• kendisiyle "ustura kemal"i nasıl ortaya çıkardığından televizyon dizilerine uyarlanma süreçlerine, yelken ve deniz tutkusuna kadar hayatının birçok ayrıntısını paylaştığı bir röportaj gerçekleştirebilmemin heyecanını hala taşıdığım büyük usta. dark istanbul vesilesi ile kidega blog'da yayımlanan röportajın bağlantısı ektedir:

    "ustura kemal 50 yaşında": https://kidega.com/blog/ustura-kemal-elli-yasinda/
  • babamın kayıp ikizi geçen gün trt de belgeselde denk geldik teknesinin üstünde röportaj veriyor babam bile şaşırdı tamamen aynılar

    işte haldun amcam aka.babam

    http://i76.photobucket.com/…atdegimli/phot0050q.jpg
  • ustura kemal in yazarı, ayvalık cunda adasında yaşayan, araştırmacı çizer.
    fotoğraflardan modifiye ettiği çizimleri nefistir.
  • artık kuzey ege'de maviş adlı teknesinde, deniz üstünde yaşayan deniz tutkunu çizer. deniz temalı sergisi bugünlerde göztepe'deki pastoral sanat evi'nde görülebilir.
  • koca çınardır, efsanedir, ustadır. eskinin üsküdar'ından yaşayan siluetleri çizgilere dökerek tarihe kazandırmıştır. seneler sonra görüşme fırsatım olmuştur uzaktan da olsa. neler konuşmadık ki. ustura kemal'in bitişinden çizgi romancılığın hengamesine bir nice anlatı... ustura kemal için "masal kahramanı değil içimizden biridir. belki benim, belki sensindir..." babından bir sözünü de defter-i kebirimize yazmışızdır.
  • rüzgar baba

    eğer bir gün bi teknem olursa ismini maviş koyucam derdim hep.

    benden önce davranmış alacağı olsun.
  • bu çok değerli ressam ve yazarın denizciliği de vardır. aşağıdaki yazı onun anılarından .....

    aristidi kaptan
    “atatürk’ün rakısından getir, bir de fenerbahçe rozeti”
    "haldun sevel, haziran 1994'te, maviş adlı küçük teknesiyle, ayvalık'tan yola çıktı. bir süre sonra midilli'nin 'kolpos yares' koyuna demirledi. geceyi orada geçirdi.
    ertesi sabah teknede tembellik ederken, kulağına bir türkü çarptı; 'ela popses tukoma/ masu pekso baklama/ naka tebu niyageli/ napoleksu çiftetelli, çiftetelli, çiftetelli... '
    sevel, ayağa kalkıp bakındı. az ötedeki kayıktan geliyordu bu ses.
    civardaki teknelere balık satan yaşlı bir adam, hem sazının tellerine vuruyor, hem de türkü söylüyordu. kayıkta kürek çeken, 12 - 13 yaşlarında bir kız çocuğu daha vardı.
    ihtiyar birkaç el kol hareketi yapınca, tombul kız kayığı maviş'e yanaştırdı.
    haldun sevel, yarım yunancası ile balığın fiyatını öğrenmeye çalışırken; ihtiyar, gayet temiz bir türkçe ile sordu: 'siz yoksam türk müsünüz?... istanbul'dan, fenerbahçe'den mi yoksam?...'
    sevel, olumlu yanıt verince, ihtiyar ile küçük kız birbirine bakıp gülmeye başladılar. ardından ihtiyarın soruları geldi: 'belvü duruyor mu belvü?... murat'ın babası mustafa kaptan yaşıyor mu?... todori ne durumda?...'
    eski günleri anlatmaya başlamıştı: 'ben, bundan 40 - 50 yıl önce belvü gazinosu'nda müzeyyen senar hanımefendi okurken, ona sahnede beyaz karanfil verdim, benim elimi sevdi, onu yanaklarından öptüm.'
    artık balık satmayı boşlamıştı ihtiyar adam. anlattıkça anlatıyor, anlattıkça anlatısı geliyordu.
    istanbul rumlarındandı. .. ona burada aristidi kaptan derlerdi. yanındaki, atina'da yaşayan kızından olma torunu panayota idi, tatil için gelmişti... yoksa aristidi orada yalnız yaşıyordu...
    aristidi kaptan sordu; 'sende rakı var?...'
    evet, vardı.
    'ama atatürk'ün rakısından?... ' diye, açıklama getirdi sorusuna ihtiyar.
    'herhalde kulüp rakısı istiyor' diye düşündü haldun sevel. sonra birlikte aristidi'nin koya ! bakan küçücük evine gittiler. az sonra yemek masası; çiroz salatası, lakerda, sirkeli cacık, salata çorbası ve zeytinyağında kızartılmış iri barbunlarla donatılmıştı.
    anlatmayı sürdürdü aristidi kaptan: babası dedesi hep istanbulluydu. ..
    son olarak moda'da, mektep sokak'ta oturmuşlardı. 6 -7 eylül (1955) olaylarından sonra ayrılmak zorunda kalmışlardı... şimdi 80'ini aşmıştı...
    haldun sevel'in: 'yaşlısın, hastasın, niye kızının yanına taşınmıyorsun? burada doğru dürüst hastane yok, doktor yok...' demesi üzerine; aristidi kaptan elini türkiye kıyılarına doğru sallayarak şöyle dedi: 'gitmem... bak buradan memleketim görünüyor, memleketimi görüyor, memleketimi seyrediyorum buradan, hiçbir yere gitmem...' bu arada rakılar bitmiş, uzo’ya geçilmişti...
    böyle sıcak anılarla dolu birkaç günden sonra ayrılık vakti geldi. sevel sordu: 'tekrar geleceğim... benden ne istersin?... '
    aristidi kaptan iki şey istedi: 'atatürk'ün rakısından getir... bir de fenerbahçe rozeti...'
    haldun sevel, o an ayırdına vardı. aristidi'nin yakasında yıpranmış, solmuş bir fenerbahçe rozeti vardı.
    merakla sordu haldun sevel: 'neden fenerbahçe?.. . ihtiyar da anlattı...
    'birinci dünya savaşı'ndan sonra istanbul işgal edildi...
    işgalci ingilizlere, fransızlara beddua ediyorduk... mütarekenin sonuna doğru, babam heyecanla geldi... maça gidecektik.. . ingiliz takımı ile fenerbahçe karşılaşacaktı.. .
    ingilizler bu maç için kendi memleketlerinden, malta'dan profesyonel futbolcular getirtmişler; günlerdir, haftalardır bu maça hazırlanıyorlardı ...
    herkes fenerbahçe'nin perişan olacağını sanıyordu... çok sert maç oldu... fenerbahçe kazandı...
    ortalık bayram yerine döndü... sokaklarda fener alayları yapıldı... istanbul halkı evindeki gaz lambalarında kullandığı gazı dahi, meşaleleri yakalım, galibiyeti kutlayalım diye bize verdi. işte bu rozeti o gün yakama taktım, bir daha da çıkartmadım.'
    futboldan anlamasa da fenerbahçe taraftarı olan haldun sevel bunun üzerine aristidi'nin elini öptü. !
    aradan iki yıl geçti. söz vermesine, çok istemesine rağmen haldun sevel, midilli'ye gidemedi. nihayet, 1996 yazında bir fırsat bulup; rakıları ve fenerbahçe rozetlerini teknesine yükleyip yola çıktı.
    ve aristidi kaptan'ın kapısını çaldı...
    ama bu geçen süre içinde aristidi iyice kötülemişti, ayakta zor duruyordu.
    önce onu tanımadı.
    haldun sevel, kulüp rakılarını, fenerbahçe rozetlerini çıkarınca belleği yavaş yavaş yerine geldi:
    'niye bu kadar geç kaldın?' diyebildi. zar zor yerinden kalkan aristidi, eski ceketini giydi...
    yakasına yepyeni fenerbahçe rozetini taktı...
    haldun sevel'in koluna girip kahvenin yolunu tuttu. ofluya puflaya, dura kalka, nefes nefese kahveye vardı ve fenerbahçe rozetini gururla arkadaşlarına gösterdi:
    'size demiştim.
    geldi işte rozetim, geldi...' ağlıyordu...
    kahveden koca bir alkış sesi yükseldi birden. kısa bir süre sonra, aristidi dünyaya gözlerini yumdu. mezarına, haldun sevel'in fenerbahçe ve moda'dan alıp götürdüğü memleket toprağı serpildi."

    kaynak: hürriyet gazetesinde sefa kaplan'ın haberinden alıntılanmıştır.
hesabın var mı? giriş yap