• kitaplardaki yazar bilgilerine gore ustegmenken, guneydoguda gorev yaptiktan sonra ordudan ayrilip gazetecilik yapmaya ba$layan ki$i...
    bu bir bilgi gorunse de hicbir $ey demek degil. neden birakti, ayrildiktan sonra zort diye "gazeteci" nasil oldu bilmek isterdim. bunlar cok keskin geci$ler.
  • yer eksi iki adli romanin yazari.
  • bir ankara ziyaretinde tesadüf eseri tanıştığım sohbetine doyamadığım güzel insan. eylül ayında vizyona girmesi planlanan nefes filminin levent semerci ve m.ilker altınay ile birlikte senaristleri arasındadır.
  • güler yüzlü süper insan. anlatım dili, yaşam deneyimleri inanılmaz. şimdi bir de film ekleniyor eserlerine.
  • güzel insan. lise yıllarındaki lakabı "şefrensel". hâlen öyle hatırlar, öyle sever, öyle anar kardeşleri onu.
  • bugün izlediğim nefesadlı filmle o dönem okuduğum hikayelerinin kafamda tekrar canlandığı yazar.

    --- spoiler ---

    7-8 yıl önce kitaplarını okurken, onlardan aklımda en net kalan sahne şuydu: askeri lojmanda karşılıklı iki dairede oturan ve eşleri güneydoğuda görev yapan iki kadın var. eşlerinin yokluğunda birbirlerine tutunmuşlar. sonra bir gün siyah resmi bir araba geliyor, her ikisi de evlerinde kapının ardında kimin kapısı çalınacak diye bekliyor ve karşı kapı çalınsın diye dua ediyor. o iki dost, çalınan kapıdan sonra bir daha dost kalamıyordu.

    --- spoiler ---
  • doğuyu, güneydoğu'yu, güneydoğu'nun dağlarını anlatır. ne de olsa, her dağda sılaya özlem, her kışlada şafak sayan bir yürek vardır. anlatırken yaşatır. öyle bir yaşatır ki hem de, cep telefonuyla konuşurken, her an pkk telsizi karışacakmış gibi hissetmeye başlarsınız. gece tavşan uykusuna yatarsınız belki bir süre... bir mermi vızıltısında, ölümün kenarında ya da "koğuş kalk" sesinin ağırlığında uyanacakmışsınız gibi gelir.
    hakan evrensel... diyor ki, "her şehit bir gelincik oldu burada, aralarında dolaşıyoruz."
    doğrudur... 30000 küsur gelincik açtı 26 yıldır o dağlarda...
    ve yazık, 26 yıl önce pkk’nın ilk baskınına “birkaç çapulcu eşkıyanın işi!” demeseydi özal’ın peşine takılanlar, belki bu kadar gelinciği yolcu etmezdik toprağa...
  • “lojmanda oturmak ayrı bir yaşam tarzı. herkesin kocasının aynı işi yaptığı aileler topluluğu… sabah aynı saatte, hatta aynı dakikada evinden çıkan üniformalı kocalar, pencereden kocalarının servis araçlarına binişini seyreden kadınlar.”

    *

    “yalnızlığa alışıktım aslında. haftada en az bir gece nöbet, tatbikatlar, denetlemeler, sabahlara kadar süren mesailer… ama bu farklıydı. kocam güneydoğudaydı. lojmandaki apartmanda sadece benim ve sevil’in kocası güneydoğudaydı. seviller karşı dairede otururlardı. çok iyi arkadaş olmuştuk. sürekli beraberdik, birbirimize destek oluyorduk.”

    *

    “her ne kadar dışardan bakıldığında kapısında nöbetçileriyle yarıaçık cezaevini andırsa da, lojmanları sevdim ben… ama eğer o gün, o iki dakikayı yaşayacağımı önceden kestirebilseydim, lojmandan hemen çıkardım.”

    *

    “sevil’le yine sabahlamıştık. çocukları okula gönderdikten sonra mutfağı topluyordum. garip bir huzur vardı içimde. kendi kendime gülümsüyordum. bir ara gayriihtiyari mutfağın penceresinden dışarı baktım. lojmanın nizamiyesinde bir askeri araç belirdi. önce dikkate almadım. işime döndüm. onlarca araç girer çıkardı nizamiyeden. ama sonra, birden aracı izlemeye başladım. siyah bir renault ve hemen arkasından bir ambulans. kapıdaki nöbetçi askere bir şeyler söylediler. bizim binanın bulunduğu yere doğru ilerlemeye başladılar. dizlerimin titrediğini hissediyordum. önüme döndüm, ellerimi yıkadım.”

    *

    “kulağım dışarda, araçların sesini takip ediyordum. allahım ne olur kavşaktan dönsünler diye dua ediyordum. eğer o kavşaktan bizim apartmana doğru sapmazlarsa, kötü haberi başka birinin eşine vereceklerdi. zangır zangır titriyordum. dışarı bakamıyordum. sesleri iyi duyabilmek için raftaki radyoyu kapattım.”

    *

    “hayır, bana gelmiyorlar diye kendimi teselli etmeye çalışıyordum. ama, araçların bizim binanın otoparkına yöneldiklerini duydum. tekerleklerin betonda çıkardığı sesler, kulaklarımda çınlıyordu. kapılar açıldı. bir koşuşturmaca oldu. bilinçsizce kapıya kadar sürüklendim. ellerimi yüzüme kapatıp, sırtımı kapıya yasladım.”

    *

    “konuşmalar binanın içinde yayılıyordu. komutanım asansör çalışmıyor galiba… tamam, yürüyerek çıkalım… kaçınca kat? üçüncü kat komutanım…
    kaç numara?”

    *

    “vücudum sıtma nöbetine girmiş gibi titriyordu. kaç numaraya geldiklerini söyleyen askeri duyamamıştım. eminim, binadaki herkes durumun farkındaydı. ufacık bir çıt duyulduğunda merdivene çıkan kadınlardan kimse yoktu ortalıkta. allahım ne olur bizim zili çalmasınlar, inşallah karşı kapıyı çalarlar diye kendi kendime fısıldıyordum. sonra birden, benim kapım çalınırsa açmamaya karar verdim. açmayacaktım. o haberi almayacaktım.”

    *

    “mokasen ayakkabıların merdivenlerde bıraktığı seslere daha fazla kulak kabarttım. sesler gittikçe yaklaştı. içlerinden birisi koşmaya başladı. ayak sesi bizim kapının önünde durdu. kalbim hızlı hızlı atıyordu. elimi ağzıma kapatmıştım, nefes almıyordum. saklanıyordum.”

    *

    “komutanım numara yazmıyor kapılarda… oğlum niye öğrenmeden getirdiniz bizi, hangisi? komutanım hemen soralım… dur yapma demesine fırsat kalmadan, içlerinden biri karşı kapının ziline dokundu. dokunmasıyla birlikte içerden çığlıklar yükselmeye başladı. sevil de kapının arkasında, benim gibi bekliyordu.”

    *

    “kapı açıldı, içeri doluştular. ilk çığlıkla birlikte tüm apartman koridora çıktı, bağırış çağırış… ben ise, kapının arkasında yere diz çökmüş, allah’a şükrediyordum. ellerimi ağzımdan çektim, derin bir nefes aldım. yavaşça ayağa kalktım, kapıdaki delikten baktım. kocama bir şey olmadığına seviniyordum. büyük bir suçluluk duygusuyla irkildim. duygularımı bastıramıyordum. ama…”

    *

    “hata yaptıklarını, yanlış eve geldiklerini anladılar. onca gürültünün içinde, herşeyi duymuştum. bilincimi yitirdim. sonra… sonra kapımı defalarca çalmışlar. kapıyı kırmışlar. beni hastaneye kaldırmışlar. çocuklarımı okuldan almışlar. onlara da dayıları söylemiş.”

    *

    “cenazeden sonra sevil’le çok sık görüşemedik. eskisi gibi de olamadık. ikimiz de neler hissettiğimizi çok iyi biliyorduk. birbirimizden uzaklaştık ama, o beni, ben onu anlıyorduk. lojmanda yaşamak iyi güzel de, keşke dışarda kalsaydım diyorum bazen. eğer lojmanda olmasaydım, o iki dakikayı yaşamayacaktım. bencillik işte… aydın’ım gitmiş, ben hala niye o iki dakikayı yaşadım diye hayıflanıyorum.”

    *

    (bkz: lojman)
  • 90 lı yıllarda güneydoğuda görev yapmış askerlerin, doktorların, hakim-savcıların yaşadığı gerçek hayat kesitlerini anlatıldığı (bkz: güneydoğudan öyküler) kitabının eski asker yeni gazeteci yazarı.

    ilk çıktığı zaman almıştım kitapları, o zaman 3 seri halindeydi daha sonra tek cilt haline toplamışlar. yıllar sonra kitaplığımı düzenlerken bu tek cilt tekrar elime geçti ve neredeyse ezberimdeki öyküleri tekrar okumaya başladım. o zamanlar ki askerimizin çaresizliği, imkansızlıklar içinde canını ortaya koyarak olağanüstü uğraşlar ile verdiği savaş, şu an ki imkanlar ile kıyaslandığında efsanevi geliyor. kötü teçhizat, geceleri uçamayan helikopterler, düzgün haberleşme imkanı vermeyen telsizler, eğitimsiz askerler, terörden yana olan bölge halkı, barakadan hallice karakollar... anlatmakla bitmez.

    çok şükür ki o günleri atlattık ve umarım bir daha bir gece 25-30 şehidin verildiği o kabus günlere dönmeyiz.
  • terör olaylarına içeriden (subaylık yılları) ve dışarıdan (gazetecilik yılları) bakabilmiş ve bu bakış açılarını kitaplarında harmanlayabilmiş kalemi güçlü yazar.
hesabın var mı? giriş yap