• "akan suyun bir an duralayıp birtakım barikatlar tarafından engellenerek daha sonra ebediyyete kadar sürecek biçimde göl haline gelmesi neticesinde kokuşmaya yüz tutması" misalinde olduğu gibi halinden memnun, bulunduğu noktadan mütmain bir devrimci de bir süre sonra yola koyulduğu motivasyonun gereklerine aykırı bir tarzda düşünüp, bu düşüncesine muvafık bir hareket tarzına girerse artık eskisi gibi devrimci nitemini hak etmez. bir devrimci; istediği, hayal ettiği, peşinden kıskanç bir aşık mesabesinde deliler gibi koştuğu amaçlarının, çabalarının nihai olarak idealar aleminden fenomenler alemine atlamasıyla işinin bittigini düşündügü an kokuşmaya başladığı, çürümeye yüz tuttuğu raddeye çoktan vasıl olmuştur. bu nedenledir ki tarihteki en büyük muhafazakarlar devrimcilerden çıkmıştır. çelişkili değil mi? ve fakat öyle. zira istediğini bir kez elde etti mi devrimci artık mevcut görünümü süreksizleştirmek; bir anlamda mekansal olarak da idrak edilen hali zamandışılaştırmak çabasına girer. bir devrimci olması hasebiyle, düzeni kökünden sarsan birisi olmasından ötürü de kendi kurduğu düzene yönelik muhtemel meydan okumaları da hakikaten iyi okur. fena halde hassastır. paranoyak derecesinde şüpheci ve titrektir. her daim istim üstündedir. tabandan gelen muhtemel degişiklik, dönüşüm, farklılaşma önerilerini ise çoğunlukla devrimin daha oturmadığı, oturması gerektiği argümanlarına istinaden engellemeyi seçer.

    bergson'a göre statik ahlak ve durağan din ikilisini ortadan kaldıran, onları dönüştüren şey aşk atılımıdır. aşk atılımı yüce gönüllü fedakar, yanarken aydınlatan devrimci kişiliklerin, eylem adamlarının, dünyevi sefih çıkarların peşindeki insanlardan ziyade digergamcı şahsiyetlerin şe'nidir. tarihin hemen her sayfasında rastlanır böyle adamlara. tarihin zembereğini adeta yeniden kuran, bulunduğu tarihsel noktada çığır açan ve yeni bir atılımla yaşama coşkun ve esrik öğeler ekleyen gönül erleridir bunlar. filozoflardır, peygamberlerdir, şairlerdir, ozanlardır, edebiyatçılardır, bilim insanıdırlar. çünkü varolan paradigmaları, yerleşik hale gelmiş kemikleşmiş dünya görüşlerini ve bunnlara mütenasip/mutenazır faaliyetleri de getirdikleriyle güdük bir hale getirir onlar. durağanlık, rutinlik onların bu tarz kor misali patlamalarına karşı koyamadığı gibi bir süre sonra onlara kendiliğinden teslim olmak zorunda kalır. ve bu yeni paradigmanın da aymaz bir takipçisi haline gelir.

    hristiyanlığı bilirsiniz. ilk yayılma aşamalarında roma imparatorlugu tarafından bu dinin mensupları şedid işkencelere maruz kalmıştı. hatta hem incilde hem de kuranda anlatılan ashab-ı kehf bu tür işkenceleri manidar ve ibretengiz biçimde anlatan bir kıssadır. hristiyanlığın ortaya çıkmasından bir süre sonra roma hristiyanlığın yayılma çabalarına karşı koyamayarak onu resmi devlet dini haline (yanılmıyorsam teodosyüs zamanında) getirip mumyalaştırma çabalarını hızlandırmakta beis görmemişti. iktidara, muktedirlere karşıt bir vizyon/tasavvur/tahayyül iken birden iktidarın manipüle ettigi bir fenomen haline gelmişti hristiyanlık. elbette muktedirler dini kendi çıkarları doğrultusunda kemikleştirip harici yorumlama çabalarını, tecdid yaklaşımlarını da bertaraf edip "böyle gelenleri" küffar ilan edeceklerdi. nitekim bunların örnekleri saymakla bitmez. islam'ın ilk ortaya çıkış dönemleri de böyledir. ceziretül arab'dan yola çıkıp altmış yıllık bir dönemde muazzam bir güç ve devrim coşkusuyla üç kıtaya yayılmıştır islam medeniyeti. ve fakat özellikle dört halife devrinden sonra yeniliğin, yenileşmenin adresi olan islam'ın bilakis muktedirler tarafından kemikliğin, donukluğun mihrakı haline getirilmekten kurtulamamıştır. neden? zira amaç varolan yapıda mevcut çıkar ilişkilerini sürdürmekti.

    iran devriminin fikir babalarından ve dinler tarihi eserinin yazarı sosyolog ali şeriati'ye göre bir dönem sunnilik yeniligin, canlılıgın, hayattar oluşun temel yönüyken bir süre sonra donuklaşmasıyla, karşıt ilerici görüşleri dikkate almamasıyla bu işlevini şia'ya terketmiştir. şia'nın içinde bulunduğu halle de bugün sunniliğin meydan okumalarına, dirilme çabalarına karşı koyamayıp geride kaldığını belirtir. demek ki zamanlara göre devrimci/yenilikçi unsurlar fonksiyonları bakımından farklı farklı kutupları temsil edebiliyor. kutuplar arasında yer değiştirmeler yaşanabiliyor.

    aynı şeye seküler ideolojilerde bakalım. fransız burjuva devrimi bir halk hareketi, bastil hapisanesinden çıkıp çoşkuyla devrim ateşinin kıvılcımını çakan sefil insanların tahayyülleri gibi gösterilmişse de o dönem için bunun bir burjuva devrimi olduğu barizdi. fransanın üçüncü sınıfı olan tiers etat iktisadi alandaki güçlenmesinin meyvelerinin siyaset düzlemindeki yansımasını da görmek niyetindeydi. ve fakat fransız devrimi en başta kendi çocuklarını kesmiştir: robespierre, danton gibileri. bir süre sonra da varolan yapıyı kemikleştiren devrim hareketi; sefalet, yoksulluk, çaresizlik içindeki bastil müdavimlerini tekrar çıktıkları yere tıkmıştır. devrimci halinden memnundur zira. iş planlandığı minval üzer tamamlanmış ve gereken yerlere "mission accomplished" mesajı verilmişti. dolayısıyla merkezkaç unsurları da bertaraf etmek muazzam bir zaruret halini almıştı. yine başka bir örnek olarak küba devrimine bakalım. küba devriminin ortaya çıktığı zamandan bu zamana değin küba devletinin başında hep fidel castro vardır. fidelin bu duruşu "devrimin daha oturmadığı" bahanesiyle açıklanacak gibi de değil. nasıl bir diyalektiktir ki bu senden daha iyisi bulunamıyor. ve sen herşeyi bilen filozof bir kral olarak halen devlet başkanısın? olacak iş mi bu? bu devrimcilik, duygusal patlamaların hepsi hikayedir. iktidarı bir kez eline geçiren onun sürdürülmesinin koşullarını da kendiliğinden güvence altına almaktan çekinmemektedir.

    biz(mıy) romanını kaleme alan eski bolşevik "yevgeni zamyatin" dünün eski devrimcilerinin hallerini, duruşlarını, bakışlarını unutarak başlı başına birer muhafazakar oluşlarının görünümlerini, yansımalarını muazzam dili ve istiareleriyle ortaya koymuştur. yevgeni zamyatin bana göre sırf o romanıyla bile 20.yy'ın en büyük düşünür ve yazarlarından biridir.

    hemen her devrim ezilen sınıfların, ezik sınıfların, aşağılanmışların, horlananların itmeleriyle, dürtmeleriyle ve başlarına coşkun, ateşli yüregiyle gelen liderleriyle boy verir. boy sürer. nüve ağaç halini alarak göğe doğru dallarını sağa sola yukarıya aşağıya uzatarak varlığını hissettirir ve gün gelir meyvesini verir. oysa meyveyi yiyenler yazıktır ki kökleri unuturlar. kökler çoğunlukla beklediklerini bulamadıkları gibi eskinin işkencesi, çilesi hiç eksilmeden devam ettirilir. bunun esas sebebi ise eskinin yılmaz, aymaz, halaskar olmayan devrimcisinin artık sıradan bayağı, basmakalıp hale gelip kendi kendisinden, bulunulan halden mutmain olmasıdır.
  • bir deyim, genellikle akıllara ulusalcıları getirmektedir.
hesabın var mı? giriş yap