• 1944'de nazi kamplarindan stalag'da, esir amerikan subaylari arasindaki bir cinayet icin yine bu esirler arasinda bir mahkeme kurulur.. makdul beyaz, yargilanan sanik ise zencidir.. olaylar gelisir..
  • bir alman esir kampi'ni, hukuk fakultesi kampusu gibi cekmi$, hak hukuk gibi gayet saglam duygulari olan bir alman kamp komutani'ni sonuna kadar efendi cizgisinde tutmayi ba$armi$, amiyane tabiri ile axis-allied herkesin delikanli oldugu film.
    bu almanlar bu kadar efendi olsa bu kadar insan olur muydu diye sorgulatiyor. ama gercekcilik ve film kiyasini birakir isek, pek cok yonu ile cok ba$arili film.
  • vizyondan kalkmasına yakın bir tarihte gitmiş olmamdan sebep koca salonda tek başıma izlediğim,izlerkende 5 veya 6 kere yer değiştirdiğim,bilet satan teyzenin filmin adını söylediğimde başını kaldırıp bana ters ters baktığı ,yer göstericinin istediğin yere otur der gibi umursamaz tavrı nedeniyle bana en ilginç sinema tecrübemi yaşatmış 2002 yapımı film.
  • rus esirlere ekmek atılmaya çalışıldığı sahne her nedense televizyonda yıllar önce gördüğüm ve bunca sene sonra aklımda bu sahnenin kalmasından merak edip filmi tekrar bulduğum filmdir.her nasılsa o sahne beni bayağı etkilemiş.onun dışında genel itibariyle seyirlik bir film.
  • ikinci dünya savaşı’nın bitimine yakın, savaş esirlerinin avukatı nasıl olunur’un filmi. alman esir kamp’ında cereyan eden alternatif hukuk’un cirit atıp olimpiyatlarda derece elde ettiği bir film. yapılan bu fantastiğe şaşırmamak elde değil. belli ki bazılarının canı çok sıkılmış. hayırlısı…

    --- spoiler ---

    16 aralık, 1944. soğuk kış aylarında izlenebilecek en atmosferik filmlerden biri ile karşı karşıyayız. düşman artık her kimse onu vurmaya, basmaya devam edip onu tekrar ve tekrar vuracağız.

    filmi hart’ın gözünden anlayacağız. kabul, lakin daha dakika dört, hart miğferinde asker arkadaşının beynini taşıyor. o yük o kadar ağır ki, atmosferin basıncından ağzı açık kalıyor. yine de, işkenceye tav olacak kadar hain değiliz. askerliğin bir meslek olmadığı gösteriliyor izleyiciye.

    savaş esiri olmak bir sanattır. dayanması ayrı dert, direnmesi ayrı dert. hayal gücünüzün çok güçlü olması gerekli. çünkü biz ilk önce; jip kazasında ölmüyor, sonra da hans ve fritz’e botlarımızı kaptırıyor ve hâlâ hayatta kalmayı başarabiliyoruz. cebimizde tavşan ayağı mı var, belli değil, lakin iki at nalı ve dört yapraklı yonca olduğu muamma olsa da, ölümden çok korktuğumuz kesin!

    the way back filmini hatırlayanlar bilirler colin farrell çevresindeki adaşlarından farklı bir oyuncu. seçtiği senaryolar her zaman izleyicide derin izler bırakıyor, lakin bu filmi onların dışında tutuyorum. yine de izleyicinin bilinçaltına hunharca nüfuz ediyor. bir telefon kulübesinde uzun uzun ve lirik konuşmaktan başka şeyleri de seviyor. özellikle de seven psychopaths filminden sonra diyebilirim ki colin, ciddi anlamda iyi bir yoldasın.

    onca savaş varken filmde bir de ırkçılık işleniyor usulca. ve git gide şiddetleniyor ağrı. sonunda sadece bu ağrı kalıyor ve kor bir ateşe dönüşüyor, yakıyor, yakıyor. yaraya tuz dökmek yaptıkları. anlamsızlık da bir anlamdır, savından yola çıkarak kıçımıza nereye sileceğimizi şaşırıyoruz. kâğıda mı, duvara mı? hiçbir şey, ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

    albay william a. mcnamara (bruce willis), amerikan topu atma tekniği üzerinden ekmekle oynuyor. delikanlılığını ve hiçliğini ancak bu şekilde gösterebiliyor kadim savaş zamanı esirlik tecrübe ederken.

    bu filmde her yer köstebek kaynıyor. başımızı yere paralel koyunca toprağın yüzeyi o kadar pütürlü ki, sanırsınız köstebekler moto cross rally yapıyor. nazilerin ise bu kadar iyi huylu ve anlayışlı takıldığı bir film daha görmedim. izleyicilerin en sert eleştirileri elbette bu noktadan yürüyor. nazileri neredeyse sevdirmeye çalışmışlar bizlere. baya baya acıyoruz onlara. muhakkak ki bir schindler’s list değil!

    en büyük köstebeğin dolaştığı tünel de en büyük tünel olacak elbette. o yüzdendir ki, her şeyin bir yalan olduğu açığa çıktığında ortada mum filan kalmıyordu. yatsı vakti geldi. şimdi cenaze namazını kılmak kalıyor geriye.

    hart: “orduya katıldığımız ilk günden beri hepimize öğrettikleri bir ilke var. etrafındaki diğer adamların iyiliği için bir adam feda edilmelidir. birinin sahile ilk çıkması veya el bombasına atlaması veya düşman ateşini başka yere çevirmesi sayesinde topçu birlikleri koordinat belirlerler. vic bedford da bu ilkeyi anladı, ama tersinden anladı. vic, 1 kişinin kurtarılması için 100 kişinin feda edilebileceğini sandı. sadece onun için. vic için. parolası çıkardı. bizi esir edenlerden zor bulunan radyo parçalarını temin edip komutanlarımızın sadakatini ve malını kazanıyordu. sonra almanlar’a telsizin yerini bildiriyordu ve lamar archer’ın öldürülmesini sağlıyordu. orduda da kalleş adamlar vardır ve vic bedford onlardan biriydi. ama orduda lincoln scott gibi kahramanlar da var. vatanına hizmet etmekten başka bir şey düşünmeyen lincoln scott. hizmet de ediyordu. düşürülmüş 9 alman uçağı, 30 görev, ta ki bu görevlerden birinde, vic bedford ve onun gibi fırsatçı adamların olduğu toplama kampı 6a’ya gönderilene kadar. scott buraya getirildiği ilk saniyeden itibaren hedef oldu. o kadar hakaret, tehdit onu yıldırmıyordu. o, vic bedford’u öldürmedi. hayır. biri bunu onun üzerine yıkmak istedi. hatta birçok kişi bunu planlamış olabilir. bedford’un onu kandırdığını düşünen bir nöbetçi. bedfrod’un hazinesini keşfeden bir arkadaşı. hatta telsizin acısını çıkarmak isteyen subaylardan biri. sonra, peki kurbanımız kim olacak? yobaz? hain? ispiyoncu? herkesin düşmanı olduğu biri bulunmalıydı. aynı zamanda mesele, onu öldürecek kadar nefret eden birinin bulunmasıydı. ben yaptım. vic bedford’u ben öldürdüm, efendim!”

    yukarıdaki konuşma filmin sonunu tayin etmeye yeter de artar gibi gözükse de, hepimizin dediği gibi, hiçbir şey, ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir. savaşlar bile…
    --- spoiler ---
  • filmin adı türkçe'ye "şeref ve cesaret" olarak çevrilmiş.

    başrolde bruce willis olmasına rağmen, asıl rolü savaştan önce hukuk öğrencisi olan bir teğmeni canlandıran colin farrell oynamaktadır.

    diğer entrylerde de vurgulandığı üzere, nazi askerlerinden beklenmeyecek tutumlar sergilendiğinden senaryo inandırıcılığını kaybedip önemsenmeyecek filmler kategorisine koyulmasında bir sakınca olmayan film.
  • almanların 2. dünya savaşı sırasındaki abd li esirlere torpilli muamelesini hayvan gibi abartan film.gerçi almanlar genelde böyle davranmıştır ama bu kadarda değil.film bir toplama kampından çok yaz kampına benzer bir yerde geçiyor.filmdeki en başarılı karakter kesinlikle alman albay.adam film boyunca karizmasını konuşturuyor.bruce willis ise yanında çok sönük kalıyor.
  • sahsima yer yer stalag 17 filmini animsatan kurgulara sahip film.
    nazi kampi icerisinde amerikan askerlerinin imtiyazli tutukluluk gunlerini gozler onune sererken, amerikan zenci-beyaz irkciligini da odak noktasi yapmis filmdir.

    filmde, eski hukuk ogrencisi ustegmen rolundeki colin farrell ile nazi kampinin ss albayi rolundeki marcel iures'in oyunculuklari en ust seviyelerde olup filmin kotarilmasini saglamislardir. bruce willis ise vasatin ustune cikmayan bir performans sergilemistir.

    gerceklerden uzak bir senaryo uzerine kurulu film, izleyiciyi adaptasyon guclugune maruz biraksa da, cogu zaman tansiyonlari yukseltmekte ve surpriz gelismelerle seyirlik oranini artirmaktadir.
  • sabahın 5inde pürdikkat seyretmemden dolayı, bitip de uyuduğumda, inanılmaz bir nazi macerası rüyası görmeme sebep olmuş film. gördüğüm rüya filmden çok daha iyiydi ayrı mevzu.
  • bir yandan tek tek askerleri kurtarmaya çalışan bir üsteğmen*, diğer yandan bazı askerlerini harcamayı göse alarak da olsa düşmana zarar vermeye çalışan bir albay*. hart'ın bir savaşı bu üsteğmenle ise de, asıl büyük savaşı, savaş esirleri kampının komutanı olan nazi subayı* iledir. aralarındaki konuşmalar satranç müsabakası gibidir. türkçe'ye şeref ve cesaret olarak çevirilmesinde albay hart'ın amerikan ordusunun şerefini korumak için yaptığı cesur hareketler etkili olmuş olabilir.
hesabın var mı? giriş yap