• hafta sonu bir avm, park, restoran ya da dışarıda herhangi bir yerde onlarcası görülebilecek, en az 1 adet yaramaz çocuk bulunduran çiftlerdir. hayatlarından bezmiş, allah belalarını vermiş gibi bir görünümleri vardır. suratları asıktır ve birbirleriyle sanki küsmüşcesine hiç konuşmazlar. genellikle telefonlarına odaklanmışlardır. sadece, sağa sola koşturan çocuklarına "dur, yapma, gitme, gel buraya çabuk!" şeklinde bağırdıklarında konuştuklarını duyarsınız. çocuklarıyla düzgün şekilde konuştuklarını ise pek duyamazsınız. çocuklarına hitap biçimleri genellikle "bağırma" şeklindedir. "madem böyle bakacaktın, neden yaptın o çocuğu" diye düşündürtürler çevredekilere. görenleri evlilikten soğutma gibi bir özellikleri de mevcuttur.
  • vakti zamanında sevişip üredikleri için kendilerini amaç sahibi, diğer insanları amaçsız ilan eden insan grubu.

    çocuk yapıyorlar ama çocuğa bakmak istemiyorlar. anneanne ve babaanne denen garibanların hayatına ambargo koyup kendi çocuklarını onlara baktırıyorlar. kendilerine boş zaman ayırmak istiyorlar. çünkü benimsedikleri ebeveynlik yöntemi "benim çocuğum her şeyin en iyisine sahip olacak, istediği her şey olacak." çocuklarına istedikleri mükemmel hayatı sağlamaya enerjileri yok. günün sonunda iki yorgun insan birbirinden nefret ediyor ve çocuğa bakması için annesini babasını görevlendiriyor.

    böyle bir ebeveynlik yöntemi benimsemek kendi karakterinizi, kişiliğinizi, isteklerinizi, çocuğu baktırdığınız insanın hayatını hiçe saymaktır. bu jenerasyonun zaten bir amacı, isteği, hayali yoktu, bu yüzden çocuk yapıp çok meşgul ve önemli biri olarak görünmek onlar için güzel bir kaçış kapısı oldu.

    keşke o aşağıladığınız doğu avrupalıları örnek alsaydınız biraz. hafta sonu çocuklarıyla bisiklet kullanan, çocuklarının birer insan olduğunu ve hayatta her istediğini elde edemeyeceğini onlara zamanında öğretebilen ebeveynler olsaydınız.

    halbuki başlarda 2000'lerin gençliği umut veriyordu. şimdiki gibi nargilecilerin, ya da kibirli moderncilerin devri değildi. toplumsal kodlara karşı çıkıp bir şeyleri değiştirebilirlerdi. ama onlar bugün düşman çatlatmak için düğün yapıyor, instagram'a fotoğraf koymak için kahvaltıcıya gidiyor. 85-90 arasında doğan nesil bu ülke için geçiş aşamasını başlatan insanlar olabilirlerdi. onlar avm/instagram ekseninde bir alt kültür oluşturup senelerin emeğini piç ettiler.

    "benim için en iyisi hangisi" ya da "en çok nasıl mutlu olurum" sorularından çok "başkaları için en iyisi hangisi" ve "o şeye nasıl ulaşırım" sorularıyla meşguller. bu insanlar birbirlerinden nefret eden, kendilerine ve etrafa zararlı, fakat tüm bunlar yaşanırken kendilerini aile kurumunun yüce temsilcileri olarak gören garip varlıklar.

    işin kötüsü, bu iş böyle devam edecek gibi. bu gerçekleri birisinin suratına söylerseniz anında sizi aile, toplum, sevgi düşmanı, vatan haini, bölücü, duygusuz, enemy of the state ilan ederler. zira hayatlarını üzerlerine kurdukları değerler bütünü o kadar sahte ki herkes inanıyormuş gibi yapmak zorunda. birisi doğruları söylemeye başladığı an tüm düzen çatırdamaya başlıyor.
  • açilin, evli ve cocuklu biri olarak haftasonu gezmesinden yaziyorum.

    bende bi sipa var 10 aylik, essek oglu essek cok tatli olmasina ve onu cok sevmeme ragmen o kadar yoruyor ki. ben evde son derece tembel bir insanim, isten eve geldigimde bu tirrek'i annesi kucagima birakiveriyor. annesi de hakli, o da aksama kadaf ugrasiyor.

    problem surda aslinda, bizim annelerimiz maharetli kadinlardi, evi tek baslarina cekip cevirirler ve kocalarina cevresine bu konuda kendilerini gostermek isterlerdi. kimse ev isinden anlamayan beceriksiz bir kadin olmak istemez, zira evde kalacagindan korkardi.

    simdiki kadinlarin hedefi evde kalma korkusu degil, kariyer. dolayisiyla odaklarinda ev isleri, cocuk buyutmek yok, boyle kodlanmamis. dolayisiyla daha ilk cocukta bas edemez hale geliyorlar. biz, yani annesi maharat erkekler de, evde camis gibi yatmayi ogrenmis erkekler olarak, aksam isten eve gelince kucagimiza atilan cocuklari gorunce kimyamiz bozuluyor.

    inanin haftasonu olsun istemiyorum, cunku haftasonu sirf cocuk bakiyorum. esimi ve cocugumu gezdirmek bana zul gelir oldu, zira gezecegin yer aileye uygun olmali. bu da bana gore degil, beni sikiyor.

    iki disari cikalim diyoruz, acaba cocuk aglar mi, karni mi acikir, gunes mi carpar soguk mu carpar derdinden kendimize odaklanamiyoruz. budur somurtmamizin sebebi.
  • zaman içerisinde o mutsuz ama mutsuzluğunu kabul etmeyip evcilik oynayan çiftlerin boşanmalarına ya da aynı ev içerisinde neredeyse hiç konuşmadan, yataklarını ve hatta odalarını ayırarak yaşadıklarına sıklıkla şahit oldum. önceleri herkese ne kadar mutlu olduklarını ve çocuk yaptıkları için kendilerini çok iyi hissettiklerini ispat etmek için çabalar ve hatta kendilerini bile buna inandırmaya çalışırlar. çocuklarını ne kadar çok sevdiklerini anlatırlar sürekli ve elbette ki seviyorlardır da. ama bir yandan hayatlarındaki mutsuzluğun nedeninin o çocuk ya da çocuklar olduğunu da bilirler.
    çocuğunu doğurduktan sonra ayna karşısında aylarca ağlayan kadınlar tanıdım. yüzlerindeki mutluluk maskesiyle kendilerini kuaföre, alışverişe verir, estetik cerrahların kapısını aşındırırlarken o yere göğe koyamadıkları çocuklarını türlü bahanelerle ya bir bakıcının kucağına ya da aileden birisinin kollarına atmışlardır. ve çocuklarıyla geçirdikleri kısacık zaman diliminde o çocuklara bağırıp dururlar. çünkü çocuğu aslında kendisi büyütmemekte ve o annenin eğitimini almamaktadır o çocuk. ve anne hem tahammülsüz, hem de yabancıdır çocuğuna.
    erkek ise zaten iş toplantıları, iş seyahatleri derken hem anneyi hem de çocuğu ilgisiz ve yalnız bırakır. ona hava hoştur ve o zaten erkektir. ne yapsa, ne yaşasa farketmez ama karısı tabii ki evinde sadakatle kocasını beklemek zorundadır. başka türlüsü düşünülemez! e canım, bu kadar masrafın altından kalkan da o değil midir? kendisi ailesine ne kadarını verirse, onlar onunla yetinmek zorundadır.
    sonra bu sevgili, cici aile kırk yılın başında bir hafta sonu ya da bayram tatilinde birlikte zaman geçirmeye kalkar ama maskelerini ve canım cicim yalanlarını da yanlarına almışlardır. fakat bir şekilde kaçıverir o cırtlak bağırış ağızlarından. bir anda, ilgisizlikten beter olduğundan bütün şımarıklığını takınmış olan çocuklarına herkesin içinde bağırmaya başlarlar. evde veremedikleri terbiye o anda çocuğa yapışacakmış gibi gelir ama nafiledir. çocuk bu! tabii ki durumu kullanacak ve intikamını alacaktır. o aile ona sadece rahat bir yatak, iyi bir okul, teknolojik aletler ve yiyecek sunmakla yükümlü değildir aslında. vermeyi unuttukları sevgi, üç kuruşluk tatilde ya da haftasonu gezisinde gün yüzüne çıkar.
    bilmiyoruz, anlamıyoruz zanneden çocuklu ailelerin dilinde ise hep aynı laflar döner, durur. "çocuğun olmadan anlayamazsın!" aslında unuttukları ve gözardı ettikleri bir şey vardır. bizim de bir zamanlar çocuk olduğumuz! oysa onlar hayatın telaşından kendilerinin de bir zamanlar çocuk olduklarını unutmuşlardır. bağırdıkları o çocuğu kendilerinin yaratmış olduğunu da!!!
  • malumun ilamına lüzum yok da hadi konuşalım, gerçekten var olan ciftlerdir. her pazar bunlari izleyip, keske yardımcı olabilsek diyorum. zira zift gibi akıyor, yayılıyor, ayaklara bulaşıyor simsiyah mutsuzlukları. gittikçe büyüyerek bütün takım yıldızları hürp diye yutan bir kara deliğe dönüşüyor. katladiklari veya sürdükleri bebek arabalarıyla, hayattan iki gram zevk alamadıkları, ruhsal ve zihinsel anlamda baska mecralarda fink attıkları ve bedenlerini bu bayat düzenin peşinde sürükledikleri açık seçik izlendigi halde, onbinlerce genc her gun, her saniye bu mutsuz düzene doğru, bant üzerinde pres makinesine ilerleyen salçalık domatesler gibi ilerlemekteler.
    neden? bunu kendinize neden yapıyorsunuz? çocuklar harika varlıklar olabilirler. fakat bu toplumda, avm kültüründe, boktan eğitim sisteminde, soğanın kıymete bindigi enflasyon şartlarında, köy kadar kalabalik fakat komşunun komşuya yabancı olduğu 1+1 evli itiş tepiş sitelerde, evlenip cocuk yapılır mı? sevdiğiniz insanın ortasından bastığı diş macununa veya sabun üzerinde bıraktığı kıllara şaka yollu sövmek keyifli olabilir, fakat bunu ömre yaymaya gerek var mı?
    hafta sonları ben kulağımda müzik elimde kitap, telefonun ucunda veya yanımda dostlar, hayatta bana keyif veren her türlü hobimle, kendimi gerceklestirdigim sanrısını yaşarken; bebek arabasıyla çantaları sırtlanmış baba ve kucağında bebegiyle önde ilerleyen dogum kilolarını verememis anneye bakıyorum. hayatı anlamlı kılma çabası peşinde üreyip, girdikleri cendereyi anca fark etmelerini izliyorum. çocuğa adanan ömrün, çocuk büyüyünce çocuğun hayatının her lahzasına karışmak suretiyle hesabının yine çocuktan sorulacağı bu debelenmeyi, esefle izliyorum. keşke yardımım dokunsa diyorum. keske onlar icin bir sey yapabilsek. fırsatları olsa kucaklarında ne var ne yok sıpıtıp kaçacaklarini bilerek, park ettikleri arabaya tin tin yürümelerini veya sahilde dolanmalarını izliyorum.
    bebek ekseriyetle viyak viyak ağlıyor, kalabalıktan huzursuz oldukca ağlıyor sabi. bir kasabada, otlak alanda, meşe ağacının altında, sırtını ağaca yaslamış anne ve babasının yanında kundaklanmış vaziyette, agac dallarının arasından sızan ışık hüzmelerine bakıyor olsa, böylesi ağlamazdı. gülücükler saçardı, ninesi derdi ki "bebekler melekleri görürmüş, melek gördü bizimki."
    dört bir yandan üzerime insan akın ederken, ben dahi sallanmış şampanya misali kımıl kımıl patlayacak gibi oluyorum, o bebek nasıl fenalaşmasın.
    köyde kasabada tamahkar beklentiler ve minimal dinamikler içerisinde, sobanın üzerinde kestane çevirerek yaşlandığımız hayatlar yaşasak genç de evlenilirdi altı çocuk da yapılırdı. şehirde ısrarla bu düzeni kurup ilerletmeye çalışanlar hafta sonu görülen çocuklu mutsuz çiftlerdir.
    kendilerine nasıl yardımcı olabileceğimizi bulabilmek isterim. çocukları ve bebekleri seviyorum, belki bazı hafta sonları bencilce gtumu gezdirmek ve kendimle ilgilenmek yerine yarı zamanlı - gönüllü bebek bakıcılığı yapabilir ve o çiftin, flört eden iki taze aşık gibi takilabilecekleri anlara kavuşmalarına destek olabilirim. blabla ötmek kolay, karanlığa bi mum yakmak lazım.
  • en temel iç güdülerden biri olan üreme dürtüsünü gerçekleştirerek çocuk sahibi oldukları için kendilerini "bir baltaya sap olmuş" olarak tanımlayan insanlardır.
  • iki kere evlenip tazminatsız bilmemnesiz kurtuldum. yok arkadaş, gerçekten bu devirde yapılacak iş değil. mutsuzluğun dibini yaşarlar. açık hava hapishanesi gibidir. kımıldayamaz, nefes alamaz, hele bir de ekonominin bu hale geldiği günümüzde ayın sonunu getiremezsin.

    mal mülk kalmıştır: hobi sahibi ehlikeyf insanlarsınızdır. ufak bi kasabada organik tarım, tema vakfı, yarak kürek işlerle ilgileniyorsunuzdur, o zaman olabilir.
  • arkadaşlar isim yapmış başarılı ve kariyerli insanlar neden genelde erkeklerden çıkıyor biliyor musunuz?
    çünkü en verimli ve yaratıcı yaş aralığında çocuğuna daha çok zaman ayıran, ayırmak zorunda kalan, hatta çocuğuna kendini adayan genelde kadınlar oluyor da ondan.

    çocuk huysuzsa özellikle 4-5 yaşına kadar insanın inanılmaz şekilde enerjisini emer ve sabır sınırlarını zorlar. peki işin ilginç yanı nedir biliyor musunuz? çocuğun bu şekilde olup olmaması tamamen piyangodur.

    bu işin kitabı yoktur. bazen hiç emek vermezsiniz ve çocuk gayet uyumlu olur. bazen de tüm o uzman kişilerin tavsiyelerini yerine getirirsiniz; çocuğunuzla yeri gelir arkadaş olursunuz, yeri gelir disiplini elden bırakmazsınız. ama çocuk sonunda sizi zıvanadan çıkarabilir.

    evli çiftler en büyük sınavları bence çocuklu periyotlarında veriyor. çocuk yetiştirirken bazen hem kendinize vakit ayıramıyorsunuz hem de eşinize. enerjiniz bazen o kadar düşüyor ki çocuğu büyütmesi gereken iki görevli konumunda hissedebiliyorsunuz kendinizi.
  • yine de sorsanız çocuğun hayatın neşesi olduğunu, anne/baba olmaktan çok mutlu olduklarını söyleyeceklerdir. arada çıkıp aksini söylemeye kalkan olursa da üç saniye içinde imha ediyorlar zaten.
  • az önce çocuğun hamburgerinin ekmeğinin çektiği yağ sebebiyle bunu yedirelim mi yedirmeyelim mi diye 15dk tartıştıkları, bu arada yavrucağın da aç kaldığı için durmaksızın vızıldadığı, etraftaki insanları huzursuz ettiklerini fark edince de hepten gerildikleri bir yemekten kalkmış olabilecek çifttir.

    en ufak konuda bile hemfikir olamayacak duruma gelmiş insanların kendilerini bir şekilde birbirlerine muhtaç etmesinin sonucudur. yaptıkları çocuğu da çok ulvi bir amacın yerine getirilmesi filan zannedip sikko hayatlarına anlam katarlar. yine bu amaç uğruna boylarını aşan türlü borç altına girmiş ev mev almışlardır, bu sebeple celine*'in de dediği gibi salyangoz misali sırtlarında taşırlar evlerini her gittikleri yere. her daim yorgun ve mutsuz olmalarının bir sebebi de bu yüktür. çocukları da büyüyünce aynı bunlar gibi olur nesiller boyu birbirinin kopyası şeklinde devam ederler. bu deliliğe dahil olmak istemeyenler tarafından eleştirildiklerinde de hemen faşistlik yapmaya başlarlar.

    tabi mutlu olup çocuklarıyla birlikte hayatın tadını çıkartabilen çiftler de yok değildir. onlara da haklarını teslim etmek lazım, evlilik kurumuna karşıyız gibi bir anlam çıkmasın. bahsedilenler daha kendilerini tanımadan etmeden çoğalmaya başlayan evcilik meraklılarıdır, biliyorsunuz işte.
hesabın var mı? giriş yap