüyle haçlı seferleri (les croisades vues par les arabes);
    mehmet ali kılıçbay.

    ayrıca:
    (bkz: maara/@invulnerable)
    (bkz: nehrü'l-kelb/@invulnerable)
    (bkz: türk ordusu mısır'ı vursun kampanyası/@invulnerable)
    (bkz: ii.friedrich/@invulnerable)
  • doğunun zenginliklerini yağmalama amaçlıdır. din min palavra yani.
  • haçlı seferleri'nin curcunalı dönemi, üçüncü haçlı seferi'nde selahaddin eyyubi ile ingiliz kralı ı. richard'ın (aslan yürekli) kapıştığı dönem.

    hollywood da bu detayı atlamamış ve en karizmatik karakterlerin olduğu bu dönemi mercek altına alarak kingdom of heaven (cennetin krallığı) isimli filmi çekmiş.

    aslında olayların kötüye gidişi, kudüs haçlı krallığı'nın başındaki v. baldwin'in ölmesiyle başlıyor. bu adam görece olarak ılımlı ve bölgedeki şartları iyi bilen birisi. kız kardeşi sybilla ve kocası guy de lusignan kralın yerine karı-koca olarak tahta çıkıyorlar. (aragonlu ferdinand ve kastilyalı isabel misali).

    bu sırada renaud de chatillon diye bir fransız şövalyesi bölgedeki ticaretin içine ediyor. kervanları yağmalıyor, kızıldeniz'deki deniz ticaretine taş koyuyor v.b. adam adeta azılı bir haydut. yaptıklarının sonucu olarak orta doğu'da istenmeyen adam ilan ediliyor.

    bu sırada bölgenin en güçlü müslüman liderlerinden selçuk atabeyi nureddin zengi'nin ordusuna komuta eden shirkuh isimli vezir ölüyor ve komuta selahaddin eyyubi'ye kalıyor. ardından nureddin zengi'nin de hayatını kaybetmesiyle selahaddin, eyyubi hanedanlığı'nı kuruyor ve kudüs'e yoğunlaşıyor.

    châtillonlu renaud'un yaptığı barbarlıklar, selahaddin'e haçlılar'a saldırmak için iyi bir sebep oluyor. hattin savaşı'nda karşı karşıya gelen eyyubiler ve haçlılar fena kapışıyor. savaş, selahaddin'in ezici üstünlüğü ile sona eriyor. hatta savaşı kazanmakla kalmayıp, şövalye renaud ve kral guy'ı da esir alıyor.

    kral guy susuzluktan bitkin durumda iken, selahaddin çadırına davet ediyor ve su ikram ediyor. guy su kupasını renaud'a uzatıyor. islam geleneklerine göre su ikram edilen düşman, bağışlanmış oluyor. yani selahaddin baştan guy ile barış yapmaya ve ona kendisinin dengi olarak saygı göstermeye karar vermiş. ancak renaud'a cezayı kesecek.

    ince düşüncesi ile susuz kalmış iki adamdan guy'a su ikram ediyor, ancak teknik olarak renaud'a ikram etmiş olmuyor. çünkü suyu renaud'a, guy uzatıyor. sonuç olarak renaud isimli hırtın kellesi gidiyor.

    bu yenilginin ardından kudüs'ü savunacak bir ordu kalmayınca, selahaddin eyyubi elini kolunu sallaya sallaya kudüs şehrini hristiyanların elinden alıyor. haber vatikan'a ulaştığında papa kalp krizi geçiriyor.

    yeni papa hemen haçlı seferi ilan ediyor ve üçüncü haçlı seferi böyle başlıyor. sefere katılan üç önemli kraldan ı. frederick barbarossa (kutsal roma imparatoru) göksu nehrini geçerken atından düşüyor ve boğularak ölüyor. fransız kralı ıı. filip ve ingiliz kralı ı. richard ise kutsal topraklara ulaşmayı başarıyorlar.

    arsuf savaşı'nda selahaddin'in askerleri, yürüyüşte olan ve haliyle hazırlıksız bir şekilde çöl topraklarında ilerleyen haçlı ordularına baskın hücum yapıyor. ancak ingiliz kralı da isminin hakkını verircesine (bkz: aslan yürekli richard) ordusunu hızlı bir şekilde toparlıyor ve karşı koyuyor.

    kral richard ve sultan selahaddin yafa antlaşması (treaty of jaffa) ile barış ilan ediyorlar ve haçlı seferi sona eriyor. ancak ingiltere'den papa'nın çağrısı ile gelip, çöllerde telef olan richard'ın çilesi burada bitmiyor. dönüş yolunda gemisi karaya oturuyor ve kutsal roma imparatorluğu'na esir düşüyor. karşılığında fidye olarak adeta ingiltere'yi istiyorlar.

    annesi eleanor of aquitaine (2. haçlı seferi'ne katılan fransa kralı'nın karısı, onun da hayatı ayrı bir entry konusu olur) kiliseden ve soylulardan zorla para koparıp fidyeyi topluyor ve oğlunu geri alıyor. tekrar taç giyen richard, kardeşi john'un kendisi yokken binbir iş çevirmesi ve normandiya'yı işgal etmesi sebebiyle, kardeşine karşı sefere çıkıyor. adeta absürd bir sebeple orada ölüyor.

    sebebini de çıtlatayım: çocuk yaşta bir okçu tarafından vuruluyor ve yarası kangrene dönüşüyor. meğer richard bu çocuğun yakın akrabalarının geçmişte canına okumuş. olaylar olaylar, tarihin bu dönemi adeta çin kutusu gibi, açtıkça içinden başka bir şey çıkıyor.

    4. haçlı seferi için de zamanında şöyle bir entry yazmışım. (bkz: #63489825)

    haçlı seferleri hakkında temsili görseller ile birlikte bol bilgi içeren şu blog yazısını da tavsiye ederim.
  • para tuzağı ile tutsak edilmiş müslüman dimağların eli ile yapılan seferlerdir.
  • urfa, antakya ve kudüs'ü hedefleyen cihat. avrupa'daki boşta gezen genç insan fazlalığını azaltmanın yolu olarak papa tarafından akıl edilmiş bir cihat.
  • 1. haçlı seferi (1096-1099) : bu sefer sonunda haçlılar kudüs'ü ele geçirdiler. burada kudüs krallığı kurdular. ayrıca urfa kontluğu ve antakya prensliği kurdular. suriyenin bazı bölümlerini de egemenlikleri altına aldılar.

    2. haçlı seferi (1147-1149) : türklerin urfa'yı geri alması ve şam ile halep'in kaybedilmesi haçlıları endişelendirdi. kudüs'ü müslüman tehlikesinden korumak için yeni bir haçlı seferi başlattılar.

    3. haçlı seferi(1189-1192) : (bkz: selahattin eyyübi) kudüs'ü geri aldı. kudüsü geri almak için hazırlanan haçlı ordusunu 2. kılıçarslan durdurdu. anadoluyu karadan geçemeyince deniz yoluyla suriye'ye geçen haçlıları bu sefer de selahaddin eyyübi durdurdu.

    4. haçlı seferi çıkan karışıklıklar ve bizans imparatorluğunda gözü olan daha önce tahttan indirilmiş ıı. isaakios'un genç oğlu aleksios angelos'un imparatorluğa geçince ücreti karşılamak için yardım etme vaadi vermesiyle kudüs yerine konstantinopolis'e yönelmesiyle ortodoks bizans’a karşı yapıldı. şehir yağmalandı ve burada yaklaşık 60 yıl süren bir latin imparatorluğu kuruldu.

    daha sonra yine kudüs'ü ele geçirmek için haçlı seferleri düzenlense de bu seferler başarısız oldu.
hesabın var mı? giriş yap