• "neden ruhunu bir şeyde sıradan kalarak daraltasın? aleladelik: işte senin için çirkinlik burada. aleladelik, yaratıcılığın iran halısının ortasına öksürerek çıkarılmış bir kıl yumağıdır."
  • "- ya parasal ya da ruhsal durumundan ötürü...çoğu kişide biraz, geleceğe güvensizlik eğilimi vardır...sen hiç güvensizlik yaşamadın mı?
    - güvensizlik mi? ben mi? sürekli olarak. her günün, uyanık olduğum her anında, ve belki uyurken bile. bu dünyada güvenlik diye birşey yoktur sevgilim ve bu gerçeği ne kadar erken kabul edersen o kadar iyi. güvenlik için çabalayan insan asla özgür olamaz. güvenliği bulduğuna inanan kişi asla cennete varamaz. güvenli sandığı yer, aslında araftır...bekleme odasıdır, lobidir. o kişi sadece yanlış librettoyu izlemekle kalmaz, şovu seyredemeyeceği bir lobiye de takılıp kalır.
    - ...ya şov boktan bir şeyse?
    - ...bu şov uyduruk bir şey olsa bile, lobide beklemekten iyidir. bu konuda kendi kararını kendin verirsin en azından. ama ilk önce, seyirci koltuğunu istemen ve şovu seyretmen gerek.
    - herkes birşeyleri bekliyor.
    - evet ve herkes şovdan vazgeçmek zorunda kalıyor. bu da onları deli ediyor...hangisi daha kötü, bir çıbanı neşterle yardırmak mı, yoksa saatlerce doktorun bekleme salonunda oturmak, formlar doldurmak, eskimiş magazin dergilerini karıştırmak mı; aksırıp öksürenler sana vahşi mikrobik yaratıkları püskürtür, bebekler feryat eder, kötü talih hikayeleri maç biletleri gibi değiş tokuş edilirken. muayene odasında olup da, çıbanın aslında bir kanser olduğunu öğrenmek bile, hayatını bekleme salonunda, plastik örtülü mobilyalara oturmuş mutsuzlarla birlikte bekleyerek geçirmekten iyidir. araf, cennetten kötü değildir yalnızca, cehennemden de kötüdür."
  • "cinsel kucaklaşma gururla korur kendini. diğer bütün biyolojik dürtüleri gayet kolayca bastırır, zekayı dağıtır ve bilinci tıkar. kendisi devam ettiği sürece açlığın, yorgunluğun, acının, zamanın, mantığın, sorumluluğun ve suçun tüm etkilerini yok edebildiğine göre, banal bir bowling gürültüsünü de boğabilir elbette."
  • "- demek istediğim, bir ilişki olarak bunun geleceği sıfır.
    - gelecek mi? ha, anlıyorum. demek istediğin, nefis gökkuşağımızın ucunda altın bir kupa görmüyorsun. demek istediğin, samimiyetimizin kar getirmesi muhtemel değil. beni düş kırıklığına uğrattın g. bense senin ampulünde, aşk ilişkisini bir yatırım gibi ya da denize nazır bir arsa ya da bir belediye ihalesi gibi gören o zavallı kara kurbağalarından birkaç watt daha fazla ışık olabileceğini ummuştum. güzel bir günbatımının geleceği yok diye ya da bir kuyrukluyıldız bir sonuç getirmiyor diye de yakınır mısın? ve bir aşk ilişkisi neden "bir yere varmalı" ki? tutku, ormandan geçen bir yol değildir. ormanın en derin, en vahşi yeridir o; perilerin hala dans ettiği ve iğrenç engereklerin dallarda uyukladığı bir mağaradır. hiç suyu kalmamışlar ve fonksiyonlarını yitirmişlerin dışındaki herkes bu mağaranın cazibesine kapılır ve gizemleriyle büyülenir ama, motorlu testerelerin ve buldozerlerin gelip orasını aile tipi bir restoran haline getirmesini dilemez. sonuç dediğin, öyle bir şeydir işte, bence. emniyet. güvenlik. kesinlik. evet, gerçekten. pekala, şunu sakın unutma kedi tatlısı: biz bir "ilişki" yaşamadık; senle ben bir çarpışma yaşadık. çarpışmalar güvenli gelecekler için pek elverişli değildir, ama çarpışma olayının uyandırdığı ilgiden sıyırmak zordur. haksız mıyım, söyle."
  • "- şu anda yeterince derdim var zaten. normal bir ilişkiyi bile yürütebileceğimden emin değilim; ve dünyada en az ihtiyaç duyduğum şey de bir "çarpışma" şimdi.
    - au contraire (bilakis), sana en çok gereken şey çarpışma, çünkü çarpışmalar dönüştürücüdür. ilişkiler tatmin edici olabilir, ama ancak bir çarpışma dönüştürebilir onları. kültürler için de, insanlar için de böyledir bu."
  • bunca senelerdir okurlarını peşinden koşturmuş olan tom robbins ile tanıştığım ilk kitaptır.
    ben bu amcayı bir kitap topluluğu söyleşinde "iyi yazar, güzel yazar, dimdik yazar vs." diye önerdikleri için "len ben bunu hiç okumadım bir bakıyım" diyerek okumaya başladım. belki yanlış kitaptan daldım belki de benim kitaplarda hoşuma giden orta doğu mistizmine uzaklığı yüzünden bir acayip tat bıraktı ağzımda. ne gibi mesela, yeşil erik gibi. hani ekşi sevmezsiniz de başkaları yeşil erik yerken ki kütürtü cezbeder ya sizi, ben de yesem mi dersiniz, öyle bir şey.

    --- spoiler ---

    başka kitaplarını okumadım bilem, bu kitap baya amerikan hitabeti gibi "hey maaan.." diyerek ağzını yaya yaya seslendi bana. öyle meteforlar var ki (örn: kaçak gökyüzü sanki bungee jumping lastiği ile bağlıymış gibi tekrar geri gelmiş gökyüzüne; sivri tepeler idrar kesesini deliyor göğün, dağlar erbezlerini sıkıştırıyor. sf.122 (sadece yağmur yağdığı tasvir ediliyor)) arkadaş nasıl benzettin bunu buna yaaa diye tepki vere vere okudum. her cümle her kelime bayağılıktan uzak fakat ısrarla cinselliğe atıf yapıyor. sonuna doğru bilimsel birkaç bilgi ile çok fena sarıyor, romanın para peşinde koşan hırslı kızı ve pejmude prensi arasındaki ilişkiden çok "amfibik kökenliymişiz ve sihirli mantar yiyerek afrika yerlileri başka bir boyuttaki çok gelişmiş amfibik atalarımızla iletişime geçiyormuş" ya lan! dedim ve aydınlanma yaşadım. ha bunu zaten herkes biliyordu da ben yeni öğrendiysem de koymaz bana çünkü zaten ben 35'imden önce geri zekalıydım, kesin bilgi ama pek yaymasak daha iyi.

    birkaç da ilgi çekici cümle yazayım şuraya dursun:

    -..."bana ağzına almayan bir karı göster, ayartabileceğim bir koca göstereyim sana." sf. 68

    -... kibirlilik, acıklı bir koruyucu büyü edinme çabasıdır. s..70

    -... maneviyat mangizden önemlidir daima. sf.196

    -... otoriteyi ve kaderi kafanı kullanarak yenebilirsin, bizim kültürümüzdeki her gerçek mağdura karşılık, öfkesinin esiri olarak ve acısını büyüterek kendi kendini mağdur haline getiren -ve ziyan eden- en az yüz kişi vardır. sf.282

    -... dünya, düşünenler için bir komedi, hissedenler içinse bir trajedidir. sf.371

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap