• çalıkuşu, yaprak dökümü, dudaktan kalbe gibi eserleri ile ön plana çıkmış usta yazar reşat nuri'nin sanki pek de bilinmeyen, kenarda kalmış, güzel, dokunaklı, uzun bir hikayesi.
  • kitabın isminden etkilenerek okumaya başladığım, reşat nuri'nin insan psikolojisi analizinde ne kadar başarılı olduğunu gösterdiği romanlarından birisidir.
  • "insan olsun da, derdini dökecek bir başka insana muhtaç olmasın, buna imkân yoktur."

    (reşat nuri, harabelerin çiçeği syf.21)
  • harabelerin çiçeği'ni okuduktan sonra süleyman'ın sevdiğimiz edebiyat karakterleri arasına girmemesi mümkün mü? yüz seneden de fazla bir süre önceden beri var olan, yaşayan süleyman kemal, bu eskiyememiş, ama yıllanmış, bize aşinalık hissi veren ve belki bu yüzden de tadı daha da güzel gelen hikâyesiyle yine insan duygularıdır dedirtiyor: kaderimizde yol arkadaşlarımız, duygularımız ve hislerimiz; onları kaybedersek yokuz, diyor. süleyman da çok güzel başlayıp çok büyük ve asla hoş görülmeyen yaralarla devam ettirdiği hayatından bütün olumsuzluklara, kötülüklere rağmen sevgiler, güzellikler, incelikler çıkarmaya çalışıyor. aslında harabelerin çiçeği kitapta söylendiği gibi onun gözleri değil, harabelerin çiçeği aslında süleyman'ın kendisi.

    kimi zaman reşat nuri güntekin'i okurken yazarın üslûbunun kitabın genel çıtasından daha yukarıda bir yerlere ulaştığını gördüğümüz olur: sanki yazar bazen tamamen hikâyeye kendini verir, kalemi de o duygularıyla yazdıkça yazar. miskinler tekkesi'nde, gökyüzü'nde, ve bu kitapta da bu hissi yakaladım, kimi yerlerde sade, yalın anlatım kimi yerlerde coşuyor ve kitabın tamamına yayılsa çok güzel olacağına emin olduğumuz bir yerlerde döküyor cümlelerini sayfalara...ama her ne olursa olsun, harabelerin çiçeği, süleyman'ın kaderinin oyunuyla darmadağın olmuş yüzünün gizlenmesi üzerine değil, asla bozulamamış, yıpransa bile sevme gücünü asla yitirmemiş ruhunu anlatmakta maharetini gösteriyor....

    ne güzel bir hikâye ve ne güzel bir insan...

    kitapta biri kısa diğeri daha uzun hatta başına roman ibaresi konmuş iki eser daha var. bu iki eserde de reşat nuri güntekin'in klasik tarzının ve insancıl yaklaşımının devam ettiğini söyleyebiliriz, hatta son hikaye ya da roman olan boyunduruk'ta harabelerin çiçeği'ne benzeyen, andıran bir hikâyeleme ve karakter benzerliği, andırması da mevcut. üç eser de bir arada düşünülürse; harabelerin çiçeği, hedefine ulaşabilen ve belki de kitaptaki ilk çalışma olmasına da bir şeyler borçlu olan güzel bir eser diyebiliriz kesinlikle. toplam olarak baktığımızda üç çalışmada da vefasız, niteliği düşük insanların kurbanı olan veya kendisi bu tür meyiller gösteren insanların hikayeleri ile karşı karşıyayız diyebiliriz. üç öyküde de insan ruhuna duyulan iyimserlik ve sevgi dolu inanç bir şekilde pırıl pırıl parlıyor ve bizi de o iyimserliğe ikna ediyor nihayetinde....

    reşat nuri güntekin seven herkese harabelerin çiçeği'ni öneririm.
  • üzücü bir hikayedir.
    çocuklar için uygun olmayabilir.
  • her satırını büyük bir şevkle okuduğum, kaynağını gerçek bir olaydan alan, duygusal bir reşat nuri güntekin öyküsü. belli bir yaşa kadar el bebek gül bebek büyütülen süleyman, yaşamını tamamen değiştirecek bir yangının kurbanı olur. yazar bu öyküyü bir kaza sonrası yüzü delik deşik olmuş on yaşlarında boyacı bir çocuğa ayakkabısını boyatırken tasavvur eder ve bu fikri arkadaşına açar. arkadaşı yüzü yanmış bir adamın hikayesinin anlatıldığı gangue isimli bir romanın varlığından bahsedince reşat nuri o romanı okumaya koyulur ve bu romanın yeni yazacağı romanla bir alakası olmadığına kanaat getirir. ortaya ızdırabını, umutsuzluğunu iliklerimize kadar hissettiğimiz gerçekçi bir kahraman çıkar. onu yere göğe sığdıramayan ailesinin ondan bir vebalıymış gibi kaçışı ve yıllarca hiç sakınmadan sundukları o sonsuz sevginin azalarak bitmesi süleyman'ın küçük yüreğinde onulmaz yaralar açar. "sevmek ve sevilmek ihtiyacının onu bir humma gibi yakıp bitirdiği" günlerin birinde doğmasına hiç ihtimal vermediği bir umut belirir fakat bu umut onu üzmekten başka bir işe yaramaz.
  • reşat nuri'nin bu kitabını konusunu hatırlayamayacak kadar zaman önce okudum. fakat şunu hatırlıyorum; kitabın isminden ötürü içeriğini aşırı merak etmiştim, okuduğumda ise gözler için yapılmış bir benzetme olduğunu öğrenmiştim. o zaman bu zamandır kitabın ismini hiç unutamam, kalbime saplanmış gibi. insanın ruhunu en çok ele veren gözlere "harabelerin çiçeği" demişti reşat nuri. nasıl acıtıcı bir benzetmedir..
    (yanlış hatırlamıyorum umarım sjsjd)
    elime geçen ilk fırsatta kitabı tekrar okuyacağım.
hesabın var mı? giriş yap