• sakallı adam cevat akşit in sabahın köründe islami bilgilerle dolu, verdiği hayat dersleri. kanal 7 nin gözbebeğidir bu program.

    ve şöyle de bir anım vardır; liseden mezun olduğum sene, mezuniyet partisi gibi bir aktiviteden sonra, bir arkadasın evine gittik kalmaya, orada sabaha kadar (evin sahibi uyumasına ragmen) salak tv programları izledikten sonra (hatta bir ara müjde ar ın bir filmi) kapanışı bu programla yapmış ve kalkıp gitmiştik. işin kötüsü kanımızda dolaşan alkol yavaş yavaş etkisini kaybediyordu. hey gidi hey.
  • küçümen çocuk idim. kedi, köpek, ördek, at, yılan, zürafa, solucan besleme taleplerim anne tarafından reddedilmişti. sonunda muhabbet kuşu konusunda mutabakat sağlandı.

    önce memo adında (adı bu değildi biz verdik) erkek, yeşil, karizmatik bir muhabbet kuşu aldık. bize hiç pas vermedi. biblo gibi takılıodu. sıkıldık, baydık. heralde sıkıldı bu dedik yanına dişi, sarı ve insancıl bir dişi muhabbet kuşu aldık. bunun adı da zeyno olsun dedik. sanırım tanrı da bu yolu izlemişti. her neyse. sen memo birden bibloluktan azmanlığa terfi et. sabah akşam eşine şiddet uygula. döv zeynocuğumuzu. derhal sınırdışı ettik tabi. yolladık gitti aldığımız yere.

    zeyno hep şirindi, bıcır bıcırdı, oynaktı, işveliydi. seviyorduk kendisini deli gibi. bir gün öyle kendi kendine takılırken, bildiğimiz bir hastalığı filan da yokken çırpınmaya başladı. ben daha epey bir veletim aldım elime, belli ki bizim zeynoya çok kötü fena şeyler oluyor. daha önce iki dede, bir anane vefat ederken yanında bulunmuş bir kimse olarak anladım bunun adı ölüm.

    avuçlarımdayken yalvardım. hani böyle amerikan filmi tadında, ha gayret, ha dayan, lütfen gitme diye viyakladım ama nafile. birden buz kesti, kaskatı oldu ve minicik kafası yana düştü. bir vardı, birden yokoldu.

    hayat dersi 1: bazen ne yapmak istersen iste elin kolun bağlı olur. değiştirebileceğin ve değiştiremeyeceğin şeyler var.

    sonra zeynomu bir güzel mendille sardım. bildiğiniz kefen yaptım ona. koydum güzel bir kutuya. tabut diyebiliriz buna da. indim bahçeye.

    çiçeklerin arasında güzel bir yeri kazdım. o da bildiğimiz mezar. başına da sek sek oynarken kullanmayı en sevdiğim mermer taşı koydum. üstüne de zeyno yazdım. içine koydum zeynoyu. dedim yarın yine görüşürüz.

    ertesi gün indim aşağıya. elimde evde kağıttan hazırladığım renkli çiçekler. gittim zeynonun mezarına. bir baktım çukur açılmış içinde zeyno yok. "anniiieaa" diye koştum bir solukta beşinci kata. anneme dedim "zeyno yok. gitmiş." annem dedi. "e yavrum kedi açıp toprağı yemiştir."

    hayat dersi 2: doğanın kanunları her zaman vahşidir ve adil değildir. bu kanunları bildiğini sansan bile onlar her zaman seni şok edebilir.
  • istediğiniz kadar çok dersten geçin. mezun olamazsınız. öyle bir alttan alma hadisesi. misal benim daha hayat bilgisi duruyor ilkokul 2 den.
  • çeşitli tecrübeler doğrultusunda kişinin vardığı sonuçlar bütünüdür. misal son zamanlarda çıkardığım en zevk veren ders, "sana değersiz hissettiren insanlardan koşarak uzaklaş"

    eskiden böyle değildi. kalır, savaşır, değerimi ispatlardım. fakat bu esnada tükenir, mahvolur, sönerdim. şimdi değerimi takdir etmeyen ve benim farkıma varamayan, ön yargıları ile hareket edip olumsuz tavır takınan veya alçakgönüllülüğümü saflık zanneden tiplerden, road runner gibi kaçıyorum. son zamanlarda böyle bir arkadaşımdan uzaklaştım, hayat öyle lezzetli, güneşli bir hale geldi ki, inanılmaz. değerimizin ölçütü, ederi, seviyesi bize bağlı. vazgeçtiğim an, özgürüm. ay kelimelerle tarif edemedim. öyle güzel bir his.
  • ınsanlar ateş gibidir, fazla uzaklaşma donarsın fazla yaklaşma yanarsın.
    (alıntıdır)
    (bkz: insanlarla geçinmek)
  • ben hayat dersi vermeyeyim ama bu konuyla ilgili samimi, hoş bir belgesel önermek istiyorum; sanatını çöpe atan adama sevgiler. http://www.youtube.com/watch?v=gacgh2upauq
  • vitrin ne kadar gösterişliyse içerisi o kadar viranedir.
  • izmir'deydim. birkaç arkadaşla toplanıp edebiyat üstüne sohbet ederek rakı içmiştik.
    daha sonra herkes dağıldı, bense ahmet abimle birkaç bira içmek için yürümeye başladım kordon'a doğru.
    ahmet abimin yaşı benim iki katım kadar.
    konu aşka, kadınlara geldi. kafamız hafif güzel. güzel bir sonbahar gecesindeyiz. ahmet abim şimdiye kadar bana anlattığı onca şeyi daha önce hiç kimseye anlatmamış bir adam. kapalı bir kutu olarak yaşamış. beni de bu yüzden seviyor biraz da. yılda birkaç kez izmir'den istanbul'a geliyor ve rakı içiyoruz.
    her neyse.
    konu kadınlar ve aşktı.
    30 yıl geçti, dedi. onu çok seviyordum. bavulum hazır, gel beni al, dedi. korktum, gitmedim. onu da yaşadığım sefil hayatın içine çekmek istemedim. gitmedim. 30 yıldır hiç unutmadım onu.
    evet, insan başkasıyla oluyor, evleniyor, çocukları oluyor. başkasına dokunabiliyorsun.
    benim de oldu. iki güzel evladım bir de dünya iyisi eşim var. şimdi zengin bir adamım. trilyonlarca param var. çocuklarım hiç çalışmasa bile ömürlerinin sonuna kadar rahatça yaşarlar.
    ama ben hâlâ 30 yıl önce beni bavuluyla bekleyen o kadını düşünüyorum. onun tutmadığım elleri benim içimde kapanmayan bir yara gibi oturuyor. bunu ilk defa sana anlattım. 30 yıldır içimde taşıyorum onu.
    eğer bir gün bu o kadın dediğin insanla karşılaştığına inanırsan, içindeki o sesi dinle ve bırakma onu, dedi.
    başkasını sevemezsin, demiyorum. seversin. ben eşimi severim. onun için her fedakarlığı yaparım. malımı mülkümü feda ederim ona.
    ama bugün hayatıma yeniden başlama şansım olsaydı, 30 yıl önce koşa koşa gider tutardım onun ellerini.
    yoksulluğumdan korkmazdım. hayatta her zaman en kötü ihtimali düşünerek atmazdım adımlarımı.
    sen sen ol, kalbin sana hayatının aşkını bulduğunu söylediğinde o aşkın peşini bırakma.
    bir gün seneler sonra mücadele etmediğin için pişman olduğunda onun yokluğu çok daha koyuyor insana.
    ben mücadele etmedim. korktum. korkumla hareket ettim. hayatımın en önemli kararını yoksulluğuma danışarak aldım ve pişman oldum. sen olma. peşinden git aşkının.
    çünkü "o" dediğin insan olmadan ne yaşarsan yaşa, kaç yıl geçerse geçsin aldığın tat hep eksik hep yarım olup kalıyor.
    uzaklara çok sık bakıp dalan bir insan olarak geçiriyorsun ömrünü.
    benim şurada kaç senem kaldı ki bu hayatı tamamlamaya?
    sen yarı yaşımdasın, içindeki o sesi dinle. ona koş...

    edit: uyandım. kahvemi alıp sigaramı yakıp cep telefonumun bildirim yağmurlarına daldım. ben bu entryi yazarken 3 yıl önce bugün ahmet abim bana bunları söylüyormuş. sosyal medya hesabım hatırlattı. onun bana bunları anlattığı gün aynı saatler yazmışım entryi. hayat ne tuhaf...
  • insanlara güvenme ve insanları kendin gibi sanma.
  • kafka hayatının bir döneminde julie adında bir kadına aşık olur ama babası bu kızı istemez. kafka babasının tepkisi üzerine ona bir mektup yazar ama hiç göndermez o mektubu. yıllar sonra mektup gün ışığına çıkar ve babaya mektup olarak kitaplaştırılır. işte o mektupta beni çarpan bir bölüm var; "senin karşında kendime güvenimi kaybettim, onun yerine sınırsız bir suçluluk bilinci geliştirdim.” der kafka. insanın insana ettiği en kalıcı kötülük bu galiba; 'birine kendini suçlu hissettirmek'
hesabın var mı? giriş yap