• shafack artık ingiltere'de yaşadığından, ara ara yaptığı türkiye ziyaretlerini "otoriterleşen siyaset boğaz'a nazır oturan kültürlü arkadaşlarımı kaygılandırıyor" temasıyla the guardian'a yazılaştırıyor; artan zamanının bir kısmında da katıldığı toplantılarda "the bhabha figure" diye psikanaliz zorluyordu.

    demek ki bir yandan da roman yazıyormuş. şaşırdım. aynı anda bu kadar işi nasıl yaptığına değil de, mimar sinan'ı konu edindiği ustam ve ben'e mimarlardan gelen o eleştirilerden sonra, en azından bir 5 sene kadar roman çıkarmaz diye düşündüğümden. boşuna umutlanıyormuşum.

    kitabın kapak yazısında şöyle sorulmuş:

    "ben ne annem gibi dindarım, ne babam gibi kâinatın, beş duyumla kavradığım şeylerden ibaret olduğuna kaniyim. öyleyse ben neredeyim? ne mutlak dindarlığa, ne de mutlak akılcılığa dahil olmak isteyenler için bir başka yaklaşım, yeni bir varoluş şekli yok mu acaba?"

    sen bir beyaz yakasın canım. bir küçük burjuva. tanrıya inanmak, dindar olmak sana uncool geliyor. işin ve eğitimin gereği biraz rasyonel olmayı, mesela paranı nereye yatıracağını öğrenmişsen de, bilimsel argümanları da sonuna kadar götürmekle ilgilenmiyorsun.

    katılık, ilkelilik en korktuğun şeyler. biraz da gizem olsun istiyorsun hayatında. sıkıştığında sığınabileceğin, ne bileyim bir cenaze filan olduğunda herkesle birlikte "helal olsun" diyerek ayrıksı durmayacağın kadar bir gizem.

    mesela akp "iyi" bir şey yaptığında dindar gibi görünmeden onu desteklemek, ama "kötü" bir şey yaptığında da sıkıcı bir solcu sanılmadan onu eleştirebilmek istiyorsun. sağduyusun, vicdansın, kar tanesi gibi eşsizsin.

    aşırılıklardan kaçayım ama yine de farklı olayım, üçüncü yoldan gideyim derken aşırı sıkıcı bir insana, sıradan bir yazara dönüşensin.
  • daha dün kitapçıdan kule yapmışlar o sayede fark ettim kitabı. aşk'tan sonra hiç elif şafak kitabı okumadım aslında ben. yine de pinhan'ın, mahrem'in anısına saygımdan alıp kapak yazısınabaktım... fiyat etiketini gördüm... sayfaları karıştırıp rastgele cümleler bile okumak gelmedi içimden. "yine 'güneş kremi ve gözlük kutusunun yanında göstermelik bulunsun' niyetiyle tatil alış verişi sırasında satın alan, belki okuyan çokça yarısında bırakanlar için yazılmış anlaşılan" hissine kapıldım.
    bugün de ayşe arman elif şafak'la röportajını yayınlanmış. yine kitabı ingilizce yazıp türkçe'ye çevrilip yeniden yazdığından dem vurmuş sanki yeni bi'şeymiş gibi.

    üzgünüm ama samimi bulmuyorum artık elif şafak'ı ve yazdıklarını. o elde kahve fincanlı fotoğraflar falan... hep pr hep zamanlama işleri.
    ilk defa okumadığım bir kitap hakkında yorum yaptım sanırım, e-kitap versiyonuna denk gelirsem okurum belki ama kitaplığımda yıllarca biriktirdiğim elif şafak rafında artık yer yok maalesef.
  • kitap okumayı severim ama açıkçası profesyonel bir kitap okuru değiim. özellikle romanları çok detaya inmeden sadece zaman geçirmek için okur geçerim. hatta okuduğum kitapların konularını bile bir süre sonra unutur giderim. ama allah aşkına bir baba ve piç, bit palas hatta çoğu kişinin eleştirdiği iskender nerede , bu kitap nerede? elif şafak'a "bak yaz geliyor, migroslarda yığın halinde salçayla bulgurla yan yana satılıp sahillerde okunacak kitap lazım. haziran ayına kadar yetişmesi gerek ona göre birşeyler karala." diyerek silah zoruyla yazdırıldığını düşünmek istiyorum.

    her şey o kadar yüzeysel, klişe ki. karakterler, olaylar neyi nereden tutacağımı şaşırdım. tam herşeyin göze göze sokulduğu bir ergen kitabı okur gibi hissettiğim anlarda bir iki arapça farsça kelime dürttü de elif şafak okuduğumu hatırladım. bir yandan tüm kitap boyunca abartılarak bahsedilen "o olay" aşağı yukarı son yirmi sayfada hala belirsizken acaba kitabın sayfaları mı eksik diye strese girmedim de değil. bazı bölümleri sıkıntıdan hızlı hızlı gözümle tarayarak atlayarak okumaya çalıştım. umuyorum o kısımlarda kaçırdığım şeyler vardır da o yüzden anlayamamışımdır kitabı. yoksa durum gerçekten fena.

    --- spoiler ---

    o değil de her şey bir yana kitaba dair aklıma takılan, merak ettiğim tek şey o son bölümdeki yalıdaki baskın neyin nesiydi? boşluğa bakıp bakıp dalıyorum.
    --- spoiler ---
  • dili akıcı olmasına karşın bir yalapşaplık barındıran romandır. elif şafak'ın diğer kitaplarından okumuş biri olarak bu kadar yarım kalmış başka bir kitabını okumadığımı belirtmek isterim.
    --- spoiler ---

    durmadan "o hocaya yaklaşma gerçekten çok tehlikeli", "ondan uzak dur, metodları hiç alışıldık değil" cümlelerine denk geldiğimiz halde hocanın metotları hakkında en ufak bir aşırılık göremedim. derste müzik dinletmek, resim çizdirmek ve karşıt görüşlüleri bir araya toplamak aşırılıksa benim daha aşırı hocalarım olmuştu elif hanım tanışsın isterim.
    havva'nın kızı olsaydı kitabın adı daha uygun olabilirdi zira diğer iki kız o kadar silik ki. kitabın bir bölümünde yaptıkları küçük bir münakaşa haricinde neredeyse hiç ortak bir paylaşımları yok. peri'nin eşiyle tanışması, oxford'dan ayrılma süreci, babasının tepkisi, annesiyle yakınlaşması, abilerinin akıbeti,... o kadar çok şey havada kalmış, o kadar çok şey yarım ki kitaptan en başta aldığım tattan eser kalmadı.
    --- spoiler ---

    sanki elif şafak kendi fikirlerini anlatmak istemiş ama bunu yapmaya çekinmiş de karakterlerle kendi içindeki çatışmaları yansıtmaya çalışmış. bu kitabın asıl hak ettiğinden çok daha kısa olduğunu düşünüyorum. dolayısıyla olmamış.
  • kompozisyon yazdırılan bir sınavda, hocanın 'son 5 dk' uyarısını duyup, kafasındakileri tam toparlayamadan, dağınık bir şekilde yazdıklarını düzeltmeye fırsat olmadan, çaresizlik içinde 'idare eder' bir sona bağlama ile vasat bir kompozisyon yazmış gibi.
    bu dağınıklıkta, kar amaçlı düşünce ve her kesimden insana ve yaralarına dokunup geçerken ilgiyi kaybetmemek bilinçli olarak hedeflenmiş de olabilir tabii ki.
    bit palas'ı sevmeme rağmen, popülerleşen her şeyden soğumam gibi elif şafak'ı da terk etmiştim. bana hediye edilen ve kitapçılarda best seller raflarında boy gösteren ve vaad ettiğini sunmayan bu roman da anti-popülist yaklaşımımın doğruluğunu teyit etti sanki.
    --- spoiler ---
    romanın ana karakteri peri, geleneksel türk toplumunda rasyonel düşünce yapısına sahip olmasına rağmen dine de mantığa da keskin çizgiler ile yaklaşmayıp hoşgörüyü tercih eden bir kadın. kurduğu ailesine, beğenmemesine rağmen materyalizm üzerinden rekabetten de kendisini alıkoyamadığı sosyetik cemiyete, kendi samimiyetsizliğini sorgulatan konforlu hayatına rağmen kendisini hep yalnız ve tutunamamış hissediyor. hedef okur kitlesi ege kıyılarında tatil yapan sosyetik ev hanımları ise, mantıklı bir yaklaşım olmuş olabilir. kendini hep etrafından ayrıcalıklı ve donanımlı görmesine rağmen hiç de fark yaratmayan, bir şey üretmeyen, tüketim odaklı ve görsellikle kafayı bozmuş bir yığın kadın mevcut memlekette malum.
    işkenceye maruz kalmış solcu, bekaret muayenesi derdindeki muhafazakar, mahalledeki tacizci, inatlaşılan yan kesici, aşık olunan aksi hoca, birbirinden farklı müslüman kadın profilleri, "vay memleket 'din' kılıfı içinde gitti gidiyor" halleri gerçekten de fazlasıyla dağınık ve klişe olmuş. bor-ringg!
    ailedeki tüm problemlerin tetikleyicisi olan elzem olay ile sis bebek bağlantısı ve hüsran ile sonuçlanan azur-skandal yemleri güzel kullanılabilecek kozlar iken akıllıca planlanmayarak yazık olmuş.
    evet büyük sanat eleştirmenleri edasıyla atıp tuttum. senelerdir işime burnunu sokmasına rağmen terbiyesizlik yapmadığım tüm hastalardan, akrabalardan, eş dosttan alacaklarıma sayalım. bir de gündem malum, sinirden haftada 3 kitap okuyorum falan, elif şafak'a sarmışım, çok mu?
    --- spoiler ---
  • okuduğum en boş ve saçma kitaplardan biriydi, gerçekten sıkıntıdan okudum yoksa bitirmem de mümkün değildi. en acısı da skandal skandal diye bağırdığı şey.
    elif şafak bana çok samimiyetsiz geliyor artık, edebi olmaya çalışan bir ergen romanı okumuş gibi hissettim. kitapta sık tekrarlanan ve aklımda kalan üç kelime
    (bkz: meyyal)
    (bkz: tepkisel)
    (bkz: mütereddit)
  • elif şafak'ı pek beğendiğimi söyleyemem.

    popüler kültüre uzak kalmamak adına kitaplarını, arkadaşlarımdan ödünç alarak okuyorum. kendim para vermek ve kitaplığımda tutmak istemiyorum. okuması kısa sürdüğü ve yormadığı için zaman sorunum da yok.

    bu kitabı da tahmin ettiğim gibi çıktı. çok ve güzel şeyler söylemek isteyip bunu becerememek, çünkü buna yeterli olmamak hali. halbuki elif şafak'ın gayet güzel kitapları oluyordu ilk zamanlarında. mevlana mı bozdu bu kadını, anlamadım.

    *

    peri, şirin, mona.

    üç kız bunlar.

    peri, ana karakter. aşırı dindar bir anne ile bunun tam aksi bir babanın kızı. arada kalmış.

    okumak üzere oxford'a gidiyor.

    orada uçarı, hoppa şirin ve başı kapalı, dindar mona ile tanışıyor.

    ders aldıkları profesör azur'a aşık oluyor.

    peri, azur ile şirin'in ilişkisi olduğunu öğrenince çok bozuluyor.

    *

    ama önce peri'nin 2016 halini okuyoruz. evli, mutlu, çocuklu.

    ergen bir kızı var, nasıl sevimsiz.

    bunlar bir yemeğe davetliler.

    peri, bir yandan bu yemekteki insanları düşünüyor. zengin, elit, halktan kopuk, kimisi kirli işler yapan insanlar.

    bir yandan da geçmişe gidiyor. 2000'e, oxford yıllarına.

    *

    kitabın neredeyse ilk 300 sayfası boyunca peri'nin gençken yediği bir halttan pişmanlığı var. o halt her neyse çok büyük olmalı, öyle bir beklenti oluşturuyor okurken.

    en sonunda öğreniyoruz ama, pehh, bu muydu? kitabın yarattığı beklentiyi karşılayacak kadar büyük bir mesele yok.

    *

    bu üç kadın arasında bir kız kardeşlik izlenimi oluşturmaya çalışmış ama yok. aralarında dostluk, kardeşlik anlamında bir yoğunluk yok.

    daha ziyada farklılıkları üzerine gidilmiş.

    "günahkar, inanan, şaşkın" diye tanımlıyor bu kızları. ama bu tanımların içinin dolu olduğunu düşünmüyorum. hele ki şirin ve mona açısından. son derece yüzeysel çizilmiş karakterler. bir derinlikleri yok.

    *

    kitabın kapağı için bir açıklama var. üç farklı illüstrasyon birleştirilmiş, ingiliz çizer jack hughes'un farklı kadın imgeleri, elif şafak'ın kitap kapağında buluşmuş... falan. sanki çok ahım şahım bir kapak olmuş gibi. açıkçası kitap kapağı ipek ongun tarzı bir gençlik kitabının kapağı gibi.

    *

    bazı kitaplar yazın sahilde okumalıktır. bazı kitaplar da yazın değil de kışın basılır, onlar da metroda, otobüste okumalıktır. mesela bu.
  • okumaya hiç hiç gerek olmadığını bugün bir kez daha gördüğüm kitap.
    kitaptaki üç kızımız "günahkâr şirin","inanan mona" ve "şaşkın peri" olarak niteleniyor yazarla yapılan son ropörtajda. bittabî yazarımız, bu sıfatlara hiç itiraz etmeden üçüne de eşit mesafede olduğu, içinde inanan da günahkâr da şaşkın da bulunduğu, zaten bu ayrımların keskin olmaması gerektiği bla bla meyanından kelamlar ediyor ama "inanan"ın karşıtı "inanmayan" değil her nedense "günahkâr"! mesajı direkt olarak aldık, kitaba ne hâcet? kağıt israfı...
  • üç kız demişsin ama bir tanesinin adı köpek spinoza'dan az geçiyor elif kardeş. kafanda yarattığın ve süper oldu diye yazmaya başladığın karakterleri biraz derinleştiriverseydin, belki bu lüzumsuz hikayeyi okumak bir işe yarayabilirdi.
    ancak şu an elimde ne edebi ne felsefi ne eğlencelik anlamda bir şeyler verebilmiş, bilinmedik bir yazarın olsa sonuna kadar tahammül edip okumayacağım bir roman duruyor. tabi hep ilk birkaç kitabının hatırına...
    ben başladığımda ve bitirdiğimde aynı kişi olarak kaldığım romanı neyleyim...
  • almadım, okumadım. kulaktan dolma çok kısa eyyorlayacağım ve gideceğim:

    babanın laik, ilerici; annenin mutaassıp, tutucu olduğu bir aile üzerinden türkiye'yi anlatmaya çalşaısşaılfşaıfsşlfş....

    ben sizin metaforunuzu s*keyim hanımefendi; size bir şey olmasın...

    ...imla...
hesabın var mı? giriş yap