• kendimi düşmüş ve dışlanmış hissettiğim bir anda neşelenmek için stand up ararken nanette isimli şovunu izlediğim ve sonunda beni daha çok hüngür hüngür ağlatan kadın komedyen. ama her şeye rağmen bana kendimi sevmeyi ve hikayelerimizin ne kadar değerli olduğunu aşılamıştır.

    --- spoiler ---

    "yıkılıp kendini yeniden inşa etmiş bir kadından daha güçlü bir şey yok."

    --- spoiler ---
  • cümlelerini aradan zaman geçmesine rağmen birbirine bağlamayı çok iyi beceren, kendini etkili bir şekilde ifade edebilen, oldukça cesur bir kadın.
  • please like me dizisiyle tanıştığım, daha sonra nanette isimli stand up gösterisiyle hayran kaldığım, güldürürken düşündüren, düşündürürken ağlatan nefis bir insan.
  • gülmeyi beklerken kendimi hüngür hüngür ağlarken bulduğum 1 saatlik hayat dersi veren tazmanyalı lezbiyen. farklı olmanın/ doğmanın ya da kadın olmanın/doğmanın ne kadar zor olduğunu heteroseksüel erkeklere anlatmaya çalışan bir insan. sanat tarihi okumuş üniversitede.

    hep sanatçıların, senaristlerin, komedyenlerin, kısacası kitlelere hitap etme şansı olanların neden toplumları daha iyiye götürebilmek için bir şeyler yapmadığını sorgulardım. cevabı buldum: çünkü onlar duygusuz, bencil, para düşkünü, adi ve aptallar. hannah ise cesur, gerçekleri konuşmak için komediden vazgeçmeyi göze almış, hala karşısındakileri önemsiyor. sadece insanları güldürüp ardından cebine atacağı paraları düşünmüyor. çok çarpıcı bazı cümleleri vardı ve arada okuyup hatırlamak ve izleme fırsatı olmayanlara özetlemek için buraya koyuyorum. oysa ki anlattıklarının tamamı bir bütünü tamamlıyor. konuşmasının bana göre en can alıcı olan bölümünü koymadım. izlenmesi gerek diye düşünüyorum. toplum olarak sorunlarımızı daha özgürce ve mantık çerçevesinde paylaşabilmek dileğiyle.

    --- spoiler ---

    -birlikte yaşadığım insanların %70’i homoseksüelliğin cezai suç olması gerektiğine inanıyordu. beni büyüten, seven, güvendiğim insanların %70’i homoseksüelliğin günah olduğuna, homoseksüellerin iğrenç, aşağılık pedofiller olduğuna inanıyordu. gey olduğumu kabullendiğimde artık çok geçti. çoktan homofobik olmuştum ve bu da çat diye geçmiyor. insan homofobiyi içselleştiriyor ve kendinden nefret etmeyi öğreniyor. ...bir çocuk utanç içinde büyüyünce beyninde özsaygı fikrini taşıyan yollar gelişmez. kendinden nefret etme dışarıdan ekilen bir tohumdur. ama bu tohumu bir çocuğa ekerseniz öyle güçlü bir yabani ot çıkar ve öyle hızlı büyür ki, çocuk doğrusunu bilmez. bu, yer çekimi kadar doğal gelir.

    -hikayemi düzgün anlatmam gerekiyor. çünkü hikayenin neresine odaklanırsanız orasından ders alırsınız.

    -sanatçılar dünya dışında yaşayan inanılmaz, efsanevi yaratıklar değil. sanatçılar hep bu dünyanın parçası ve güce sıkı sıkıya bağlılar. her zaman. güç ve para neredeyse sanat da oradadır. rönesansta bile.

    -yaşadığım dünyayı ve buradaki yerimi anlıyorum. burada yerim yok.

    -sanat tarihi bana iki tür kadın olduğunu öğretti. ya bakire ya orospu.... küçük bir kızın büyüyünce olabileceği sadece iki şey var: bakire ya da orospu. hep seçim hakkımız var. “seçim yapın hanımlar”. patriyarka diktatörlük değil, seçim yapabilirsiniz.

    -sanat tarihinden, kadınların tarihte kafa yormaya vakitleri olmadığını öğrendim. ormanda çıplak, tek başına kestirmekle meşgullermiş. biyolojik olarak bile aynı tür olduğumuzu düşünmüyorum.

    -modern sanatın da bunlardan farkı olmadığını düşünüyorum. ilk engele takılıyorum: pablo picasso. adamdan nefret ediyorum ama bu yasak. kübizmi yok edersek medeniyetimiz yıkılır.

    -picasso’yu bize tutkulu, erkeksi, acı çeken bir deha, erkek, taşak olarak pazarlıyorlar, değil mi? o hikayede şuna yer yok, değil mi? picasso akıl hastalığından muzdaripti. hastalığı kadın düşmanlığıydı.... inanmazsanız bizzat bu pis aşağılıktan alıntı yapayım. “her ayrıldığım kadını yakmalıyım. kadını yok ederseniz temsil ettiği geçmişi de yok edersiniz.” alın size 20. yüzyılın en büyük sanatçısı.

    -kübizm gerçekten önemli. picasso bizi kölelikten kurtardı millet, gerçekten. bizi iki boyutlu bir yüzeyde üç boyutlu gerçeklikler yaratma köleliğinden kurtardı. bize tek, sabit bir bakış açısı, tek bir perspektif veren üç noktalı perspektif illüzyonu var ya? picasso dedi ki:”hayır. bütün perspektifler aynı anda olabilir. buna ihtiyacımız var”. peki... bir kadının perspektifi var mı? yok. öyleyse ilgilenmiyorum.

    -adamı (sanatçıyı) sanatından ayrı tutmayı öğrenmemiz lazımmış. öyle diyorlar. önemli olan sanatmış, sanatçı değil. iyi o zaman deneyelim. picasso’nun adını tablolarından silelim de çiziktirdikleri ne kadar ediyor müzayedede görelim. bir bok etmiyor.

    -şu anda esprilerimiz neyi hedef almalı biliyor musunuz? ün takıntısını. takıntılıyız. ünü, insanlık dahil her şeyden önemli sanıyoruz. bu düşüncesiz ün hayranlığının kontrolü kimde, biliyor musunuz? ünlülerde. komedyenler de öyle. hepsi aynı hamurdan yoğurulmuş. donald trump, pablo picasso, harvey weinstein, bill cosby, woody allen, roman polanski. bu adamlar istisna değil. kaide. ve bireyler değiller, hikayelerimiz onlar. hikayelerimiz de şu: kadınlar ve çocuklar sikimizde değil. sadece erkeklerin ününü önemsiyoruz. ya insanlıklarını? bu adamlar hikayelerimizi kontrol ediyor. ama insanlıklarıyla bağları giderek yok oluyor. bizse kıymetli ünlülere zeval gelmediği sürece dert etmiyoruz.

    -hayatım boyunca erkeklerden nefret ettiğimi söylediler. etmiyorum. gerçekten. ama bir sorun var. kadınların erkeklerden daha iyi olduğunu bile düşünmüyorum. gücün kadınları da erkekler kadar bozabileceğini düşünüyorum. insan doğası tekelinizde değil beyler. kibirli götler. ama hikayeyi siz şekillendiriyorsunuz. güç sizin elinizde. eleştiri kabul edemiyorsanız, şaka kaldıramıyorsanız, gerginliğinizle şiddet kullanmadan başa çıkamıyorsanız kontrolde olmayı becerip beceremediğinizi düşünmeniz gerekiyor. erkeklerden nefret etmiyorum, korkuyorum. erkek dolu bir odada kadınsam korkuyorum. bunu sıra dışı sanıyorsanız hayatınızdaki kadınlarla konuşmuyorsunuz.
    --- spoiler ---
  • body of work gösterisini bu akşam izlediğimiz komedyen. üzerine basa basa feel good show demesine rağmen her an bir ters köşe gelebilir mi diye beklemedik değil, o da bunun üzerinden seyirciye takıldı. herhalde ileride netflix'te de yayınlanır. hikayeleri dönüp dolaşıp çok beklenmedik bir anda bağlanmasına bayılıyorum. o tavşan neden orada ileride anlıyorsunuz. en güldüğüm sahneleri douglas'ta, en düşündüren de nanette'de idi, gene de body of work'ü de epey beğendik. seviyoruz kendisini.
  • avustralyalı komedyen, yazar, oyuncu ve televizyon sunucusu. müthiş konuşmacı, harika kadın.

    bugün nanette ve dougles şovlarını arka arkaya izledim. o kadar müthiş bi hatip ve kendi de söylediği gibi salonun gerginliğini o kadar iyi ayarlıyor ki gözlerimden akan yaşlar kahkahalarıma karıştı.
    özellikle kendi travmalarını paylaştığı nanette çok dokunaklı ve vurucuydu. yeryer bir tedtalk haline geldi ama hannah izleyiciyi şovun içine çekmeyi ve güldürmeyi bildi.
    dougles, şovun başında yol haritası vermesi ve yapacağı şakaları önceden açıklamasıyla daha önce izlediğim tüm gösterilerden hızla farklılaştı. kurgusu, mekaniği, şakaların feminenliği beni hiç beklemediğim bi yerden vurdu. daha önce yaşamadığım bi deneyim sundu.

    çok yaşasın, çok üretsin
  • ted konuşmasında nanette'e komedi değil diyerek eleştirenlere cevap vermiş. bu harika insanı çok geç tanıdığıma üzüldüm.

    https://www.youtube.com/watch?v=87qlwfzmana
  • avustralyalı otistik ve eşcinsel komedyen. yine bir başka avustralyalı otistik ve eşcinsel komedyen olan josh thomas'ın please like me dizisinde oynamıştır. aralarında nasıl bir dostluk olduğunu merak ediyorum açıkçası, zira ortak kimliklerine rağmen çok zıt karakterde insanlar gibi duruyolar.

    neyse. ted konuşması en az stand-up gösterileri kadar düşündürücü ve komiktir. güldürürken düşündürmek olayını bu kadar iyi başaran başka bir komedyen görmedim desem herhalde abartılı olmaz.

    otistik olduğunu öğrenmek ve bunun kendisini nasıl değiştirdiğini de harika anlatmış:

    "i always thought i couldn't sort my life out like a normal person because i was depressed and anxious. it turns out i was depressed and anxious because i couldn't sort my life out like a normal person, because i was not a normal person and i didn't know it"
  • sosyal adalet, cinsiyet ve etnik eşitlik gibi konulara gösterisinde parmak basan ama asla komik olmayan komedyen. güldürürken düşündüren kişi tanımı oldukça yanlıştır, güldürmez. düşündüren tanımı da oldukça yanlıştır çünkü bu kişinin düşündüreceği kişiler sen/ben değiliz, en fazla sağcı adamı düşündürür farklı görüş olduğu için ki o adam da gidip bu kadının gösterisini izlemez.

    lgbtq+'yi destekleyelim, ırkçılığı lanetleyelim, kadın haklarını ve kadınların erkek egemen dünyada nasıl zulme uğradıklarını öğrenelim, öğrenelim de bu komedi mi? bu konularla dalga geçmek komedidir, bunların varlığını göstermek olsa olsa ted konuşması olur.
  • geceme damgasını vuran kadın komedyen, monologist, vaiz*.
hesabın var mı? giriş yap